MALTE LAURIDS BRIGGENİN NOTLARI
Alman,
şairi Rainer Maria Rilke (1875—1926) den, tektük şiirleri ve
bazı parçaları bir yana bırakırsak, bugüne kadar Türkçeye çevrilmiş biricik
müstakil kitap, «Genç Bir Şaire Mektuplar» olmuştur. Tercümesine, şairin hayat
ve eserlerine dair oldukça etraflı bir önsözle, Rilke üzerine yazılan eserlerin
bibliyografyasını da eklemiş bulunan mütercimin bu ilâveleri, Rilke hakkında
kısa ve derli toplu bir bilgi edinmek istiyenler için istifadeli bir kaynak
teşkil eder. Şu var ki Rilkeye karşı daha derin bir alâka uyanır da — böyle bir
alâkanın uyanmasında, küçümsenmeyecek gayretlere mal olmuş ve birçok dil
zorluklariyle karşılaşılarak meydana konmuş olan bu önümüzdeki tercüme, kendine
şüphesiz büyük bir hisse ayırmalıdır— Rilke, daha geniş çevrelerde yankılar
yaratırsa, bu takdirde Rilke’nin hayatını etüt eden eserlerden birini tam
olarak tercüme etmek, yahut Avrupanın ileri gelen fikir adamlarının Rilke
hakkındaki düşüncelerini, bir nevi antoloi halinde toplayıp Türkçeye çevirmek,
yerinde olacaktır. Fakat henüz Rilke’nin eserlerimin tanıtılması ve umuma
açılmasının ilk safhasında bulunduğumuz için bu konuda Türk basınında görülecek
her hareketi memnunlukla karşılar ve Celâleddin Ezinenin tetkiki ile, Rilke’yi
XIX. yüzyıl empresyonizmi içinde kavramaya çalışan Dr. Christel Kristinusun
etüdü gibi, bu saha için yol açıcı mahiyetteki araştırmaları dostça selâmlarız.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Romanoloi, İngiliz ve Alman Filoloisi
bölümleri tarafından yeni kurulmuş olan «Dergi» de, pek yakında aynı fakültenin
Alman filoloisi asistanı Safinaz Duruman ın da bir etüdü çıkacaktır. Bu etüdde
müellif, fakültemizin modem diller branşlarında umumiyetle kullanılan
«immaanente Stilkritik» metoduna dayanarak, Rilke’nin zaman itibariyle
birbirinden oldukça uzak iki şiirini (yani 904—910 yılları arasında meydana
gelmiş Malte Laurids Briggedeki Abelonenin Şarkisi ide «Eros» 924)
karşılaştırır ve bu yoldan Rilke nin hususi, hiç değişmeyen aşk anlayışıyla
sanatının sabit unsurlarını belirtir. Duruman, ayrıca XX. yüzyıl Alman
edebiyatında ölüm fikri hakkında bir doktora tezi hazırlamaktadır ki, bu fikrin
Rilke’nin eserlerinde oynadığı büyük rol, bu eserlerin tezde ön plânda bahis
mevzuu edilmesine yol açacaktır.
Dünyanın
her yerinde olduğu gibi bu memlekette de, Rilke ile meşgul olanların her biri,
bu işe şahsi bir ilca ile her hususta çok ve büyük, nice nice zorluk ve
garabetlerden yılmamaya candan karar yetmiş bir halde başlayacaktır. Çünkü
Rilke ile meşgul olan bir kimse; daha yeni ve ancak sıcak hislerle kavranılmış,
mânevi, estetik ve felsefi idrâkleri muhakemeli bir şekilde kendisi ve
başkaları için muhafaza etmekle: yani, bir an kendisine ölçülmez kıymette
görüneni; her zaman için cânı gönülden müdafaa yüksek mânada mesuliyet» e
kalkışabileceği şeyi ve «bir dereceye kadar kalben bağlı olduğu» nu, kendini
daima vazifeli hissettiğini ve kendisi için kutsallık kazanmış olanı muhafaza
etmek ödeviyle karşı karşıyadır. Nittekim Malte Laurids Briggeyi ilk defa
tercümeye çalışan Behçet Necatigil de — Rilke nin «Mektuplar» lyla değil de
«Malte» siyle seslendiği başka bir «Genç Şair» —, bu kitabı bir dostunun
evinde, bir masanın üstünde tesadüfen görüp şöylece karıştırınca birdenbire
ruhunu, derinden sarsılmış ve kendini, benliğinin en gizli taraflarının
agrandismanıyla sanki karşı karşıya gelmiş hissettiğini ve o andan itibaren bu
kitabı tercüme etmenin kendisi için artık elzem ve mukadder olmuş olduğunu yine
kendisi söyledi. Tesadüf mü? Bizzat kitap onu seçmiş ve ona emretmiştir: — Beni
al ve oku! O, ruhu verimli huzursuzluklarla yüklü Malte gibi bir şair, kendi
ruh şartları itibariyle yine yakın haletiruhiyeler içinde çalkanan bir genç
şairden daha münasip bir mütercim, daha uygun bir nakil bulabilir miydi? Bu
kitaba olan hayranlığını uzun zaman kıymetli bir yadigâr gibi şahsına saklayan
ve onu tamamen tercümeyi, kül halinde Rilke’nin bütün inceliklerine nüfuzdan
sonraya bırakmayı daha dürüst bir hareket ve şairine karşı lüzumlu bir saygı
kabul eden Necatigilin bu tereddüt ve intizarını, kitaba aynı hislerle bağlı ve
aynı ruh durumunda Dr. Andreas Tietze yendi ve tam bir uygunluk içinde
birbirini tamamlayan bu iki ehil kişinin müşterek kaleminden bu önümüzdeki
tercüme vücuda geldi.
Bu
kitaba bir el atan, ona karşı kayıtsız kalamayacaktır; kim olursa olsun bu
kitabı tutan, tutuşur; çünkü şairin kanıyla yazılmış, çünkü ateş çemberinden
geçmiştir. Almanca orijinaline nüfuz edemeyen her Türk okuyucuya Rilke’nin
bütün eserleri içinde bilhassa bu kitabı tavsiye etmek, onu bir masa üstüne
bırakıp ehemmiyetle ve sözün bütün ağırlığını kullanarak seslenmek istiyoruz:
Oku! Ve sesimizi işiten kimsede onun sihrinden, geçici bir huşudan başka bir
tesir, daha derin bir tesir; insanı işleyici, ruhta devam edici bir tesir
kalsın istiyoruz. İçinde dolaman her yolcuya dönemeçler yaptırmasına rağmen bu
kitabın, yüksek mânada halis mânevi bir değer ve tamamen müspet bir mahiyet
taşıdığından eminiz.
Kahramanımız
Maltenin, insanın Tanrıya yaklaşabilmesi hakkında, evliyadan bahsederken
söylediği sözler, herhangi bir yüksek mânevi bilginin elde edilmesi için de
varit değil midir: «Her ne pahasına
olursa olsun derhal Tanrıya başlanamaz. Biz buna şimdi cesaret edemiyoruz.
Tanrının bizim için çok zor olduğunu, bizi ondan ayıran uzun çalışmayı yavaş
yavaş bitirmek üzere, Tanrıyı sonralara bırakmamız gerektiğini sezinliyoruz.»
Rilke’yi anlamak bir hamlede mümkün olamaz. Onun hemen her sahifesi bize
«zahmet» vâdeder: Meselâ on şiirden mürekkep «Duino Elejileri», Rilke’nin daha
önceki eserlerini tetkikten doğan bir hazırlık olmadığı takdirde, pervasızca
yaklaşılamayan bir irşat kitabıdır. Onun anlaşılması, biz Almanlar için de
zordur; hattâ aramızda, birkaç sahifesini karıştırdıktan sonra, bunca müşküle,
karanlığa ve kendi kanaatlerince klâsik sarahat ve güzellik yoksulluğuna
kızarak onu, bir çırpıda reddedip itinalı bir tasniften geçmiş kütüpanelerinin
mariz intizamperverliğine hapsedenler de bulunur. Yıllanmış koltuklarından
kalkmak istemeyen haberleşmişlerin kütüpanelerinde o tutuşmuş, yanmakta olan
Yalnız; gurbette gibidir ve bekler! Derken bir hayran gelir ve o hor hakir
görülmüş kitapların birini, zengin raflardaki nâçarlıktan kurtararak kalbinin
hürriyetine ve fakir odasının enginliğine götürür ve kendi malıymış hissiyle
kati ve amansız, o kitabın üzerine kendi ismini: yazarla, Tanrı şahidimi olsun,
bu suç bağışlanacak cinstendir. Genç dediklerimiz,— ama çok defa «tecrübeli
çağ» da bulunanlara nazaran sezişlerinde daha yaşlı ve görgülerinde daha olgun
olabilirler — gençler, elde edecekleri kazanç eğer halis bir kıymetse, zahmete
daha kolayca katlanırlar. Gençlikte her şeyden önce, heyecan ateşi! henüz
sönmemiştir. Gençlik tehlikeden yılmaz, tehlikeye atılır ve saikindeki
halisiyetle kurtulur ve erişir. Türkiye daha genç değil mi? Bu da onun; yorgun
düşmüş, maddi kaygılar ve mânevi sıkıntılarla tamamen çökertilmiş Avrupaya
karşı bu üstünlüğü değil midir? Her nevi tetkiklerle daha serbestçe meşgul
olabilen Türkiye; kendisine bu güçlükleri bir hediye gibi tevdi eden, aynı
zamanda bir vazife gibi yükleyen Avrupadakinden iki misli büyük zahmetlere
katlanamayacak mıdır? Bazı dil aykırılıklarından, ifade güçlüklerinden, düşünce
giriftliklerinden, bazı karanlıklardan yılmamak lâzım. Bunlar, bu eserin
bünyesine dahildir, aslında da görülür, mutlaka tercümenin kifayetsizliğinden
doğan neticeler sanılmamalıdır. Bu teşebbüsün cesareti, hedefin yüksekliğinden
alındı. Bariz bir şekilde Avrupalı ve modern bir eser karakteri gösteren ve
devrimizin en derin speculation’larını ihtiva eden, aynı zamanda edebiyatın
çeşitli üslûp şekillerini ve iç intonationlarını birbiriyle bağdaştırarak
kullanan, yine de samimî ve yekpare bir ruhu olan böyle bir kitabın Türkçe
tercümesi; pek tabii olarak okuycudan bazı gayretler bekler, onun müsamahasına
güvenmekte haklı olduğu gibi alelâde bir edebî eserde aranılan «haz» lardan yer
yer mahrum bulunması da ihtimal dahilindedir; bilhassa kendisiyle okuyucu
arasında, bir roman için sarf edilenden pek daha enerik, pek daha cesur, pek
daha azimli br iç iştiraki gerektirir. Çünkü Malte Laurids Brigge, bir roman
değildir; Rilke bu eserde bütün kuvvetlerindi bir defalık muazzam ölçüde
kullanarak, tabiatının her zerresiyle sarsılıp o âna kadar düşünülmüş şeylerden
ayrı düşmüş bir halde, ilkönce yalnız ve hakir yeni bir dünya görüşü elde etmek
için savaşır; bu yeni görüşü kabataslak şöyle bir kavrar kavramaz derhal buna
bağlı birçok neticeleri gösterir; onu, kendi iç dünyasının erişebildiği
sahalardan aldığı, halde ve hâtırada yaşadığı motiflerden; tarih, estetik
(edebiyat ve sanat tarihi) gibi fikrî görüşünde mevcut enteresan objelerden
çıkardığı ve çok defa basit olmayan misallerle canlandırır, onu daima daha
kompleks alâka ve münasebetlere bağlar ve yorulmadan yeni yeni ifadelerle
şekillendirilir. Bu işi yaparken Rilke, sahneleri; net bir şekilde birbirinden
ayrı, birbrine bağlı takibettirip de olayları, baştan sona düz bir çizgi
üzerinde geliştirmez; aksine, görünüşte birbirinden müstakil, fakat esrarlı bir
tarzda birbirini cezbeden, zahiren beklenmedik değilse bile, çağrışımlarla
harekete gelerek birbirini takibeder görünen ayrı ayrı halkaları bileşik
merkezli daireler gibi içten dışa sıralar. Bu sahnelerin yegâne vahdeti, netice
itibaiyel izah mahvetini taşır: onların mekân ve zamanı, yeni bir şekilde
yaşanmış realitenin derunî, irrationel buutlarıdır; her yerde mevcut ve
hudutsuz olan bu realite, ancak «hazine» sinden alınmış parçalarla
erilşilebilen sonsuz bir varlıktır. Nefsini kayıtsız şartsız ona vakfeden ve
muvaffakıyetsizlikte bile kahramanca dayanan fert için bu realite; ferdin
kuvvetlerine sahip çıkan ve «mazi) si, «hal» i ve «istikbal» i yalnız ferdin
şuurunda tefrik edilen bitip tükenmez bir vazifedir. Benlikte; şuur haricinde
«mevcut değilmiş gibi» görünen dünyanın dirilişi, şuuruyla kabil ve harekete
getirilip azaplı bir sevinçle gelişmesi, varlıkla mümkün benlikte; bu toplu
varlığın realitesine karşı tekmil zaman kavramı, tamamiyle ortadan silinir
İnsanın değerini ve insani oluşunun temelini dünyadan kaçış değil, fert
şuurunun dünya realitesiyle mümkün olduğu kadar zenginleşmesi teşkil eder.
İdrâkten, «görme» den veya yeni elde edilen realitelerin ifadesinden (Rilke, bu
ifadeden doğmuş eserine, alçakgönüllü davranıp deneme diyor; bizce zirvedir.)
ve umumiyetle bunların icrasından — çünkü içimizde action haline getirilmezlerse
vücut bulamazlar — bütün bunlardan keza yeni, katî ve yerine getirilmesi zor,
fakat tarifleri sarih, umumi ethique vecibeler doğar, bu vecibelerin çok defa
pratik neticeleri olabilir, bunlar bize geleneklerle öğretilen iyi ile kötünün
ötesinde bulunabilirler, en yakın zamanlarda bunlara ihtiyaç hissedilmiştir ve
. P. Sartre’in günümüzde pek aktüel olan existentialiste eserlerinden de aynı
neticeler çıkarılabilir.
Belki
bu tercümeden sonra Rilke dediğimiz kesif ve sıyalı damarlı o kaya kütlesinden
birkaç maden parçası koparıp hakikatin, güzelliğin ve iyiliğin som cevherleri
halinde Türk şuur hâzinesine tevdii etmek mümkün olacak ve bu suretle
Rilke’nin, ölümünden sonra tahakkukunu o kadar arzuladığı «yüksek mânada
mesuliyet» in bir kısmı; yalnız aydınlar arasında mahdut bir zümre ile,
Rilke’nin büyüsüne tesadüfen tutulmuş üç dört kişi tarafından değil; tetkikler,
tercümeler ve şairin eserlerini birkaç arkadaş bir arada okumak neticesi veya
başka bir yoldan; mümkün olduğu kadar çok bir okuyucu çevresince de
benimsenecektir. O zaman; Rilke’yi sadece hararetli nazari tetkiklere konu
yapmakla kalmayıp mustariplerin yardımcısı, teselli edicisi ve gönüllerindeki
kahırların müterennimi olarak, tesirlere açık genç kalblerde âdeta
kutsallaştıran Almanya’nın yanısıra, zinde Fransanın çoktan beri ve
İngilterenin son zamanda yürüdüğü ve hemen hemen bütün Avrupa’nın iştirak
ettiği yola Türkiye de sükûnetle çıkacak, bu asil çalışmaya o dia katılacak; bu
suretle 1926 da vefat etmiş olan, fakat ölümünden sonra da yıldan yıla artarı
milletüstü konturlariyle muazzam ve zamandan münezzeh olduğunu ispat etmiş
bulunan, şahsı o kadar sempatik ve mütevazi bu şairin «yüz defa başladığına
ölümünden sonra devam etmek» ve bu hazırlığıyla kati bir hamle yaparak
bulunduğu ölçüyü bir miktar daha aşmak işine Türkiye de girişecektir. Zahmetin
gayeyi bulması, şaire içten bir bağlılığı şart koyar.
Traugott
Fuchs
Kaynak: Malte Laurids Briggenin Notları
= Die aufzeichnungen des Malte Laurids Brigge / Rainer Maria Rilke; çev.
Tietze, Behçet Necatigil, MEB. 1948
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar