Mesneviden Seçkiler
169
Hani beni dam köşesinden çağırmıştın; hani selâm yerine
başınla bir işaret etmiştin bana; onun hakkı için;
Hani gitmiyorum diye kemerini çözmüştün, hani Ay da benim
gibi kemerine aşağılık bir kul, bir köle kesilmişti; onun hakkı için;
2340. Hani haberin ulaşınca öylesine hayallere düşmüştüm ki
hayaller kuran gönüle bile gelmez onlar; onun hakkı için;
Hani süpürgeciye süpür şu evi demiştin; ululara ne vakte dek
böyle pis kokacak bu ev? Onun hakkı için;
Hani dudağını
ısırmıştın da al kadehi, iç, olgun-ham sözlerini bırak demek istemiştin,
onun hakkı için;
Hani seni görmüştüm de kalem elimden düşmüştü; aşkın eliyle
muradıma erişmediğimi sana yazmıya girişecektim artık; onun hakkı için;
Hani o dilediğin, istediğin hüthüde, şu tuzaktan kurtar canını diye kötü sanılar
göndermiştin; onun hakkı için;
Hani rintler vardır, Oruç ayında, gün ortası, halka karşı,
halkın önünde şarab içerler; o rintlerin hakkı için;
Onlar, binlerce şişe kırarlar a bir türlü oruçları bozulmaz;
çünkü o kadehi aşk şişecisi yapmıştır.
* Oruç ayında, Yahudicesine geceleri şarab içme; Muhammed'in
meclisine gel de gündüzün iç, gündüzün.
Hani ben söz söylerken sen, a sâf gönüllü, gemi kas artık
diye gülmiye koyulmuştun, gülmüştün de gülmüştün.
Ben de demiştim ki: Mademki benim ağzımı dikmiyorsun,
tamamiyle dost olmıyanın kulaklarını tıka.
2350. Hani kanım sana helâldir ya; onun hakkı için sözlerimi
haram et düşmana, haram et de duymasın.
Hayalim, Tebrizli
Şemsle buluşmak, ona hallerimi anlatmak için binlerce şaşılacak şekiller
görür durur.
Divân-ı Kebir, c.III, sh:243
175
Gizlice burdaysan gene öyle olsan; hani bir kere bir iş
etmiştin, gene o işi yapar mısın?
Hani beni dün, bağrına basmış, sıkmıştın; gel a şekerkamışı
dengi, hele öyle sar, öyle sık beni.
Hani dün, kapımı, damımı kırmıştın; bugün de gir içeriye
kapıdan, gene öyle yap.
Bu kulunun, bu kölenin canının tâ içine girmiş de bir iştir,
etmiştin, canıma işlemişti benim; gözümün önünde de o işi işle, gitme gözümün
önünden benim.
A Ay, dün ne de güzel cilvelenmiştin; nazı bırak, ondan da
daha hoş cilvelen.
Divân-ı Kebir, c.VI, sh:264
69
Sözü, anlamayan aşağılık kişilerden korkuyor da açık
söylemiyorsan anlayışlı, ileri fikirli kişilere söylenecek sözü aşağılık
kişilere söylenen sözler arasına kat da öyle söyle.
Bundan da korkuyorsan yeşillikteki kuş gibi soluktan soluğa,
elifsiz, lâmsız bir nağme tuttur da öyle söyle.
Hani düşünce gibi., bir sen bilirsin, bir de içen bilir;
onun gibi noktasız, metsiz, idgamsız söz söyle.
Divân-ı Kebir, c.VII, sh:377
58
Kötülüklerden söze getirdiğim şeyler var ya, bu kötülükleri
yapandan maksadım; hem kendim, hep benliğim, varlığım., çünkü dünyâda
benlik-varlık gibi bir zehir görmedim.
Birine işaret ettiysem ululuk, olgunluk ıssı,
lûtuflarda-ihsanlarda bulunan Tanrı'ya and olsun ki maksadım o değil.
8590 . Kendimden geçmemişim, başkasıyla nasıl uğraşabilirim?
Kendimden geçmişim dersem bu, bir kuruntudan, bir zandan ibaret olur.
Bir kapalı söz söylesem birçok anlama çekilir., birisinin
kusurunu, noksânını söylemeyi kastedersem ne er olurum ben, ne kadın.
A sırlara mahrem er, hakkımda iyi bir zan beslemeni, bana,
benim sevgime inanmanı istiyorum senden.
Kendi canıma düşmanım, feryadım kendimden... Kendi varlığımı
odun yakar gibi yakmak istiyorum ben.
Dostumu binlerce kez adıyla-sanıyla apaçık, yahut gizlice,
riyasız olarak övmüşüm.
Yüz kere açık, gizli onunla övünmüşüm; iki gözüm gibi aziz
bilmişim onu.
Böylesine bir dostum aybını söylersem maksadım, kendi aybımı
söylemektir; çünkü bedenimdeki
Ay, gene kendi bulutumla örtülüyor.
Tut ki bir huyunu kınamışım onun; bunu dostluğa ver; hileye,
hıyânete değil.
Ben kendi varlığıma, benliğime derim ki: Kendini Tanrı
ışığımı sandın? öyle bile olsan yok ol; yok ol da yoklukla sınan.
A benliğim-varlığım, tümden Tanrısını bile olsan yok ol;
çünkü hep kendini görüyorsun; kendini gören gözü çıkar, at.
8600. Ulular ulusu Şemseddîn’i översem bil ki güzel huyları
övüp durma-dayım.
Divân-ı Kebir, c.VII, sh:645
Kaynak:
MEVLÂNÂ CELÂLEDDİN- DÎVÂN-I KEBÎR, Hazırlayan: Abdülbâkiy GÖLPINARLI, Kültür
Bakanlığı, 1992, Ankara
12
Ey Yusuf, sonucu şu
gözleri görmiyen Yakub'a gel. Ey gizlenmiş İsâ, şu gök kubbenin üstünde bir
görün,
180. Ayrılıktan günüm
karardı. Gönlüm yay gibiydi, kıla döndü.
Yoksul Yakup
ihtiyarladı, ey genç Yusuf, gel.
* Ey İmranoğlu Mûsa, sana gönlümde ne Turusînâ'iar var. Öküz
Tanrılık etmede ,gel artık Tûrusînâ'dan.
* Benzim safran gibi sarardı, boynum büküldü, çenge döndü.
Beden mezarında daraldım, sıkıldım, gel ey genişlik, ferahlık veren can.
* Muhammed'i gözleyen gözüm gamınla, müştakım sana diyor;
«Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik» âyetinin sırrı, o dağınık
saçlardan yüzünü göster, gel.
Güneş sana karşı sanki
akşam kızıllığı, ey padişahlardan bile öndülü kapan er, ey Tanrı'yla bakan,
Tanrı'yla gören göz, ey her şeyi biten gönül, gel.
Bütün canlar, sanâ karşı
sanki beden, sense cansın.
Cansız beden neye yarar?
Çoktandır gönül verdim
sana, gel ey sevgili de canımı da vereyim gitsin.
Gönlümü aldığın günden
beri can ekinim biçildi gitti; sonucu dert sensin, git; sonucu derman sensin,
gel.
Ey sevgili, ilâcım da
sensin, çarem de sen, yüz parça olmuş gönlümün ışığı da sen; çaresiz gönlümde
senden gayri ne varsa yok oldu, gel.
Senin kadrini bilmedim
de felek, inadına, var diyor, okla gönlünü vur başını taşlara; gel.
* Ey mertebesi,
«Aralarında iki ok atımı kadar yer kaldı» âyetiyle bildirilen ,ey o yücelik
devletine sahib olan; ey padişahım, kimsecik mahrem olamaz sana, «Belki de daha
yakın» makamından gel.
190. Ey ay gibi güzel
padişah, ey yüzlerce güzelden güzel, ey su, ey ateş, gel.
Gel ey inci, gel ey
deniz.
* Ey kendisine canımın
kul, köle olduğu Şemseddin, ey Rûh-ul Emin, Tebriz, senin yüceliğin yüzünden
oturmaklaı arşa döndü, Mescid-i Aksâ'dan gel.
Divan-ı Kebîr, c. I
19
Öyleyse Allah aşkına
olsun, Allah aşkına sevgilinin nazını çek; çünkü sevgilinin nazı yüzbin batman
helvadan da iyidir, tatlıdır.
Ayrılık nedir, görmedin,
Tanrı da göstermesin sana; bir duadır bu ki bundan daha iyi dua olamaz.
Divan-ı Kebîr, c. III, sh: 78
29
Öylesine birine âşıkım
ki kulağımdan tutmuş, çekip sürümede beni.. Bütün bedenim sanki bir kalkan; her
yanıma oklar gelip vurmada.
Şu gürültünün içindeyim,
belâlara uğramışım ama şükür denizine dalmış-gitmişim... yolculuğa tutsak olmuşum
ama yerimin-yurdumun kokusuyla terü tâzeyim.
Sevgiliyle buluşmuştum,
güzelliğine dalmıştım., kazâ, bir olmayacak yazıdır, okudu, düzenlerle ayrılık
koydu araya.
Bedenimde bir damar
oynayıverse de a benim çene topağı tatlı mı, tatlı padişahım; yurduma doğru
uçarak koşsam.
Her solukta duyulan o
güzel kokusu, o kulağımı çekmek isteyişi, o benim selvimin, yaseminimin
sâkıysi, bir akar su yaptı beni.
Ya'kub'a yoldaş oldum; o
güzele fitne kesildim... can Yûsufu lütfetti de gömleğini armağan gönderdi.
Divan-ı Kebîr, c. VII,
sh:203
Pirimiz, aşkın bilge Üstadı Hazreti
Mevlâna’nın huzurunda Meryem sıfatlı gül oturmuş, boyun bükmüştü. Huzurda
titrek kandilinin gölgesine sığınmış ağlıyordu. Hazret lisâni hafiden şifalı
kelamı ile sesiyle “ol” dedi, irkildi. Câna geldi. Ses değil miydi, bütün
âlemin can kaynağı.
Ey ten!
Böyle bir can seninle beraber
oldukça sen ölmezsin.
Ey düşünce!
Böyle imân seninle beraber olduktan
sonra sevin keyfine bak!
Kadın yapılı kimselerden çok bıktın
ama sen erkek yaratılışlısın.
Erenlerin himmeti seninle
beraberdir.
Rubâi, 170
Senin rengin sonbahar, onun rengi
ise ilkbahardır.
Bu iki renk birleşmeyince gül ile
diken yetişmez.
Bu diken ile gül neden cemâle aykırı
düştü?
Yabancı gözlere bak da buna sen de
gül, ey gül bahçesi!
Rubâi, 688
Sevdiğin, önce seni çok
sevdi okşadı,
sonra da binlerce üzüntü
içinde eritti seni.
Sana sevgisinin mavi
boncuğunu verdi ama
sen benliğinden geçip de
o olunca,
(onda yok olunca) bırakıp
kaçtı seni.
Rubâi, 7
Gitti, gidişinden kan ağladın.
Artan üzüntülerden daha çok ağladın.
Hayır, giderken yalnız o gitmedi,
gözlerin de onunla birlikte gitti.
Artık gözlerin gittikten sonra nasıl
ağlayabilir ki?
Rubâi, 968
“Deme”
Ben
senden başkasını seçemedim nideyim.
Yaslı gönlüme derman bulamadım neyleyim.
Diyorsun ki şu çarhın elinden
daha
ne zamana kadar takla atıp çarh vuracağız?
Benim bundan başka marifetim yok Ne yapayım?
Rubâi, 1060
Git
kendine derd ara, derd bul,
derdlerden
bir derd seç kendine:
Çünkü
(Yaşamak için) bundan başka çare yoktur.
Bahtın yâr olmadı diye üzülme sakın.
Ancak derdin yoksa o zaman üzgünlük gösterebilirsin!
Rubâi, 1177
Sana
ister istemez gönlünün muradını aramak düşüyor.
Çünkü
bu şehirde seninle onun dedikodusu dolaşmaktadır.
Gönlünü
ister sertleştir, ister yumuşat,
kayadan
çıkmış bir pınar gibi akacaksın!
Rubâi, 363
Ey saki yavrusu:
Hele gamdan geç bir kere.
Ey kutsal ruhun yoldaşı Meryem şu nefsi bırak!
Gamdan kaçtım,
sevinçliyim diyorsun!
canının sefasına bak da bundan da vazgeç!
Rubâi, 659
Birlikte oturduğun
dostlarla bir gönül topluluğuna eremezsen,
onlar senden su ve toprak
sıkıntısını gidermezse,
öyle dostlarla düşüp
kalkmaktan vazgeç!
Yoksa kerem sahibi kimseler sana
canlarını-helâl etmezler!
Rubâi, 196
Ah etsem, ah buna
yetmiyor.
Toprak olsam, Şah, buna razı değil!
Secde etsem, herkes, her
tarafa secde etmekte;
bilmem ki bunu nasıl
gizliyeyim.
Ay ışığı gizli işlere imkân verir mi?
Rubâi, 303
Bu arsanın genişliğinde
uzunluk yok.
(Cihan devamsız ve fânidir) Böyle bir
meçhulü onarmaktan vaz geç.
Cihan bir arpaya bile değmeyen bir yol,
yahut bir pula bile
değmeyen bir konuk yurdu!
Rubâi, 1458
Ey Parlayan Mum!
Bilir misin sen tıpkı Sofileri andırıyorsun.
Çünkü sende safa ehlinden şu altı nitelik var:
Gece uyanıksın, Nur
yüzlüsün, benzin sarı, gönlün yanık, gözün yaşlı, kalbin uyanık!
Rubâi, 1459
Ey gönül!
Aşktan da, sevgiliden de, yardan da vazgeç.
Eğer her üçüne göz diktin ise, zünnar bağladın
demektir.
Yokluk potasında yan da korkma!
Çünkü bu yoksunluk yardan da yabancıdan da
aridir!
Rubâi, 662
Mademki bizim elimizden
kurtulmanın çaresi yok.
Hiylemize karşı da bir kurnazlık yolu bulup
kendini bir tarafa
çekemezsin.
Ya önce vermiş olduğun sözü tekrar geri
alırsın,
yahut da en iyisi bizden
bir daha baş çevirmez, yolumuza baş koyarsın!
Rubâi, 1500
Nuh’tan miras kalan bir
kurtuluş gemisi vardır ki,
hep hayat denizinde
dolaşır!
Gönülde filizlenen
bitkiler hep o denizden fışkırmıştır.
Ama onların gönül gibi ne şekli, ne de yönü
vardır!
Rubâi, 102
Bu gece rastgele bir kapana
tutulmuşsun.
Çok çabalıyorsun ama zor kurtulursun bu
kapandan.
Allah’a and içerim ki göğsünü
şu harap gönlümün üzerine koymazsan,
bu aşık kulunun elinden yakayı
sıyıramazsın!
Rubâi, 1402
“Seni seçmişlerse kurtuluşun yok”.. diyen sesle gül belinden kırılıp bayılmıştı. Sen
gülsün…..İsâ’nın annesi Meryem’sin…Yalnız kalacaksın…Dengin yoksa suç kimin
deme, Meryem, İsâ’yı ancak yalnız doğurabilirdi…
Kaynak:
MEVLÂNA’NIN RUBAİLERİ “Tam metin” M.
Nuri GENÇOSMAN ,Millî Eğitim Basımevi —1974, İstanbul
Ellerini üzüb menden
Yarim bir baş geder oldu
Can deyib can eşiderdik
Bu ayrılıq neden oldu
Qızıl güller desteyem men
Bülbülem qefesdeyem men
Gezirem men qemli qemli
Gören deyir hesteyem men
Öz eşqimden dileyimle
Ayrı düşdüm illerde men
Ancaq senden ayrı gezen
Ürek deyil beden oldu
Can deyib can eşiderdik
Bu ayrılıq neden oldu
KURTULMAK İSTİYORUM
“Ey yaratıcı!
Suçluyum ötekilerden ümit ediyordum.
Efendi çok cömertlik yapmış olsa da o senin bağışına hiç
denk değildi.
O külah bağışladı sense akıl dolu baş. O cüppe bağışladı
sense boy pos.
O bana altın verdi. Sense altın sayan el. O bana binek
hayvanı verdi. Sense binici aklı.
Efendi bana mum verdi sense aydın göz. Efendi bana meze
verdi sense yemek yeme gücü.
O maaş verdi sense ömür ve hayat. Onun vaadi altın senin
vaadin tertemizler.
O cömertliği ve merhameti de ona sen verdin.”
[Mesnevî,C. VI, b. 3123- 3130.]
Nefis ve Şeytan, her ikisi bir bedendir,
Kendilerini iki beden şeklinde gösterdiler.
[Mesnevî,C. III, b. 4051.]
**
“Nefsin sağ elinde tesbih ve Mushaf, yenindeyse hançer ve
kılıç vardır. Onun Mushaf’ına ve yaltaklanmasına inanma. Kendini onunla sırdaş
ve arkadaş etme. Seni abdest için havuza götürür ve onun dibine atar.”
[Mesnevî, C. III, b. 2553- 2555]
Kur’an’ın bakış tarzına göre, Âdem her halükârda Şeytan’dan
üstündür. Çünkü cennetten kovulma olayında,
Şeytan bahane olarak; “beni azgınlığa uğrattığından dolayı”
[Araf, 7/16. ] dedi ve kendi fiilini
gizledi. Âdem ise; “nefsimize
zulmettik” [Araf, 7/23.] diyerek kendini suçladı. Bu nedenle de
Allah Âdem’i Şeytan’dan makbul tuttu.
Hz. Mevlânâ’nın buna yorumu şöyledir:
“Edebinden dolayı suçta, Hakk’ı gizli tuttu.
O, suçu kendine ait görmekle yarar elde etti.
Tövbe etmesinden sonra Hakk, ona dedi:
‘Ey adam! Sende o günahı ve sıkıntıları ben yaratmadım mı?
Benim takdirim ve kazam değil miydi o? Özür dilerken onu
nasıl gizledin?’
‘Korktum. Edebi bırakmadım’ dedi.
Hakk , ‘ Ben de onun için seni makbul tuttum.’”
[Mesnevî, C. I, b. 1491- 1494.]
**
“Hayal âlemi, yokluk
âleminden daha dardır.
Bundan dolayı hayal kedere sebep olmaktadır.
Varlık âlemi de hayal âleminden daha dardır.
Bundan dolayı onda ay, hilal gibi olur.
Duyu ve renk dünyasını varlığı daha dardır; dar bir
zindandır.
Terkip ve sayı darlığın sebebidir. Duyular,-insanı- terkip
yönüne/dünyaya çekmektedir.”
[Mesnevî, C. I, b. 3094- 3097]
Dünyada birine ayak, diğerine bağ olmayan hiçbir zehir ve
şeker yoktur.
Birine ayak, diğerine ayak bağıdır. Birine zehir diğerineyse
şeker gibidir.
Yılan zehri o yılan için hayattır. Oysa insana nispetle
ölümdür.
Su halkı için deniz bahçedir. Toprak halkı için ise ölüm ve
musibettir.”
[Mesnevî, C. IV, b. 66- 69]
“Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikene su
vermek.
Adalet, nimeti yerine koymaktır, su çeken her köke değil.
Zulüm nedir? Yersiz yere koymaktır. Bu, sadece belaya koymak
olur.”
[Mesnevî, C. V, b. 1089- 1091.]
“Tatlısu içmemiş olan kuş, acı suda kol kanat çırpar.
Zıt ancak zıddıyla tanınabilir; – kişi – yarayı görürse
okşamayı tanır.”
[Mesnevî,C. V, b. 598- 599.]
“Bize göre her şeyin
adı; dış görünüşü, Yaratıcı’ya göre her şeyin adı, onun sırrı.”
[Mesnevî, C. I, b. 1240.]
“Bir ressam iki tür resim çizdi; güzel ve çirkin resimler:
Yusuf’un ve güzel yaradılışlı hurinin resimlerin yaptı ve de
çirkin Şeytan ve iblislerin resmini.
Her ikisi de onun ustalığının resmidir. Onun çirkinliği
değildir, onun lütfudur.
Çirkin, çirkinliğinin son derecesinde yapar; bütün
çirkinlikleri çevresine örer.
Böylece bilgisinin olgunluğu ortaya çıkar; ustalığını inkâr
eden rüsva olur.
Çirkin yapmayı bilmezse noksandır. Bundan dolayı ateşe
tapanın ve ihlâslı kişinin yaratıcısıdır.”
[Mesnevî, C. II, b. 2523-2528.]
“-Kişi- altın definesi için evi viran eder. Ve bu hazineyle
onu daha bayındır yapar.
Suyu keser ve ırmağı temizler. Bundan sonra içilecek su
akıtır.
Deriyi yarar, okun ucunu çıkarır. Bundan sonra yeni derisi
oluşur.
Kaleyi yıkar, kâfirden alır. Bundan sonra ona yüzlerce burç
ve set yapar.
Allah’ın işinin keyfiyetini kim bilebilir ki?”
[Mesnevî, C. I, b. 307- 310]
“Deniz Nuh’a ve Musa’ya dost olmadı mı? ...
Ateş İbrahim’e kale olmadı mı? ...
Dağ Yahya’yı kendine çağırmadı mı? ...”
[Mesnevî, C. I, b. 1841- 1843.]
“Nil’ in suyu
Kıpti’ye kandır, güzel Sıbti’ye sudur.
Deniz İsrailoğulları’na cadde, zalim Firavun’aysa boğulma
yeridir.”
Mesnevî, C. III,
b. 3027- 3028. (Benzer beyitler için bkz: C. IV, B: 3430, 3492; b. 2981-2986;
C. II, b. 1549; C. VI, b. 4672-4690; C. IV, b. 2755)
“Bu âlemi aydınlatan güneş bir parçacık yaklaştı mı her şey
yandı gitti.”
[Mesnevî,C. I, b. 141.]
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar