Print Friendly and PDF

LONDRA’DAKİ TÜRKİYE, YURT DIŞINDAKİ TÜRKLER VE TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI



Dr. İhsan YILMAZ
Ermeni soykırımı iddiaları yıllardır Türkiye’nin başını ağrıtıyor ve dış politikasını da etkiliyor. Özellikle ABD ve Fransa’da belirli periyotlarla gündeme gelen bu konuyu geçici süreliğine ka­patmak için Türkiye’nin ne tavizler verdiğini bilmiyoruz. Konu, Gürcistan Parlâmentosunun da gündemine geldi bu yıl. Anlaşılan onlara da borçlu kalmak durumunda olacağız. “Türkler böy­le bir şey yapmamıştır” diye düşünenler de belki vardır. Ama şu ana kadar biz rastlamadık. Bu konu yıllarca da Türkiye’nin elini kolunu bağlayacak. Çok düşkün olduğumuz ve uğruna mil­yarlarca Dolar harcadığımız imajımıza da zarar vermeye devam edecek. Bu konuyla ilgili Tür­kiye’ye en çok kimin yardımı dokunabilir? Tabiî ki Türk diasporalarının. Örneğin Londra’da 300 bin kadar Türk yaşıyor, ama Türkiye lehine lobi faaliyeti hemen hemen hiç yok. Yine aynı şe­kilde Fransa’da 500 bin Ermeni var, ama aynı zamanda 500 bin de Türk var. Ermeniler gere­ken lobiyi yapıp Fransa’nın her yanını Ermeni soykırımı heykelleri ile donatacağa benziyor. Türkiye’nin “kaygı ile izlemekten” başka yapabildiği bir şey yok. Ne Fransa’daki, ne İngilte­re’deki ne de Almanya’daki Türklerin ise gündemlerinde böyle bir konu hiç olmadı. Son yıllar­da askerlerin Avrupa başkentlerindeki Türklerle bir araya gelme ve yönlendirme çabaları da bu konunun öneminin anlaşıldığının işareti.
Bu çalışmada Londra’daki Türkiye’den yola çıkarak, yurt dışındaki Türklerin Türk dış poli­tikasına potansiyel katkılarının neler olabileceği ve bu potansiyelin realize edilmesi için Türki­ye’nin dış politikasının hangi anlayış etrafında şekillenmesi gerektiği üzerinde duracağız.
İngiltere’de yerleşik Türklerin ezici bir çoğunluğunun Londra’da bulunduğu realitesini göz önüne alarak bu çalışmada -diğerlerini başka çalışmalara havale ederek Londra’daki diaspora üzerinde yoğunlaşacağız. Daha sonra, Londra'da yeniden inşa edilen Türkiye’ye yönelik genel bir tablo çizeceğiz. Son olarak da Türkiye'deki Türkiye’nin, Londra’daki Türkiye’ye iliş­kin nasıl bir tutum almasının hangi açılardan yararlı olacağını kısaca vurgulayacağız.
İngiltere Türklerinin Tarihsel Arka Plânı
İngiltere’deki Türk diasporası, üzerinde yeteri kadar çalışma yapılmamış ender topluluklar­dandır. Çok daha küçük birçok azınlık üzerinde çalışmalar yapıldığı hâlde, İngiltere Türkleri biraz da kıta Avrupası’ndaki rakamlar daha büyük ve dikkat çekici olduğu için olsa gerek dik­katlerden kaçmaktadır. Örneğin, Avrupa'da Türkler denince hemen akla üç milyona yaklaşan mevcudiyetiyle Almanya Türkleri gelmektedir veya İngiltere’de azınlıklar deyince sayıları 3 mil­yonu bulan siyahlar, İngiltere’de Müslümanlar deyince sayıları bir milyonu bulan Hint altkıtası Müslümanları gelmekte; fakat İngiltere Türkleri genelde göz ardı edilmektedir. Her ne kadar son yıllarda bu toplum üzerine olan çalışmalara ilişkin İngiltere’de ve Avrupa Topluluğu bün­yesinde bir hareketlilik gözlense de, henüz ortaya doyurucu bir literatür çıkmamıştır.
Türkiye’de İngiltere olarak bilinen ama aslında İngiltere ile kastettiğimiz Birleşik Krallık’ta (United Kingdom, UK), her birinin yarı bir İdarî ve yasal yapısı olan dört alt-ülke vardır: İngilte­re, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda. Büyük Britanya (Great Britain, GB) ise Kuzey İrlanda dı­şındaki diğer üç ülkeyi kapsamaktadır. Bu dört alt-ülkenin kendilerine has kanunları ve İdarî yapıları vardır. Galler’de, Galce ikinci bir resmî dil iken ve trafikteki levhalardan resmî dokü­manlara kadar her yerde iki dil kullanılırken, diğerlerinde resmî bir ikinci dil yoktur, İskoçya’da vergi toplama ve vergilendirme yetkileri de olan kısmen özerk bir parlâmento, Galler’de bir asamble vardır. Kuzey İrlanda’nın durumu ise tamamen farklıdır. Ülkenin bir başbakanı ve ka­binesi vardır ve kanunları Büyük Britanya’yı oluşturan ülkelere göre farklılık arz eder. Ancak, son tahlilde, yüzyıllardır bu ülkeler İngiltere’nin hegemonyası altında olduklarından, çoğu şey İngiltere’nin başkenti Londra’daki Westminster Parlamentosuna bağlıdır. İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’da Westminster Parlâmentosu için de seçimler yapılmakta ve nüfuslarına göre bu ülkeler bu parlâmentoya milletvekili göndermektedir. Ülke çapındaki büyük partilerin -Mu­hafazakâr Parti, işçi Partisi, Liberal Demokratlarİskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda versiyonla­rı da vardır. Ancak, bunların yanında yerel partiler de seçimlere katılmaktadır. Bunların arasın­da en dikkat çekici varlık gösteren Alex Salmond’un liderliğini yaptığı İskoç Milliyetçi Partisi (Scottish Nationalist Party)’ dir. Ancak, demografik olarak baskın olan İngiltere (1999 yılı itiba­riyle İngiltere’nin nüfusu 49,8, İskoçya’nın 5,1, Galler’in 3 ve Kuzey İrlanda’nın 1,7 milyon ci­varındadır),[1] ekonomik olarak da tüm Birleşik Krallık’a hâkimdir, her ne kadar bir İskoç Mer­kez Bankası ve İskoç Pound’u varsa da, değer olarak İskoç Pound’u İngiliz Sterlini’ne eşittir ve bu büyük ölçüde İngiltere Merkez Bankası tarafından belirlenmektedir. Politik olarak da İn­giltere’nin ve Londra’nın ağırlığı açıktır. Belki de bu sebeple İngiltere kelimesi Türkçede Birle­şik Krallık ve Britanya manasına gelmektedir. Gördüğümüz üzere durum aslında biraz karma­şık olsa da bu çalışma Birleşik Krallık’taki tüm Müslümanların durumuna genel olarak baka­cağından, biz çalışmada Türkçedeki geleneksel kullanıma sadık kalacak ve Birleşik Krallık ma­nasına gelen İngiltere sözcüğünü kullanacağız.
Günümüz ingilteresi hem sosyolojik hem de kanunî açıdan birçok dini, ırkı ve kültürü ba­rındıran bir coğrafyadır. 1965 yılında ilk kez olarak çıkarılan, daha sonra da 1968 ve 1975 yıl­larında revize edilen Irk İlişkileri Kanunu (Race Relations Act), devletin bu realiteyi aktif bir şe­kilde tanıdığının en önemli yasal göstergesi durumundadır.
Bu çalışmada “Türk” kelimesi etnik, ırkî veya antropolojik bir tanımlamaya işaret etmekten daha çok, esnek ve geniş bir çerçevede kullanılacaktır. İngiltere’deki Kıbrıslı Türkleri de içe­ren bu çalışmada dolayısıyla “Türk’le Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını kastedemeyeceğimiz açıktır. Bu çalışmada mükemmel bir tanımlama olmasa ve resmî ideolojiyi çağrıştırsa da pra­tiklik açısından “Türk” kelimesini yukarıdaki nüansları reddetmemekle birlikte, Türkiye Cum­huriyeti vatandaşları, ana dili Türkçe olanlar, Türkiye veya Kıbns’tan gelen Türkler ve Türki­ye’den gelen Kürtlerle bunların çocuklarını belirtmek için kullanacağız. Bu çalışma genel ola­rak aynı kültürel özgeçmişe sahip bu kişilerin Londra’daki genel durumları ile ilgili olduğundan “Türk” kelimesine bu misyonun yüklenmesi hem geleneksel kullanıma uygundur, hem de bu çalışmanın sınırları göz önüne alındığında akademik açıdan mahzurlu değildir.
İngiltere’deki Türklerin varlığı kâğıt üzerinde, 17. yüzyılın ortalarına kadar dayandırılabilir. Bu yıllarda İngiltere’de mevcut yüzlerce Müslüman “Türk” olarak adlandırılıyordu.[2] Ancak realitede her ne kadar bu kişiler Türk olarak adlandırılıyorsa da, bunlar İslâm dünyasının çeşitli yerlerin­den gelmiş kişilerdi, aralarında Türk pek azdı. Kağıt üzerindeki bu durum Batılıların dünyasında Müslüman deyince Türk, Türk deyince Müslüman denmesinin basit bir yansımasıdır.
Adadaki ilk Türk varlığı, Osmanlı’nın bu ülkeyle kültürel ve diplomatik ilişkilerinin yoğunlaş­tığı 19. yüzyılla başlatılabilir. Başta Mustafa Reşit Paşa olmak üzere Osmanlı diplomatlarının, Namık Kemal başta olmak üzere Yeni Osmanlılar gibi hükümet muhalifi Türklerin geçici bir sü­re vatanlığını yapmıştı İngiltere. Günümüz İngiltere Türklerinin kökenini ise, Kıbrıs’ın 20. yüz­yıldan hemen ewel İngilizlerin eline geçmesi oluşturuyor.
Geçici bir süre İngiltere yönetimine verilen Kıbrıs’ı, Osmanlı Devletinin güçsüz durumun­dan yararlanarak İngiltere, 1914’te imparatorluk bünyesine dâhil etmişti. Böylece Kıbrıslılar Britanya İmparatorluğu vatandaşı, daha doğrusu tebaası oldular ve İngiltere’ye serbest dola­şım hakları doğdu. 1920’lerle birlikte Kıbrıs’tan İngiltere’ye göç başladı. 1930’lara gelindiğin­de ülkede 1000 civarında Kıbrıslının olduğu biliniyor.[3] Her ne kadar ilk başlarda bu kişilerin önemli bir çoğunluğunu Kıbrıslı Rumlar oluşturuyorsa da 1950’ler boyunca adaya gelen Türk­lerin sayısı da önemli miktarda arttı.[4] Göçün ana sebebi bu yıllarda ekonomikti. 1958 yılına ge­lindiğinde ülkede 8.500 Kıbrıslı Türk vardı.[5] Bu sayı bu yıldan sonra İngiltere’ye girişin sınırlan­dırılacağı söylentileri ile birlikte hızla artış gösterecektir.
Ada Britanya İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanınca, İngiliz Devletler Topluluk üyesi oldu ve İngiltere’ye göçü önemli derecede sınırlayan Göç Kanunu’na (Immigration Act, 1962) ka­dar da Kıbrıslı Türkler Kıbrıslı Rumların yanı sıra adaya göç etmeye devam ettiler. Yeni çıkan bu kanun göçü sınırladıysa da Kıbrıs’taki karışıklıklar sonucu ülkelerini terk edip İngiltere’ye yerleş­mek isteyen Kıbrıslı Türklere İngiltere yumuşak davrandı ve kanunu sıkı bir şekilde uygulamadı. 1964 yılına gelindiğinde yaklaşık üçte birinin Türk olduğunun tahmin edildiği 78.846 Kıbrıslı İn­giltere’de yerleşmiş durumdaydı.[6] Ekonomik geri kalmışlık, toplumlar arası çatışmalar ve siyasî belirsizlikler Kıbrıs’tan göçü hızlandırmıştı. 1974’teki müdahalenin ardından, göç rakamları yine hızlı bir artış gösterdi ve 1980’lerin başında İngiltere’deki Kıbrıslı sayısı 160 bine yükseldi. Yani 1980’lere gelindiğinde İngiltere’de yaklaşık 50-60 bin Kıbrıslı Türk ikamet etmekteydi. Ana vatan Türkiye’den ekonomik nedenli göçler ise 1960’lara kadar geri götürülebilir. An­cak, Almanya ile olduğu gibi Türkiye’nin işçi göçü ile ilgili İngiltere ile arasında özel bir anlaş­ma olmadığından dolayı, Almanya’ya nispeten İngiltere’ye ana vatandan göç mütevazı rakam­larda kalmıştır.[7]
Diğer birçok azınlık toplumunda da olduğu gibi “zincirleme göç” olgusu, ülkeye gelen Türklerin de sayısını artırmıştır. Ülkeye yerleşen Kıbrıslı Türkler burada lokantacılık sektörü başta ve tekstil ikinci sırada olma üzere birçok işyeri kurmaya başlayınca ihtiyaçları olan işçi­leri, ana vatan Türkiye’den tedarik etmeye başlamışlardır.[8] 1970’lerin ortalarında zincirleme göç olgusu sonucu İngiltere’ye gelen Türklerin sayısı artış göstermiştir.[9]
İngiltere’deki Türk nüfusunu artıran en önemli iki etken, 12 Eylül 1980 askerî ihtilâli ve Tür­kiye’nin güneydoğusunda başlayan terördür. 12 Eylül askerî ihtilâli ile, birçok kişi yurt dışına kaçmıştır. O yıllarda “ülkücü” ve “solcu” olarak adlandırılan binlerce Türk siyasi sebeplerle Batı’ya göç etmişler bunların bir kısmı da İngiltere’ye gelmiştir. Güneydoğudaki terörden kaçan birçok bölge vatandaşı da çareyi yurt dışına çıkmakta bulmuştur. Bu iki olgu ilk başlarda si­yasî ve etnik sebeplerle İngiltere’ye Türkiye’den göçün sebebi olmuştur. Ancak, zamanla ola­yın ekonomik boyutu ağır basmaya başlamış ve yaptığımız sosyolojik gözlemler ve mülâkatlara göre, belli bir süre sonra buraya gelen kişiler, “zincirleme göç” mekanizmasını devreye koyarak, ekonomik sebeplerle daha iyi imkânları olan İngiltere’ye gelmek isteyen yakın akra­balarına, tanıdık ve arkadaşlarına bu ülkeye gelmenin “yollarını” öğretmişlerdir.
Hukukî olarak ispatlamak güç olsa da sosyolojik olarak ortada olan gerçek şudur ki, hep­si olmasa da buraya göç eden siyasî sığınmacıların birçoğu aslında siyasî değil ekonomik göç­mendir. Günümüz itibarıyla, örneğin, İngiltere Türkiye’den sadece Dev-Sol veya PKK ile ilişki­leri bulunan ve Türk Devleti’nin hapse atma aşmasında olduğu kişilere sığınma hakkı tanımak­ta olduğundan dolayı, MHP’Iİ geçmişi olduğu halde Dev-Sol'cu olduğunu beyan eden veya Kürt orijinli olmadığı hâlde Türkiye’de resmî olarak kimin hangi kökenden geldiği belgelenemediği için PKK’Iİ olduğunu iddia eden öz be öz “Türk’ler siyasî sığınmacı olarak ülkeye gel­mektedir. Ya da iki üç saatlik kursla Dev Sol’cu olup çıkan ve Türkiye’de işkence gördüğünü iddia eden mülteciler de çoktur. Bu işleri ayarlayan ve nasıl bir dilekçe verilip, hangi serüve­nin İngiliz resmî makamlarına anlatılacağını, 'siyasî mültecilere’ “öğreten” kişileri bulmak için herhangi bir Türk kahvesine gitmek yeterlidir, geleneksel Türk yardımseverliği kısa sürede gözlemlenebilecektir.[10]
Sonuçta, İngiltere sadece siyasî sığınmacıları göçmen olarak kabul ettiği için, ülkeye birçok insan Türkiye’deki siyasî şartları öne sürerek siyasî sığınmacı olarak gelmiştir. Resmî istatistik­lere göre Türkiye’den her yıl ortalama 2 binin üzerinde kişi bu yolla İngiltere’ye gelmekte ve yer­leşmektedir. Türkiye’deki yetkililerin de itiraf ettiği ama “sistematik değil” diyerek hafife aldıkla­rı insan hakları ihlâlleri, sonuçta binlerinin bu işten menfaat sağlanmasına sebep olmaktadır.
Londra hem İngiltere’nin, hem Büyük Britanya’nın (GB) hem de Birleşik Krallığın (UK) eko­nomik ve politik başkentidir. Türkiye’deki İstanbul-Ankara ikilemi İngiltere örneğinde söz ko­nusu değildir ve bu olgu öylesine köklüdür ki, geçmişi kesintisiz olarak neredeyse iki milenyum öncesine dayanmaktadır.
Londra aynı zamanda çok yakın zamana kadar bir imparatorluk başkentidir de. Özellikle
19.   yüzyılın ikinci yarısından sonra Kraliçe Viktorya ile en güçlü seviyesine ulaşan, üzerinde güneş batmayan bir zamanların Britanya İmparatorluğu’nun başkenti de yine Londra’dır ve bugünün Londrası geçmişin imparatorluk mirasının derin izlerini taşımaktadır. Londra’daki azınlıklar bunun en dinamik göstergesidir. Ülkedeki azınlıkların yaklaşık yarısı Londra’da ika­met etmektedir ki bu aynı zamanda nüfusu 9 milyon civarında olan Londra’nın yarısının azın­lıklardan oluştuğu manasına gelmektedir. Bu açıdan Londra bir İngiliz başkenti olmaktan çok, hâlâ bir imparatorluk başkentidir. Azınlıkların, aşağıda Türklerle ilgili olarak üzerinde daha da detaylı duracağımız üzere, yerleşim özelliklerinden dolayı da özellikle bazı bölgelerde şehir ingilizden daha çok Çinli, PakistanlI, Afro-Karayipli, Bangladeşli veya Türk şehri görüntüsü de vermektedir. Londra, batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine gettolardan oluşan bir şe­hirdir. Örneğin Stamford Hill, Golders Green Yahudi bölgeleridir. White Chapel, Brick Lane Bengladeşlilerle, Hintlilerin mahallesidir. Marble Arch, Notting Hill Gate, Edgware Road Arap ve iranlı bölgesidir. Brixton, Southwark Afrikalı ve Afro-Karayiplilerin bölgesidir. Haringey, Palmers Green ve Enfield Kıbrıslı Rumların ve Türklerin bölgesidir.
Londra iç ve dış Londra olarak ikiye ayrılır (City of London ve Greater London). iç Lond­ra’da 13 ilçe (veya belediye, borough) varken, dış Londra için bu sayı 19'dur. Bugün Lond­ra’da yüz elliden fazla dil konuşulduğu tahmin edilmektedir. Birçok azınlık toplumunun kendi dillerinde yayın yaptıkları gazete, dergi ve mecmuaları ve hatta radyoları bulunmaktadır. Bu toplulukların kültürel hayatları da canlıdır ve şehrin çok kültürlü çok milletli görüntüsünü renk­lendiren unsurlar olarak değerlendirilmektedir. Irk İlişkileri Kanunu (Race Relations Act, 1976)’na göre doğrudan veya dolaylı olarak ırk temelinde bu toplulukların bireylerine ayrımcı­lık yapmak hukuken suçtur. İngiliz yasalarına aykırı olmamak ve toplum düzenini tehdit etme­mek kaydıyla, azınlıkların tüm kültürel hakları hukukun koruması altındadır. Bu hukukî koruma Londra’nın bir İngiliz şehri olmasından ziyade çok kültürlü bir dünya başkenti olmasının da te­minatıdır. Türkler de bu ortamda rahatlıkla Londra’da bir Türkiye kurma fırsatı bulmuşlardır, bu pozitif yönleriyle olduğu kadar negatif yönleriyle de böyledir.
Ülkeye gelen birçok Türk, gelen azınlıkların birçoğu bir gün geri dönme düşüncesini hiç terk etmediler. Dolayısıyla ilk gelenler genelde erkeklerdi ve ailelerini geride bırakmışlardı. Ancak, geri dönmenin hep ertelenmesi ailelerle tekrar birleşmeyi peşinden getirdi ve sıkı göç kontrolü uygulanmasına veya vizeye rağmen, zaten ülkeye yerleşmiş durumda olanların aile­leriyle birleşme hakları olduğundan ülkedeki Türk nüfusu artmaya devam etti. Ailelerin buraya yerleşmesiyle birlikte de geri dönememenin ekonomik nedenlerine bir de özellikle çocukların bu ortamdan başka bir ortama adapte olmalarının güçlüğü eklendi. Böylece, asla açıkça ka­bul edilmese de “geri dönme efsanesi” Türkler bağlamında teorik olarak yerinde dursa da, pratikliğini büyük ölçüde yitirdi. Ingiltere artık ikinci vatandı.
Türklerin ülkedeki nüfusunu tahmin etmenin tek yolu, hane reisi Türkiye’de doğduğu dek­lare edilen hanelerdeki kişileri Türk olarak kabul edip hesaplamaktır. Bununla ilgili iki problem olduğu açıktır. Birincisi, ikinci ve üçüncü kuşak Türkler İngiltere’de doğmuş olduklarından, bunlarda hane halkı Türkiye’de doğmuş evlerden ayrılıp kendileri hane kuranlar ve onların ha­nelerindeki bireyler, istatistiklerde beyaz ve İngiliz olarak gözükecektir. Bu yüzdendir ki, İngil­tere’deki Türklerin sayısı ile ilgili tahminler 35 binle 300 bin arasında değişmektedir. Bu konu­daki ikinci problem ise daha karmaşıktır. Kıbrıs’ta doğduğunu beyan eden hane reislerinin ol­duğu hanelerdeki milliyet nasıl ayırt edilecektir? Zira bu kişi Kıbrıslı bir Rum veya Kıbrıslı bir Türk olabilir.
Daha önceki bir çalışmamızda detaylı olarak üzerinde durmuş ve İngiltere’deki Türk sayı­sını 250 bin olarak hesaplamıştık.[11] Eğer, Türk sayısını 250 bin olarak kabul edersek, ülkede­ki Türk oranı 250.000/59.000.000=Yüzde 0,42 civarında olacaktır. Bu da sosyal alanda görü­nür bir Müslüman varlığına ille de işaret etmez. Ancak, mesele kâğıt üzerinde göründüğü gibi değildir, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Türklerin en az yüzde 75’i Londra’da ve Londra’nın belirli bölgelerinde toplanmışlardır. Şimdi bunu inceleyelim.
İngiltere’de yukarıda bahsi geçtiği gibi “zincirleme göç” etkisinin sonunda “köy transplan­tasyonu” gibi bir olgu gelişti. Türkler de genel olarak ülkedeki tüm Müslümanlarla ilgili bölüm­de incelediğimiz gibi ülkeye eşit bir şekilde her yerde oranları yüzde 0,42 olacak şekilde da­ğılmadılar. Büyük sanayi şehirlerinde, ama özellikle de Londra’da yoğunlaştılar.
Her ne kadar nüfus sayımları Türklerin tam sayısı olarak sağlıklı sonuçlar vermekten uzak­sa da, büyük ölçekli bir kamuoyu araştırması olarak değerlendirilebilir. Bunun konumuzla ilgi­li önemi ise şudur: Nüfus sayımının ortaya koyduğu oranlamalar, tüm Türk toplumunun önemli bir örnekleminde çıkarıldığından, istatistik? olarak çok rahatlıkla genel Türk toplumu açısın­dan sağlıklı bir fikir verecektir. 2001 nüfus sayımının konumuzla ilgili verileri henüz yayımlan­madığı için yine 1991 nüfus sayımına göre Türklerin nerelerde yoğunlaştığına bakalım.

1991 Nüfus Sayımı: Türkiye’de Doğanların Şehirlere Dağılımı12
Şehir
Erkek
Bavan
ToDİam
Londra, iç
8.147
6.328
14.475
Londra, dış
3.211
2.740
5.951
Manchester
216
113
329
Hampshire
114
114
228
Hertfordshire
198
150
348
Kent
193
129
322
Leicestershire
117
56
173
Yorkshire
249
162
411
Sussex
249
196
445
W. Midlands
150
86
236
Tyne and Wear
78
30
108
Surrey
169
151
320
Oxfordshire
75
68
143
Nottinghamshire
91
60
151
Avon
100
51
151
Berkshire
121
110
231
Bedfordshire
99
70
169
Buckinghamshire
58
51
109
Cambridgeshire
96
52
148
Devon
71
48
119
Dorset
100
77
177
Essex
146
95
241

Yukarıdaki tablodan da görüldüğü üzere Türklerin gerçekten de yüzde 75’i Londra’da ya­şamaktadır. Londra’nın da özellikle kuzey ve kuzeydoğu bölgelerinde fark edilir bir Türk varlı­ğı vardır. Barnet, Enfield, Hackney, Haringey, Islington, Dalston, Wood Green, Palmers Green, Edmonton, Stoke Newington ve Tottenham gibi bölgelerde hatırı sayılır bir Türk yoğunlu­ğu gözlenmektedir. Güney Londra’da ise Elephant Castle, Lewisham ve Peckham’da Türkler yoğundurlar. Şimdi bu gözlemleri 1991 nüfus sayımı verileri ile doğrulamaya çalışalım. 1991 nüfus sayımına göre Londra’da yaşayan Türkler şu şekilde dağılım göstermektedir­ler:[12]

Bölge
Kıbrıslı Türk
Türkiye’de doğan14
Enfield
11.339
1.783
Haringey
7.798
3.890
Barnet
3.944
662
Islington
3.153
1.445
Hackney
2.555
4.783
Southwark
2.297
484
Lewisham
2.061
436
Waltham Forest
1.850
867
Brent
1.407
-
Redbridge
1.388
-
Westminster, City of
-
726
Kensington Chelsea
-
564
Büyük Britanya Toplam
78.031
25.597

250 bin Türkün çok rahat 200 bininin Londra’da olduğunu ileri sürmek pek de spekülâtif olmayacaktır. Yine aynı şekilde nüfus sayımı verileri ile 250 bin rakamının oranlamasını yaptı­ğımızda örneğin nüfusu 1999 yılı itibarıyla 216 bin olan Haringey ilçesinde, nüfus sayımına da­yalı olarak İngiltere'deki sayısı 105 bin olduğu sağlıksız bir şekilde tahmin edilen Türk nüfusun 12 bininin yaşadığı tahmin ediliyorsa, bu oranı 250 bine oranladığımızda gerçeğe daha yakın bir veri elde ederiz. Bu da 216 binlik Haringey’de aşağı yukarı 30 bin kişilik bir Türk nüfusuna delâlet eder ki, bu Haringey nüfusunun yüzde 14’üne tekabül eder. Bu nüfus da yine ilçe içe­risinde eşit olarak dağılmamış; belli mahallelerde toplanmıştır. Haringey ilçesi okullarında oku­yan Türkçe konuşan öğrencilere ilişkin veriler de bunu doğrulamaktadır. Bu öğrenciler ilçenin belli bölgelerindeki okullarda yoğunlaşmıştır.
Kısacası, nüfus sayımından sağlıklı veri elde edilememesi, ülkedeki Türklerin sayısı ve ne­relerde oturdukları hakkında sağılıklı tahminlerde bulunmamıza engel değildir. Nerede buluna­cağı ve nasıl kullanılacağı bilindikten sonra bu rakamlara ilişkin birçok veri kaynağı mevcuttur. Yukarıda biz fazlaca teknikaliteye de kaçmadan bu verilere ilişkin kabaca ama sağlıklı oldu­ğunu düşündüğümüz bazı tahminlerde bulunduk O kadar hesap ise, zaten gözlemlenebilir bir realiteyi başka bir açıdan doğrulamış olmaktadır: İngiltere Türkleri ülkede belli başlı yerlerde yoğunlaşmışlardır ve bunların büyük çoğunluğu da Londra’dadır. Londra’da da Enfield, Hackney, Haringey, Islington gibi ilçelerin belli bölgelerinde yoğun bir Türk varlığını barındırmakta­dır. Buralardaki Türk mahallelerinde, Türk kimliğinin yeniden inşası da dolayısı ile mümkün ol­muştur.
Türklerin İngiltere’deki yerleşim görüntüleri, yukarıda üzerinde durduğumuz gibi asimilâs­yonu güçleştiren ve neredeyse imkânsız bir hâle getiren çok önemli bir faktör olmuştur. Türk mahallerinde veya bölgelerinde Türkiye yeniden inşa edilmiştir. Bu bölümde “Londra’daki Tür­kiye” fenomenine ilişkin genel gözlemlerimizi belirtmekle yetineceğiz.
Şu anda Kuzey Londra’da Haringey ve Hackney ilçelerinde Türk mahalleleri vardır. Sade­ce Hackney’de 50 binlik bir Türk nüfusunun olduğu tahmin ediliyor. BBC’nin tüm Londra için tahmini ise 2002 yılı itibarıyla 250 bin. Dükkanların pek çoğunun tabelaları sadece Türkçedir. Londra’da Türklere hitap eden 4 adet yerel haftalık Türk gazetesi bulunmaktadır. Beşincisi olacak olan “Avrasya” ise pek yakında yayımlanmaya başlayacaktır. Bunların her birinin tirajı on beş binin üzerindedir." Yine Haringey’de bulunan Londra Türk Radyosu, Londra ve civa­rına durmaksızın yayın yapmakta ve reklâm gelirleriyle ayakta durmaktadır. Ayrıca tüm Türk günlük gazeteleri de Almanya’dan günlük olarak gelmekte ve bu bölgelerdeki dükkanlarda sa­tılmaktadır. Hemen hemen her Türk hanesinde de bir çanak anten vardır ve Türkiye’deki he­men hemen tüm ulusal kanallar rahatlıkla izlenmektedir. Internet imkânı olanlar için zaten me­safe kavramı ortadan kalkmıştır. Türkiye ile bağların güçlü olduğunu gösteren başka bir şey de Londra-İstanbul uçak seferleridir. Sadece Türk hava yollarının günde karşılıklı Londra-istanbul seferi bulunmaktadır. İngiliz hava yolları ve diğer özel Türk şirketleri de durmaksızın yol­cu taşımaktadır.
Yukarıda yazdıklarımızdan Londra Türklerinin gettolarda yaşadığı sonucu çıkarılmamalıdır. Her şeyden önce Türk mahalleleri aynı zamanda birer zenci, İngiliz, PakistanlI, Rum vesaire mahallesidir de. Belli bölgelerde birden çok etnisiteye ait birden çok mahalle üst üste geçmiş durumdadır ve bunlar buralarda ana vatanlarına ait sosyo-kültürel yaşam dünyalarını yeniden inşa etmişlerdir. Örneğin, Green Lanes hem Türk hem de Rum mahallesidir ve iki kesim de uyum içinde yaşamaktadır.[13] İkincisi, buralarda yaşayan ve Türklerden başkasına genelde ka­palı insanlar bulunmakla birlikte bunlar azınlıktadır. Çoğunluk hayatın içinde diğer kültürlerle ve insanlarla interaktif bir iletişim hâlindedir. Bu özellikle de ikinci ve üçüncü kuşaklar için böyledir. Okullarda zaten hafta sonu okulları hariç, sadece Türklere eğitim veren okul olmadığı için Türk çocukları diğer çocuklarla karma eğitim görmektedir. Sözün özü, Londra Türkleri bu ne­vi şahıslarına münhasır Türk mahallerinde hem asimilâsyona karşı koyarak Türkiye’yi yeniden inşa etmekte, ama aynı zamanda İngiltere ile de sosyal entegrasyonu gerçekleştirmektedir. Tabiî ki süreç mükemmel değildir ve alınacak bayağı mesafe vardır.
Londra’daki Türkiye’de de aynen orijinalinde olduğu gibi aralarında dinî, ideolojik, kültürel, linguistik ve ekonomik farklılıklar olsa da çok büyük ölçüde barış içinde yaşayan Türk, Kürt, Alevî, Sünnî, sağcı, solcu, dindar, lâik, sosyete, fakir vesaire bulunmaktadır. Sosyete, Türk mahallesinde değil, ingilizlerin en zengin semtlerinde biraz da “öteki Türkiye”den kopuk yaşa­makta, sağcı-solcu kişiler ayrı ayrı kulüp ve derneklerde “Türkiye nasıl kurtulur”u tartışmakta, dindarlar cami yapma işine girişirken, diğerleri Türkiye’nin en ünlü starlarını konserlere çağır­makta, velhasıl Türkiye’deki sosyal yaşamın küçük ama sahici bir kopyası burada da yaşan­maktadır. Türkiye ne kadar sağlıklı ise, bu kopya da o kadar sağlıklı, ne kadar sıkıntılı ise bu kopya da o kadar olmasa da yine sıkıntılıdır. Belki biraz daha az sıkıntılıdır, çünkü ekonomik refah ve ondan daha da önemlisi hakikî tam demokrasi sorunlara daha soğukkanlı ve sahici çözümler bulunması olanağını sunmaktadır. Bu yönüyle postmodern bir ironiyi de andırsa, kopya aslına örnek olma durumunda ve yolundadır.
Türk kimliğinin İngiltere’de yeniden inşası başlıca kültürel, ekonomik, siyasî ve hukuksal perspektiflerden ayrı ayrı çalışmalarda öncelikle üzerinde durulması gereken bir husustur. Bu çalışmaların geleceğin Türkiyesi’ne ilişkin de birçok faydası olacağı muhakkaktır. “İngiltere Türkleri” her ne kadar “İngiltere Türkleri” de olsalar, aynı zamanda burada Londra’daki Türki­ye’yi yeniden inşa etme işine girişmiş olmaları hasebiyle her zaman Türkiye’nin temsilcileri ola­caklar ve ana vatanla göbek bağı ile olmasa bile, gönül bağı ile bağlantılı olacaklardır.
Londra’daki Türkiye’ye ilişkin çalışmalarla ilgili üzerinde durulması gereken bir başka hu­sus ise, Avrupa Birliği’ne girmeye çalışan Türkiye açısından, İngiltere’nin başkentinde yıllardır çalışan büyük çaplı bir sosyal lâboratuvarın deney sonuçlarının gözlemlenmesinin geleceği görme adına getireceği faydadır. Avrupa Birliği’ne zaten girmiş olan 250 bin kişilik bir örnek­lemenin incelenmesi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ilişkin politikalarına ve çalışmalarına ışık tu­tacak mahiyettedir. Bu bağlamda, İngiltere’deki bu laboratuarın kıta Avrupası’ndaki benzerle­rine nispetle avantajlı yönleri de vardır. Örneğin, Almanya’da çok daha fazla Türk olmasına karşın, bunların ezici bir çoğunluğu Alman vatandaşı değildir ve bir kısım siyasî haklardan da yoksundur. Bu açıdan Avrupa Birliği içindeki Türkiye açısından iyi bir örnek sayılmaz. Siyasî hakların daha çok olduğu Hollanda, Belçika gibi ülkelerin dezavantajı ise çok küçük olmaları­dır. İngiltere’de yaşayan Türklerin vatandaşlık ve siyasî hak problemlerinin olmaması, en azın­dan teorik olarak ikinci sınıf vatandaş olmamaları, açıktan bir ayırımcılığa maruz kalmamaları ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nin büyük dört ülkesinden birisi olması diğer lâboratuvarların önemini azaltmamakla birlikte yukarıda bahsi geçen bağlamda Londra lâboratuvarının ince­lenmesinin önemini ortaya koymaktadır.
Ne demek istediğimize bir örnek verelim: Londra labaratuarında ironik bazı realiteler de göze çarpmaktadır. Enfield ve Haringey gibi Türklerin yoğun olduğu bölgelerde yoğun olarak yaşayan bir başka topluluk daha vardır: Kıbrıslı Rumlar! Avrupa Birliği’ne zaten girmiş olan bu topluluklar arasında bir şiddet olayı olmaması bir tarafa, ciddî bir gerilim dahi yoktur. Barış içinde bir arada yaşanmaktadır. Bu da bir anlamda Avrupa Birliği’ne girildiğinde Türkiye-Yunanistan-Kıbrıs problemlerinin azalacağını iddia edenleri destekleyen bir durumdur.
Türk toplumunun entegrasyonu ve siyasal katılımı ise pek iç açıcı değildir. Türkiye’nin Londra Başkonsolosluğunun web-sitesinin verdiği bilgilere göre 10 Aralık 1998 günü yapılan İngiltere Türk Toplumu Dayanışma Plâtformu Toplantısı’nda alınan karar gereği, İngiltere Türk toplumunun İngiltere genel seçimleri, yerel seçimleri ve Avrupa Parlâmentosu seçimlerindeki oy potansiyeline yönelik verileri derlemek amacıyla bir çalışma grubu oluşturulmuştur ve bu çalışma grubu Türklerin oy potansiyeline ilişkin verileri belirlemek amacıyla bir anket uygula­mıştır.[14] Bu çerçevede hazırlanan anket formları genelde Londra Türk toplumu kapsamında dağıtılarak doldurtulmuştur. Ankete 786 kişi katılmıştır. Ankete katılanların İngilizce düzeyi: Az: %24; Orta: %27; İyi: %28; Çok iyi: %21’dir. Bu kişilerin oy verme düzeyindeki siyasî katılım­ları ise şöyledir: Oy kullanan: %53 (Yerel seçimlerde: %34; Genel seçimlerde: %45; Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde: %21) Oy kullanmayan: %47.
Oy hakkı olup olmadığını bilmeyen: %40; Oy hakkı olmayan: %40; Diğer nedenlerle oy kullanmayan: %20. Oy hakkı olup olmadığını bilmeyenlerin genel oranı: %18 (786 kişi içinde 140 kişi) Oy hakkı olmadığını bildirenlerin genel oranı: %18 (786 kişi içinde 141 kişi).
Siyasal katılımın seçimler seviyesinde böyle düşük olması da Türk toplumunun bırakın Türkiye’nin meselelerini kendi sorunlarını dahi çözmesini çok güçleştirmektedir. Artık modern demokrasilerde seçmenin seçimden seçime değil de, sicil toplum kuruluşları vasıtasıyla mü­temadiyen politika yapıcı ve uygulayıcılarını etkilediği de hesaba katılırsa, Londra'daki Türki­ye'nin etkisizliği daha da iyi anlaşılacaktır.
Türkiye’nin İngiltere’deki Türkiye’ye karşı sorumlukları vardır ve bu sadece şu anda oldu­ğu gibi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bağlamında “yurt dışındaki Türk işçileri” gibi ta­mamen yetersiz ve İngiltere Türklerinin belki sadece yüzde beşine hitap eden bir yaklaşımla ele alınamayacak kadar da önem arz eder. Başbakanlık binasında kendisine bile zorla bir ma­kam odası bulmuş görüntüsü ve hissi veren ve batıdaki Türklerden sorumlu “Devlet Bakanlı­ğı” gibi kulağa hoş gelen, ama personel sayısı üç beşi geçmeyen içi boş imajlarla da bu işin geçiştirilemeyeceği açıktır. Aynı zamanda bu konu, Dışişleri Bakanlığının “yurt dışındaki Türk vatandaşları” perspektifi ile de değerlendirilemeyecek nicelikte ve niteliktedir. Gerçekten de bizim verilerimize göre Türkiye’ye gönül bağı ile bağlı Türkçe konuşan en az 250 bin kişi İngil­tere’ de ikamet ederken, resmî makamlarımızın perspektifine göre bu rakam, değişik neden­lerden ötürü, 80 bini geçememektedir. Bu da bırakın aksiyonu işin vizyon ve “edebiyat” kıs­mında bile yaya kalındığının göstergesidir.
Türkiye’de şikâyet edilegelen “memur” mentalitesinin aşılıp, buradaki toplumla içli-dışlı olacak, idealist ve gayretli bir bürokrasiye ihtiyaç olduğu kesindir. Aksi takdirde, en basitinden Türkiye'nin başını ağrıtan meselelerde elçilik buradaki Türk toplumundan açık-kapalı destek bulamayacak, insanlar kendileriyle ilgilenmeyenlere ilgisiz kalmaya devam edeceklerdir; bu yabancılaşmanın devam etmesi de uzun vadede Türkiye’nin menfaatlerini zedeleyecektir. Bu­nu demekle birlikte şu da vurgulanmalıdır ki, buradaki insanımıza sadece Türkiye’nin menfa­atleri açısından bakmak en azından etik bir tavır olmasa gerektir. Konuya daha geniş bir pers­pektiften bakılmalı ve öncelikli hedef bu insanlara hizmet olmalıdır. Buradaki Türk toplumu ne kadar çok asimile olmaksızın İngiliz toplumu ile entegre olur, sosyal basamakları birer birer tır­manır, sosyal ve siyasal alanlara geniş bir şekilde yayılırsa gerisi zaten gelecektir. Bu kişileri ayrıca Türkiye’ye faydalı olmak için İngiltere’ye sırt dönme gibi zor bir durumda kalma durum­ları ise, sadece -biraz iyimserlik payı ileteoride mümkün olacak bir durumdur. İngiltere’nin emperyal ve kolonyalist geçmişi tabiî ki hafızalardadır; ancak bugün Türkiye’nin İngiltere ile NATO’dan AB’ye kadar birçok oluşumun içinde beraber hareket ettiği düşünülürse, genel ola­rak Londra'daki Türkiye’nin iki arada bir derede kalma ihtimali çok düşüktür.
Ayrıca, Türkiye’nin aleyhine bir durum olduğunda demokratik bir şekilde muhalefet etmek her zaman için zaten mümkündür. Son Irak savaşı öncesi iktidardaki işçi Partisi’nin kendi üye­leri ve milletvekilleri bile sert muhalefette bulundular ve kimse onlara hain gözü ile bakmadı. Bu konuda asıl olan şeffaflık. Konumunu ve duruşunu şeffaf ve net olarak belli ettikten sonra Anglo-Saxon demokrasilerde “nüfuz casusu” muamelesi görmüyor kişiler. Bu konuda Yahu­di lobisi neden örnek alınmasın?
Ayrıca üzerinde durulması, hatta ayrı araştırmalara konu olması gereken bir husus da Tür­kiye’nin buradaki insanımıza sosyal-mühendislik mentalitesiyle manipülâtif yaklaşmamasıdır. Demokrasi eğer gerçekten içe sindirildi ise İngiltere’deki Türklerin, “ne Türkiye’nin menfaati­nedir, ne değildir”e kendilerinin karar vermesi gerekmektedir. Hiç kimse olgunlaşmamış ve düşüncesiz muamelesi görmek istemez. Bu Batı kültürü içinde yıllardır yaşayan insanlar için daha da böyledir. Türkiye’ye düşen yurt içinde olsun dışında olsun insanı ile, toplumu ile ba­rışık olması ve tezlerini herkese uygun bir üslûp ve netlikle anlatmasıdır.
Bu açıdan, Türkiye’nin demokrasi açısından çifte standartlı davranmaması da önem ka­zanıyor. Devlet, tabiri caizse, “ele verir telkini...” durumuna düşmemelidir. Batıda yaşayan Türklere yaşadıkları demokrasilerin tüm nimetlerinden istifade etmeleri tavsiye edilirken, yurt içinde bu hakların kendilerine tam anlamıyla tanınmaması ne Batılıların ne de yurt içinde-dışında Türklerin dikkatinden kaçmaktadır. Samimiyetsizlik görüntüsü uzun vadede güven eroz­yonunu beraberinde getirecektir.
Türkiye’deki ekonomik sistemin, yolsuzluğun ve adaletin tecellisindeki problemlerin üste­sinden gelinmesinin de tartıştığımız konu bağlamında önemli bir yönü vardır. Yurt dışındaki Türk insanı “kendisi batıda refah içinde yaşarken Aksaray’ın, Kelkit’in, Kahramanmaraş’ın kö­yündeki veya İstanbul’un gettosundaki akrabalarının ve bunların çocuklarının yeterli eğitim alamamalarını ya da ortalama bir hayat standardı yaşayamamalarını”, ülkeler arasındaki sis­tem farkına bağlamaktadır. Yoksa, hiç bir yerin taşı toprağı altın değildir. Dolayısıyla ilk akla gelen açıklama, "Türkiye’deki elitin toplumu sömürdüğü ya da en azından işlerin üstesinden gelemediği” olmaktadır. Bu psikolojideki insanların Türkiye’nin dış politikasına katkıda bulun­masını beklemek, ancak sürrealizm ile açıklanabilir.
Bu konuda en azından ilk adım olarak bir think-thank kurulması çok elzemdir. Bu tip think-thankların üç önemli işlevi olabilir: Birincisi, Türkiye’nin Türkiye dışındaki toplumunu-insanını tanımasına yarar. Bu insanlarla yakınlaşmak için, onları Türkiye’nin hassasiyetleri ve menfaat­leri konusunda harekete geçirmek için neler yapılması gerektiği konusunda sosyolojik çalış­malar yapar ve raporlar üretir. İkincisi, Türk toplumlarını yaşadıkları ülkelerdeki geniş toplum tabakaları ile entegre etme yönünde Türk Devleti’ne, Türkiye sivil toplumuna ve yurt dışında­ki Türk toplumlarına yol haritaları üretir. Dünya politikasına yön veren ülkelerden bu konuya ilişkin örnekler vermek ise, malûmu ilânla kalmayıp aynı zamanda basit kaçacaktır. Türk sivil toplumuna bu bağlamda önemli gö­revler düşmektedir. İç açıcı örneklerini Türkiye’den bildiğimiz bu aktivitelerle ilgili yıllardır atıl kalan bürokrasinin işe gölge etmemesi yeterli olacaktır. Dışişleri Bakanlığının deklâre ettiği gi­bi, resmî makamların yurt dışındaki Türklerin yaşadıkları ülkelere ekonomik, sosyal ve siyasî olarak entegre olmalarını teşvik etmesi ise bu açıdan ümit vericidir.[15]
Ama her şeyden önce Türkiye’nin en büyük dış politika atılımı, yurt içinde ve dışındaki in­sanı ile barışık hâle gelmesi olacaktır. Kendi toplumunu kendine düşman görmeyen devletin millete hizmet için bir araç olduğunun bilincinde, AB standartlarında bir demokrasiden Türki­ye kazançlı çıkacaktır. Sivil toplum mümkün olduğu kadar desteklenmelidir. Bu da yönlendir­me ve manipüle ile değil, sadece teşvik ve engel olmama şeklinde ortaya konulmalıdır. Eğer bu sağlanırsa, yurt dışındaki Türkler de bilinçlenecek, devletin el uzatamadığı bu kişilere Türk sivil toplum kuruluşları ulaşacak ve topyekûn bir bilinçlenme ve seferberlik yaşanması ihtima­li ortaya çıkacaktır. Bunlar hayalî iddialar da değildir. Son yıllardaki Türk sivil toplum kuruluş­larının onca engele ve handikapa rağmen yurt içinde ve dışında altlarına imza attıkları başarı­lar bunun işaretçisidir.
Aksi takdirde, Türkiye, toplumuyla barışık olmazsa tüm kırmızı çizgilere rağmen engel olu­namayan “Enosis’in AB içinde gerçekleşmesi” gibi yakın bir gelecekte Kuzey Irak’ta da Tür­kiye’nin istemediği gelişmeler olabilir. Kim ne derse desin, müreffeh ve huzurlu bir federatif Kürt yapılanması Güneydoğu'daki insanımız için bir cazibe merkezi olacaktır. KKTC nasıl zor­da kalıp sınırı açtı ise Türkiye de son anda zorda kalıp birçok tavizi vermek zorunda kalabilir. Bu eğer engellenmek isteniyorsa, bunun oradaki halkın sevgisini ve güvenini kazanmaktan başka geçerli bir metodu yoktur. Var deniliyorsa bu ikna edici bir şekilde ortaya konulmalıdır.
Sorun tabiî ki sadece Güneydoğu ile de sınırlı değil. Devlet sosyologların ve araştırma kurumlarının yıllardır süren ikazlarına kulak vermelidir.
Türkiye’de devlet sivil toplumdan öcü gibi korkuyor. 1999 depreminde popülarite kazandı ve devletin yapmadığını-yapamadığınıyaptı diye AKUT’un hesaplarına bile el koyan bir dev­letin olabileceğini bir Batılının anlaması çok zor. Batılılar Türklerin çok akıllı plânlar çevirdiğini sanıyorlar. Belki de öyledir! Ama o zaman 1939’da Hatay’ın ilhakından sonra dış politikada ne­den hep kaybetme kuşağındayız? 12 Ada nasıl gitti? Yunanistan’ın NATO’nun askerî kanadı­na geri dönüşüne hiçbir taviz almadan neden evet dedik? AB’ye (O zaman ki AET) beraber başvurduğumuz Yunanistan çoktan üye oldu, Türkiye’nin ufku ise neden net değil? Neden Bulgaristan Türklerinin sürgün edilmesine engel olamadık? Neden Batı Trakya Türklerine el uzatamadık ki AB içinde bile tam hür değiller? Neden Kuzey Irak’ta kaybediyoruz, Ermeni ola­yında kazanamıyoruz, Orta Asya’da sembolik bile olsa değerimiz yok, Orta Doğu’da esamemiz okunmuyor?
Kısacası, neden dış politikada birer birer mevzi kaybediyoruz? Saddam için şöyle denili­yordu: “Çok akıllı, yavaş yavaş ABD ordusunu içlere çekiyor, Bağdat’da imha edecek”. Bizim dış politikamız da böyle mi acaba? Geleceğin dış politika ortamı Türkiye için daha dostane veya daha az komplike olmaya­caktır. Türkiye’nin acilen dostlara ihtiyacı vardır. Türkiye üzerine verdiğimiz derslerden sonra yarının eliti olacak her milletten ve ülkeden öğrenci tarafından soru yağmuruna tutuluyoruz. Hepsi de Türkiye’yi ve politikalarını sorgulayıcı, eleştiren, haksız gören sorular... Böyle bir or­tamda Türkiye’nin dış politikada başarılı olması için devletin milleti ile kavgalı olmaması, sah­te düşmanlar icat etmemesi ve yurt dışındaki Türklerden mümkün olduğu kadar faydalanma­sı gerekiyor.
Amaç Guide (1998) Amaç Guide. Londra: 1998.
Anwar (1979) The Myth of Return. Londra: Heinemann.
Avni, Shule and Fatima Koumbarji (1994) Turkish/Turkish CypriotCommurıities Profile. Londra: London Borough of Hackney Directorate of Social Services.
Bainbridge, A (1986) Marriage, Honor and Property Turkish Cypriots in Norht London. Londra: LSE.
Bhatti, F. M. (1981) Turkish Cypriots in Britain. Birmingham: CSİC-MR
Çiçekli, Bülent (1996) Legal Position of Turkish Workers in the UK, Germany and the Netherlands. Londra: SOAS.
Dokur-Grykiewicz, N. (1979) A Study of Adaptation of Turkish Migrant Workers to Living and Working in the United Kingdom. Londra: Birbeck College.
HMSO (1999) Asylum Statistics. Londra: HMSO.
Home Office (2000) Asylum Statisitcs. www.homeoffice.gov.uk.rds.pdfs/hosb1700.pdf
Küçükcan, Talip (1999) Politics of Ethnicity, İdenitity and Religion: Turkish Muslims in Britain. Aldershot et al: Ashgate.
Ladbury, S. (1979) Turkish Cypriots in London, Economy, Society and Culture. Londra: SOAS.
Matar, N. I. (1997) ‘Muslims in Seventeenth Century England’. Journal of Islamic Studies. 8:1, 63-82.
Nielsen, Jorgen (1995) Muslims in Western Europe. Edinburgh: Edinburgh UP.
Oakley, Robin (1989) The Cypriot Migration to Britain to World War II’. İn: New Community, 15 (4), 509-
525.
Owen, D. (1993) Country of Birth: Settlement patterns. Coventry: CRER, University of Warwick.
Robins, Philip ve Asu Aksoy (2000) ‘Media and cultural trasnformation of Turks in the United Kingdom, Germany and the Netherlands’. www.transcomm.ox.ac.uk/wwwroot/robins.htm
Sonyel, Salahi (1988) The Silent Minority. Turkish Müslim Children in British Schools. Cambridge: The Islamic Academy.
Storkey, Paul (1996) Identifying the Cyprioy Community from the 1991 Census. Londra: London Research Centre.
Toplum Postası (1998-2002) Business Guide. Londra: Toplum Postasi.
Turkish Ministry of Foreign Affairs (2003) Turks Living Abroad. www.mfa.gov.tr/ grupa/ac/acb/ default1.htm
Turkish Consulate, Londra (2003) Ingiltere Türk Toplumu, www.turkconsulate-london.com
Vertovec, Steven ve Ceri Peach (1998) Muslims in Europe. Londra: Macmillan.
Kaynak:
21. Yüzyılda Türk Dünyası JeopolitiğiMuzaffer Özdağ'a Armağan II. Cilt, Derleyenler: Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ Dr. Yaşar KALAFAT Mehmet Seyfettin EROL Avrasya Bir Vakfı Asam Yayınları: 61 Jeopolitik-Strateji-Terör Araştırmaları Dizisi: 16 Ankara, 2003


[2]     Matar 1997: 63-82.
[3]     Oakley 1987: 31.
[4]     Sonyel 1988:12.
[5]     Bahatti 1981:2.
[6]     Küçükcan 1999: 61.
[8]    Çiçekli 1996:191.
[9]     Küçükcan 1999: 62.
[10]   Metro ile üniversiteye giderken Finsbury Park istasyonunda iki kişi bindi ve karşıya oturdular. Çene sakallı, biraz eği­timli görünümlü bir kişi ile köyünden kalkıp yeni geldiği belli olan bir başkası... Etrafı bir kolaçan ettikten sonra konuş­maya başladılar. Anlaşılan avukatın yanına ya da İçişleri Bakanlığına (Home Office) gidiyorlardı ve yeni gelenin “eğiti­mi" sürüyordu. Çene sakallı, içinde bol bol Dev Sol, Marx, Lenin geçen bir izahatta bulunuyordu. “Marx, Kapital'l yaz­dı; komünizmi kurdu (!), Lenin de Rusya’da uyguladı" vesaire... “Öğrenci” safça “Marx da Rusya’da mı yaşamış abi?” diye sordu. Diğeri izaha devam etti... Bu insanlara her türlü tutukluluk belgesi, işkence gördüklerine dair doktor rapo­ru hazırlanmakta, hatta mahkûm olduklarına dair gazete fotokopileri üretilmektedir. Bu işin mafyası en az 5 bin Sterlin almakta, bu parayı gelen kişinin buradaki bir akrabası ya da belirli kuruluşlar karşılamakta, borçlanan şahıs da kısa sürede kazanıp geri ödemektedir.
[11]   Yılmaz, 2001, Londra’daki Türkiye. 232
[12] Owen 1993.
[13]            http://www.bbc.co.uk/dna/place-london/A708554
               http://www.bbc.co.uk/dna/place-london/A708554
               http://www.londraturk.com/
               http://www.londonturkishradio.com/
http://news.bbc.co.Uk/1/hi/uk/1764246.stm
[15] www.mfa.gov.tr/grupa/ac/acb/default1.htm

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar