Print Friendly and PDF

MİLLETİN BESLENMESİNE UZANAN ELLER …..




Tuz, tuz,…
Şeker, şeker…..
Ekmek, ekmek…
….
Her şey bittiğinde beslenme konusu her zaman milletin  önüne revize edilir. Uzmanlık alanımız değil ama, yemek insanın günlük en az üç defa yaptığı iştir. Biraz da bizde konuşma hakkımızı kullanalım, dedik.
Her şeyde işin görünen ve görünmeyen bir tarafı vardır. Günümüz spekülasyonlarından biri “beyazlar” meselesidir. Yemeği içmeyi seven milletizdir.  Ancak huzursuz edilmekte baş ağrımızdır. Şimdilerde yine iyi niyetli insanlar bile bu işlere alet oluyor. 
Önce ekmeği ele alalım.
“Dünyada 1 yılda 220 milyar dolarlık ekmek tüketimi yapılır. Türkiye'de ise 1 yılda 12 milyar dolarlık ekmek tüketimi yapılıyor. Türkiye'nin dünya nüfusunun yüzde 1'ini oluştururken yine dünya nüfusunun 5 katı ekmek tüketiyor demektir.”

Bu bilgiyi veren altına şunu eklemiyor. “Avrupanın en genç nesli Türkiye’de” Beslenmesi yetersiz bir millet nasıl bu kadar üredi. Tabi ki ekmek sayesinde. Ancak yenidünya düzencileri prezervatiflerle başaramadığı işi “ekmek”le deniyor. Ekmek meselesi “gizli nüfus planlamasından” başka bir şey değildir. Hepimiz köylü çocuğuyuz, gariban annelerimizin terleri damlaya damlaya yaptıkları ekmekler çok mu hijyendi, şimdi bayat ekmeği yemeğe zorlanan insana daha az yesin diye plastik içinde haftalık ekmeği yedirmek planı yapılıyor. Öyle ki gariban insanımız bazen evde kalmış son küflü ekmeğini katık ederek yerdi, hastalanmazdı. 
Bu millet yalnız ekmek yiyerek “Kurtuluş Savaşını” verdi.
Şimdilerde saflık mı desem, ne desem, bir ekmek furyası aldı gidiyor. Besini yediren lezzettir. Lezzeti olmayan gıdayı yemek zor işlerdendir. Ekmekteki lezzet üzerinde oyunlar oynanmaya başladı. Unutmayın ki Avrupa ekmek yemediği için nesli kurudu. Şimdi sıra bizde mi ne?
Beyaz un, kepekli un,… bunlar fasa fiso sözler. Allah Teâlâ insanlara bu topraktan zararlı bir nesne yaratmadı. Ancak sahtekarlar ekmeği beyazlatmak için kimyasal kullanıyorsa ve buna engel olunmuyorsa suçlu un mu, yoksa hain eller mi? Sanki kepeklide hile yapmıyorlarda…
Demek ki, millete zarar veren ekmek değil kimyasallar. Kimyasallarla uğraşmak kolay mı, ucu dışarıda.  Onlara önlem alınması zor ve tehlikeli ve tröstlerin elinde. İşin ucu devlere, develere varıyor.
Ekmeği az yiyen çabuk hastalanır. Bilmezsiniz, belki Ekşi hamur mayasındaki çeperden bağışıklık sistemini kuvvetlendirecek ilaçlar üretilir. (internetten araştırın) biraz ipucu vereyim.

β-Glukanlar (beta-glukanlar) β-glikozidik bağlarla birbirine bağlanmış D-glukoz monomerlerinden oluşan polisakkaritlerdir. β-Glukanlar, moleküler kütleleri, çözünürlükleri, viskoziteleri ve üç boyutlu şekilleri bakımından büyük çeşitlilik gösterirler. En yaygın olarak bitkilerde selüloz, tahıl tohumlarında kepek, ekmek mayası'nın hücre duvarı, bazı fungus, mantar ve bakterilerde bulunur. Bazı beta-glukan türleri insan beslenmesi için faydalıdır, suda çözünür lif katkısı olarak ve kıvamlandırıcı olarak kullanılırlar. Ancak biracılıkta beta-glukanlar bir sorun sayılır.
Beta-glukan, yulaf veya ekmek mayasından elde edilen bir liftir.

Yulaf beta-glukanı, suda çözünür bir liftir, yulaf hücrelerin iç kısmındakı duvarlarından elde edilir. LDL kolesterolünü düşürerek koroner kalp yetmezliği riskini ayrıca şeker atağını ve yüksek tansiyonu azaltır. Hücrelerde bağışıklığı olumlu yönde tetikler.

Ekmek mayasından elde edilen beta-glukan ise bağışıklık sistemini güçlendirdiğini işaret eden birçok araştırmalar mevcuttur.
Tahıl temelli beta-glukanlar suda çözülme özelliklerinden dolayı insan beslenmesinde çözünür lif desteği olarak önemli rol oynarlar. Tahıllar arasında en yoğun miktarada beta-glukanı yulaf içermektedir. Yulaf beta-glukanının, insan sağlığına üç ayrı olumlu etkisi bulunmaktadır: kolesterolü düşürme, kan şekerini dengeleme ve mide ve bağırsak çalışmasını düzenlemeye yardımcı olur.

Suda çözünmeyen, ekmek mayası veya mantardan elde edilen beta-glukanların molekül yapıları suda çözünenlerden farklıdır. Bu nedenle suda çözülen ve çözülmeyen beta-glukanların kullanım alanları, etki mekanizmaları ve genel biyolojik aktiviteleri arasında büyük farklılık vardır. Suda çözünmeyen beta-glukanların bağışıklık sistemi üzerindeki etkisinden faydalanılırken, suda çözünenler, sindirim sisteminde oluşturdukları bal kıvamındaki jel yapısından dolayı kolesterol ve kan şekerini olumlu yönde etkileyerek kalp damar hastalıkları riskini azaltırlar.

Yulaf beta-glukanının kolesterol ve glisemik indeks düşürücü etkisi ile sindirim sistemi üzerindeki olumlu etkileri yüzün üzerinde yayınlanmış bilimsel çalışmada gösterilmiştir.
Beta-glukan'ın sağlık üzerindeki olumlu etkileri ABD'de FDA (Food Drug Administration) ve Avrupa'da EFSA (European Food Safety Administration) gibi gıda denetim kuruluşları tarafından onay almıştır.

Ey milletim ekmeğinize dikkat edin, diyenler, “kabartıcı kullanılmayan ekşi mayalı ekmek yiyin” deselerdi, milletin açlığı da giderdi. Sağlığı da tehlikeye düşmezdi.  Ekmeği az yiyenlere bir uyarı olarak şunu ekleyeyim. “Bir sene sonra kışları çok hasta olacaksınız, zamanla eşinizle az birleşeceksiniz, kısırlaşacaksınız.”

Daha neler neler.
Tuz’a gelince sözü uzatmadan diyebiliriz ki;
Sağlık bakanlığı “İYOTLANDIRILARAK SATILAN VE ‘DOĞAL GÖL TUZU’ İFADESİYLE ETİKETLENEN, KİMYASAL YAPISI BOZULMUŞ TUZLARI yasaklamalı, kaya tuzunun insana zararının bahsedildiği kadar çok olmadığı hakkında gerçek bilgileri vermelidir.

Şekere gelince;
İşin kolayına kaçılıyor. “Yapay tatlandırıcıların yurda girişini engellemek” yerine “şekerden uzak durun” deniliyor.
Hiç soruyor musunuz şeker diye yediğiniz tatlılarda “gerçek şeker var mı” veya  “şeker mi”?
Eskiden bir mahallede bir tatlıcı bulursan şanslısın demekti. Şimdi her köşe başında bir tatlıcı ve ucuzdan ucuz mamuller. Bunlar “Nasıl üredi”, “neden çok türedi” diyen yok. Acaba hangi tatlandırıcı hangi devenin cebini dolduruyor, soran yok.
Acı bir gerçek özelleştirme kıskacı içinde olan şeker fabrikalarının, göz açıklar tarafından nasıl tezgaha getirildiğini, yapay tatlandırıcıların ithalat rakamlardan anlayabilirsiniz.
Kimyasal Tatlandırıcıların Net İthalat Rakamları (2000-2008 yılları arası)

2000 162 ton
2001: 155 ton
2002: 352 ton
2003: 771 ton
2004: 1518 ton
2005: 1551 ton
2006: 1196 ton
2007: 1792 ton
2008:* 2190 ton

*Ocak-Temmuz ayları arasında gerçekleşen ithalata ait değerlerdir.
Kaynak: Türk Şeker Kurumu 2008
Şeker hasta etmez. Sahte şeker hasta eder.
İnsanların yediği tatlı hileli ise az yese çok yese ne kârı olacaktır. Bir tepsi baklavaya 2 buçuk kilogram şeker gerekirken sadece 50 kuruşluk aspartam ile halledersen, iki üç çuval şekerin yerine bir kilo yapay tatlandırıcı koyarsan, bir kamyon şekere denk gelen bir bavul aspartamı gümrükten gözler önünden geçirenler hakkında hiçbir işlem yapılmayıp, millete “şekeri az tüketin” demenin ne kadar samimi bir yaklaşım olduğunu sorguladığımda, uyuz oluyorum.
Eskiden şekeri az tüketen milletimizde uyuz çok olurdu. Araştırmak lazım, uyuz vakaları belki yine artmıştır.
Hülasa işin hakikati, “yapılması gerekeni” yapmaktır. Her şeyde özgürlükten dem vuranlar yemekte esareti istiyorsa bir yanlışın apaçık göstergesidir.
Benim tavsiyem
“Ekmeğide, şekeri de çok yiyin ve tuzuda çok kullanın. Fakatı var. Hanımlarınız ekmeği evde kendileri annelerinin yaptığı gibi yaparsa, şekeri de ithal olmayandan yerli üretimden alırsanız, tuzuda memleketin çıkardığı tuz satan Anadolu’dan alırsanız hiçbir şey olmaz.
Ancak ekmeği marketten, baklavayı pastacıdan yerseniz, tuzu kimyası bozulmuş piyasa üretiminden alırsanız istediğiniz kadar az yiyin hasta olursunuz.
Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar