Mevlana'dan Bize Sözler
* Ey uyuyup kalan aşık!
Sevgiliyi anarak kalk,
Sevgiliyi anarak kalk,
o mağara dostu geliyor.
*Halka emniyet veren,
huzur veren o üstün varlık geldi.
Kalk, kalk da ondan nan dile!
*Binlerce İsa'ya can veren geldi.
Kalk ey geçen senenin ölmüş kişisi,
kalk!
Ey kullarını besleyip yetiştiren
sakî!
İki üç mahmurun hatırı için kalk!
Ey yüzbinlerce hastaya ilaç olan;
işte o kararsız biçare hasta
şurada, kalk!
*Ey lütfu hastanın elinden tutan
aziz varlık;
kalk ayağıma diken battı,.
*Ey güzelliği tertemiz canlara
tuzak olan!
İşte sana zavallı bir av; kalk da
avla
*Senin aşkının yüzünden gönül kan
oldu.
Kan da coştu kaynadı.
Bütün bunları bize reva görme,
kalk!
*Zorda kaldım da hep sana;
"Kalk, kalk!" dediysem,
sen beni mazur gör;
benim özürümü kabul et de kalk!
*Ey mest bir halde uykuya dalmış
nergis!
Ey yanağı ve yüzü hoş olan diIber,
haydi kalk!
*Kalk kulunun ve senin bildiğin o
şarapla kadehi doldur, bana sun!
Ey kırık gönlü sevindiren sevgili!
Gönlüm kırılmadan önce kalk!
Mef'ülü,
Mefa'ilün,Fe'ulün
Divân-ı
Kebir- (c. III, 1190)
**
Onu görenler, daima kendilerinden
geçmiş bir haldedirler.
Bu yokluk halinde testilerini
taşlayıp kırmışlardır.
Ey himmet edip testiyi kıran!
O testi, kırılmakla daha iyi
yapılmış olur.
Küp kırılır ama içindeki su
dökülmez.
Bu kırılmada yüzlerce sağlamlık
vardır.
Küpün bütün parçaları oynamakta,
hallenmektedir.
Fakat Akl-ı Cüz’î, bunu imkânsız
görür.
Bu halette ortada ne testi görünür,
ne su.
Bunu iyice gör, doğrusunu Tanrı
daha iyi bilir.
Mâna kapısını döversen açarlar.
Fikir kanadını terket ki seni iri
bir doğan haline getirsinler.
Mesnevî-i
Şerif, 2865- 2870.
GÜL İŞLERİ
Madem ki güneş battı ve bizim gönlümüzü dağladı, onun yerine çırağı
yakmaktan başka çaremiz yok.
Sevgili, göz önünden kayboldu mu, onun visâlinden mahrum kaldık mı, yerine
birisinin vekil olması, birisinin bize yadigâr kalması gerekir.
Gül mevsimi geçip gülşen harap olunca gül kokusunu nereden alalım?
-Gül suyundan!
Ulu Tanrı açıkça meydan da olmadığından, bu peygamberler Hakk'ın
vekilleridir.
Hayır yanlış söyledim. Vekil ile vekil edeni iki sanırsan (bu) hatadır, iyi
bir şey değil.
Sen sûrete taptıkça ikidir. Sûretten kurtulana göre ise birdir.
Sûrete bakarsan gözün ikidir. Sen onun nuruna bak ki o birdir.
Bir adam, gözün nuruna bakarsa iki gözün nuru, birbirinden ayırd edilemez.
Mesnevî-i
Şerîf, c.I, b. 670-675
Akl-ı Külden gelen bu sözler de, o
gül bahçesinin, o servi ve sümbüllerin kokusudur.
Gül olmayan yerden gül kokusu
geldiğini, şarap olmayan yerde şarabın kaynayıp çoştuğunu hiç gördün mü ki?
Mesnevî-i
Şerîf, c.I, b. 1899-1900.
Gül dikenden meydana meydana
gelmiştir, diken de gülden... böyle olduğu halde niçin savaşa, maceralara
düşmüşlerdi?.. gibi bir sual hatıra gelirse (bil ki bu)
Ya hakikatta savaş değildir, bir
hikmet içindir, eşek satanların kavgaları gibi bir hiledir. Bir sanattır;
Yahut ne savaş ne
hikmet...Hayretten ibarettir. Bu, viraneliktir, içinde define aramak gerek.
Mesnevî-i
Şerîf, c.I, b.2471-73
Medlulü olmayan bir delalet edici
hiç gördün mü? Yol olmadıkça katiyen gül
de olmaz...
Hakikatı olmayan bir adı hiç gördün
mü; yahut Kâf ve Lâm harflerinden gül topladın mı?
Mademki ismi okudun; var, müsemmayı
da ara. Ayı gökte bil derede değil!
Addan ve harften geçmek istersen
hemencecik kendini tamamı ile kendinden arıt (yok ol!)
Demir gibi demirlikten çık, renksiz
bir hale gel. Riyazatta tozsuz passız bir ayna ol!
Mesnevî-i
Şerîf, c.I, b. 3455-3559
Tanrı’nın gül bahçesinde her an
bülbül gibi yüzlerce nağme çıkarır.
Mesnevî-i
Şerîf, c.II, b. 3288
Kargalar, güz mevsimi otağlarını
kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar.
Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül
sükût eder. Güneşin kayboluşu, uyanıklığı
öldürür.
Ey güneş !
Sen yeraltını aydınlatmak üzere bu
gül bahçesini terk ediyorsun.
Fakat marifet güneşi, bir yerden
bir yere gitmez, o güneş dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan başka bir yer
değildir.
Mesnevî-i
Şerîf, c.II, b. 40-73
Gül dalı, nerede biterse bitsin
güldür. Şarap, nerede kaynayıp köpürürse köpürsün şaraptır.
Güneş, isterse batıdan baş
göstersin, yine güneştir, başka bir şey değil.
Mesnevî-i
Şerîf, c. VI, b.178-179
Bir mahrem gördün mü can sırrını
söyle. Gül gördün mü bülbüller gibi nâra at.
Mesnevî-i
Şerîf, c.VI, b. 2037
Bilmez ki sen, zâlimler gibi
görünüşte gül bahçesindesin, fakat ruhun, feryat edip duruyor!
Mesnevî-i
Şerîf, c. III, b. 3551
Neden böyle eşeğin kuyruğuna
yapıştık, ardına düştük? Gül bahçesinden, güllerden bahset.
Mesnevî-i
Şerîf, c. V, b. 2551
Onlar, ölü olan cihanda
oturmaz, dinlemezler. Çünkü ot, ancak hayvanlara lâyıktır.
Kim, gül bahçesinde
meclis kurar, yurt tutarsa külhanda şarap içer mi hiç?
Pak ruhun makamı,
illiyyin'dir. Pislikte yurt edinense kurttur.
Mesnevî-i
Şerîf, c. V, b.3592-93
Gönül, dilberi gördü mü nasıl olur
da suratı ekşi bir halde kalır? Bülbül, gül görür de nasıl susar?
Mesnevî-i
Şerîf, c.VI, b. 2639
Ben çirkinim, huylarım da tamamı
ile çirkin. Beni diken olarak dikti, artık ben nasıl gül olabilirim?
Dikene güldeki güzelliğin ilk
baharını ver. Bu yılana tavus güzelliğini sen ihsan et.
Çirkinliğin son derecesine varmışım
ben. Fakat senin lûtfun da ihsan etmede son derecededir.
Bu kötülüğün çirkinliğin son
derecesine varmış olan kulun hacetini, son derecede olan lûtfunla reva et ey
usul boylu selvilerin bile haset ettikleri güzel!
Ben ölürsem yine senin lûtfun, bana
gözyaşı döker, kerem sahibisin, buna ihtiyacın yoktur ama yine sen ağlarsın
bana.
Mesnevî-i
Şerîf, c.VI, b. 2705-2709
Yarasaların nefretinden de
anlaşılıyor ki ben ulu Tanrı’nın parlak bir güneşiyim.
Bir gül suyuna bokböcekleri rağbet
etseler bu, onun gül olmadığına delâlet eder.
Mesnevî-i
Şerîf, c.II, b. 2085-86
Ama her güzel gül bahçesi gizli bir
yağmura delâlet eder.
Mesnevî-i
Şerîf, c. VI, b. 2725
Topraktan biten güller, mahvolur
gider.
Gönülde biten güller daimîdir ve ne
hoştur!
Bizim öğrendiğimiz o tatlı
bilgiler, bil ki o gül bahçesinden bir, iki, üç demetten ibarettir.
Gül bahçesinin kapısını kendimize
kapatmışızdır da onun için bu iki üç demete zebun olmuşuzdur.
Mesnevî-i
Şerîf, c. VI, b.4650-53
Musa, onu ateş gördü ama nurdu.
Biz geceyi bir zenci gibi gördük,
halbuki o huridir.
Bundan böyle denizi, çerçöpün
örtmemesi için senden bir göz isteyelim.
Büyüklerin gözleri açıldı da ellerini
çırpmaya, oynamaya başladılar. Ama bu elle, bu ayakla değil.
Halkın gözünü, ancak sebepler
bağlar. Sebepten korkup titreyen, eshaptan değildir.
Fakat bizim eshabımız; hakikat
ehlidir. Tanrı,
onlara kapı açmış, onları odanın baş köşesine geçirmiştir.
Tanrı eline nispetle müstahak olan
da Tanrı azatlısıdır, bağdan kurtulmuştur, müstahak olmayan da.
Yokluk âlemindeyken hak mı
kazanmıştık da bu cana ulaştık, bu bilgiyi elde ettik?
Ey her ağyarı yar eden, ey dikene
gül libası ihsan eyleyen!
Toprağımızı ikinci defa olarak yine
süz de hiçbir şey olmayanı yine bir şey haline getir!
Bu duayı da önce sen emrettin,
yoksa bir toprak parçasında sana dua etmeye kudret mi olurdu?
Ey hikmetine hayran
olduğumun Tanrısı, mademki dua etmemizi emrettin, bu emrettiğin duayı sen kabul
et.
Mesnevî-i
Şerîf, c. Vı, b. 2310- 2320.
Senin, gül renkli şaraba hiç
ihtiyacın yok. Gül rengini bırak, gül renklilik sensin zaten.
Mesnevî-i
Şerîf, c. V, b. 3568
Kur'an'ın huzurunda alçalmış,
kurban olmuş, ruhu, Kur'an kesilmiş adamdan sor.
Bir yağ, tamamiyle güle feda olur,
gül kesilirse ister onu yağ diye kokla, ister gül diye!
Mesnevî-i
Şerîf, c. V, b. 3130.
Bir
gönül, hayale düştü mü
delil
getirsen bile hayali artar.
Söz,
o gönülde illet haline gelir;
gazinin
kılıcı hırsıza âlet olur.
Bu
takdirde,
öyle
adama verilecek cevap susmaktan ibarettir.
Ahmakla
konuşmak deliliktir.
Ey
ahmak, benim şerrimden Tanrı’ya ne ağlayıp sızlanıyorsun?
Sen,
o aşağılık nefsinin şerrinden ağla, sızlan!
Sen
helva yersin, çıban olur; sıtmaya tutulursun, sıhhatin bozulur.
Sonra
da İblis’e suçu yokken lânet edersin.
Niçin
o şeytanlığı kendinde görmezsin?
Bu,
ey azgın, İblis’ten değil, sendendir.
Tilki
gibi kuyruk peşinde koşup durmaktasın.
Yeşillikte
bir kuyruk gördün mü o tuzaktır, bunu niye bilmiyorsun?
Bilmiyorsun,
çünkü kuyruğa meylin seni bilgiden uzaklaştırdı, gözünü, aklını kör etti.
Sevdiğin
şeyler seni kör ve sağır eder;
düşmanlığa
kalkışma, bu cinayeti, kara nefsin işledi.
Bana
suç bulma , aykırı görme.
Ben,
kötülükten de bizarım, hırstan da, kinden de!
Bir
kere kötülük ettim, hâlâ pişmanım;
gecem
gündüz olsun diye bekleyip duruyorum.
Halk
arasında müttehem [suçlanan] oldum,
herkes,
kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor.
Zavallı
kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir.
Zayıflıktan
yol yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtilâ [şişkinliği] olmuştur
derler” dedi.
Mesnevî-i
Şerîf, c. II,b.2715-2729
Peygamberler
dediler ki:
“ Bu
da o illetten, körlüğünüzden, söylediğimiz sözlerin hakikatini göremiyorsunuz.
Dâvamızı
duyuruyorsunuz da elimizdeki mücevheri görmüyorsunuz.
Elimizdeki
bu mücevher, halka bir imtihandır.
Onu gözlerin önünde dolandırıp durmaktayız.
Kim,
nerede mücevher?
derse
bu sözü, körlüğüne, mücevherleri görmediğine şahittir.
Güneş
söze gelse de “ Kalk, gündüz oldu, yatıp durma.”
Dese,
sen de, “ A güneş, şahidin nerede?” desen
güneş
“Kör herif, Tanrı’dan kendine göz iste!
Apaydın
gündüz vakti birisi mum arasa onun bu araması körlüğüne tam bir delildir.
Bari
görmüyorsan, gündüz olduğundan şüphen varsa, daha sabah olmadı sanıyorsan,
Sus,
bir şey söyleme de kör olduğunu meydana vurma, Tanrı ihsanını bekle!”
der.
Gündüzün
“ Gündüz nerede” demek kendi kendini rezil etmektir a gündüz arayan!
Sabır
ve sükût, Tanrı rahmetine sebep olur.
Bu
araştırmaysa hastalık nişanesidir.
“
Susun, dinleyin” emrini canla, başla kabul et de sevgilinin mükâfatına eriş,
rahmetine nail ol.
Mesnevî-i
Şerîf, c.III, b.2715-2726
O
yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni kuyruğundan
yakalar.
Velîlere
uymadın, onları bekletip durdun, orada da kıyamet gününün
beklenmesi sana yâr olur, bekler durursun.
Hele
yarın, hele öbür gün diye vaat eder, Tanrı’ya dönmeyi sallar durursun ya…
İşte
bu bekleyiş, mahşerdeki beklemendir, vay sana!
O
uzun günde hesap için, canlar yakan güneşin altında bekler kalırsın…
Çünkü
sen dünyada göğü de, göktekileri de elbette yola girerim tohumunu eke eke
beklemiştin!
Mesnevî-i
Şerîf, c.III,b.3475-3479
Yusuf
da, zindanda bulunan birisine yalvardı, yakardı.
Ondan
yardım diledi, dedi ki: Buradan çıkınca ve Padişahın tapısında işin düzelince,
O
azizin huzurunda beni an, halimi söyle de beni bu hapisten kurtarsın.
Hiç
sıkıntı içinde bulunan bir mahpus nasıl olur da başka bir mahpusu kurtarabilir?
Dünyadakilerin
hepsi de mahpustur. Zindandadır. Şu fani dünyada ölümü bekleyip dururlar.
Mesnevî-i
Şerîf, c.VI,b.3400-05
Aşk,
kıskançlığından kendisini gizledi.
Böyle
bir güneş, onlardan gizli kaldı.
Gündüzün
yıldızları gören keskin gözden
güneş,
yüzünü gizledi.
Bundan
geç de öğüdümü dinle.
Âşıkları
aşk gözüyle gör.
Vakit
dar, can da kuşkuda.
Artık
sana özür getirmesine imkân yok.
Sen
anla da o sözü bekleme.
Âşıkların
gönüllerini az incit.
Mesnevî-i
Şerîf, c.V,b.2765-69
İnci
de nedir ki?
Bir
katrada gizlenmiş bir deniz.. bir zerreye sığmış güneş!
Öyle
bir güneş ki kendisini zerre gösterdi de yavaş, yavaş yüzünü açtı.
Bütün
zerreler, onda yok oldu. Âlem, onun yüzünden sarhoş oldu, onun yüzünden
kendisine geldi.
Fakat
kalem, bir gaddarın elinde oldu mu şüphe yok, Mansur gibi dâra çekilir.
Bu
hüküm, bu hükümet, kötü kişilerin elinde oldukça elbette peygamberleri öldürmek
lâzım.
Yol
azıtmış kavim, aptallıklarından
peygamberlere “ Biz, sizi şom bilmekteyiz. Bize sizin yüzünüzden
kötülük geliyor” dediler.
Mesnevî-i
Şerif, c.II, b. 1395-1400
**
Söylesene
“ Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, İblis’e bir
cefada bulundu mu ki?
İnsan;
yılana, akrebe ne yaptı ki onlar, daima insanı sokmak öldürmek isterler.
Kurdun
huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demektesin”,
Sonra
yine
“
Böyle kötü zanna düşmek hatadır.. Neye kardeşim hakkında böyle bir zanda
bulunuyorum?” diye söylenmekteydin.
Mesnevî-i
Şerif, c.II, 229-233
**
Baş
kesmek nedir?
Dünyada
nefsi öldürmek, nefsin dileklerini terk etmek.
Bu
da öldürülmekten kurtulsun diye akrebin iğnesini çıkarmak gibidir.
Taşla
tepelenme belâsından kurtulsun diye yılanın zehirli dişini sökersin ya!
Nefsi,
pirin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. O nefis öldürenin eteğine sımsıkı
sarıl.
Eteğini
sıkıca tuttun mu , bu, Tanrı tevfiki/yardımıdır. Sende beliren her kuvvet, onun
seni çekişinden, dileyişinden meydana geliyor.
Mesnevî-i
Şerif, c.II, b. 2055-2059
**
Ama
sen;
Üç
gerges kuşuna uymuş, yüce göklere çıkmaya, benimle savaşıp vuruşmaya giriştin.
İbrahim'i
bulup öldürmek için yüz binlerce suçsuz çocuğu öldürdün.
Mesnevî-i
Şerif, c.VI, b. 4849-4850
**
Ululuk
sahibi Tanrı’nın nurundan göz yumdun.
İşte
sana adamakıllı bilgisizlik, işte sana sapıklığın ta kendisi!
Yuf
olsun sendeki akla, irfana.
Senin gibi bilgisizlik madenini öldürmek gerek.
Mesnevî-i
Şerif, c.II, b. 2051-2052
Rüyasını yoramayan başkasının
Rüyasını nasıl yorabilir?
Ben onu sınasam, Sınama yüzünden
ona yüzlerce kılıç vursam yine o merhametli sevgilinin sevgisi eksilmez.
Bilir ki o kılıcı kendime
vuruyorum. Çünkü ben oyum hakikatte o da ben.
Niyaz, nazın zahiren
zıddıdır, fakat hakikatte aşıkla maşuk, görünüşte zıt olmakla beraber birdir.
Nitekim aynanın sureti yoktur, suretsizlik de suretin zıddıdır. Fakat aynayla
suret arasında hakikatte birlik vardır. Bunu anlatmak uzun sürer. Aklı olana
bir işaret yeter.
Mesnevi-i Şerif, c. V,b.1995-1998
Sevgilisine minnet olsun diye değil
de aşkına yüzlerce tanık olmak üzere bunları sayıp döküyordu.
Aklı olanlara bir işaret yeter.
Aşıkların sevgiliye karşı duydukları susuzluk, ne vakti gider, biter ki,
Usanmadan sözünü tekrarlar durur.
Hiç balık bir işaretle duru suya kanar mı?
Mesnevi-i Şerif, c.V, b.1247-1248
Ben bin kere, hattâ daha da fazla
sınadım, anladım: sensiz yaşamam pek acı, tahammül edilir şey değil!
Ey emelim, maksadım olan sevgili,
sur üfürür gibi nağmelerle terennüm et de beni dirilt…
Ey devem, çök artık… neşe
tamamlandı!
Ey yeryüzü, göz yaşlarımı em, yeter gayri…
Ey nefis, iç o tatlı suyu, bulanıklığı geçti, duruldu
artık!
Ey yeryüzü, göz yaşlarımı em, yeter gayri… Merhaba ey
seher yeli!
Bize dostun kokusunu getirdin, ne güzel de estin ya!
Dostlar, ben
gidiyorum, elveda. Ben o emîre, o emrine itaat edilen Sadr-ı Cihan’a gidiyorum.
Mesnevi-i Şerif, c.III, b.3800-3804
Gizli aşikâr yüzlerce nişane var,
fakat yeter, bu kapının perdesini bundan fazla açma.
Mesnevi-i Şerif, c.VI, b.2557
Ey
rahmet kapısı, ey eşi, naziri olmayan Tanrı dergâhı, ebede kadar açık kal!”
Her
istek, her zerre bir penceredir, fakat kör gönül nasıl olur da “Orada bir kapı
vardır” der.
Mesnevi,
c.I, b.3765-66
**
Âşık
olmak, o yana bir pencere açmaktır. Çünkü gönül, dostun
cemali ile aydınlanır.
Mesnevi,
c.IV, b.3096
**
Can pencerem zevk ve şevkle açıktır.
Tanrı’nın lûtfu oraya vasıtasız gelir.
Tanrı’nın lûtfu, rahmeti, nuru madenimden,
hakikatimden gelir, penceremden evime girer.
Penceresi
olmayan ev cehennemdir.
Ey kul, dinin aslı pencere açmıştır.
Her ormanı öyle pek baltalama. Pencere
açmak için balta vur.
Yoksa bilmez misin ki bu güneşin nuru
hicaplardan hariç olan hakikat güneşinin aksinden ibaret.
Mesnevi,
c.III, b.2402-2405
**
Gönlümden
kopup gelen o söz, o taraftan gelmededir. Çünkü gönülden gönüle pencere vardır.
Mesnevi
Son Beyit.
**
O
kerem sahibi aya pencereni kapatırsan o ulu nurdan elbette nasibin olmaz!
Mesnevi,
c.III, b.2829
**
Gönlünde o suçu affetme denizi dalgalanmaya başladı…zaten
gönülden gönüle pencere vardır!
Gönülden gönüle pencere olduğu muhakkak. İki gönül iki ten gibi
birbirinden ayrı ve uzak kalamaz.
İki kandilin yağ konan kapları birbirine bitişik değildir ama
ışıkları katışmış birleşmiştir.
Hiçbir âşık yoktur ki sevgilisinin vuslatını arasın. Dilesin de
sevgilisi onu aramasın, dilemesin!
Fakat aşk, âşıkların vücutlarını inceltir, zayıflatır…
sevgililerin vücutlarını ise güzelleştirir, semirtir.
Mesnevi,
c.III, b.4390-4395
**
Ey Sevgili
Beni kuvvetli, müşküller halledici bir
hoca farz etme, tut ki senin gibi bir talebeyim, senin gibi gönül gözüm kör.
Fakat canına, gönlüne yardımım da mı
dokunmadı?
Sana ben olmadıkça bir feyiz bile akmıyor.
Şu halde görüyorsun ya, gönlüm, senin
bahtının tezgâhı. Be doğru düzen olmayan, bu tezgahı niye kırarsın?
Çakmağı gizlice çakıyorum dersen kalpten, kalbe
pencere yok mu ki?
Gönül, nihayet senin fikrini de pencereden
görür, andığın şeye şahadet eder.
Tut ki kereminden yüzüne vurmuyor, yüzünü
yerlere sürtmüyor, ne söylersen gülüp “ Evet, evet” diyor.
Mesnevi,
c.II, b.1584-1588
**
Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlarla
dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.
Mesnevi,
c.III, b.485
**
Ben,
o pencereden halini gördüm; artık lâfını dinleyemem.”
Eğer
İsa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi o, yahudicesine beni parça parça ederdi
.
Mesnevi,
c.I, b.353-354
**
Söz
söylemekse o pencereyi kapatmak demektir. Söz söylemek, onu gizlemenin ta
kendisidir.
Mesnevi,
c.IV, b.699
**
[O
da olmuyorsa, uykumda görürüm sevdiğimi]
Gönül
uykuda pencere kesilir.
Mesnevi,
c.II, b.2235
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar