MİLLİYETÇİ TOPLUMLAR
Milliyetçilik hem bir duyguyu hem bir içtimâi hareketi hem
de bir ideolojiyi anlatmak için kullanılan bir kelimedir. Milliyetçilik kavramı
ise millet gerçeğinden hareket eden bir fikir akımı ile çağımızda da geçerli
bir sosyal politika prensiplerinden olmuştur.
Milliyetçilik tanımı millet tanımında olduğu
gibi tartışmalı bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Her milletin
milliyetçilik anlayışı farklı olduğundan dünyada ne kadar milliyetçilik akımı
varsa o kadar milliyetçilik anlayışı vardır. Değişik içeriklere bürünen
milliyetçilik akımlarını biçimlendiren kıstaslar; sosyal bünye, gelenek,
kültürel tarihiyle toplumun coğrafi yönü milli karakteridir. Bu nedenle Milliyetçilik
hakkında ilmî açıdan üzerinde fikir birliğine varılmamıştır.
Milliyetçiliği inceleyen bilim adamlarının
söz birliğine vardıkları tek nokta ise milliyetçiliğin doğasının karmaşıklığı
ve milliyetçiliği tanımlamanın güçlüğüdür.
Milliyetçiliğin tarih şuuru üzerinde yükselen
bir olgu olması ise onun sürekliliğini ve her daim güçlü bir konuma sahip
oluşunu göstermektedir. Milliyetçilik ve milli devlet kendilerini tarihi geçmiş
üzerine inşa etmiş olmakla beraber asıl önemlerini modern çağ ile birlikte
kazanmışlardır. Fransız İhtilali ile ortaya çıkmış milliyetçilikler
varlıklarını günümüze kadar taşıdıkları gibi, kapitalizmin, endüstriyalizmin,
bürokrasinin, kitle iletişiminin ve dünyaya ait şartların birer ürünü olmaktan
da kurtulamamışlardır. Milliyetçilik ideolojisini, bir duygu ve inanç birikimi
olarak milletlerin oluşum sürecine ve hatta tarihin en derinliklerinde yaşanmış
ilk biz ve öteki ayırımına kadar götürülmüştür. Bugün ise
dünyanın pek çok yerinde çatışmalar kimlik mefhumu üzerinde düğümlenip
kalmıştır. Bu da çatışmaları, kültürel, siyasal kimlik gibi mefhumları açığa
çıkarmış millî dengeleri bozmaya başlamıştır. Geçmişte bir yerlerdeki saf,
bozulmamış bir kültürel öze atıfta bulunarak kendilerini kabul ettirmek
sıkıntısına düşülerek insanlara dayatmalarda mecburi olarak ortaya çıkmıştır.
Kimliğin düşsel çekiciliği ideolojik ve siyasal bölünmeleri anlamsızlaşınca da
kaos kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Pek çok insan dünyanın dört bir yanında
patlak veren etnik çatışmalar ve milliyetçilik karşısında şaşkına dönmüş
durumdadır. Oysa onlar etnisite[1]
ve milliyetçiliklerin hızla yok olacağına inanılıyordu. Fakat öyle olmadığı
görülmektedir. Etnik çatışmaların, milletlerarası savaşların,
soykırımların yaşandığı bir dünyada milliyetçiliğin sonunun gelmediği çok
açıkça görülmektedir. Huzursuzluklar baş gösterince millî devletler kendilerini
hem çok-kültürlülük ve küreselleşmeye hem de yerel dirençlere ve kültürel
milliyetçiliğe karşı savunmak zorunda kalmışlardır. Bu da sonuçta milli
kimliğin her zamankinden daha savunmacı bir hal almasına ve milliyetçiliğin
millî devlet sathında popülerleşerek kendini yeniden üretmesine yol açmasına
sebep olmuştur.
Millet ve tarih arasındaki ilişki önemlidir.
Bir milleti oluşturanlar ortak bir tarih içinden gelmiş olmasalar bile
kendilerini ortak bir tarihe sahip olarak görebilirler veya gerçekten ortak bir
tarihe sahip olsalar bile gruplar kendilerini birbirlerinden ayrı sayabilirler.
Öznel anlamıyla tarih-millet ilişkisine “tarih şuuru” da denilebilir.
Tarih şuuru milleti oluşturan bireylerin kendi tarihleri hakkındaki
fikirleridir. Bu fikirler bazen gerçek tarihle uyuşabilir veya bazen gerçek
tarihle uyuşmayabilir. Fakat milleti oluşturan bireylerin milli bilince sahip
olabilmeleri, tarih şuuruna sahip olmalarına bağlıdır.
Kısaca bugün içinde yaşadığımız Dünya’da
küreselleşmenin yarattığı dönüşümün ve değişimin etkisiyle, etnik, ırkî, dinî,
cinsî, sınıflı, kültürel farklılıkların altı daha kalın çizgilerle
çizildiğinden toplumlar ve bireyler özgünlüklerini ve özgürlüklerini korumak
için çok daha fazla çaba harcamak zorunda kalmaktadırlar.
Farklılıkların altının bu denli kalın
çizgilerle çizildiği, biz ve öteki ayırımının eskisinden çok daha derin
ve şiddetli bir biçimde hissedildiği bugünlerde milliyetçilik kendisini diğer
ideolojilerden çok daha fazla hissettirerek öne çıkar. Neticede, milliyetçilik sınırını aşarak her
şeyin üzerine çıktığı zaman olumsuzluklarda oluşturur. Allah Teâlâ “Muhakkak ki Allah yanında en değerli
olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır.” [2]
buyurarak asıl değerin Allah Teâlâ’yı bilmek ve onun dininin emirlerine
tabi olmak olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle milliyetçiliğin getirilerinin pek olumlu
olacağı, yalnız milliyetçilik ile iktifa edilerek hareket edilmesinin de
yanlışları doğuracağı kesindir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Veda
Hutbesinde buyurdu ki;
“Ey
insanlar!
Rabbiniz
birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise
topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü
olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli
üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır.
Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. Azası
kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabi
ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan
başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu
üzerine suçlanamaz.”
[1] Etnisite: Etnisite ya da etnik grup kavramı, sosyolojide belirsiz bir kavramdır. Nathan Glazer
ve Daniel Moynihan tarafından ortaya atılmıştır. Irk terimine karşı etnisite daha geniş bir
kavramdır. Bir içtimâi yapıdaki özelliği, bireylerin bir özel grupla
özdeşleşmesini, grup siyasallığını, bireylerin gruba aidiyetini ifade etmek
üzere ortaya atılmıştır, ancak ırk teriminin örtmecesi yapılmakla da suçlanmıştır.
Kaynakça
ŞİMŞEK Fatma Popüler Milliyetçilik [Kitap]. - Ankara : Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Sosyoloji
Bilim Dalı Master Tezi-186844, 2006 .
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar