MAHMUD-U ŞEBÜSTERÎ ‘nin SAADETNÂME’sindeki HİKÂYELER.
1- Cüneyd'e eblehin biri, "Hakk'ın varlığına
delilin nedir?" diye itiraz etti. Pîr, âlem-i ervahtan bahsetti, ve
"Sabahın lambaya ihtiyacı yok"
dedi.
Sabahın lambaya ihtiyacı yoktur, (o) yanan lambada
hakir bir nur vardır Bütün alem, güneş
nurunun aydınlığıdır, (o halde) bu küçük lambanın ne mecali var? Güneş, kapıdan
ve duvardan (sızıp) parlar, (o ışıkla aydınlanan) zerreye mumun parlaklığından
ne fayda var?
"Elest" hitabında "Belâ"
cevabıyla bel bağlayan (divan duran) zerre idi. Zerre, güneşin nurundan ötürü
parlak, hem de ona doğru koşandır. Güneşin ipi cana bağlanıncaya kadar bir
vakit talepten geri durmadı.
Havayı ayak dibine koymak için, o yüzden felek gibi
havada durur. Bu köşede onun başını ayak yapınca, güneş ile onun kemerine el
uzattı. Bu halde beğenilmiş, baştan ayağa bütünü görünmüş olana dek, O yüzün
teni ve o yüz görmüştür.
Olacaklar olmuş ve görülecekler görülmüştür.
O kendi
istediğine ulaştı, kör de göremeyen kişidir.
2- Bir hüdhüd kötü talihinden baykuş harabesine
düşmüş. Süleyman'dan bir vaid duymuştu, sonunda şiddetli azaba düştü. Baykuşlar
geceleyin hiç uyumuyorlar, daima etrafta geziyorlardı. (Bütün gece dinlendikten
sonra hüdhüd) seher yeli esince, o harabe yuvadan uçtu. Baykuş sürüsü peşine
düştü, sonunda onu tuttular ve iyice hırpaladılar.
"Sen gecenin aydınlığında uyudun, (şimdi)
karanlık gündüzde yola düşüyorsun." Hüdhüd dedi ki:
"Bu aksine oldu, aydınlık ne zaman tersine
(karanlık) oldu?" Her şey güneşin nuru ile ortaya çıkar, karanlık
gözünüzün zayıflığından ötürü nurdur. Nuru zayıf olan bir göz, yarasa gibi
gündüz kör olur. Ancak o parlama bana göz olur. Güneşin parlaması âlemi aydın
eder. Ben güneşin cemalini ıyan
görüyorum, beyana hiç ihtiyacım yok. Bütün baykuşlar birlikte kızdılar,
köpürdüler. Her biri boş bir söz söyledi. Keskin gözlü hüdhüd çaresiz kaldı.
Gönül zevkiyle "beni öldürün"dedi. Benim zevkim vefatımdadır,
benim ölümüm bütünüyle benim hayatımdır. Ten evi harap olursa can zerresi
güneşte olur. Nur altı yönden artınca zerrenin karanlığı görünmez.
3- Bir âşık, telaşlı gönülden ötürü, Tanrı'yı uykuda
gördü. O dertli (âşık, Hakk'ın) eteğini tutu (ve dedi ki:)
"Senden gayrı (tutacak) elim yok."
Bu güzel rüyadan uyanınca derviş, kendi eteğini
(malafat) sıkıca tuttuğunu gördü.
(Ey talib) kendi eteğini elden bırakma, başını boş
şeylerin ufuklarının önüne koyma. Canının matlubu önündedir, (Yalnız) ona bak,
ondan gayrisini düşünme. Fikrini uzağına attığın için, gayrıyla dost
olamıyorsun.
Bu beyit Senaî'nin Hadikakatü'l-Hakika'sındaki şu
beyite benzer:
Vah ki bu gizli (sır)dan dışarı çıktığında / Kaç
kere "vah bize" demen gerek. "Nerede olsanız O sizinle
beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir."
4- Yapıcı, kardan bir çömlek yaptı, suyla doldurdu ve
suya koydu. Kardan çömlek birden bire sıcaklık ve ısıdan su oldu, suya döndü.
Meselde bütün âlem nedir:
Yokluk denizinin içinde bir yokluk. Her şeyin
önünde ardında yokluk bulunur, onun yokluğu ve varlığı birliktedir.
5- Milleti ve dini ihya eden Şeyh'in (İbnü’l Arabî)
sözü, benim bu gönlümü teskin etmediği için.
Gerçekten o sözü bütünüyle güzel gördüm. Ancak bir tür karışıklığa
sahipti. Bu halin sırrını üstadımdan sordum, o da cevap verdi.
"Şeyhin gayreti, nazar (ile) gördüğü şeyleri
yazmaya yönelikti. (Ancak) kalemi kademine yetişemeyince, tahrir ayağı bu
sebepten titredi. Bu (sorun) ondan (gelen) bir fitne ve kin (kine) değildi.
Aynada (görünen) çirkin bir zenci idi."
Benim şeyhim ve üstadım Eminüddin, gerçekten sana
böyle (güzel) cevaplar verirdi. Ben onun gibi başka üstad görmedim. Övgüler
onun pak ruhu üzerine olsun.
6- Bir gün aptal cahilin biri Hâce Muhammed Kucucân'ın
önüne gitti. Dedi ki:
"Ey Hoca! Ne varsa benim. Sözümü doğru dinle
ve kabul et." Hâce dedi ki:
"Güneş aydınlığına ağızlardan şahitlik
istemiyor. Güneşi nurunun kendisi
kendine şahittir. Sen de dinle; kim verilmişi (kendi malını hediye diye)
almıştır."
O büyük (şahsın) dereceleri yüksek olsun, (böyle)
latif, aydın, yeterli cevap verdi. Onun bütün sözleri bu tarzdadır, inci saçan
güneş ve ay gibidir. Gerçekten Kucucân'ın toprağı bütünüyle gönlün ve ruhun
madenidir. Tevhid eri, parlak güneş parçası olsa da "ben" demez. Tevhid ehlinin sözü olmaz, çünkü söz 'ben'
nişanı olmadan olmaz. Ben ve O (demek) ayn-ı şirk ve takliddir, tevhid
ehline nasıl münasip olur. Nur ve zulmet bir araya gelmez. Şiddetli rüzgâr mumu
söndürür.
Tevhid yolu (anlatılacak değil) gidilecek bir
yoldur. Denizin dibi bahsedilecek yer midir?
Rıza, tevekkül ve tecrid olmadan nasıl tevhid
davası edilebilir?
Vahdet sözü o zaman amiyane sözlerden olur, o
(sözler) de ancak rezillikten çıkar.
7- Bir kişi Şiblî'ye (bir şey) sormuş, çünkü onu ilim
ve görüş ehli görmüş.
"Arif kimdir?"
diye Arapça lafızla (sormuş. Cevaben o da)
"Şimdi burada olandır"
dedi ve gitti.
Yol erine durma yeri nedir?
Her nefesinde ölünecek bir doğum vardır. Bu hayata rehin olmayan can, her zaman
yeniden ölü ve diri olur. Kendi diriliğinde olan kişi ölmedi, zorlama olmadan
can (çıkıp) Hakk'a yol almadı.
8- Baba Hasan bir cahili vefat hastalığında sekerâta
düşmüş gördü. Bîçareye (şunu) dedi:
"Can ilk defa gidicidir, o yüzden (böyle)
müteessir olmuştur." Can, canana gider ki kurtulsun, yoksa can da cana
(nasıl) genişlik versin. Her kim bir nefes yâre mahrem olmuş olsa (onun) canı
bir nefeste yüz kere çıkar. Akıllar O'nu idrak edemedikleri halde nasıl
ittihad ve hululden bahseder. İttihad ve
hululü bizzat, (sadece) Hakk'a ve mahlûka has olmaksızın her yerde mümteni bil.
Çünkü, onlardan biri eğer olmazsa (yani ittihad ve hulul olursa), varlık ve
yokluktan biri olmaz. Eğer (bunlar) baki olursa ittihad nerdedir? Çünkü her ikisi
henüz kendi yerindedir. Hak ve batıl birbirine karışmaz; gölge
güneşten kaçar. Suda güneşi sureti görünüyor, ancak o başkadır, bu başka.
9- Zal'ın evinin iğne deliği gibi dar bir penceresi
vardı. Güneşin aydınlığı ince bir ip gibi (o delikten) karanlık evine
girerdi. Miskin Zal o ışını görünce ip
zannetti yanına koştu. İpi yumak edinceye kadar, âfedeki görüş boş laftan başka
nedir. [?] (O) ışın pencereyle beraber olduğu için, güneş kursunun pınarını
müdrik idi. (Işığın) ucuna kadar gitti, sonra bir çığlık attı:
"Güneş
evimizin içinde." Bir arif sana dedi ki:
Ey Zât'tan uzak olan! Sen neredesin O nerede?
Heyhat.
Bütün bu zeminin yüz misli olan güneşin kursu, böyle bir köşeye (eve)
nasıl girer. Mülk ocağı (külhan) ve Melekût gülşeni, Nâsût köşesi ve Lâhût
tahtırevanı. Dönen törpü çarkı kendin oluyorsun, ondan ipucunu kendin
kaybediyorsun. Bu ipin ucunu çözdüğün zaman, işi kendi üzerine uzatırsın.
10- Bir eblehe bir tavlacı ne dedi?
"Beni tavlaya irşad et."
"Ben onun üzerinde (fazla) çaba sarfetmedim"
dedi (ebleh).
"Ancak, üstünlükle satranç bilirim."
"Seni bildim, sen hiç bilme" dedi.
"Ne bu yola girmişsin ne de ona." Senin
bilmemişliğin bir keredir.
11- Hüccetül-İslam'dan naklediyorum:
"Bu günlerde ortaya çıktı: Yaramaz
kimselerden, ne usul ne de füru' ilminden haberi olmayan habis bir güruh
Huda'nın Zât-ı Celîl’inin sıfatlarından her yerde ileri geri konuşuyorlar.
Sonra Hallâc ve Bâyezid'den başı sonu belirsiz söz naklediyorlar. Çiftçilikten (çalışmaktan) şeytandan kaçar
gibi kaçarlar, bu söyleşme içinde pençeleşirler. Onlardan birini öldürmek,
benim mezhebime göre, on kişiyi diriltmekten iyidir."
Sonra İmam
Gazalî, din zayıflığı ve kötü hallilikten ötürü üzüntüsünden haykırır. Dedi:
Haydi, dininize sahip çıkın, o (fitneyi) gidermek için
hemen koşun. Bu söz yayılmadan önce (bunu yapın), sonra dinin bakiyesi kalmaz.
Bu soysuz kavmi defedin, yoksa aziz dini zelil edersiniz. O büyüğün naklinden
(bize) ulaşan şey bu asırda bütünüyle aşikâr oldu. Cahilin biri hile için bir
iki fasıl ezberlemiş; (bunu başkalarını) aldatma ve bağ için yapmış. Hikmet
meselelerinden füruatı ve hikmet risalelerinden (bazı şeyler) okumuş O
(okuduklarıyla) zahmetle hakîm olmuş, küfür ve din yolunda iki parça olmuş. Onu
yeri "müzebzebîn" güruhundadır, "ne onlara" onun şanıdır.
Onun şekli hünsa; ne erkek ne kadındır. Sert yüzlü çaylak gibi muhannes. Tavuk,
küçük çocuğun avıdır, yani onun hilesi cahiller sürüsünedir. Sonunda şöhret
ve bidat için hikmete kanaat etmez. Bazen tevhidden bir şeyler ele geçirse de
hayret ve öfke ile yapar. Bütün kelam ve nasları terk etmiş, ömrü boyunca
Füsûs'u bilmeksizin/bilinceye kadar. Ehl-i Sünnet'ten şeytan(dan kaçar) gibi
kaçar, daima şeytanla arkadaş olur. Sonunda yılan zehriyle iki lokma yer. Cahilin
dini sırf benlik getirir. Her seferinde şiddet göstererek ağız yapar, kimi
zamanda ses çıkarır. Beyitmiş gibi söylenmiş saçmalıkları yine "seslerin
en çirkini" ile okur.. Onun manası nedir dediğin zaman (verdiği cevaba)
dudak ve bıyığı üzere ağlamak lazım. "Arada yalpalayıp duranlar (müzebzebin)
ne bunlara ne de onlara (bağlanırlar). Allah'ın şaşırttığı kimseye bir yol
bulamazsın." Hepsi cahil avamın
beğenmesi, onu imandan soymuş.
İnsanların avamıyla sohbet âfeti, Hannas'ın âfetinden fenadır, bil.
12- Telbîs istikametinde ilk şüphe, İblis'in yolunda
akıldan ortaya çıktı. Kazaya itiraz etti önceden, kendi taatının sonunu kendi
bilmedi.
"Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten
yarattın" inkar illeti ile (kendini) ma'lul etti. İman hakikatlerine
karşı aklın gözü, renklere karşı doğuştan körün gözü gibidir. Anlayış (hıred)
akıl nuruyla görücüdür. İlki göz gibidir, ikincisi ise güneş ışığı gibi. Akıl nakil ile nedir, gayet nur, nûr
âyetinden murat bu ikisinden geldi. Nakil anne, akıl baba gibidir. Hak
din o (ikisinin) arasından açığa çıkmıştır. Kendi uyanık olan kişinin
nezdindedir, akılların ötesi(ndeki) tavırlardır. Anlayış (hıred) nuru ve
parlaklığı nakilden buldu. Akıl nakilsiz nedir? Batıl ve yalan.
13- Nasır Hüsrev de bu kavimdendir. O, eski bidati
yenilemiştir. Aslen felsefeci ve tıynet
olarak râfızîdir. Bu iki (zümre)den uzak dur, (bunlar) din düşmanlarıdır. İlim, hikmet ve tevhidden
hâlî, taklid üzre mahza kâfir olmuş. Onun cehaletini (yalnız) fazıllar bilseler
de küfür ve fışkını bütün dünya bilir. Bütün ilimler, faziletler ve hünerlerin
her türünden (nasipsizdir, yalnız) şairlik hariç, o ayrı bulunur.
Şiirin kendisi nedir ki onunla övünürler ya da
böbürlenirler.
Şiir, (büyük) adamların âleminde çocuk oyunu olarak
bilinmektedir. Benim için -açıktır ki- bu şiir, beni gökten yeryüzüne getiren
bir bahanedir. Doğduğumuz (vakit ne) kötü talih(miş), ki bu zamana düştük. Din
ilmini onunla meşhur edeyim diye yüz tekellüf ve güçlükle şiir söylerim. Bütün
olarak Nâsır'ın fitnesi bütün cihanda zahir oldu. Zulmet ve küfrü tamamıyla topladı, ona
Rûşenî-nâme adını verdi. Cansıza fiil atfediyor, ateşperest sözünü Hudâ kelamı
yapıyor. Onun sözü çok daha hatalıdır. "Yaldızlı sözler" o tarzdadır.
Onun fesahati o yoldan gider (şatafatlı sözler söyler), sonunda cahil ona
aldanır. Badem helvasına zehir katmış, kendi idrarını elvan şerbeti diye
satmış. Usul çizgisi hasıl olmadığı
için makul olmayan sözlere inanır. (Halbuki) söyleyeni Ebû Ali (İbn Sina) bile
olsa hiç(bir söz) batılı doğru yapamaz. Yine, Aristo'nun söylemiş olduğu
batıl ne zaman hak oldu?
Ebû Ali de söylese hak haktır, bir veli de söylese
batıl batıldır.
14- Şeyhülislam'ın
işaret ettiği gibi; (o) bu sırrı şöyle açıkladı: İyi iyidir, kötü
kötüdür, ancak sen iyinin iyiliğine, kötünün kötülüğüne bak. Mutlak kötülük
veya kendi kesîrü 'ş-şer yoktur ve olmaz. Sen hepsini iyi kabul et. "Bir
çarpıklık görecek misin"
(âyetini) okuyorsun (da idrak etmiyorsun). Toplan, nedir bu perişanlık?
Hayır ve şer; biri varlıktan diğeri yokluktandır. Bu söz, kalemî (tedrise
dayalı) değildir, kademî (keşfe dayalı) dır.
15- Baba Ferec
dedi ki: "Kötülük yoktur ve senin kötü gördüğün şey (aslında)
iyidir." Ahmağın biri cânî katil bir kafiri gördü, (sonra) onun hayrı
hakkında Pîr'e soru sordu. (Baba Ferec şöyle) dedi:
"Onda (öyle) iki hayır gizlidir ki nebî ve
veli o (hayırlara) sahip değildir."
"Onu öldüren din yolunda gazidir (sevaba
girer), yine onun öldürdüğü seçkin bir şehiddir."
(Onun) pak nazarı işte böyle görür. Nazenin (kişi) her şeyi nazenin görür. Dervişler işte böyle görür. Onların sohbetinden
(uzak kalana) yazıklar olsun. (İnsanların) iyiliğini istemek, (onlar hakkında)
kötü düşünmekle olmaz. Ayıp aramak dervişliğe aykırıdır.
Ey aziz! Hakimden kötülük gelmez. Onun yaptığı her
şey öyle (iyi, hikmetli) gerek. Çok hayırdansa az şer iyidir. Sen, tedbirde çok
hayır var (diye) bil.
16- Duymuşsundur, Hâce Sâ'inüddin (şöyle) dedi:
"Dinde rehber olan (bir) kişi (vardı): O,
kendi kendine din yolunda gidiyor (kimseye karışmıyor) ve halka (mutlak)
irade(nin tecellisi cihetin)den bakıyordu. (Hâce), güzel ve yeterince açık bir
söz söyledi. Allah onun temiz sırrını takdis etsin. Hakk Taâlâ bu iki paydan
sana ve bana, ilim ve ihsan/adalet vere.
17- Hâce Abdurrahîm Tebrîzî, ne güzel demiş eğer
çekişmezsen. Dedi ki:
"Kur'an'ın lafzı ve insanın sureti, meselde
iki eş gibidirler. Onun (Kur'an'ın) manası ve bunun (insanın) ruhu
gizli olduğundan, (bu bakımdan) yine çifttirler. Her ikisinde hakikatin kendisi sır (gizli)
olduğundan birdirler, "fark gözetmeyiz" geldi yine. Akıl, can, his ve o (beden?), bu
dört şey ile insan bir duvardan farklı oldu. Bu dört şeyin hey'et-i içtimaîsi,
onu Cebbâr'ın halifesi eder. Her kimde bu dört şeyden bir tanesi yoksa o insan
değil bir duvar nakısıdır. İnsanın hissi eğer ona sahip değilse, akıllı
(kişinin) nezdinde cansız bir bedendir. Ve o melahet, nazar ehlinin katında,
(bir) manaya ve mazhar suretlerine sahiptir. Diğer manevi cezp edilmiş nasip o
resul ve nebiden, veli ve habibdendir. O üç şey) ve bu dört, tamamı yedi, insanların hayırlısı (Hz. Peygamber'in)
zatı hepsinin camidir. (Hz. Peygamber, bu) yedinin her birini aşikar ve
gizli kılmış,
"Ben en melih olanım" (sözü) bu bakımdan
söylendi. (Aynı şekilde) insanın mukabili Kur'an'ın manasında yedi batın
vardır. Her biri o yüzden buna yakın geldi. "Seb'ul-Mesânî"nin sırrı bu oldu. Efendimizin zahiri, Rahman'm
sureti(dir), manası da "Onun ahlakı Kur'an idi."
(sözündeki gibi) Yedi yedi daha on dörttür, o isimden ötürü Taha'yı buldu ki
tam ayın ondördü (bedr) oldu. Lafız ve mana, can ve ten; biri diğeri gibi muciz
değildir ve asla olamaz.
18- Ulu Şeyh Ebu'n-Necîb, bir saliğe (zikir) telkin ettiği zaman, Onun
yanına güzelce oturur, Huda'nın isimlerini (bir bir) ona okurdu. Sonra, hangisi
ona tesir ediyor diye tedbir için bakıyordu. O isimlerden biri onun makamı
oluyor, (o da) ona 'bunu devamlı zikret' diyordu. O isimde onun işi
kalmayınca, yine diğerini öylece okuyordu.
Ona bir isim yine yüz gösterince, onun zikrini ona emrediyordu. Sonunda
bir kısmıyla veya tamamıyla o mürid arzuyla muttasıf oluyordu. Saliklere böyle
nazar (etmek) gerekir, mürşidliğe de böyle bir kişi yaraşır. Bu asırda ise bu
iş çok azdır. Sakın ey azizim, sakın! Ta ki gulyabanlara aldanmayasın, herkesi
yol arkadaşı saymayasın. (psişik vampirler)
Akıllı kişi, (işi) baştan düşünen, başkalarının
halinden ibret alan kişidir. Bu günlerdeki eblehlere bak, kendini şeyh etmiş, o
ham kaltaban. Cümlesi işve alıcı, hepsi din satıcısı, şarap ve kadehsiz coşmuş
bütünü. İster şeyhleri al, ister müridleri (hepsi) ilim hikmet ve tevhidi inkar
eder. Zulmet ve nur; bu ne bîhaberliktir! Cehalet ve
velilik, bu ne eşekliktir.
Onlardan biri demiş: "Lâ ilahe illallah"
de, (sonra) git bunun üzerine kal, hiçbir şey arama.
(O) hiç ahlakını bozmamış ve Azâzil'den işveler yememiş. Kendini bilmeyen ise
iyilikten, yine sır âleminden dem vurmuş. İçten kibir, şirk, gurur ve mevki
(hırsı taşımış), dil ile "Lâ ilahe illallah" (demiş).
Köpek ile melek birlikte oturmaz, hades ile nasıl
kıdem sözü (hadîs) ediyor?
Göz bebeği (insan-ı kamil) ve çer çöp (sapık kişi
ha)! Tevhid nuru ve kötü ahlak (beraber, öyle mi) hâşâ! Evi "lâ"
süpürgeleriyle doldurdun, (oysa) onlardan bir tanesi evi süpürmeye yeterdi.
Sarayın avlusu temiz olmadığı için, süpürge çerçöpün ta kendisidir. Aynanın
yüzü siyah olduğu için, beyaz renk (aynada) siyaha döndü.
Zikrin feryada ihtiyacı yoktur; şeytanın hilesi
(işte) o bağırmaktandır. Dimağını sesle ezdiği sürece, (kulağına gelen)
her tınlamayı Hakk'ın hitabı saydı (oysa o dimağ rahatsızlığıydı).
Vehimleri vücûdî zannetti, şeytanın kendisini melek
sandı. Saçma hayaller ve vehimler içinde, sersemlemiş hasta gibi yerinde saydı.
O pak âlemin zevki hayal ise (bu) ne güzel ses, bu ne hoş tiryak! Hâşâ lillah,
agâh kişiden (onu tenzih ederim); böyle bir suretten Allah'a sığınırım.
19- Bir kişiye verdiği cevapta Şeyhülislam mana
incisini deldi. Ona (şöyle) dedi: Hiç
Huda'ya geldiği olur mu? dedi,
Bari bize olur de? Halkı
getiriyorlar ve götürüyorlar, olan her şeyi kendilerinden biliyorlar.
Kendiliğinden gelen (şeye) hüdâî derler, O'nun hiç misli ve benzeri olmaz. O
kendi geldi, kendi kendine Hudâ dır. Bütün illetlerden uzaktır. Biz O'nunla
(meydana) geldik ve bizim bizliğimiz O'nun sayesinde ortadadır, O ise ortada
değildir. Biz hepimiz bütün bablarda
O'ndan olduğumuz için, biz ortada nasıl (mevcut) oluruz, anla.
20- Hâce
imam ona soru sorduğu zaman Baba Ferec
sözü tam söyledi:
"Bu âlem muhdes mi yoksa kadim midir? Bu
ikisinin durumu selim kalp indinde nedir?"
Baba ona yakîn ile bakarak dürr-i seminden daha güzel bir nükte söyledi. Şöyle ki
"Ferec, gözünü açtığından beri nazarı bu âlem
üzerine düşmemiştir. (Bana) gönül ve gözün bir kez olsun görmediği bir şeyin
vasfını niye soruyorsun?"
Hâce, (Baha'nın) işin ehli olduğunu bilince, kendi
ilim tahtasını suya attı. Hakk'ın nurundan hayran olan gönlün nazarına âlemin
hudutları gelmez. Ne zamana kadar bu dedikodu ve bu heveskârlıkla
(oyalanacaksın), gayret et ki (sen de) bu makama erişesin.
21- Akıllı bir kişi, çimende ve lalede oturmuş halde
bir çiğ damlası gördü. Âlemde bulut yoktu, bu şebnem nereden ortaya çıktı, dedi. Onun merkezi yer ve göktür, onun vücûdunun
tabii meyli nereyedir. Bir zaman bu söz ile geçti, güneşin aydınlığı dağa ve
çöle düştü. O halis kişi, çiğ
damlasının birden bire yukarı yöneldiğini (buharlaşmaya başladığını) gördü.
Onun meylinin göğe doğru olduğunu gördü, onu hava kabilinden olduğunu bildi.
Sen bu iki âlemin verasını, sakın aşağı doğru karar (bulmuş) kabul etmeyesin.
Usta binici nazarî kuvvet ile o yüzden şahlar gibi daima seferdedir. Amel ve
nazardan, şah ve vezir gibi, gâh av hayvanı ile (peşinde) gah
tedbîr/tuzaktadır. Senin yürük atın zemin üzerinde koşunca, ondan senin eteğine
nasıl toz ulaşır?
Kolaylıkla menzile ulaşıncaya kadar, etek yol
tozundan saçmıyordu. O yüzden herkes işi ve iş-buyuruculuğu kolaylıkla arayıp
sormaz. Yine bilirsin ki sen oluncaya kadar mumun ateşi ve senin dumanın Ancak
senin o bilginin faydası olmaz ki orada artamaz. Kemal kesbetme yeri bu âlemdir, kendi
nefsinin cehaleti, dalaletin ta kendisidir.
22- Küçük (bir çocuk) suyun üzerinde kendi aksini
gördü, ondan korktu ve "baba" diye bağırdı.
"(Su) küpümüzün içine bir çocuk gizlenmiş,
onun korkusuyla titrer oldum." Yaşlı baba
hemen koştu, aptallıktan küpün içine baktı. Onda kendi aksinin suretini gördü,
ona şöyle dedi:
"Ey yaşlı adam! Kimden saklanıyorsun;?"
Bu beyaz sakalınla küpe girmişsin, çocuğu
korkutuyorsun. Senin korkundan su içemiyor. Sen buradayken insanlar nasıl su
alabilir?
Hiç olmazsa bunu ver ve (bu) hükme bak. Çocuğun
aklını ve adamın sakalını gör. Cahillik işi de işte böyledir. Sen kendi aksinden
korkuyorsun. Divane köpek hangi suyun başına gittiyse, suyun üstünde bir
köpek görüntüsü gördü. Su içememekten susuz kalır, çünkü kasten suyun üstüne
bakar (suyu değil aksi görür). Nefs-i emmâreyi gör ki tevhidde (onu) senin elinden
kimse kurtaramadı. Latif suyun üzerinde köpükler bulunduğundan görmüyorsun,
meğerki kendi suretin. Kendi nefsindeki su temiz olduğunda, eğer sen suda
köpek görürsen (o zaman) korku var. O bakışta beğenilmeyen, Huda'nın
rahmetinden mahrum olan (aslında) sensin. Hakk kimi lütfuyla muradına
erdirirse, gönüllerin avlusunu onun makamı kılar. Ve kim O'nun civarından tard
edilirse gönül kapısından merdud olmuş demektir.
23- Ulu Şeyh Sa'duddin Hamûye, temkin ile bir yol
üzerinden geçti. Pîr'in yolunda bir su
havuzu vardı ki (etrafını dolaşmak mümkün değildi) çaresiz ondan geçilecekti.
Şeyhin biniti, suyun üzerinde beliren kendi aksini görünce geri sıçradı. Şeyh
şöyle dedi:
"Suyu dalgalandırın ki onun üzerindeki aksi
örtülsün." Berrak su bulanık oldu (böylece) şeyhin atı
zahmetsizce ondan geçti. Ondan sonra, sağdan soldan ashabını (çağırıp) işaret
etti ki
"Bu (hal) sizin yolunuzdur."
"Senin nefsinin atı, serkeş (hayvan) gibidir.
Sakın ha onun (yüzün)den aylak olmayasın. (Nefsin bir şeyden) korkunca, (bil
ki) o (kendi) görüntüsünü görmekten ötürüdür. Kendini görmekten (kurtulup)
yatışınca, zaruri olarak senin emrine uyar."
Eğer bir sünnet(i yapmak)tan ötürü kendini görür
(ürkerse), git onun zıddı mubah (bir şey) yap (ki yatışsın). Adetin haline
gelen her ibadet, nefsinin kuvvetidir, o(nu) ibadet (diye yapsan da). Demek ki, istidad sahibinin tedavisi,
zıtların suretinden (istifade etmekten) başka (bir şeyle) olmaz. "Sen
hayırlısın" ile kilisede olmak, "Ben hayırlıyım" ile mescitte olmaktan
iyidir. Teklifin sırrı, ta'ciz (acizliği kabul etme) hükmüdür. (Bunu) bilen
kişi temyiz ehlidir. İnsanoğlu yük aldı, faziletler/fuzuli şeyler, Tanrı'sı
onun hakkında "çok zalim ve cahildir" dedi. O'nun lütfü eğer
demediysen "onlara verildi" Onu taşırlar bilakis "Onları taşıdık"
Ne zaman sona ulaştın ey gümrah! "Allah tevbeleri kabul etti"siz sen
ve senin yükün. Onun yükünü yüklendi ancak aciz kaldı. Kendi aczinin levhasını
okudu. "İcabet eden" sofrasını hazırlar, "Ben yakınım"da
(bunu) tekrarlar. Sana özür ile gelen bir ma'siyet, ucub getiren bir taatten
daha iyidir. İblis'in kibrini ve Âdem'in (aleyhisselâm) aczini gör. Bu iki
(örnek)ten bir işi kendin için seç. O,
kibirden ötürü ebedî lanetlik, bu miskinlik (itirafın)dan ötürü biricik seçkin.
Bu sözün başını sonunu birlikte (aynı) getirdim: Taati kendi nefsin için yapma.
Sen seni daha büyük yapacak şeyi istersin (halbuki), seni küçülten şey, senin
için daha iyidir. Gönül ehli zaman zaman "Rahman'dan şeytana
sığınırım" demişlerdir.
24- Kalabalık bir cemaatle birlikte dağa gezinti için
gitmiştim. Dağın yamacında daha yeni oluşmuş bir yarık vardı. Yamacın içinde
küçük bir böcek buldum; taze ve yeşil (otlardan) suya ve yiyeceğe kanmış (bir
halde). O yerde kendine bir makam yapmış, su ve ot arasında beslenmiş. Yamacın
arasında hiçbir şekilde ne delikler ne de geçitler bulamadık. Halk onun bu
suretini görünce hepsi imanlarını tazelediler. Bunun rızkı hangi yoldan geldi,
bu ter ü taze otu nerden buldu? Azık can kuvveti içindir, o da Yaratıcı'nın
fıillerindendir. "Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a
güvenirse O, ona yeter. Allah, emrini yerine getirendir." Hakk'ın fiiline sebep (atfetmek O'na)
yaraşmıyor. Çünkü (O'nun ilmi) hiç azalmaz ve artmaz. (O'nun fiilini) sebepsiz gör çünkü (O
daima) diridir. Toplan (kendine gel), ne zamana kadar (böyle kalacaksın) ey
dağınık kişi! Yemekten öleni gördük, ama açlıktan ölen nadirdir. VARLIKLI
DA OLSAN DERVİŞ DE OLSAN KENDİ RIZKINDAN BAŞKASINI YİYEMEZSİN. SEN
(MALI-YİYECEĞİ ASLINDA) FALAN (BAŞKASI) YESİN DİYE TOPLARSIN. AKILLI KİŞİ BUNU
APTALLIKTAN SAYAR.
25- Nazenin Hatun
bir gün şöyle dedi: "insanoğlu âciz ve zebundur."
"Onun gönlü ve bedeni Hakk'ın iki parmağı (arasın)dadır. Sonra hesaba
çekilmiş olur ki müşkil olan budur. Bu son derece acz ve ıztırardır. Kimse buna
ihtiyar diyemez. Hepsi bizim şe'nimizdedir aye-i acz. "Siz
dileyemezsiniz" son derece acz
değil de nedir?" Çünkü, O'nun
aciz bırakması tekliften ötürüdür. Teklifin sırrı ise lütuf ve teşriftir.
Acizlik, imkânın beslemesidir (hânezâd). O'nu mazharı, insanın zâtının
nakşıdır. Teklif ilim ve amel işi olduğu için, insanoğlunun iki âlemde yeri
vardır. Onun bütün tekrîmi bu aczden ötürüdür.
SÂLİKLERİN SEYRİNİN SON SINIRI ACZDİR. GÖRDÜĞÜN
GİBİ ACZ, İKTİDAR OLDU. Yine görüyorsun ki cebr ihtiyar oldu. (Bu) "olmak" değil, yokluk
kapısını çalmaktır. Çoğalmak bütünüyle azalmaktandır. İdrakten acz idraktir
dedi. Gördüğün kişi ve temiz mezheptir. Kemal ehlinin yolu böyledir. Bundan
gayrisi küfür bidat ve sapıklıktır.
26- Tabiîn döneminde bu isim vardı. Füru' ve ahkâm
ilminin alimi Bu asrın insanları geçip gidince, insanların gönlü yoldan
çıktı. Fitne ve ihtilaf ortaya çıktı,
din ilmi fıkıh ilminden ayrı oldu. Cihanın hilelerini bir araya topladılar
ona fakihlik adını verdiler. Yahudiler ve hırıstiyanlar gibi tasniften
ötürü hak dinin hükümlerini tahrif etmiş. Muciz lafzı onunla kurtardılar, manalarda
kalem oynattılar. Cumartesi ashabı (Yahudiler) gibi tuzak kurdular, ribaya saf
alış veriş dediler.
Yüz otuz ve yirmi hesap etmiş. Huda'yı alışverişle
aldat(maya kalkış)mış. Hilelerle Hudâ ile savaşıyor. Evet "Harp
hiledir" meseldir. Gâh küçük sarık
satar ki böyle bir hile çirkin olsun. Gâh bir yüzüğü öne sürer ki o dervişin
evini barkını (alıp) götürsün. Bu sebepten onun avı bu parmaktandır ki iş bu
eldendir bilesin diye. Onun ölü çakılı
yarım kuruş eder, öyleyse hesapta basıl yüz (kuruş) eder. Evet bu Mevlâ'mızın
kazasındandır. Ne yapalım, bu Mevlâ'mızın belasıdır. O zaman ki o kaza sevk
etmektedir, kader onun gücüyle geri durur, Ben böyle kaçınılmaz kaza görmedim,
ki hepsi yarım dirheme olmaz. Hile ve tezvîr etmiş kendisiyle doğru, yeni bunun
kendisi kazanın sicil memuru.
Sicil, Siccîn kitabından olduğu için, yüzbin lanete
layıktır.
Fetva sahibine bak yine, vesveseci (şeytan)a takva
lakabını takmış.
Murdar bir köpek gibi derununda hırs var, dışardan
suyumu iki kulle getir. Kibir, haset, cimrilik ve hırstan kendi bedeni ve canı
üzerine bin düğüm atmış. Diğeri tefakkuhtan gönül kasvetlerini, son derece
gönül şekavetinden ötürü arar. Abdest
için ona yirmi batman su gerekir, kıratta başı kabak gibi olmuş. Namaz kılma
vaktinde şeytan gibi vesveselerle bir âlem açar. Yani o takva huzurda
(olmaktan)dır.
Kör olan kişi yolu göremez. Beyni ve kanı, hepsi
emirin sofrasındandır ve çisenti ile (kendini) toprağa sürüp temizlemektedir
(ta'fîr). Haramın müşâhirlerinden(?) toplamış birkaç dirhemi tam bir
cimrilikle. Gece gündüz açlıktan ölmüş
ve o alçaklar haram yememiş. Sonunda onu sermaye yapmış. İşte sana mubah
kazanç, işte sana helal! Hepsi mülk ve esbab bağındalar. Onların fakihlerini
anma ki (bu aldatmanın) erbabıdırlar.
Fıkıh, yol görmek ve yola gitmektir, (doğruyu
yanlışı) karıştırmak ve (öyle) söz söylemek değil.
Bir lokmaya razı olan kişi, nasıl ilim, dava ve yemin eder. Selem (akdi
hususunda) birçok meseleler anlatıyor, (ancak) tevekkülden bir şey bilmiyor.
Sabır, şükür, rıza ve saf tevbe nedir?
Muhabbet ve ihlas ne demek?
Cehalet(im)den dolayı bu sözü söylemiyorum, çünkü
ben bu fıkhı iyi bilirim. O (ilim)de okumuşluğum ve yazmışlığım var. Bu hususta
tarife gerek tok. Din ilmini oku ve sünnet yolunu tut. (Bu) öğüdümü zaman kabul
etmiş. Farzı, sünneti ve helali, haramı
bil. Hoca (ya da) imam değilsen ne oldu (ne elde ettin)?
(Bildiklerinle) amel etmeye gayret et, ilmi rehber
edin ki onun sayesinde tahkik âlemine ulaşasın. Eğer Hakk'tan korkmuyorsan her istediğini
yap, (daha) ne soruyorsun.
Kendi başına bir eşek yükü sarık koymuş, ucunu da
sarkıtmış. (Kitaplardan) birkaç faslı ezberlemiş, kendini zorla (kitap yüklü)
eşek etmiş. (Şu) dönen
çark (felek) kadınca iş yapar. Onun tersine (haksız) ameli çoktur. Bütün
insanlardan onu seçer; bütün erkek eşekleri din şeyhi yapar. Ucub ve kibri çok
olan kişinin avamın katında yakınlığı çoktur.
(Avamın) bütün meyli ahmak ve aptaladır; onun
rehberi daima şeytandır (gul).
Bir eşek kafalıya fakih lakabı verir, mülk alemini
bir gemi eder.
Akıllı bir kişi ondan (felekten) huzur bulmaz, o
her zaman çirkinin yüzünü süsler. Eğer muvahhid bir şikayet ederse bunu hikâyet
(kastıyla) yapar.
Kemalden söz payı veriyorum, senin ne işin (var) ki
bana layık değil. Benim vaktim bu yüzden daima hoş geçer, çünkü gönlüm fakirlik
yolunda gidiyor. Önüne gelen her şeye
razı oldu, ne kadar buyurur(sa) vaktin (emri) olur. Kanaat ile iç hazine yüklenmiş, boş makam ve
maldan fariğ olmuş. Ne medrese ne kadı ne hatip ne muallim ne vaiz ne edib.
Benim Zühre'm (yıldızım) o makamdan gider ki gönlüm şeyhimin kokusunu duyar.
Bütün dostlarım büyük oldular, riyazetle hepsi ulu (kişiler) oldular. Her
birinin (halinin) şerhini veremem. Hudâ herkese hayır versin. Şimdi sözün dizginin çekeyim, çünkü sözün
beyanına sınır yoktur. Herkese iyi huy âdet olsun, herkesin sonu saadet üzre
olsun.
Kaynak: Mehmet TEMELLİ, Mahmud–u Şebüsterî Hayatı,
Görüşleri, Üç Risalesi, 130544-Yüksek Lisans Tezi Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı,
2003-İstanbul.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar