Menakıp
İstanbul'da bir derviş, Hazreti Pîr Esad
Efendimizi ziyârete gelir. Bir müşkülünün olduğunu söyler. Hazret müşkülünün ne
olduğunu sorar., derviş:
- "
Efendim rüyamda bir ağacın gölgesinde bulunuyordum. Bütün dallan çiçeklerle
dolu idi. Bir de gördüm ki, bu ağaç birdenbire kurudu. Hayretle uyandım. Acaba
bu neye delalet eder?"
Şeyh Esad Efendi Hazretleri tebessümle:
- "
Oğlum sen, bir şeyh efendiye mensup musun?" dedi... Derviş:
- "
Evet efendim, Anadolu'da bulunan falan zat'a müntesibim". dedi.
Şeyh Hazretleri, dervişe:
- "
Allah sana uzun ömür ihsan etsin. Üstadın bu gece bekâ alemine göçmüş, ecel
rüzgarı onun can kandilini söndürmüştür." buyurdular.
Derviş ağlayarak ayrıldı ve hemen
postahaneye giderek telgraf çekip, üstâdının durumunu sordu. Üstâdının
gerçekten vefat ettiği haberini alınca., tekrar Es'ad Efendi Hazretlerinin
huzuruna gelerek:
- "
Ey mübârek Üstad, verdiğiniz haber aynı ile vâki olmuş. Şimdi benim ne yapmam
lâzım?" diye sordu.
Hazret buyurdular ki:
- "
Madem ki o ağaç kurudu, yeşil bir ağacın gölgesine sığın."
Derviş tekrar sordu:
- "
Bu nasıl olur?"
Hazret:
- "
Bir başka üstâda intisab ederek, noksanlarını ikmal eder ve hayatın boyunca
üstâdm gölgesinden istifade etmeye çalışırsın."..Derviş:
- "
Öyle ise Efendim, bizi evlâtlığa kabul buyurun da gölgeniz altında istifade
edeyim." der. Ve Hazret'e evlâd olur.
Sh: 28
Yahyalı'lı Hacı Hasan Efendi’nin babası
Şeyh Hâfız efendi, Yahyalı'dan at arabasıyla Kayseri'ye giderek, oradan trene
binip İstanbul'a; Şeyh Muhammed Esad Erbili Hazretleri'ni ziyârete gider. Hem
ziyâret, hem de irşad halkasına katılmak için.. İstanbul’a varıp dergâhı bulur.
Hazret ise müridânına emir verir:
- Aşıkımızdan
Yahyalı’lı Şeyh Hafız efendi geliyor, karşılayın!" der.
Hemen vazifeliler Şeyh Hafız efendiyi
dışarıda karşılarlar. Şeyh Hafız efendi, misâfir odasına alınır. Şeyh Esad
Erbilî Hazretleri teşrif buyurup, hoş amedî (Hoşgeldin ve hal hal hatır sorma)
den sonra; Hazret, oğlu ve halifesi Şeyh Ali efendiye:
- "
Oğlum, Şeyh Hafız efendinin dersini tarif et, iki halife tayin et; Seyr-i sülük
usullerini tarif etsinler." der.
Şeyh Hafız efendi dersini alır ve
sohbetlere, Hatmi Hâce'ye katılarak devam eder. Bir gün Üstad Hazretleri Şeyh
Hafız efendiye bakarak:
- "
Şeyh Hafız efendi; Sol memenin iki parmak, altında kalb var! Sağ memenin
iki parmak aşağısında ruh var. Sol memenin iki parmak üstünde sır var. Sağ
memenin iki parmak üstünde Hafi var. Döşde Ahfâ, iki kaşın arasında da, Nefis
var." Diye tarif eder ve mübarek eliyle de yerlerini gösterir. Şeyh
Hafız efendiye bakarak gizlice teveccüh edip, eliyle letâiflerin yerlerini
gösterirken Şeyh Hafız efendinin de letâifleri; "Allah.. Allah.."
diyerek çalışmaya başlar. Böylece teveccüh ile letâifleri çalışmış olur.
Yine Şeyh Hafız efendi şöyle anlatır:
- "
Bir gün Üstâdım Hazretleri sohbet ederlerken, gönlüme şöyle geldi; Üstâdım
Levh-i Mahfuzu gösterse.." hemen Üstâdım:
- " Şeyh Hafız efendi, öyle şeyleri bırak. Senin
delâletinle bir kimseyi hidâyete sevketmek, dünya ve mafihadan (dünya ve
içindekilerden) hayırlıdır." buyurdular.
Bu mübârek sözlerini söyleyince, sohbette
bulunan eski ihvanlardan bazıları, biri birlerine dürterek: Daha dün gelmeden,
bugün hilâfet veriliyor., diye fısıldaşmaya .başladılar. Mübarek Üstâdım
Hazretleri de, onlara cevap olarak:
- "
Evet, bu kardeşiniz lâmbasını almış, kafasını, şişesini, fitilini takmış.,
gazını içine koymuş getirmiş.. bir kibrite ihtiyaç kalmış, kibritini de biz
çaktık. Sizin ise; Lâmbanız bizden, kafası bizden, fitili bizden, gazı bizden,
kibriti bizden. Bunların ise hepsini birden tedârik etmek mümkün değil., yavaş
yavaş olur." buyurmuşlardır.
Yine Şeyh Hafız efendi şöyle anlatır:
- " Nefsimin serkeşliğinin son günleri imiş; Üstâdım
Şeyh Hazretleri, gözüme öyle çirkin gözüktüler ki; âdetâ ondan tiksindim,
nefret etmeye başladım. Hattâ sövmek nedir bilmediğim halde içimden nefsim,
Üstâdıma sövüyordu. Bu halde iken, Üstâdım bana:
" Şeyh Hafız efendi, gel
seninle bahçeye çıkalım." dedi
ve beni önüne düşürüp, ben önde o arkada bahçeye çıktık. Bir yere gelince
arkamdan bir teveccüh ettiler; Allah..! deyip yere düştüğümü hatırlıyorum.
Epeyce çırpındıktan sonra kendime geldim.. baktım ki Hazret gitmiş. Gözümü
açtığım zaman, âlem başka bir âlem olmuş. Üstâdımın yanına döndüm; Mubârek gül
cemâlini görünce., öyle bir güzel ki; dünya güzeli, güzeller güzeli. Ağlamaya
başladım. O ise tebessüm ederek gülüyordu.
İşte, dergâhta günlerim
böyle geçip az bir zamanda büyük mânevi merhaleler katedip, bi-iznillâh
himmetleri ile sülûkümü ikmal ederek Yahyalı'ya döndüm."
Konya'dan bir invan İstanbul'a Hazret'i
ziyârete gider. Huzurlarına girip, hoşamedî yaptıktan sonra, sünnete ittibâ
(sünnete uymak için) Hazret; Adını, memleketini sorar. O mürid Konya'ya
dönüşünde Hazrete mektup yazar:
- Efendim,
falan zaman fakir, sizi ziyârete varmıştım. Fakat siz bizi bilemediniz...
der.
Hazret mektubuna cevap yazar ve der ki:
- "
Evlâdım cesed; türâbidir (toprağa aittir), zulmânîdir, behîmi (yaratılışında
zulmet vardır, hayvâni sıfatlı..) dir. Yer, içer, uyur, evlâdını da unutur.
Rûhaniyet ise; melekîdir, felekîdir, nûrânidir.. yemez, içmez, uyumaz ve
evlâdından da gafil olmaz." buyurmuşlardır.
Diğer bir sözünde de:
- " Bir Mürşidi Kâmil Allah'ın izniyle, Allah'ın
bildirmesiyle çobanı olduğu sürüsünden haberdardır; tek tek isimleriyle,
şekilleriyle, meşguliyetleriyle, halleriyle tanır.
"
Hepiniz çobansınız, çoban güttüğü sürüden mesuldür."
Hadis-i
şerifi gereğince; eğer bir mürşid, çobanı olduğu sürüsünden., yani
evlâtlarının hallerinden haberi olmaz
ise, o mürşid nâkıs (noksan) tır." demiştir.
Sh: 13-15
Kaynak:
Şeyh MUHAMMED ES'AD ERBİLÎ ve Risâle-i Es'adiyye ŞEMS YAYINEVİ KONYA Osman
KARABULUT Medîne-i Münevvere’de Mücavir Konya Şemsi Tebrizî Camii Emekli İmam
ve Hatibi 1415 -1994, Konya
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar