MISIR KÜLTÜRÜ-HERMETİZM – 1-2
Ali Kemal
ÖZTOKSOY
Yunanlılar, Antik Kem Ülkesi’ne (Mısır) gizemli,
esrarengiz, anlaşılmaz şey anlamına gelen Egypt adını vermişlerdir.
Bunun en büyük nedeni, ezoterik yapılanma ve kültürün bu Antik Kem Ülkesi’nin
her yerinde görülmesidir. Bu yapılanma ise Hermetizm’dir.
Bilim, dinsel denen düşüncelerde sadece insanların
birtakım ortak tasarılarını görür; bunların özünü, kaynağını ve gelişimini
inceler. Bu düşünceleri birtakım alay ve şakalara konu yapacak yerde, onlarda
insanların düşünce tarihini ilgilendiren çok değerli bilgiler bulur.
Toplumbilim, dinsel olayların üzerine iyi niyet ve anlayışla eğilmekte, onlara
birer “insan olayı” gözüyle bakmaktadır. Aydınlarımızın çoğunda, bilimin
bu bakış açısını anlayamayan güçsüz, zavallı ve çekingen bir bilim anlayışı
hakimdir.
Bilimselliği benimseyen özgür tavrımız ile yine
bilimin bulgu ve bilgilerine dayanarak bu kültürü anlamaya çalışmak gerekli
olmaktadır.
İslamiyet’in ilk yıllarındaki toplumsal ve bilimsel
alanlardaki gelişme ve ilerlemeler daha sonraki yıllarda nasıl ki tam tersi bir
yapıya büründüyse, 3500-4000 yıllık çok uzun denebilecek bir zaman periyodunda
Antik Mısır Hermetik öğretisinde de (Mitos, Ritüelller, Kavramlar...vs.) amaca
ve geleneğe uygun olmayan değişimlerin kaçınılmaz olması mümkündür. Bu nedenle
bu Kadim Uygarlığı ve Ezoterizm’ini değerlendirirken çok dikkatli olunmalı,
özellikle temel kavramlarının daha sonraki ezoterik yapılanmalardaki
yansımalarını da göz önüne alarak gerçek doğruları tespit etme yoluna
gidilmelidir. Yalnızca bilinen Antik Mısır Hermetik bilgileri ile yola çıkıp
değerlendirme yapmaya çalışmak bizi içinden çıkılmaz bir bataklığa sürükler.
Antik Mısır Uygarlığının ihtişamı, daimi bir cazibe
merkezi olduğundan, “İlk Ara Devre” olarak adlandırılan M.Ö 2181-2133’lerde
büyük karışıklıklar ve denizci kavimlerin istilaları ile çalkalanmıştır.
Bilhassa daha sonraları Hiksos istilası ile gündeme gelen; Hiksos Krallarının,
Firavunun tanrısal gücüne (gizlerine, sırlarına) sahip olma istekleri ile Hermetik
yapı daha da içine kapanmış, öncelikle halk tarafından uygulanan cenaze
ritüelleri ve ezoterik bilgiler, sırrın saklanabilmesi uğruna aslından
uzaklaştırılmış değiştirilmiş olabilir. Bu nedenle daha çok “Yeni
İmparatorluk” M.Ö 1650- 1085 devirlerine ait olduğu bilinen ve “Ölüler
Kitabı”nda da konusu edilen “Ağızın açılması kitabı”..vs. gibi ritüellerin
irdelenmesiyle değerlendirme yaparak kesin yargılara varmak akılcı
olmamaktadır. Bu nedenledir ki; değerlendirmelerde Ezoterizm’in tarihsel
süreçteki izini sürmek. Antik Yunan, İbrani, İslami.. vs. Hermetik anlayışları
ile çakışan noktalarını buluşturmak, bu öğretinin hem doğrulanmasına hem de
daha iyi anlaşılmasına olanak tanıyacaktır.
Mistik okullar da;
• Mensuplarına bilim öğrenmeyi öğütler, ancak bunun
çağdaş ve pozitif bilim olması yönünde hiçbir dileği ve koşulu yoktur.
• Mensuplarına dogmatik yoldan edilgin (pasif) bir
sevgi ve aşk vermeye uğraşır. Bu, bilim ve akla dayalı aktif ve dinamik bir
sevgi değildir.
• Mensuplarına bilge olmayı tavsiye eder ve bunu, yine
gizli anlamlar bilimi ile tümel varlığa duyulan “aşk”ın birleşmesi şeklinde
algılar. Gizli Anlamlar Bilimi ise dogmatiktir.
Bilim ve bilimselliğin kavramlarını onun dışında
kalan simgelerle uzlaştırma ya da birlikte kullanma hakkını hiç kimse
kendinde bulamaz. Aydınlanma yolunda olan bir bilinç; her türlü simge ve
kavramları bilimsel yöntemlerle kendi konuları içinde inceleyerek
değerlendirmeli ve tarihsel insanlık kültürünü anlamaya çalışmalıdır. Dinsel ve
geleneksel dogmalarla, boş inançlarla mücadele etmenin bir yolu da budur.
Eski Mısır Uygarlığı ile ilgili elimizdeki mevcut
veriler şunlardır:
• Her çeşit hiyeroglif metinler. (Resimle, sembolik ve
fonetik olarak 3 şekilde anlamlandırılır). Mabet ve mezar duvarlarındaki,
tasvirler, yazıtlar, boyanmış resimler, simgeler, heykeller.
• Arkeolojik ve antropolojik bulgular.
• Mevcut mimari yapılar ve yapım teknikleri.
• Eğitim ve öğretim tarzı, edebiyat, ahlak, bilim ve
sanatı ilgilendiren metinlerdir.
Konunun çok geniş ve kapsamlı olması nedeniyle önemli
gördüğümüz konuları mümkün olduğunca kısa ve öz olarak sunmaya gayret ederek
Mısır ile ilgili şu genel bilgiler söylenebilir:
Kuzeyi Delta “Aşağı Mısır” “Akdeniz Mısır’ı”,
güneyi ise Vadi “Yukarı Mısır” “Afrika Mısır’ı” olarak adlandırılan Antik
Mısır’ın en eski ismi Kem Ülkesi’dir.
(Kem; 1- karanlık, yanarak kararmış, 2- Asya’da
Yenisey (kutsal nehir- Nil nehri gibi) ırmağına verilen isim; Kam’lığın
(Shaman)’lığın en katı uygulandığı yer. [Kam’lık da Kara Kam ve Beyaz Kam diye
iki ayrı kişilikte uygulanır.])
Anlamlarına geldiği gibi; Grekçe’ye; khemeia-kemia
(öz-su, öz) anlamında, Arapça’ya da el-kimiya, el-simiya olarak
geçmiştir. Antik Mısır ve Grekçe anlamlarındaki iki ayrı tanımlama ile
karanlık=öz eşitliği ile aslında Mısır Tradisyonu’nun temel “ilke”si
olan “kara”nın nasıl bir “öz” olduğunu KA-RA bahsinde göreceğiz.
Delta ve Vadi (Aşağı ve Yukarı
Mısır)nin simgesel birleşmesi
Kem Ülkesi’nde beylik diyebileceğimiz “Sepatlar”a
rastlarız. Vadi Mısır’ında 22, Delta Mısır’ında ise 20 Sepat vardır. Sepatlar; Saru
denilen ihtiyarlar meclisi tarafından idare edilirdi. Bu Sepatlar’ın her biri
Ejderha, Köpek, Şahin, Akrep, Yılan, Çakal, Boğa, Koç, Kartal, Aslan gibi
simgeleri olup bunlarla tanınırlardı. (Asya’daki şaman kabile ve boylarının da
birer simgesel hayvanı vardı.)
Mısırda M.Ö 4000’lerde birbirlerinden ayn ayrı
gelişmiş iki medeniyet göze çarpmaktadır. Daha sonra bu medeniyetler tek bir
krallık altında birleşmişlerdir. En eskisi olan (1. Medeniyet) Vadi
(Yukarı Mısır) Medeniyeti. 2. Medeniyet ise Delta (Aşağı Mısır)
Medeniyetidir.
Yapılan arkeolojik ve antropometrik bulgulara göre;
Vadi Mısır’ında bu devreye ait mezarlardaki kemik ve kafatası yapıları, uzun
boylu ve uzun kafalı Afrikalı insan tipi ile geniş ve orta kafalı Asiyanik
karakterdeki insan kalıntılarına ait olduğunu göstermiştir. Asya kökenli
insanların tam olarak bilinmeyen bir tarihte deniz yolu ile geldikleri
sanılmaktadır. İkinci Medeniyet olan Delta Mısır’ının halkı ise doğrudan
doğruya Asya’dan gelmiş geniş kafalı, güneydekilere nazaran daha kısa boyludur.
Vadi ve Delta Krallıklarının
birleşmesi
|
|
|
|
Aşağı Mısır Kraliyet tacı
|
Aşağı ve Yukarı Mısır’ın
birleştirilmiş tacı
|
Eski İmparatorluk dönemi firavunlarına ait kafatası ve
kemik yapıları ise şöyledir: Uzun boylu ve uzun kafalı Afrikalı tip ve geniş
kafalı Asianik tip, özellikle Yeni İmparatorluk devri ve sonrasında Asianik tip
firavunların egemenliği göze çarpar (M.Ö 1580).
Delta ve Vadi’deki iki krallığın birleşmesini
sağlayan, Şahin Horus’un sayesinde başarılı olduğu belirtilen Kral Narmer’dir.
Eski Mısır dilinde;
N’r; Nar; balık
Mr; Mer; Yontma kalemi; Piramit; Su Kanalı
anlamlarına gelmektedir.
KRAL “NAR-MER”İN MISIR
HİYEGROLİFİNDEKİ İFADESİ
N’r = Nar = Balık = Nar (tümel, ile tikellerin birliği) -
Balık yumurtaları ve Nar taneleri
M’r = Ustaların kullandığı yontma
kalemi (ustalık, emek harcama)
Nar seslendirmesiyle ifade edilen N’r Arapça’da; 1-
Nur; Işık 2- Nar; ateş, tanrısal aşk ateşi olarak kavramlaşmıştır.
Balık;
Mısır Tanrıçası İsis, “uçurumun büyük balığı” olarak
betimlenir.
Kur’an-ı Kerim’de “ebedi yaşamın simgesi”,
Hıristiyanlıkta “İsa’ya ve ona inananların simgesidir.” (Son akşam yemeğinde
havarilerle beraber balık yenmiştir). (Tümele erişilmiştir).
Yunanca İchthys Balık demektir. (İ) esus, (CH)
ristos, (TH) eu, (S) oter’in parantez içindeki ilk harflerinin kısaltılmışı
olarak; Tanrı-Oğul-Kutsal Ruh anlamlarında İsa’yı tanımlar.
Hint Tanrıçası Kali, “balık gözlüdür”.
Çin tanrıçası Kwan-Yin, “balık tanrıçası” idi.
Yunanca Rahim anlamına gelen Delphos sözcüğü aynı
zamanda balık anlamına da gelir. Tevrat’ta Yunus peygamberin öyküsü anlatılır.
(Peygamberin balık tarafından yutulması simgesi)
Balığın çok yumurta yapması onu Bereket,
sürekli sürü halinde dolaşması da Birlik sembolleri yapmıştır.”
Mısırda halkın bol bol yediği taze ya da kurutulmuş
balık, kral veya rahip gibi “her türlü kutsallaşmış” şahıslara yasaklanmıştı.
Anadolumuzda bazı Bektaşi ve Mevlevilerin de balık yemekten imtina ettikleri
bilinmektedir.”
|
|
Anadolu Kibele’si ve Nar
|
Nar’lı Para
|
Antik Mısır’daki N’R=Nar; balığın yumurtalarındaki
doğurganlığın ve bolluğun simgesi olarak aynı seslendirme ile Anadolu’da Kibele
kültünde Hayat ağacının meyvesi ve dişilik simgesi olarak görülür. Kırmızı
çatlağı, kanlı usaresi ve sayısız taneleriyle kadın rahminin yumurtalarıyla
özdeşleştirilmiştir. Anadolu Kibele kültünün Avrupa kıtasına götürülmesiyle
Roma Yunan ve uygarlıklarında kabul görmüştür. Avrupa kıtasında narın meyve
olarak bu simgeselliği Anadolu menşelidir.
Anadolu’nun bazı yörelerinde düğünlerde, gerdeğe
girerken gelinin eline nar verilir, gelin de narı yere vurup parçalayarak “bu
nar taneleri kadar çocuğum olsun” dileğinde bulunur.
Helenistan’da Hera ve Afrodite’in alametiydi ve
meyvesinin Dionysos’un kanından oluştuğuna inanılırdı.
Roma’da gelinlerin başı nar dallarıyla süslenirdi.
Kilise de bunu tanrısal mükemmelliğin ve hatta
Kilise’nin bizatihi kendisinin sembolü haline getirmiştir.
Antik Mısır dilindeki;
KEM
Yanarak kararmış
AMON
AM; sevgi - ON; varlık
AMON: Sevgi Varlığı
HORUS
(Horos) Horoz
ATON
AT; ad, Nam - ON; varlık
ATON: Varlığın Kendisi
APİS
AP; götüren, götürme - İS; his
APİS: Hisleri alıp götüren
İSİS
His Tanrısı
KA
Kap
THEBES
TE; TH; THE; TEO. Tanrı
BETH; BEYT; Ev, Çadır
Thebeth; Tebet; Tibet; Thebes; Teb; Tanrı Evi (Tibet aslında bir tapınak adı
olup daha sonra yöreye adını vermiştir)
TENGRİ
Orta Asya’da Tanrı
TEN
Eski Mısır dilinde ölmüş kişinin adı, ünvanı
RA
Güneş - Nur
AMONRA
Kozmik Sevgi Güneşi
İSRAİL
İS; his, algı, duygulanım, zeka, akıl gibi insann tüm değerleri RA; Nur-
İL(EL); Ruh, Tanrı İSRAEL Tanrısal Nurun zekası, hisleri
(Demek ki İsrael bir kavim adından ziyade Tanrısal
Nur’un zekası olabilen ya da olabilenlerdir. Dünya hakimiyeti ise böyle
olabilen kişiler için geçerlidir)
gibi etimolojik kökenleri Asya (Ural-Altay,
Hint-Avrupa, Kafkas) dil ailesine ait sözcüklerin bulunması. Ayrıca, Orfeus’tan
bize nakil olan şu bilgiye göre, Apollon mabetlerinde ilkbaharda gece ile
gündüzün eşit olduğu günlerde kutlanan bayramda Tanrının (Avrupa ve Asya’nın
kuzeyinde bulunan çok büyük bir kıta olarak adlandırılan) Hiperboreo
ülkesinden kuğuların çektiği arabasıyla yola çıktığını müjdelemesi sonucunda
Eski Mısır halklarının kökeninin çoğunluğunun Asyalı olduğunu ve zaman
içerisinde yerlisi olan Afrikalılarla karışarak Mısır Medeniyetinin temellerini
attıklarını söyleyebiliriz. (Orfeus’un Doğu değil de Kuzey Asya’yı işaret
etmesi de ilginçtir.)
Bu büyük Medeniyetin doğuşu ve gelişmesini bulgular
ışığında incelediğimizde, bilimde, sanatta, eğitim ve öğretimde
tüm yetkelerin bir sınıf (kast) üzerinde toplandığı görülmektedir. Bu sınıf “Rahipler”dir.
Eski Mısır’da Rahipler sınıfı, halkın dinsel gereksinmesini güçlendirmekle
görevli değillerdir. Rahipler, yalnızca tanrının hizmetkârlarıdır. Hiçbir zaman
Tanrı inancı ile ilgili aydınlatmada ya da halka moral verme çalışmaları
olmamıştır. Rahipler, yalnızca tanrının hizmetkârları olup kendi inançlarını
tanrıya bildirmişlerdir. Rahip “hemneter” (Tanrının hizmetkârı), tapınak
“hetneter” (Tanrının evi) olarak geçmektedir. Rahipler, tapınağın temiz
tutulması, korunması, kült eşyalarının bakımı ile görevliydiler.
Eski İmparatorluk döneminde, rahiplik yılın belirli
günlerinde, yapılan ayinlerle gelen süre içinde görülüyordu. Rahiplik, Eski
İmparatorluk devrinde ek iş olarak kabul ediliyordu. Örnek verirsek, bir
sanatçı aynı zamanda Tanrı Ptah’ın bir yargıcı, aynı zamanda Maat’ın rahibi
olarak görülüyordu. Kadın rahibeler de Tanrıçaların hizmetkârları sayılıyordu.
Bu dönemde rahibin esas işi, kendi mesleği oluyordu.
Orta İmparatorluk döneminde rahiplik bir meslek, bir
devlet memuriyeti olmuştu. Orta İmparatorluk döneminde rahiplik çok önemli bir
meslek olarak Eski Mısır toplum yaşamında kendini göstermiştir. Rahiplik, en
üst kademelerinde, halk tarafından da önemsenmiş ve kentin bağlı olduğu
nom’daki başrahip nomark olarak devlet yönetiminde yer almıştır. Bu
rahip Firavun’un temsilcisi olarak siyasi konularda söz almakta ve Baş rahip
olarak yüksek rütbeli memur olarak yer almaktadır. Hükümdar yerine hükümet
işlerine hasretmiştir. Başrahiplik babadan oğula geçmezdi. Eski Mısır
uygarlığında, rahipler meclisini teşkil eden rahiplerin değişik görevler vardı.
Görevleri ve işlerini ayin dışında da yaparlardı. Rahipler meclisinin onayı ile
de dinsel görevlerde de değişik gruplara ayrılmışlardı: cenaze rahipleri;
cenazeyi kaldıran rahipler; mumyalama işlerini denetleyen rahipler; tören rahipleri;
tapınak işleri ile meşgul olan rahipler; tanrı heykelinin yıkanması,
temizlenmesi, onanması ile meşgul olan rahipler; Ruhban sınıfının üst düzey
rahipleri Başrahiplik işleriyle meşgul olurlardı. Alt düzey rahipleri ise
Tapınak ve cenaze işleri ile ilgilenirlerdi. Ayrıca, ruhban sınıfından olmayan
erkek ve kadın görevliler de vardı. Ruhban sınıfın üst düzey rahiplerine “hemou
neter” (Tanrının hizmetkârları, Başrahibe de “İtou neter” (Tanrısal
baba) denilirdi. Bir tapınağın ruhban ve hizmetkâr kadrosu bulunmaktaydı.
Heliopolis’teki Tanrı Re tapınağının ruhban kadrosunun başkanına verilen ünvan “Our
Mau” (Büyük Gören) idi. Tanrı Re’nin büyük rahibi hem Heliopolis kentinin
sahibi, hem de Tanrı Aton’un kahiniydi. Memphis’teki Ptah tapınağının Başrahibi
“Our Kherp nemat” (sanatın büyük üstadı) ünvanını almıştı. Aşağı ruhban
sınıfındaki görevliler arasında da fark vardı. En alt kademede olan “Oueb” tekil
“Ouebou” çoğul, (saf olanlar) kült eşyalarının bakımı ile görevliydiler.
Tapınağın temizliği ile ilgilenenler, kült eşyalarının bakımı, heykellerin
temizliği ve onarılması gibi görevleri vardı. Törenler “Oueb”ler Tanrı
heykelini taşırlardı. Başlarında Ouebou’nun başı, Tanrı Amon’un Baş rahibi
nezaretinde günlük ibadete katılırlardı. Bazı rahipler, Abydos’daki Osiris
ayininde Başrahip bulunmaz, ayini yöneten, Oueb’lerin başkanını görevlendirerek
tapınak dışında da görevlileri yönetmesini isterdi. Tapınak dışındaki görev
yapacak olan Oueb’lere “Kheriou-hebet” denilen rahip, ritüele uygun
şekilde geçmesi ile görevliydi ayrıca Kherou-hebet’lerden oluşan bir
grup rahip tören esnasında ilâhiler söyleyerek katılırlardı. İçlerinden bir
Kheriou-hebet, yüksek sesle ritüel okurdu. Yalnız, bu Kheriou-hebet’in
deneyimli olması, sesini ritüelin gidişine göre ayarlaması gerekirdi. İlâhiler
söyleyerek katılan rahiplerin koro şefine “heri-tep” denilirdi. Törenin
zamanını bildiren saatçi’ler güneşin ve yıldızların seyrine göre vaktini
ayarlayarak tören zamanını belirtirdi. Oruç tutularak günleri tayin eden
takvimciler vardı. “İmiouset-a” denilen rahipler en aşağı işlerde
görevliydiler. Tapınağın içinde el ile yapılan bütün işleri görürlerdi. Aşağı
ruhban sınıfı dört gruba ayrılmıştı, her grup bir ay süre ile Tapınaktaki
görevini yapardı. Bu gruplara, Ptolemaios çağı yazılarında “phyle” denirdi.
Bunlar çalışmadıkları zaman dinsel görevini uygulamadıkları gibi, sivil yaşam
sürdürürlerdi. Eski İmparatorluk döneminde ruhban sınıfının halk arasında üstün
niteliği vardı. Orta İmparatorluk döneminde ise ruhban sınıfının üstün niteliği
kaybolarak, az bahsedilerek ancak görevini yerine getirenler “mükemmel
hizmetkarlar” olarak görülmüştür. Aşağı ruhban sınıfında, ilâhiler söyleyen
sedacılara (şarkıcılar) onlara refakat eden müzisyenlere rastlamak mümkündür.
Şarkıcıların ve müzisyenlerin, genel olarak “Ama”ları (görmeyenleri) seçilirdi.
Tapınaktaki görevli kadınları Hükümdarın eşi yönetirdi. Bilindiği gibi,
hükümdarın eşi, aynı zamanda Tanrı Amon’un eşi olarak bilinirdi. Özellikle
Thebes hanedanları zamanında ve Gerileme devrinde Tanrı Amon’un Başrahibesi
hükümdarın eşinin yerine geçer, rahibeleri ve kadın hizmetkârları yönetirdi.
Tapınağın kadın rahibesi “Ouebouit” aşağı ruhban sınıfı gibi gruplara
ayrılırdı; her grup onlar gibi bir ay çalışır, diğer zamanını sivil olarak
geçirirdi. Rahibelerin yanlarında, eski Yunanlıların “pallaeid” dedikleri
müzisyen, şarkıcı, dansçı olarak dinsel törenlerde görev alanlar, rahibe
sınıfına ait olmayıp sivil yaşamlarını sürdürmekteydiler. Mısırda kehanet
inancının da çok eski zamanlardan beri var olduğu görülmektedir. I.
Ammenemmes’in (M.Ö 2000-1900) zamanında yaşamış kahin-rahip Neferrekou, bir
kehanetinde “Bir kurtarıcının dünyaya geleceğini” bildirmektedir.
Son zamanlarda Amon Başrahipliği babadan oğula intikal
eden irsi bir mahiyet almıştır, XI. Ramses’ten sonra (M.Ö 1085) bizzat krallık
sülalesini kurmayı başarmışlardır. Dini işlerin siyasi işlerle başbaşa
yürümesi, Mısır devletini başka sebep ve amillerin de etkisiyle zaafa uğratmış
ve krallığın zayıflamasına neden olmuştur. Rahiplerin sosyal yapı içerisindeki
etkinliği nasıldı? Onlar din-devlet birlikteliğiyle halkı sömüren imtiyazlı bir
grup muydular? Yoksa, uyuşuk, mistik, dogmatik birer din görevlileri miydiler?
Hem Eğitim, Öğretim, Sanat, Sağlık (Tıp) alanlarında öğretmen, hem de
Mabetlerde (Ezoterik iç bünyede) öğrenen (öğrenci-görevli rahip) olarak, 4000
yıl süren bu uygarlığın gelişmesinde nasıl böylesine etkili olabildiklerini
daha iyi anlayabilmemiz için çözümlenmiş metinlerden birkaç örnekleme yapmakta
büyük yarar vardır.
Eğitim - Öğretim
Eski Mısır Uygarlığından kalan harabelerde, okul
olarak kullanılan yerler tespit edilebilmiştir. Bu okullar mabetlerin yanında
olup, rahipler tarafından idare edilir ve öğretim yapılırdı. Hatta büyük-rahip Krallığın
öğretim ve eğitim şefi ünvanını taşımakta ve günümüzdeki Milli
Eğitim Bakanlığı statüsünde idi. Ramseum mabedinin bir kısmında bu
okullardan birinin harabeleri içinde, rahipler tarafından çocuklara egzersiz
olarak yazdırılan müsveddeler bulunmuştur. Bu okullardaki rahip öğretmenler
öğrencilere hem yazıyı hem de hayatta gerekli olan çeşitli bilgileri
öğretiyorlar, bir taraftan da eğitimin faydalarını telkin ediyorlardı. Örneğin,
öğrencilere telkin olarak yazdırılan şu cümleler, bu konu için birer örnek
oluşturmaktadır: “Cahil bir adam yüklü bir hayvana benzer, okumuş ise bu
hayvanı (kendini) sevk ve idare edendir.”
Orta İmparatorluk devrinin bir filozofu, oğlunu okula
götürüp bıraktıktan sonra, onu teşvik amacıyla nasihatlerini yazı ile
bildiriyor ve diğer meslekleri birer birer sıralayarak, onların mahzurlarını
belirtiyor ve yazıp okuma öğrenmenin her tür meslekten üstün olduğunu söylüyor.
Bu nasihatler bin yıl sonra bile Mısır’da revaçta olmuş ve Yeni İmparatorluk
zamanında okuyup yazma öğrenenler daha da çoğalmıştır.
“Kalbini ilme ver ve onu öz annen
gibi sev.”
“Hiçbir şey, bilmek kadar kıymetli
olamaz.”
“Her meslek bir şefe tâbi olmayı
amirdir; sadece bilgili bir insan kendi kendini idare edebilir.”
“Bu dünyada hakiki tek bir saadet
vardır, o da gündüz kitapları şevkle toplamak ve bunları gece okumaktır.”
Bu cümleler üzerinde dikkatle durmaya değer. Çünkü
eski Mısırlılar bilgiye değer vererek onun önemini belirtmişler ve kitapların
bir araya toplanabileceğini, hatta bunları gece okuma imkanına sahip
olabildiklerini kaydetmişlerdir. Bir öğretmen talebesine şöyle hitap ediyor: “Vaktini
istemekle kaybetme! Elindeki kitabı oku ve senden iyi bilenlerin nasihatlerini
dinle.”
Rahip öğretmen, sadece okutmakla değil, aynı zamanda
çocukların ahlâki durumlarıyla da ilgilidir, onlardan birine yazılı olarak
nasihatte bulunurken şöyle diyor:
“Bana haber verdiler ki sen okuyup
yazmayı bırakmış, kendini zevke vermişsin, içki kokan yerlerde sokak sokak
dolaşıyormuşsun. Bu içki yüzünden insanlar senden kaçıyorlar. Sen, dümeni doğru
yola gitmeyen bir gemiye benziyorsun, sen ilahsız bir mabet, ekmeksiz bir ev
gibisin. Seni düz duvara tırmanırken görenler, senden koşarak kaçıyorlar. Çünkü
sen onları kırıyorsun. Ah! sen bilmiyor musun ki kuvvetli içkiler insanları
harap eder. Sen bunlardan vazgeç.”
Bütün bu nasihatlerden sonra, öğretmen kendi
hayatından da örnekler vererek, onu doğru yola sevk etmek için ümidini
kesmediğini ifade ediyor. İşte bütün bu sözlerden anlaşılıyor ki, okuma ve yazı
öğretmeyi üzerine alan insanlar, çocukların her türlü durumu ile ilgilidir ve
onları doğru yola sevk etmek için uğraşırlar. Eski İmparatorluk devirlerinden
birtakım atasözü mahiyetinde olan cümleler de öğretim sırasında yazdırılmaya
başlanmıştır. Örneğin, Vezir Ptah-Hotep’e izafe olunan bir “Yaşama Hüneri ve
Görgü” kitabında kaydedilmiş cümleler dikkate değer:
“Herkesten bir şeyler
öğrenebilirsin. Hak ve doğrulukla hayatta en ileri gidebilirsin. Sözlerinde
daima temkinli ol. Yükselmiş olanları küçümseme. Haberleri ulaştırma hususunda
sadık ol. Kendine dinlenmek için muayyen bir vakit ayır”.
“İlminden dolayı kibirli olma, kendi
gururunu bilgilerinin içine koyma. Alimlerden olduğu gibi, cahillerden de
nasihat dinle. Eğer sen yüksek bir mevki işgal edersen, hep iyi olan şeyleri
iste, öyle ki senin tabiatında hiçbir hata olmasın. Doğruluk çok fevkalâdedir
ve devam eder. Babam beni doğruluk içinde büyüttü, işte bana bıraktığı en iyi
şey bu olmuştur.”
Bunlar, hem ilke olarak ezberlenecek ve kopya
cümlelerdir, hem de söylem bakımından işlenmiş veciz ifadelerdir. Bu filozof
aynı zamanda amirine karşı takınacağı tavırlar hakkında da oğluna şöyle diyor:
“Seni selamladığı vakit yüzünü yere
eğ ve seni selamlamadan sakın konuşma; o güldüğü zaman gül, bu onun kalbi için
hoş olacaktır. Ne vakit senden yüksek birisi ile beraber yemek yersen, onun
önündeki tabağa değil, ancak kendi önüne konulan yemeklere bak.”
“Eğer sana, büyük bir kimse
tarafından sır olan bir vazife verilirse, onu hiçbir şey saklamadan olduğu gibi
naklet, hatta sana bundan dolayı üzüntü verecek şeyler olsa dahi. Kendini kötü
laflardan koru ve kaba konuşma.”
“Kendi yakınlarına cömert davran,
zira bir gün sana bir felâket gelirse, seni sadece onlar selamlayacaklardır ve
bundan dolayı sen memnun olacaksın.”
“Mala karşı haris olma. Bu tedavisi
mümkün olmayan bir fenalıktır ki, dostları ve akrabaları birbirinden ayırır.
Bu, bütün fenalıkların bir kaynağıdır.”
“İmkan bulduğun zaman bir yuva kur
ve karını sev.”
Yeni İmparatorluk devrine ait diğer edebi yazılar
arasında atasözleri ve nasihatler de vardır:
“Eğer başkasının evine girersen,
orada hatalı olan şeylere gözlerini dikme. Eğer gözlerin onları görürse,
susmasını bil. Dışarıda kimseye bahsetme, seni işitenler bir hata, bir cinayet
işleyebilirler.”
“Sırları açığa vurmaktan çekin. Üst
derecedeki amirlerine öfke ile cevap verme. O sana acı söylediği zaman, sen ona
sakince cevap ver ve onu teskin et. Onun öfkesi geçince, sana yeniden
dönecektir.”
“Kalbini herhangi bir kimseye doğru
yöneltme. Yanlış bir laf dudaklarından çıkınca başkası bunu tekrarladığı vakit
sen düşman kazanırsın. Bir insan dili ile mahvolur. İnsan vücudu her türlü
cevapların bir deposudur; bunların içinden iyisini seç ve söyle, fenasını ise
kendi vücudunda sakla.”
“Fazla içme, çünkü eğer düşer ve
uzuvlarından biri kırılırsa, sana hiç kimse elini uzatmaz. Arkadaşların ‘Bu
sarhoşu dışarı atın’ derler.”
“Saygılı ol. Senden yaşlı veya üst
derecede birisi içeri girdiği vakit ayağa kalk, fakat her şeyden evvel ailene
saygı göster. Anne ve babanın eline su dök. Annene bol ekmek ver ve onu seni
taşıdığı gibi taşı. O senin büyük yükünü kaldırmıştır ve seni üç sene müddetle
emzirmiştir. O, seni okuyup yazman için okula koymuş ve sana evden ekmek ve
bira getirmiştir.”
“Kalemini başkalarına fenalık yapmak
için sakın kullanma. Ne ölçülerde ne de tartmada hile yapma.”
“Adil ol, zenginlerin çıkarı için
fakirlerin hakkını yeme ve onları iyi giyinmiş olmadıklarından dolayı geri
gönderme.”
Rahip Öğretmenlerin görevleri oldukça önemli ve
zordur. Çünkü ilk olarak beş yüze yakın hiyeroglif işaretinin ve onların
anlamının öğretilmesi gerekmektedir. Ondan sonra, öğrenciler bunların kelime ve
fonetik işaretlerini ve eklerin nasıl yazılacağını öğrenirler ve böylece
abideler üzerindeki yazıları okumaya başlarlar, bundan sonra da kitapları
okuyabilmek için hiyeratik işaretleri de bilmek zorundadırlar. Bu nedenle
gençlerin hiyerogliften ayrı yazı şeklini de öğrenmeleri ve bunları bir araya
getirerek yazmaları gerekir. Bu şekilde yetişenler, iyi yazı yazmasını
öğrenebilirler, yerli ve yabancı kelimelerin yazılışını ezberlemiş olurlardı.
Bu yazı öğrenme sırasında çocuk kopya ederken eski edebiyatı ve klasik
metinleri de okumuş ve bellemiş oluyordu. Yeni İmparatorluk zamanındaki
okullarda, küçük Mısırlıların kopya ettikleri yazılar, yukarıda örneklemeye
çalıştığımız, Orta İmparatorluk devrinin edebi ve ahlaki metinleridir.
Tapınaklar, zamanımızdaki üniversiteler görünümündeydi
ve burada çağın konuları olan matematik, geometri, gökbilim, mantık, doğa
bilimleri, sanat, müzik, felsefe gibi konularda eğitim görülürdü. Eğitim
sistemi ezoterik olup özellikle Hiksos istilasından sonra son derece katı bir
şekilde uygulanmıştır.
Bilim
Matematik ve Geometrinin Mısır’ın ilk tarihi
devirlerinden itibaren ilerlemiş olduğu görülmektedir. Rhind papirüslerinde
matematik ve geometri ile ilgili birçok temel esas, ilmi bir şekilde
belirtilmiştir.
Astronomi biliminde çağdaşları olan Kaide kavimlerinin
bilgileriyle paralellik vardır. Yıldız Kataloglarında 5. derecede küçük olup
gözle görülmesi imkansız olan yıldızları bile net bir şekilde not etmişlerdir.
Gökbilime dayanarak gerçeğe çok yakın olarak 360 günlük takvimi
hesaplamışlardır. Günlük zamanı (24 saati) tam kesinlikle tespit etmişler,
tarihi olayların saatini bile kaydetmişlerdir. Gece ve gündüz ayrımı yapabilen
24 saat taksimatlı su saatini icat etmişlerdir. Nil nehrindeki taşmalar büyük
bir hassasiyetle gözlemlenmiş ve hesaplanarak kayıtlara geçirilmiştir. Taşmalar
için taşıntı havuzları yapılmıştır.
Tıp-Sağlık
Eski Mısırlıların Tıp üzerindeki bilgileri ise çağına
göre bilimsel bir zaferdir. Tıbbı geliştiren ise yine Rahipler olmuştur. Tıp
ilminin temeli olan üç esası metodik olarak ilk defa uygulayanlardır. Bunlar:
1- İnsan vücudu ve fonksiyonları üzerine bilinenler. 2- Hastalık çeşitleri ve
tedaviler. 3- Hastalıktan korunma çareleri. Eski Mısır’da hekimlerin
yetiştirildiği Mabetlere bağlı okullar vardı. Hekimler devlet memuruydu. Tüm
sağlık ve tedavi hizmetleri ücretsiz yapılmaktaydı. Ebers papirüsünde
kaydedildiği üzere yedi yüz çeşit ilaç ismi tavsiye edilmiştir. Bu ilaçlardan
bazılarının reçeteleri Grekler aracılığıyla Romalılara, oradan da Avrupa’ya
geçerek uzun yıllar uygulama alanı bulmuştur. Mısır Tıbbında bir de Baş
Hekimlik müessesesi vardır ki, Osiris okuluna bağlı bir Senatoryum’un
Direktörüne “Büyük Peygamber” denilmektedir. Ebers Papirüsünde bu hekimin göz
hastalıkları için bulunan bir ilacın mucidi olduğu yazılıdır.
Papirüslerdeki kayıtlara göre en çok teşhis edilmiş
hastalıklar şunlardır: Göz hastalıkları, kemik veremi, çocuk felci, anemi,
romatizma, apandisit, mide karın ve mesane hastalıkları, varis, ülser,
çıbanlar, sara, ve diş çürümeleri. Frengi ve kanser tanısına rastlanmamıştır.
Sık sık banyo yapılması, oturulan yerlerin ve civarların temiz tutulması,
yiyeceklerin yıkanarak yenmesi gibi özelliklerin Mısır halkında geleneksel bir
anlayış olduğunu da görmekteyiz.
Rahipler için de uyulması gereken kurallar vardır.
Bunlar, sünnet olunması, saçların üç günde bir kesilmesi, iki kez gündüz iki
kez gece yıkanılması, beyaz elbise giyilmesi, domuz eti ve fasulye yenilmemesi,
suyun kaynatılarak içilmesi, haftada 3 ya da 4 günde bir oruç tutularak mide ve
bağırsakların temizlenmesidir. Mumyalama işi apayrı bir meslektir ve hekimlikle
bir ilgisi yoktur.
Mimari ve Sanat
Mimari ve mühendislik tekniği üzerinde ne yazık ki
teorik bilgi olarak doküman bulunamamıştır (Mimarlar ve yapıcılar bilgilerini
sır olarak saklarlardı). Ancak mevcut yapılar, özellikle mabetler ve
piramitler, mükemmel birer teknik ve üstün bir taş işçiliği sergilemektedir.
Günümüzde piramitlerin (ehramların) yapılış tekniği ile ilgili 7-8 teori varsa
da, öne sürülen bu teorilerin teknik olarak mümkün olmadığı kabul edilmiştir.
Yani 20. yy’ın akıl ve bilimi bu işi henüz çözememiştir. Mabetlerdeki hacimsel
büyüklükler, yontma taş işçiliğinin zorluğu ve kalitesi, mabet içi süslemeler
ve dev heykelleriyle ortaya çıkan yapıtlara ise Avrupa Uygarlığı ancak 3000
sene sonra erişebilmiştir. Mısır sanatı duvar kaplamaları, kilimler, işlemeler,
mükemmel oymalı mobilyalar, tüller, porselenler, mineli sırlı işler, fligranlı
camlar, parlak madenden aynalar ve göz kamaştırıcı ziynet eşyaları arasında,
çok yanlı hayatın bütün yanlarına karşı karikatüre varıncaya kadar duyarlı,
renk tutkusuna sahip, yeni biçimler yaratan olağanüstü bir üslupta açığa çıkar.
Uadjit: İlahi tanrısal göz, insanın tanrıyı
tanrının da insanı görebildiği akıl ve idrakin gözüdür. Mısır’ın gerek
edebiyatında gerekse plastik sanatında, ‘şahin’e büyük yer verildiği görülür,
bu kuşun en güçlü organları gözleri olup çok keskin görme yeteneğine sahiptir.
Horus’un bir gözünün Ay, diğerinin Güneş olduğuna inanılırdı. Gözler dünyaya
geliş ve gidişte de ışığa açılan ve kapanan pencerelerdir. Mumyaların konulduğu
lahitlerin üzerinde de göz resimlerine rastlanır.
|
İki sütun arasında Aşağı Mısır’ın
koruyucusu “Uadjit” ilahi tanrısal göz ile kutsal böcek “Scarab”ın Tanrı
Kherpi’nin kanatlı başı içindeki şekliyle, iki yanda Aşağı Mısır’ın simgesi
Kobra yılanları ve lotus çiçekleri.
|
Bu, hiyeroglif aracılığıyla sesçil olarak dile
getirilen vucat adıyla bilinir. Hiyeroglif gösterimi arka sayfadaki gibidir.
Vucat hem bir insanın hem de bir şahinin gözüydü; saydam tabakanın iki
parçasını, gözbebeğini ve insan gözünün kaşını içeriyordu, bunlara alt kısımda
şahinin ıralayıcı özelliği olan renkli iki işaret ekleniyordu.
Mısırlılar, sığa ölçüleri (gerek tahıllar gerek
sıvılar) için üleşkeleri (kesirli sayıları) olanaklı kılan hesaplamalarda,
şahin-tanrı Horus’un gözünün (vucat) farklı parçalarını kullanıyorlardı. Bunlar
yarım, çeyrek, sekizde bir, on altıda bir, otuz ikide bir, altmış dörtte bir
olup, bu gösterim vucat’ı altı parçaya ayırmaktan ibarettir: 1/2, 1/4, 1/8,
1/16, 1/32, 1/64.
Matematiksel olarak bu serinin toplamı (kesirleri
sonsuza kadar devam ettirirsek) hiçbir zaman l’i aşamaz.
“Günün birinde bir yazman çırağı ustasına vucat’tan
yola çıkarak elde edilen üleşkeler toplamının ancak 63/64 değerini verdiğini
söylediğinde, birimi tamamlamak için gerekli olan 1/64’ü, koruması altında
bulunan hesaplayıcıya her zaman Tot verir yanıtını almış.”
Scarab: Kınkanatlı böcekler sınıfından olup
adı bok böceğidir. Karnını kocabaş hayvanların dışkılarıyla doyurur. Boyu iki
santimetreden fazladır, rengi karadır. Bok böcekleri hayvan dışkılarının üstüne
üşüşerek yaklaşık iki santimetre çapında yuvarlaklar meydana getirirler.
|
|
Scarab
|
Khepri (Güneşin Doğuşu)
|
Başlarının arka bölümünü mala gibi kullanarak
dışkıları yoğururlar. Dışkı yuvarlarının içine dişi böcekler hemen yumurta
bırakırlar, erkeği ile dişisi işbirliği yaparak yuvarı bu iş için hazırlanmış
çukura yuvarlayıp taşıyarak gömerler. Böylece dünyaya gelecek kurtçuklar yine
karın doyurmaya elverişli bir ortam bulduğu gibi, dışkının gömüldüğü topraklar
da gübre bakımından zenginleştirilmiş olur. Devamlı pisliğin içinde yaşamasına
rağmen art ayaklarıyla pislenmiş yerlerini kısa zamanda ve sürekli
temizlemesinden ötürü arınmanın simgesi olarak kabul edilmiştir. Sabah güneşi
tanrısının adıdır. Böceğin yumurtasını top şeklinde yuvarlaması “var oldu”,
“doğdu” anlamına gelir. Mumyalama işlemi sırasında ölünün kalbi çıkarılır,
yerine seramikten yapılmış bir scarab yerleştirilirdi.
Kherpi: Mısır güneş tanrısının, özellikle
sabah güneşi tanrısının adıdır. Ra sembolü ile belirtilen abidelerdeki kabartma
şekillerde scarab böceği ile simgelenirdi. Burada Ra, “var olacak” veya
“doğacak” anlamına gelir ve böceğin yumurtasını bir top şeklinde yuvarlaması
ile anlamlandırılır.
Lotus Çiçeği: Suyun altında yetişen çok nadide
bir çiçektir. Her türlü simgenin dışında, bütün niteliklerin üzerindedir ve
tinsel yükselmeyi “gerçekleştirmiş” bireyde, evrensel bilincin değişmez biçimde
var olduğunu gösterebilen insandır. O gerçek Mürşittir, öğrencilerini de
kendisi gibi yapabilendir.
Kobra Yılanı: Yılan, genetik gelişimden payını
almamıştır, ne tüyleri ne de ayakları gelişmiştir, duyma organından da
yoksundur. Diğer canlı yaratıklardan farklı olarak, hem dişil hem de eril karakterin
imajını yansıtır ve gereğinde her iki cinsin de rolünü üstlenir. Hermes
(Mercury) ve Asklepios’un asalarında birer yılan sarılıdır. Uzunlamasına
görünümüyle fallik, kıvrılıp dairesel bir duruma girince de dişiliğin yapısı ve
sembolizmine uğrar. Genel anlamda fallüsü andırdığından eril bir simgedir.
Dairenin (çemberin) dinamiğidir, süreklilik gösteren hareketlerin de
sembolüdür. Yılda birkaç kez deri değiştirmesi ve sürekli kendini yenilemesiyle
değişimin simgesidir. Bölünen bir parçasının canlılığını koruması ve gövdesini
yeniden yenilemesiyle yaşam gücünün simgesidir. Tüm yaşamını Toprak Ana’nın
bağrında sürdürdüğünden, tam anlamıyla toprağın hayat vericiliği ve
doğuruculuğu ile özdeşleştirilmiştir. Kobra yılanının eril simge olarak
fallüsten ziyade sperm’e çok benzemesi onu daha anlamlı kılmaktadır.
Ezoterizm (Tr. İçrek, İçrekçilik - Ar.
Batınilik): Konusu doğa olan, özellikle de insan ve insanın iç dünyası ile
ilgili olaylarla uğraşan (psikoloji, parapsikoloji), yöntem olarak bildirmeye
değil buldurmaya yönelik olan, bunu simgesel ve alegorik bir anlatım diliyle ve
dereceli bir sistemle yalnızca inisiyelerine sunan öğretidir.
Simgeleri geometrik şekiller, nesneler,
bitkiler, hayvanlar, harfler, sayılar ve bunların kombinezonları, gök cisimleri
vb.’dir. Bu simgeler, bir ya da daha fazla anlam yüklendirilmiş
kavramlar’dır. Birçok zorunlu sınavdan geçirilerek inisiye edilen adaylara
bu simgeler açık olarak bildirilmez, adayın istek ve emeği karşılığında
buldurulurdu. Değerli olan buldurmak idi.
Antik dönemde çeşitli yerlerde resmi dinlerin dışında
oluşturulan ve ezoterik yapılanma içinde bulunan öğretiler yapılmaktaydı. Bu
öğretilerden en ünlüleri şunlardır:
Mısır’da
: Memphis ve Teb
Yunan’da :
Orphik Mabetler, Pythagoras Okulu, Eleusis Okulu
İran’da
: Zerdüşt Tapınağı
Filistin’de
: Essenien Tapınağı (Daha sonra Lut Gölü ve Mısır’da da açılmıştır.)
Roma’da
: İsis Tapınakları (Mısır’da da aynı isimle vardır.)
Kudüs’te
: Süleyman Tapınağı
Doğuda
: Tibet Tapınakları
Hint’te
: Krişna, Brahma, Budha Tapınakları’dır.
Bütün bu tapınaklarda ortak simge “Üçgen” ya da
“Triad”dır.
Antik Yunan Kültür ve Felsefesi toplayıcılık ve
üreticilik açısından önemli bir merkezdir. Ancak Orpheus (M.Ö. 1000), Pythagoras
(580-497), Tales (600), Solon (640-559) gibi Antik Yunan düşünürlerinin de
Antik Mısır Öğretisi aldıkları bilinmektedir. Bu öğretiler daha sonra İslam
düşünür ve alimlerince (İbn Rüşt, İbn Sina, İbn Haldun, Muhyiddin-i Arabi)
benimsenip açıklanmış, İslam alimlerince Avrupa’ya tekrar tanıtıldıktan sonra
Batıda aydınlanma hareketi başlamıştır. Uzak Doğu ve Hint Ezoterizmi’nin de
Antik Mısır’da rafine hale geldiği göz önüne alınırsa, Mısır Ezoterizm’i
(Hermetizm) öncelikle önem kazanmaktadır.
İlmin, Sanatın, Müziğin ilahı olarak adlandırılan
Tanrıların Katibi “Tot”a Yunanlılar Hermes demişler ve Hiramus,
Hermese, Hürmüz, Hermes-ül Hiramise, Hermis, İdris isimleriyle Ortadoğu ve
Avrupa Kültürlerine geçerek Anadolumuzda da “Ermiş” olarak bilinen
Hermes-Tot; tek bir kişinin adı değil, o konuma, o “hal”e gelmiş her
kişinin ortak adı olmuştur. Karaleylek “İbis” olarak simgelenir. Hermes
kendisinden sonra gelen dinleri, ezoterik ve mistik yapılanmaları derinden
etkilemiştir.
Hermes Öğretisi (Hermetizm), Antik Mısır’da
tapınaklarda (en büyükleri Thebes ve Memphis) halka kapalı, yalnızca kendi
üyelerine dereceli bir sistemle sunulmaktaydı.
Leylek günümüzde de yeni doğanın
müjdecisi olarak kabul edilir.
Uadjıt İslam’da
Göz
İskenderiyeli Clemens’in (150-217) Stromat’larda bize
bildirdiğine göre, Hermes’e ait 42 kitap vardır. Bunlar astronomi, astroloji,
cosmografia, geometri, matematik, coğrafya ve din ile dinsel törenlere vb.
aittir.
Yunanlılarca Hermes olarak kodlandırılmış olan sözcük
aslen “HRM”dir. Grek ve Latin dilleri yazıya aktarıldığında, ünlü ve
ünsüz harfler kullanılarak ifade yazı kalıplarında dondurulmuş olur. Oysa Antik
Mısır, Arami, Asuri, Keldani, Süryani, İbrani ve Arabi dillerin yazı yapısında
ünlü harfler yoktur. Yazı dili ünsüzlerle kurulur ve okunurken ünlendirilir. Bu
ise dile olağanüstü bir zenginlik katar. Dinler öncesi soyut (hermetik)
kavramlar, Uzak Doğu, Orta Doğu, Mezopotamya ve Antik Mısır Uygarlıklarında
gelişip kendisinden sonraki dinlerinde temel kavramları haline dönüşmüştür.
(Antik Mısır Hermetizm’i sahip olduğu bilgileri
topluma aktarmanın bir yolu olarak, inisiyasyon içerisindeki öğretiyi cenaze
ritüellerine taşımasıdır ki günümüzde de dinlerde bu devam etmektedir.
İlahların çeşitli hayvanlar ile simgelenmesi hem
evrimi hem de bütün bu (hayvansal) huyların insanda da oluşu ile ilgilidir.
Mevlana Celalettin Rumi, Mesnevisi’nde de bu anlamda yüzlerce hayvan
hikayesiyle, insandaki hayvani huyları mükemmel bir şekilde vurgular. Bu ve
benzeri anlatımları yine çocuk hikayelerinde ve masallarda da görürüz.)
Nuh Peygamberde bu hayvanları ile birlikte Ararat
(Akadca; Uruatri, Qumran metinlerinde; Urarat, Kur’anda; Cudi) dağına çıkar. Uruatri;
dağlık bölge, yüksek memleket, herhangi bir şeyin en uç zirvesi. Çoğu peygamber
ve ulu kişi de çobanlık yaparak bu hayvanlarını güdmüştür.
Nuh Tufanı öncesi bu hayvanların bir
gemide toplanması
Bu Uygarlıkların (ve de dinlerin) kavşak noktasında
bulunan Anadolu’muzda da bu kavramlar gerek sözel, gerek simgesel, gerekse de
ritüelik ve alegorik olarak “Anadolu Kültürünün” temel yapıtaşlarını
oluştururlar. (Türkiye Karayollarındaki bütün kamyonların..vs. taşıtın
arkasında görülen Göz simgesini dünyanın hiçbir ülkesinde göremezsiniz,
keza Denizli şehrinin giriş kavşağındaki Horoz (Horus) heykelini de.
Birçok şehirde bulunan kutsal balıklı göllerle, yedi uyurlar mağaralarını
da....). Bilinen insanlık tarihinin hemen hemen tamamına yakınına ev sahipliği
yapmış, ve bütün bu kültürleri kendi kültürüne yansıtmış Anadolu insanının ve
aydınının bundan habersiz oluşu ise trajikomiktir. Bu nedenledir ki bu kültür
yarı dogmatik bir yapıya dönüşmüştür. Türk Aydını Çağdaşlaşma uğruna bu kültürü
görmezlikten gelmiş, halkının dogmalar batağında boğulmasına seyirci kalmıştır.
Hermetik Öğretinin etkisi altında gelişmiş İbrani ve
Arabi kültürlerinde harflerin sayılarla eşleştirilmesi ve yerlerinin
değiştirilerek anlam kombinasyonları oluşturulması geleneği hermetiktir. Buna
birkaç örnek verirsek:
HRM: Hiram - RHM: Rahim - HMR: Hamur, Hamr, Hamurabi -
RHMN: Rahman - IHRM: İhram - EHRM: Ehram - MHRM: Mahrem gibi.
Sayı kombinasyonlarıyla yapılan anlamlandırmalara
örnekleme yapacak olursak (harflerin sayı değerleri toplamlarına göre):
Ehad (Bir) 13 + Ahavah (Sevgi) 13
= YHVH (Yehova: 26)
Adem (45) - Havva (19) = YHVH (26)
Nahash (Yılan) 358 = Mashıyah
(Mesih) 358
Şemah (Tohum) 138 = Menahem
(Kutsal Ruh) 138
Bütün bu özellikler Antik Yunan’da ve İslam
Tasavvufunda da vardır. İbrani Mistisizmi ve İslam Tasavvufunda kullanılan bu
yöntemin kökeni olduğu belirtilen Hermetik öğretide de, 22 harften oluşan Mısır
Hiyeratik Alfabesinde her harf bir sayıya karşılık geliyor, her harf ve sayıda
üçgenlerle gösterilen üçlü bir yasaya bağlı olarak her birinin madde, akıl ve
mana aleminde bir yansıması bulunduğu gösterilmiş oluyordu.
Yunanlıların Tot’a vermiş oldukları bir isim diğer
isim de Mercury (Civa)’dir. Güneş ışınlarına en fazla maruz kalan,
güneşe en yakın gezegendir.
Mer, Eski Mısır dilinde Piramit
demektir. Diğer ismi olan Hermes (Hrm) = Ehram da aynı
anlamdadır.
Eski Yunanca’da ise Mer, Kara, Karanlık
demektir.
Mercury Kimyada civanın simgesidir, sıvı
olan tek elementtir, siyah ve beyazı içinde barındıran gümüşi gri bir rengi
vardır. En büyük özelliği ise diğer elementlerin arındırılmasında kullanılmasıdır.
Yani arıtıcıdır.
Hermes’in söylemlerine bakalım:
“Ruh perdelenmiş bir ışıktır. Onu
ihmal edersen kararır ve söner, ama onun kandiline kutsal aşk yağı koyarsan,
ölümsüz bir ışık halinde yanar durur.”
“Toprağın çocuğu; Kelam sendedir de
ondan. Sende bulunup da işiten, gören ve hareket eden şey Kelamın ta
kendisidir, Kutsal Ateştir, Yaratıcı Kelamdır.”
“Osiris semadadır, fakat Osiris aynı
zamanda her insanın kalbindedir. Kalpteki Osiris, semadaki Osiris’i tanırsa, o
zaman insan tanrısal bir ermiş olur ve parçalanan Osiris tekrar toparlanır.”
“Tanrı Baha’dır; Kelam da Oğul, her
ikisinin oluşturduğu bütünlük ise Hayat’tır.”
“Hakikati herkesin anlayış
derecesine göre açıkla. Ruh üstü örtülü bir nurdur ki ancak Aşk ile ebedi
olarak parlar; aşksız ise sönüp gider.”
“Asıl insan Nur’dur. İnsanlar bu
nuru tanımazlar ve onu fark edemezler; ancak hakikat budur. Nur her yerde, her
kayada ve her taşta vardır. Bir insan nur olan Osiris ile birleştiğinde, tikel
tümelle birleşmiş olur ve o zaman nuru, o perdeler arkasında gizlense de yine
her şeyi görür.”
“Bir insan bilgi ile törenlerin ve
ayinlerin (ritüel) üstüne yükselir ve Osiris’e ererse, Nur’a, o her şeyin
başlangıcı ve sonu olan ve baştan başa nur ile çağlayan Amon-Ra’ya varır.”
Antik Mısır’da, Kentlere göre Rahiplerin değişik
şekilde yorumladıkları Kozmogoniler (Evren Doğum) vardı. Bunlardan üç tanesi
önemlidir. Her bir kozmogonide Tanrı “Tot” vardır.
1- Heliopolis Kozmogonisinde, Osiris-İsis-Horus
üçlemesinden sonra “Tot” diğer tanrılar grubundandır.
2- Hermopolis Kozmogonisinde, Yaratıcı Tanrı
“Tot” bir söz (kelam) ile sekizli tanrı grubunu kurmuştur. Noun’un (İlk
Okyanus) ortasında bir yumurtadan (soyut anlamda yeniden doğuşu simgeler) Güneş
çıkmış, gökyüzünde yükselmiştir.
Daha eski bir anlayışta ise; Güneş, okyanusta yüzen
Lotus çiçeğinden fışkırmıştır.
3- Memphis Kozmogonisinde, en eski tanrı Ptah
aklı ile dünyayı düşünmüş, söz (kelam) ile dünyayı yaratmıştır. İlk ve
düzenleyen ilkedir. Ptah dünya üzerinde yaşamaları için Ka ve Kaou’yu
yaratmıştır. Ptah sekizli tanrı grubuyla bir bütün teşkil eder. Ptah’ın
kalbinde Horus vardır. Ptah’ın isteği ise Tanrı “Tot” tur. “Tot” ise tanrılarla
insanlar arasında katiplik yapan, “bağ” kurabilen tek tanrıdır.
Tanrı “Ptah” isim benzerliği olarak Antik Mısır’da
eğitim gördüğünü bildiğimiz büyük sayı mistiği “Pytha-Goras”ı hatırlatmaktadır.
Mısırlılar çok eskiden beri “Pi” sayısını biliyorlardı. Daha önce belirttiğimiz
gibi, Th = Tah = Tha kelime kökü olarak Tanrı anlamındadır. Goras
Aydınlatan anlamına gelir. (P) = Pi (3,1416...) gerçekte sonsuza gitmektedir. 3
sayısı 4 ile sınırlıdır. Ancak Pi sayısında ise sınırlı olduğu halde sonsuza
gitmektedir. Bu bağlamda;
PTAH; sınırlı sonludan sınırsız sonsuza
ile bağ kurulabilen tanrının ifadesidir.
Bu bağı kurabilen ise sadece Hermes “Tot”tur.
Bu sınırlı sonsuzluk aynı zamanda bilginin kesin değil ama yaklaşık
olduğunun ifadesidir.
Osiris-İsis-Horus üçlemesi ile ilgili, 4000 yıl
boyunca çok çeşitli ve az çok farklı anlatımlar yapılmıştır. Bu anlatımlar
içerisinde en eski olanları şöyledir:
“Seth karanlıkların, kötülüklerin Tanrısıdır.
Osiris’in ışığını yutarak onu yok eder. Osiris’in eşi İsis onu her yerde arar,
ama bulamaz. Osiris’i bulmak için Horus’u (Mısır dilinde Haraou) doğurur (Dul
Kadının Çocuğu). Horus, Seth ile amansız bir mücadeleye girişir, Seth Horus’un
gözünü çıkartır, Horus çıkan gözüne rağmen Seth’e saldırır, onun erkeklik
organını koparır. Sonunda bütün Tanrılar, Horus’u galip ilan ederek Osiris’in
tahtına oturturlar. Seth de sonsuza kadar Osiris’i tanımaya mecbur olur.”
Piramit kitabelerinde en eski bir diğer anlatımda
şöyle denir:
“İsis şahin olarak Osiris’in ölmüş
vücuduna girerek Horus’a gebe kalır, Horus doğduktan sonra babasının öcünü
almak için tanrı Seth ile karşılaşır. Seth önce Horus’u yener, onun gözünü
(Oudjat: sürmeli göz) çıkarıp saklar. Horus yılmaz, Seth ile mücadeleye devam
eder ve Seth’ten gözünü geri alır, yerine takar, mücadeleye devam ederek Seth’i
yener, babası Osiris’in tahtına oturur, Seth de tanrısal cezaya çarptırılarak
ömür boyunca Osiris’in cesedini sırtında taşır.”
Osiris: Tümel Zeka - İsis: Tinsel
niteliklerin tümü - Horus: Nesnel niteliklerin tümü.
Eski Mısır inançlarında Tanrı Osiris’in zengin
bir anlatımı vardır. Mısır Tanrılar Dünyasında önemli bir yeri olan, öbür
dünyanın sahibi, yargılama kurulu başkanı, yeryüzünde de Mısır Hükümdar
sülalesinin kurucusu sayılan, tanrısal bir doğumla yaratılmış tanrısal bir
insan olan Osiris, aynı zamanda insanlar arasında yaşamış olduğuna inanılması,
insanlara çok şey öğretmiş olması ve insanlar ile Tanrılar arasında köprü
olmasıyla mitolojik zenginliğe neden olmuştur. Yüzyıllar boyunca Tanrı Osiris
hakkında yapılmış dinsel spekülasyon, Tanrı Osiris’in kimliğini, özelliklerini
oldukça karışık bir bilgi haline getirmiştir. Ancak, Mısır panteonundaki diğer
Tanrılardan farklı olarak, Osiris hakkındaki düşünceler ve yakıştırmalar, onun
insan yaşamına benzer bir özelliği olduğunu göstermektedir. Diğer tanrıların
hiçbirinin insanlara yaklaşmadığı göz önüne alınacak olursa, Osiris halka çok
yakın olduğu için hakkında bu kadar çok spekülasyon olmuştur. Osiris’e, eski
Mısır dilinde Usire de denir. Kozmik Tanrı Shou (hava tanrıçası)
ile Tanrıça Nout’un (gökyüzü tanrıçası) oğullarından olduğu söylendiği
gibi, Tanrıça Nout’un Tanrı Shou’dan ayrıldıktan sonra Thot’un yardımıyla
Osiris’i ikinci günü yarattığı da söylenmektedir. Osiris inancının çıktığı kent
olarak da Busiris gösterilmektedir. Ancak tarih öncesi çağlarda da Osiris’in
var olduğu sanılmaktadır. Tanrı-insan kişiliği vardır. Kozmik olarak dünyaya
geldiği için Evren’e ait olduğu da bilinmektedir. Tanrı çoban Andjty’nin
halefi olmuştur. Doğanın her yıl sonbaharda ölümünü ve ilkbaharda canlanışını
simgeleyen Osiris’in öyküsü, Teogonia’nın en ayrıntılı öyküsüdür. Bu öykü,
Sümer, Hitit, Babil, Fenike’nin Adonis öyküleriyle ve Anadolu’nun Frig Attis
öyküsüyle benzerlik gösterir. Tanrısal bir olayı anlattığı gibi, siyasal bir
olayın da simgesidir.
Ayrıca Tanrı Osiris, toprak altına girip ekilen
tohumlara yaşam verdiği için “Ekim Tanrısı” olarak da düşünülmüştür. Geç
devirlerde Osiris kültü, Eski Yunan dünyasına ve Yakın Doğu inançlarına
girmiştir. Mezopotamya’nın “Tammuz Öyküsü” Osiris öyküsüdür.
Osiris’in kendisi, inananları için gök’ün merdiveninin
sembolü olmuştur. Gerçekten piramit metinlerinde gök kavramı mutat bir
kavramdır, bir halat veya katı malzemeden merdiven olarak görülür ve dikey ucu
“djed-sütun” (Buğday başaklarının üzerlerinde sıra sıra dizildiği sırıktır,
kırsal mümbitlik rituslarında rol oynar, içinde tanenin enerjisinin korunduğu
gücün bir sembolüdür) olarak temsil edilirdi ki bu Osiris sembolizmine özgüdür.
Merdiven, dirilme ve yukarı çıkma tanrısı Osiris için tasarlanmıştır. Piramit
metinleri, basamakları tanrıların kollarından teşekkül etmiş bir merdivenden
söz eder ki ölüler bununla gök’e tırmanırlar. Ölüler kitabına göre, “ışıkların
melekleri” “gök merdiveninin” her iki yanında dururlar.
Kabbala (İbrani) Merdiveni
Eski Mısır inançlarında, tanrıya ya da tanrılara sezgi
yolu ile kavranacak, içe dönük tapınma şekli olan Eski Mısır gizemciliğinde
kutlanan birtakım şölenler vardır ki, bunların en önemlisi Tanrı Osiris’in
Mısır ulusuna gösterdiği lütuflarına teşekkür niteliğindedir. Bu şükrediş
ritüelik bir harekettir. Bu bayramlarda Tanrı Osiris’in ızdırabı, Tanrıça
İsis’in arayışı ve Tanrı Seth’in mücadelesiyle ilgili üç bölümlük ritüel
uygulanırdı. Şölenlerde ibadet yapıldıktan sonra, ilahiler, kasideler okunur;
bu, halka ritüeli daha iyi anlatabilmek için seyirlik oyun şeklinde sergilenen
en eski Mısır tiyatro örneğidir. Bu kutlamalar hakkında tarihçi Herodotos en
çok bilgi verendir. Herodotos’un verdiği bilgilere göre, dinsever Mısırlıların
ritüel dinlerken gösterdikleri özen, duygu ve bağlılıklarını ölçebilmek için
dinle ilgili yapımlarını görmek gereklidir. Herodotos’un açıklamalarına göre, Sais’teki
Neith tapınağının yanındaki gölde yapılan gösterilerde sözsüz oyunlar
oynanırdı.
Busiris’teki Djed (eski Mısır inançlarında
tılsım anlamındadır, göğü taşıyan 4 sütundur) bayramlarında, Osiris’in
vücudunun saklandığı ağacı simgeleyen bu sütun için kutlanan şölen, tarih
öncesi çağlardan gelme bir külte dayanmaktadır. Osiris öyküsünde yer alan
Byblos’daki dalları kesik ağacı simgeleyen sütun şerefine yapılan Sokaris
(Sokar) kültüne bağlanmaktadır. Sokaris Thebes nekropolünün ilk tanrısıdır.
Tanrı Osiris Sokaris’i yutmuş olduğundan, Osiris ve Sokaris aynı kişiliğe
sahiptirler. Djed ile ilgili en eski resim, Thinit çağında, II. Sülâlenin son
hükümdarı Khasekhemoui (M. Ö. 2800 ilk yarısı) zamanına ait Hierakampolis’te
granit taştan yapılmış bir tapınağın payesinde “İsis düğümü” şeklinde
gösterilmiştir. Bir muska özelliği taşıyan bu resimde bir simge olarak
uygulanmıştır. Bu tür simgeler Djedet (Mendes) ve Djedou
(Busiris) isimlerinde de en eski olarak görülmektedir. Mendes ve Busiris
kentleri Djed kültünün merkezi olmuş ve Sülâleler Öncesi devrinde Osiris
yandaşlarının bayraktarlığını yapmıştır. Yine Sülâleler öncesinde Djed, Ptah
ile birlikte Güneş kültünün simgesiydi. Djed’in Tanrı Ptah ile birlikte
olmasına sebep olan Sokaris ve Osiris’te “Djed’in yükselişi” isimli rit
de önemli görülmektedir. Bu yükseliş töreni, Ptah’ın onuruna, saray erkanının
ve kalabalığın önünde hükümdar başkanlığında yapılırdı. “Djed’in
kaldırılışı” (Sehâdjed) denilen kutlama da Firavun Amenophis III zamanında
yapılmaya başlanmıştır. Firavun sülalesi ile bir Djed (tılsım) resmi
olan bir payeyi kaldırma töreninde kalabalık arasında yardım edenler vardır. Bu
tören sırasında rahipler kollarını açarak tapınırlar ve Bouta halkı (Pe ve Dep)
önce dans ederler, sonra birbirlerine girerek dövüşürler. Bu dövüş güneyden
gelen Horus’un hizmetkarlarının Seth taraftarlarıyla mücadelesini
görüntülemektedir. Herodotos’un verdiği bilgilere göre, Busiris’de Djed
payesinin bulunduğu yerde armağan dolu bir öküz getirilip kurban edilmekte ve
etleri Mısırlılara dağıtılmaktadır. Djed bayramlarını gösteren tasvirlerde halk
bayramı dans ederek kutlamaktadır. Yazılı kaynaklardan, Bubastis’te Djed
bayramlarına halkın Nil ırmağından kayıklarla gelip katıldıklarını, şölende
erkeklerin flüt, kadınların kastanyet çaldıklarını, kayıkla gelen Bubastis’li
kadınların temsili olarak dövüştüklerini, sonradan ziyafete oturup hep birlikte
şarap içtiklerini öğreniyoruz.
Yazılı kaynaklarda Djed’in (tılsım) ölüler tanrısı
Osiris-Sokaris olduğundan söz edilmektedir. Dinsel özelliklerinin yanısıra,
Vadi ve Delta ülkelerinin birleşmelerini anlatan politik özelliği de vardır.
Osiris mabedi kapısındaki Tanrıça İsis heykeli,
kucağında kapalı bir kitap olduğu halde yere oturmuş, murakabe yapar
durumdadır, yüzünde peçe vardır ve heykelin alt kaidesinde şu satırlar dikkati
çeker: “Benim peçemi hiçbir ölümlü kaldıramamıştır.” Duvar resimlerinde
ise başının üzerinde gönyeye benzer bir simge taşımaktadır (Gönye; tinsellikte
ölçü, düzen ve uyum, teknikte ise bilimi simgeler). Tanrıça İsis, analığın,
ailenin koruyucusu, ebedi güzelliğin sırrına sebep Osiris’in hem kız kardeşi,
hem de eşidir. Horus’un annesidir. Eski Mısır Tanrıçası Hathor’un, eski Yunan
Tanrıçaları Hera, Hebe, Demeter’in özelliklerine sahiptir. Eski Yunan ve Roma
çok saygı görmüş, Hıristiyanlık zamanında İsis-Horus kompozisyonu, Meryem-İsa
şeklinde görülmüştür. Bir eski öyküye göre; Tanrıça İsis, Osiris’i aramak için
Horus’u Chemnis bataklığına bırakmış, Horus Chemnis bataklığında anasız büyümüş
bir bebek olarak dinsel kayıtlara geçmiştir. İsis babasız çocuk büyüten dul
kadınlara güzel örnek olmuştur. İsis kucağında oğlu bebek Horus’u emzirirken
tasvir edilir. Horus, annesinden doğduğu haliyle saf ve temizdir, sadece
annesinin doğal olan saf sütüyle beslenir. Zihni daima ilk doğduğu andaki gibi
saf ve berraktır. Yani Horus, Hz. Muhammed gibi ümmidir. (Ümmi: Kelime kökü Ümm
yani anne, burada temel olandır. Ümmi, annesinden doğduğu andaki hali yansıtan
yaradılışla kalmış, dış dünyayla en ufak bir bilgi alışverişinde bulunmamış, aklında
hiçbir imgenin bulunmadığı saf akıl ve zekanın kendisidir, ya da bu hali
yansıtan insandır ki en güzel anlatımı ve simgelenmesi de bebeklik halidir.)
Horus şahin başlı, insan vücutlu olarak tasvir edilir.
Doğada ancak özgür bir ortamda doğum yapabilen bir kuştur. Son derece keskin
gözleri olan şahinin görüş gücü çok yüksektir. Horus, İbrani ve İslam kültürüne
Horoz olarak girmiştir. Anadolu’da Kibele ana tanrıça kültünde, rahiplerin
giydikleri elbiselerin ön yüzlerinde horoz motifi vardır ve bu simge Kibele
tapımının Roma’ya taşınması ile Avrupa’da da tanınmıştır. Günümüzde halen
Fransa’nın da sembolüdür.
|
|
M.Ö. 9-8. yy’a ait horozlu bir
İbrani mühürü
|
İslam ‘da Bektaşi Nisan tası
|
Osiris-İsis-Horus, tek bir öz den türemiş üç farklı
niteliği anlatmak istemektedir.
|
|
|
Osiris
|
İsis
|
Horus
|
Osiris Tümel Zeka’dır. Açılım yaparak tüm maddi alemde
kendisini tezahür ettirmiştir. Bu açılım tüm evrendir, doğadır, İsis’tir,
dişidir, doğurgandır, doğumun ve ölümün, yaşam zincirinin sürekliliğini
sağlayan gerekli bilimin sahibidir. Yaratıcıdır, Tümel Zeka da onun içinde
gizlidir, örtülüdür. Nesnel niteliklerin de tümünün sahibidir. Maddenin önce
kendini, sonra da kaynağı olan özünü idrak edebileceği Horus’un da
yaratıcısıdır. Osiris-İsis-Horus her üçü de birbirini içkindir.
Birçok zorunlu sınavdan geçirilerek inisiye olan
adaylar, bu tapınaklarda uzun yıllar kalarak kavramsal, simgesel ve mistik
içgörüye dayalı (sezgisel) bir öğreti yoluyla dönüştürülüp yeniden
doğuma ve yeniden yapılanmaya kavuşturuluyordu. Yunanlılarca “Hermes
Trismejists”, “Üç kez güçlü (büyük, bilge) Hermes olarak adlandırılan Hermes’in
bu üçlü ünvanı, onun öğretisindeki üçlü dizgeselliğinden gelmektedir. Hermes’in
bu ünlü Triadlar’ından bazıları şunlardır: Osiris-İsis-Horus, Beden-Zihin-Ruh,
Bilgelik-Aşk-Adalet, Bilim-Görkem-Güzellik, Matematik-Müzik-Astronomi,
Hayat-Kelam-Işık. Bütün bu ve buna benzer üçlü kavramlar birbirleriyle
ilişkilendirilerek yedi dereceli bir dizge elde edilirdi. Bu Hermetik Triadlar
daha sonra Philon tarafından da kullanıldı ve Hıristiyan Teslisinin kaynağını
oluşturdu.
Bu üçlü dizgedeki kavramlar birbirini bütünleyerek
anlayış kazandırıldığında, üçgenimizi oluşturan doğrular ortadan kalkar,
Horus’un ya da Ra’nın gözü açığa çıkardı.
Mısır Hermetizm’inin Yedi Temel tikesi;
1- Chat (Khat): Terazinin yatay kolunun hemen
altında bulunan dikdörtgen biçimli bir taşın üzerinde, sadece insan başı
belirli olarak gösterilmiş fiziksel bedenin maddesi Chat ya da Khat’dır. Madde
parçası olarak hareketsiz, donuk bir insan görünümündedir. Basit bir hammadde
olarak evrende bir tuğladır (toplanan paranın tuğla olarak isimlendirilmesi).
Rönesans simyagerlerine kadar gelen hammadde halindeki taştır. İşlenerek
mükemmel hale ulaştırılması gerekendir.
Arapça’da da kelime kökü Cehd: Kararlı ve
şuurlu gayret. Cihad: (Tasavvufta) Nefs’e karşı verilen mücadele.
Tevbe 9/73: “Ey Peygamber!
Kafirlerle ve münafıklarla cihad et.”
Furkan 25/52: “...onlara karşı
Kur’an ile olanca kuvvetinle bir cihad aç.”
2- Ankh: Terazinin sol kefesinde kırmızı Kalb’dir.
(Duygusal olarak dişilik sembolüdür, Ka kelime kökünden türemiştir.) Fiziksel
bedene hareket veren yaşam enerjisinin simgesidir. Yaşamın anahtarıdır, görünen
ile görünmeyen arasında iletişim kapısı olma özelliğini de taşır. Simgesi bütün
resim ve yontularda tanrıların elinde tuttuğu, üstü yuvarlak biçimli “haç”tır.
Bazen resimlerde, kafası ters üçgen olarak gösterilen stilize bir insan
şeklindedir, hiyeroglif yazıda “vermek” fiili için kullanılmıştır.
Philae Tapınağı avlu girişinde Şahin
“Horus” ile birlikte yaşam’ın simgesi “ankh”
3- Ka-(Kaou; çoğul): Terazinin orta dikmesinin solunda,
adım atma pozisyonunda olan Ka, duyguların yer aldığı ruhsal güçtür. Adım atma
pozisyonundadır ve her an yürüyüp gidebilir. Öldükten sonra yeniden doğan
dehadır. “Ka”nın hiyeroglif işareti “sarılmak, kucaklamak” olarak veya yukarıya
kalkmış şekilde iki kol olarak gösterilir. Çoğulu olan Kaou, insanın bütün
özelliklerini, yetkinliklerini, kalitelerini içeriğinde bulundurur. Bu
özelliklerinden ve yetkinliklerinden 14 istek ve duygu oluşmaktadır. Bunlar
güç, istek, yaratıcılık yeteneği, dirayet, soyluluk, akıl, gizemcilik,
yayılmacılık, tanıklık, tat, görme, duygu, terk etme, gıda alma ve yaşamını
sürdürme olarak görülmektedir. Ra ise bütün bu Kaou’ya sahiptir. Tanrılarda
“Ka”nın varlığının çok sayıda olduğu bildirilmiştir. Samimiyet ve istekle öne
doğru adım atılması (sisteme yaklaşımı), öncelikle inisiye adayının bu
doğrultudaki isteği olarak yorumlanabilir. Bu sahnede ölü, Tot’un önünde
olumsuz itiraf denilen şeyleri de söylemek zorundaydı.
|
|
KA
|
KRAL HOR’un KA’sı
|
Ka-Ra; Tümel zekanın insandaki tezahürüdür
(Ka’nın içinde gizlenmiş olan Nur’dur) (Nur, Ka tarafından yutulmuştur). Kara,
bütün renklerin başlangıcı ve tohumudur. Tüm ışığı absorbe eder. Renk gamının
bir ucunda beyaz diğer ucunda kara bulunur. Kara olmak, kararmak bir kere daha
önümüze çıktı ve daha da çıkacak, sanki Mısır Ezoterizminin temel yapı taşı
“Kara” ile ilgili. Daha önce gördüğümüz karaları anımsayalım: Kem ülkesi,
Narmer’in ve Mercury’nin Mer’i, Karanlıklar Tanrısı Seth.
Bu kara’nın tarihsel süreçte (bulgulara göre) ne kadar
geriye gittiğine bakalım. Mısır kültürü bağlamında şu bilgilerin ek olarak
sunulmasında fayda vardır:
Prof. Mellaart’ın, C-14 metoduna göre M.Ö. 8000 olarak
tarihlediği dünyada bulunan en eski kentsel-site ünvanına değer gördüğü, Ana
Tanrıça heykellerinin, resimlerinin, kabartmalarının bulunduğu yer Anadolumuzda
Çatalhöyük’tür. Sümer’den de çok öncesini yansıtan bu tarihleme Ana Tanrıçanın
Anadolu’nun yerlisi olduğunu açığa vurmaktadır. Ana Tanrıça mabetlerinde
(Mısır’daki gibi) öküz başı, boynuz, boğa, akbaba, koç, balta, geyik başları,
Malta Haçı, üçgen süslemeler kullanılmıştır. Bir resimde Ana Tanrıça sadece
başıyla temsil edilen bir koç doğurmaktadır. Bunlarda dikkat çeken unsur, bu
başlardaki boynuzların ve gözlerin özellikle boyanmış olmasıdır. Bu tapımın
Anadolu’da yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Eskişehir’le Afyon arasında Yazılıkaya’da;
orman içinde, yeşillikler arasında bir kayaya yaslanmış üçgen çatılı,
içerisinde duvara kazılı Ana Tanrıça olan bir mabet vardır. Mersin Yümüktepe,
Hacılar, Can Hasan bölgeleri de bize ilginç bilgiler aktarmaktadır. Özellikle
Yümüktepe’de, emsallerine göre bu en eski devirde bile şehrin taş surla çevrili
olması, surun hiç harç kullanılmaksızın suların düzleştirdiği taşlarla inşa
edilmiş olması, müşterek emekle yapılan amme hizmetlerinin dahi bu devirde
başladığını, söylendiği gibi taş işçiliğinin ve ustalığının Babil
sürgününden sonra değil, çok daha önce Anadolu’da, sonra da Mısır’da başladığını
gösterir. Evlerde taş temellerin varlığına da ilk defa burada rastlanır.
Kubaba, Kybebe, Kybele, Hepat, Marienen, Arinna ve Anadolu’da en eski
isimlerinden biri “Ma” olan Ana Tanrıçanın en büyük simgesi kara
taştır. Anadolu’nun Kuzeyinde yerleşmiş ve bir anaerkil toplum olan
Amazonlar bu tapımın başlatıcıları olabilirler. Karadeniz Bölgesinde varlığını
bugün de sürdüren ve Kafkas kökenli (Abhaz) Lazca olduğu söylenen dilde Toli
sözcüğü Göz anlamına gelir. (Abhazca’da Laz mavi gözlü, sınır
koruyucu anlamlarına gelmektedir.) Anatolia adının buradan gelmiş olacağını
kuvvetle göstermektedir. Mısır’a adını veren yanarak kararmış olan bu simgenin
(Kara Taş) kaynağının da Anadolu olduğu söylenebilir.
Mısırlıların İsis’i, Efes’in Artemis’i, Yunan ve
Roma’nın Demeter ve Afrodit’i simgesel olarak Kara (siyah) renk ile
gösterilmişlerdir. Roma’nın yedi tepesinden biri olan Platin dağının üzerinde
siyah küp şeklinde kara bir taş bulunur. Magna Mater’i (Büyük Anayı) sembolize
eder. Kara taşımızı daha sonra “Hacer’ül Esved” ismi ile Kabe’de
görürüz. Değişik isimler altında etkisini sürdüren ve Dul olan, Anadolu’daki en
eski isimlerinden biri Ma’dır, Tevrat’ta da Dul Kadın olarak adı
geçen bu anamız doğurganlıkla ilgilidir. Mısır hiyeroglifinde kara renkli
güvercin ölümüne kadar dul, yani yalnız bir yaşam sürdürmüş olan kadını
simgeler, Anadolumuzdan yola çıkan Dul Ana Tanrıçamızın oldukça çok gezindiği
görülmektedir.
KA; Yetkinleşebilme kabiliyeti olan insan, RA; Güneş,
Nur tanrı
Ka ve Ra birlikteliği;
Kara, her ne kadar renk simgeselliğinde siyah olarak
isimlendirilse de siyah değildir. Kara, kara olmak Mısır tradisyon’unda en
temel ilkedir. En dolaysız anlamında ele alındığında karanlığı ya da
“kopkoyu aşağı karanlıklar”ı ifade eder. Varoluşun ilkesi, Nur (Ra)’dır. Ra’nın
ilkesi ise; Mısır devlet armasında yılan ile simgelenen Rerek ( Apep,
Apepi, Apofis)’tir. Yılan biçimindedir ve Güneş tanrısı Ra’nın düşmanı, bütün
kötülüklerin sebebidir. Tanrısal gücü ve saltanatı simgeler. Rerek,
yeraltında oturur, ölümü ve karmaşayı simgeler. (Aslında aşağısı yukarısı,
karanlık aydınlık yoktur. Bütün bunlar insan aklının ikilikte olmasındandır.)
Antik Mısır Kraliyet Arması
Güneş tanrısı Ra’nın gündüzleri görkemli kayığı ile
gökyüzünü bir ucundan bir ucuna geçtiğine inanılır, gece bastırınca da Ra
yolculuğunu yeraltından sürdürür. İşte o zaman Rerek, durdurmak için Ra’nın
karşısına dikilir, ama kayığın önünde koruyucu olarak giden Set, elindeki
hançerle saldırarak Rerek’i öldürür. Böylelikle Ra yeni bir gün için bir daha
doğar. Kadim Mısır halkı Rerek’i engellemek için dualar okuyarak Ra’ya yardımcı
olabileceklerine inanırlardı. [Aydınlığın ya da ışığın (Ra), karanlıkla
savaşması (Rerek-Set), O’nu yenmek için değil tam tersine O’na ulaşmak içindir,
aslında savaşılan karanlığın bizatihi kendisi değil, O’nu gizleyen, perdeleyen
her şeydir. Hemen hemen tüm Kadim Tradisyonel öğretilerde amaç, inisiyenin bu
ilke’ye (Mısırda; önce Ra, daha sonra Rerek) ulaşmasıdır. Karanlıkların daima
simgesel anlamda yer altında olması, O’nun örtülü, gizli olmasındandır,
yeraltını; seviyesi düşük, değersiz olarak anlaşılmaması lazımdır.]
Mısır kozmogonisinde varoluş sırasıyla şöyledir.
MISIR PANTEONU
Büyük Ennead
Rerek
Ra’nın ilke’si, kopkoyu karanlık
Ra
Güneş tanrı,
Varlığın ilkesi
|
|||
Şu
Hava Tanrısı
|
Defnut
Yağmur Tanrısı
|
||
Geb
Yeryüzü Tanrısı
|
Nut
Gök Tanrıçası
|
||
Osiris
Ölülerin Tanrısı
|
İsis
Osiris’in eşi
|
Set
Karanlıklar Tanrısı
|
Nefitis
Set’in karısı
|
Horus
Şahin başlı tanrı
|
|||
Antik Mısır’ın oluş hikayesi kısaca şöyledir:
“Ra” önce “Şu” ve “Tefnut”u yaratır. Shu (şu), hava
tanrısı olduğu ve bundan böyle, gökyüzünün ağırlığına destek olmanın görevini
üstlenmiştir. Tefnut, Şu’nun karısı ve nem tanrıçasıdır. Şu ve Tefnut’tan
yeryüzü tanrısı “Geb” ve nem tanrıçası gökyüzü tanrıçası Nut yaratıldı. Gökyüzü
tanrıçası olarak Nut, her sabah güneşi ve yıldızları doğururdu. Nut,
tasvirlerinde, elleriyle bütün dünyayı kaplar bir tarzda gösterilir ve
vücudunda da güneş, ay ve yıldız resimleri vardır. Nut’a “Tanrıları doğuran
Büyük Hanım, İki Ülkenin Kraliçesi” deniliyordu.
Geb ve Nut’tan Osiris, İsis, Set ve Nefitis geldi.
İsis’in kız kardeşi olan Nefitis, kadınlık tanrıçası idi ve Osiris’in hüküm
salonunda İsis’le birlikte tasvir edilir.
Osiris ve İsis’ten de Şahin başlı tanrı Horus gelir.
Osiris ile İsis hem eş hem de kardeştir. Osiris ile
Set kardeştir, Set ile Nefitis hem eş hem kardeştir. İsis ile Nefitis kız
kardeştir. Bu bilmeceyi çözer isek şöyle bir sonuca gideriz:
Osiris, İsis, Set, Nefitis aslında tek bir bütün olup
doğadaki canlılığı ve bilinç sahibi İnsan’ı işaret eder.
Osiris ve Set; Mısır Tradisyon’undaki oluş ilkeleri
(Nur-Kara) olan “öz”ü. İsis, Bu ana ilkeyi (insanda- Horus’ta) açığa çıkartan
dişil ilkeyi. Nefıtis’te “Can-Yaşam-Nefes” olarak doğum yapabilen, doğurabilen
dişil ilkeyi belirtirler.
Panteon şemasına bakarsak: 1- Varoluş’un ilkesi
Nur’dan; Şu ve Tefnut. 2- Şu ve Tefnut’tan; Geb ve Nut. 3- Geb ve
Nut’tan Osiris, İsis, Set, Nefitis 4- Osiris ve İsis’ten (Set ve
Nefitis’in katılımı ile) Horus olmuştur.
Bu mantık dizgesinde bir yaradılış değil, evrimsel
süreci gösteren bir oluş söz konusudur.
Kara (Rerek), “Eylemsizlik halinde görülen tam bir
etkinliktir”, çünkü tüm nurun fışkırarak içerisinden çıkacağı, tüm varlık
aleminin doğacağı ilksel olandır. Tüm tezahürün ve tüm olağanlıkların ötesinde
olarak Nur’un ilkesel yönüdür. Aşırı uçların birleşmesi (aydınlık-karanlık),
kavuşması işlemi yalnızca burada (kara) gerçekleşir. Tüm varlık alemi, ilksel
olandan uzaklaştıkları için, Kara (örtülü, kayıtlanmış) dırlar. Mısır
hermetizm’inin (ve başka tradisyonların) inisiyede nihai olarak amaçladığı son
nokta, varlığın en gelişmiş kademesi olarak gösterilen bilinç sahibi insan’ın
öncelikle bu Kara’nın içerdiği Nur ile tanışması, O’nu bir ayna gibi bilincinde
şuurlu olarak yansıtabilmesidir. Ancak burada ulaşılması istenen sadece Nur’a
ulaşmak (nur’a ulaşıp orada kalmak anlamında) değil, bu iki aşırı zıt ucun
(Aslında tezat iki uç gibi görünen bizim algılayış tarzımızdır. Bu ikiliğin
sınır çizgisi; İslam’da Berzah olarak tanımlanmıştır.) kavuşturulması (zıtların
birliği) birleştirilebilmesidir ki, bu ayrımı mükemmel bir simgesellik ile
belirtimi, (Horus-Tot özdeşleştirilmiştir) Hermes-Thot’un Mercury yani Civa ile
özdeşleştirilmesidir. Civa’nın renkleri daimi olarak
siyah-beyaz-siyah….. olarak değişime uğramakta, gözlemle net
bir tesbit yapılamamaktadır. Her iki renk daimi olarak biri birlerine dönüşüm
içerisindedirler. Mısır Ezoterizm’i kaos ile düzeni iç içe, biri birlerinden
ayrımlanamaz bir bütün olarak görür ve tüm varoluş bu bağlamda; Var oluş’un
ilkesi (Ra) Nur, Nur’un ilkesi de kara (Rerek)dır, Varlık; en tekamül etmiş
haliyle (Horus ya da Tot ile simgelenen) insan gizil olarak kendi ilkeleri
olarak Ra’yı ve Rerek’i içerir. Varlığın gizil olarak içerdiği Rerek ise Set
olarak simgelenmiştir. Set ile Rerek özdeştir. Ancak ilke olarak Rerek hiçbir
varlık tarafından içerilmediği için ayrıca simgelenmiştir.
İnisiyasyon sözcüğü “giriş ve başlangıç” anlamlarına
gelen “initium” sözcüğünden türetilmiştir, bu, kat edilecek olan bir
yola giriştir, ya da olağan insanın dar, sınırlı yaşamındakinden farklı olan
bir düzeydeki imkanların geliştirileceği yeni bir varoluşun başlangıcıdır ve
inisiyasyon, en dar ve en kesin anlamında, gerçekte tohum halindeki (Osiris)
potansiyel gücün, etkinin iletilmesinden yani inisiyatik bağlanmanın
oluşturulmasından başka bir şey değildir. İnisiyedeki tüm hal değişimlerinin
gerçekleşmesi bir yol olan bu yürüyüş ancak bu; “Karanlıkta” yapılabilir
ve her ileri hal değişimi “aydınlanma” olarak betimlenir (Kur’anda; İSRA- Gece
yürüyüşü Suresi).
İslam’da ise bir anlamda bu ilke Şeytan (Set-ilksel
kara’nın varlıktaki tezahür) olarak adlandırılmış olup, tarihi süreçte,
(yukarıda açıklanan bağlamda) bazı ezoterik yapılanmalarca “şeytanın yeryüzünün
(varlık aleminin) ilahı olduğu” söylemiyle O’nu sahiplenmeleri, bu ezoterik
yapılanmaların (örneğin YEZİDİLER’in) şeytana taparlar olarak dışlanmalarına ve
eziyete uğramalarına sebep olmuştur. Oysaki Kur’an da, bu anlamda Şeytanı
kötüleyen, lanetleyen, dışlayan ifadeler yoktur. Bilakis Allah, O’nun ilelebet
insanların başına bela olmasına ses çıkarmamış, müsaade etmiştir.
ŞEY; açıkça tanımlanamaz olanı işaret
eder.
TAN; Alacakaranlık
ŞEYTAN; Alacakaranlıkta olan “O” Şeydir ya
da Şey’i Tan olandır.
Yahudi Kabalistlerince rakamsal sayı değeri 666 olan
şeytanın, bu kod’lamanın açınımı ve sayılara karşılık gelen kavramsal anlamları
ile Kabalistlerce nasıl kabul edildiğine bakalım.
Şeytan; 666 rakamına 6+60+600 olarak ulaşılır.
Rakam
Karşılık gelen Harf Değeri
Karşılık gelen anlamı
6
V,u -
Vau
Üreme gücünün erkek ajanı,spermler
60
S-Sammek
Üreme gücünün dişil ajanı,dişilik yumurtası
600
Mem
Üremenin kozmik durumu
Bu kotlama ve karşılık gelen anlamlarından da
anlaşılacağı üzere, kabalistlerce de Şeytan; eril ve dişil özellikleri
içerisinde taşıyan, üreme özelliğine sahip olan ve varoluş dünyasında açığa
çıkmış olan her şeydir. Yani uçan, kaçan, kanatlı, kuyruklu başka bir alemin
yaratığı değildir. 666’nın hem hayr’ı hem de şerr’i içeren bir simgeselliği
vardır. Aynı zamanda Pisagorcular’ın sayısı olarak ta bilinir.
4-5 —AB (Hati) ve BA (Be; Bai): Terazinin Kalbi taşıyan kefesinin
solunda yer alan bir çift kadın figürüdür. Genellikle biri çıplak diğeri
giyiniktir ya da biri çok sade giysili diğeri ise çok süslü giysilerle
resmedilir.
Ab, fikir ve arzuların çıktığı, kurnazlık ve bencilliğin
yer aldığı karmaşık yapıların bulunduğu kısımdır. Temizlenmesi gereken yerdir.
(Ab, Farsça’da “su” anlamına gelir, su ile yapılan ritüelik arınmaya da Abdest
denmiştir. Su ile arınma Ritus’u ezoterik bütün yapılanmalarda görülmektedir.)
Ba ise aksine dünya ötesine de geçebilen saf
fikirlerin çıktığı yerdir. Bunlar insan zihninin iki yönüdür, ama
mükemmelliğe erişmemiş olan insanda sanki ikiz kardeşlermiş gibi her ikisi de
beraber ve yanyanadır. Ba, Manevi dirilmenin beklendiği gizli oda’dır.
İslam Tradisyon’unda “Ba” harfinin karşılığı “Adem”dir ki, buradan da “Ba=Adem”in
bilinçli insan varlığının ilkesi olduğu görülür.
Nitekim İslam’da önce Nur olan Muhammed ve daha sonra
O’nun Nur’un- dan da Adem yaratılmıştır. Tasavvuf Allah’ın insanı kendi
suretinde yaratmasını bu manada anlar.
Ab ve Ba’nın birlikteliği bize Abba sözcüğünü
vermektedir ki bu da Sami dillerde Baba anlamına gelmektedir. Ab ve Ba
özellikleri ile insana giydirilmiş bu elbise kısaca Aba olmuştur. Bu
Aba’nın Ra’dan oluşması, dönüşmesiyle Abara olmuştur. Yani Ra’dan
tezahürü olan, Ra’yı da içeren Aba=Baba’dır. Bu Baba Abaram-Abram’mıdır
acaba?
Ab; Etkindir, erkektir, başlangıç ve ilk ilkedir.
Yahudi’de karşılığı Yod (Jod) dur. Ba; Edilgendir,dişidir. Yahudi’de
karşılığı Boaz’dır.
Bu karşıtlar arasındaki çelişki ve çatışmadan bir
sentez oluşturulur, bu devinim evrimsel doğrultuda yinelenme sürecidir. Yani Abba;
kendini devamlı yenileyen, dönüşen bir evrimsel süreçtir.
Tüm Milletlerin Atası (Muhammet’in de) babası olarak
daha sonra adı (Tekvin 17/5) İbrahim olacaktır. Ancak İslam’ca da
lanetlenen Firavun İbrahim Peygambere ahlak dersi verir:
“Ve Firavun Abram’ı çağırıp dedi? bu
senin karın olduğunu niçin bildirmedin? Niçin; Bu benim kız kardeşimdir, dedin,
ben de onu karı olarak aldım? Ve şimdi, işte karın, al ve git. Ve onların
hakkında Firavun adamlarına emretti; ve onu, ve karısını ve kendisine ait olan
her şeyi gönderdiler.” Tekvin, Bap
12/18-20:
KA ve BE (BA) den Triad Üçlemesi -
Şenlik Çadırından Karataş’a:
Mısır hiyeroglif simgelemesinde “Şenlik Çadırı”
olarak tercüme edilen, sayısal değeri “4” olan bir şekil vardır. Bu Şenlik
Çadırını Asya üzerinden en ilkel kült sayılan Şamanizm’den yola çıkarak
izleyelim.
Kam Evi; Şaman Çadırı: Şaman’ın çadırı onun mabedidir. Bir
şaman çadırında görülen simgeler şunlardır: Davul, Kuş heykelcikleri (Horus),
Yılan resimleri (İsis), Güneş ve Hilal resimleri (Osiris ve Hermes). Çadırın
orta dikmesi (direği) yerden göğe, çadırın dışına uzanır ve en ucunda kuş
asılıdır. Genellikle de merdiven görünümündedir. Şaman bu Mabette kendinden
geçerek (transandantal), davulunu çalıp dans ederek büyük bir şenlik ve neşe
yaşar. Mabet, çadır bu şenliğin yaşandığı yerdir, yaşayan ise insandır
(şaman), gerçek mabet odur.
Eski Mısır’daki Şenlik Çadırı, İbrani Kültüründe Toplanma
Çadırı şekline dönmüştür. Çıkış, 37/Bap 37, 38, 39, 40’da uzunca anlatılır.
Önce çadırın içine konacak Musa’nın Kutsal Sandığı (Ka), sonra Yedi
Kollu Şamdan (7 ilke), son olarak da kutsal toplanma çadırı (Ba) yapılır
ve Musa Yedi Kollu Şamdanın ışığı ile çadıra girer, yani sandık çadıra konur
(Kabe).
Çıkış, Bap 40/33-34: “Böylece Musa işi bitirdi. O
zaman bulut toplanma çadırını örttü ve Rabb’in izzeti (Ra) meskeni doldurdu.”
İbrani Ezoterizmi de Ka-ba-la adı altında
incelenir.
Şimdi gelelim Mısır’a. Anlaşılan Mısırlılar bir evrim
geçirmişler ki çadırdan Piramit’e geçmişler. Mısır Ezoterizminde,
topluma değil sadece inisiyelere bu öğreti verildiğinden, dereceli bir
hiyerarşi vardır ve Yerden Göğe yükseliş Piramit şeklinde olup zirvede
sıfırlanır. Bu nokta Başrahibin olduğu zirvedir. Sırlar herkese açık değildir.
Ka aynı zamanda eski Mısır dilinde bir küpün hacmine
eşit hacim ölçüsüdür. İnsanın bütün özelliklerini, yetkinliklerini, kalitesini
içinde bulunduran ve yukarıda belirttiğimiz gibi 14 istek ve duygusu olan (Ka)
insan, Ba’daki gizli odasının anahtarını bulup içeri girdiğinde Ruh’lanır.
Anlam kazanır. Kabe olur.
Şimdi de geldik Beytullah’a. Burası Allah’ın
evidir. Küp biçimindedir. Basiretin, eşitliğin, manevi gelişmenin de
sembolüdür. Kare tabanı, Dört Temel Kuvvet olan Toprak, Hava, Su ve Ateş’tir.
Görünümü itibariyle dengenin de simgesidir. Kabe’nin örtüsü de Kara’dır.
Topluma hitap ettiğinden yeryüzünden gökyüzüne yükselirken köşe kenarlar dik
olarak çıkar, Yer ile Göğün birlikteliğini (madde ve manayı) tüm dünyaya
toplumsal temelde ilan eder. Madde ile mananın birlikteliğinin sırrı herkese
açıktır.
Tasavvufta birinci Kabe budur. Ancak ikinci bir Kabe
daha vardır ki o da Gönül’dür (Kalb, Söz, Kelam). Kabe’nin (Küp’ün) üzerine
çıkıp gönül kuşunu (Anka Kuşu) uçurmak için Kalbin dönüştürülmesi
gerekmektedir. Hz. Süleyman da bu kuşların dilinden iyi anlardı.
Anlaşıldığı gibi Piramit de, Toplanma Çadırı da, Kabe
de hep “insan”dadır. Ancak bunun hitabının, anlatımının sırasıyla
Mısır’da inisiyeye, İbrani’de kavme, İslam’da ise tüm topluma
yapıldığı görülmektedir.
6-Akhu (Cheybi): Terazinin sol kefesinin üst
solunda, küp şeklindeki taşın üzerinde, insan başlı kuştur. Memphis’te Yeniden
Doğuş Kuşu, Feniks ya da Anka olarak adlandırılır. Amon’un ya da manevi ışığın
aydınlattığı sihirli küp taşın üzerinden yükseklere doğru her an uçabilir.
Hiyeroglif yazıda sorguçlu kara leylek olarak gösterilir. “Yararlı
olmak, etkili olmak, muzaffer olmak” fiillerinde de kullanılmıştır. Tasavvufta,
“Anka-i la mekan” yani “Mekansız Anka”, yeri belli olmayan, belirlenemeyen
Anka’dır. Gözle görülmemesi nedeniyle vücut ve dünyanın maddi ağırlığından
kurtulmuş “Kutsal Ruh”u ifade eder.
7- Ku; Atmu (Sahu); (İlahi Ruh): Resmin sol tarafındaki İsis’in
simgesi Büyük Ana’nın önündeki figürü görüyoruz. Bu Osirisleştirilmiş İlahi Ruh
Ku’dur.
Osiris-Ani yani Tanrı-İnsan olarak kaybetmiş olduğu
boyutlarını yeniden kazanma olasılığına sahip olan insandır. Değişik biçimler
içerisinde dahi değişmezliğini koruyan parçasıdır insanoğlunun. O, Ra’nın (R) harekete
geçmemiş halidir.
İnsanda da uyur halde (harekete geçmemiş) bulunan “Ku”nun
canlandırılarak harekete geçirilmesi gerekmektedir. Dilbilimcilere göre “R”
simgesi ile gösterilen ses, doğada, tümel olanın, kalabalık grupların
çıkarttığı hareketi, hareketlilik halini tanımlayan, belirleyen sestir. Toplu
yürüyüşlerde (insanların veya hayvanların), büyük orman yangınlarında, büyük su
kütlelerinin ataletleriyle çok yükseklerden aşağıya düşüşlerinde duyulan
doğasal olan sestir. Sözel ifade kalıplarında o ifadeyi de hareketli kılar.
Akar, düşer, çağlar, yürür gibi, sözcüğe hareket
getirir, onun hareketli olduğunu vurgular. Bu bağlamda; uyur haldeki ilahi
varlığımız olan “Ku”muzu, hareketli hale geçirdiğimizde “Kur” ile
simgeleyerek aynı zamanda da yazı dili olarak ifade etmiş oluruz.
Hareketli hale getirerek, işlerlik kazandırdığımız,
İlahi Varlığımız olan “Kur”un, o An (zaman dilimi) daki haliyse “Kur’an”
olacaktır. (Ku’nun uzamdaki açılımı olarak). Tümel Zeka, Nur olarak
adlandırılan, ifade edilen ve bütün ezoterik yapılanmaların, insanın ulaşması
gereken tek hedef olarak ortaya koymaya çalıştıkları ve bu erişimin sadece ve
sadece burada (dünyada, zaman ve mekan içerisinde) olabileceğini belirttikleri
ilişki halidir “Kur’an”.
Bunu “Ba” (İnsanda manevi dirilmenin beklendiği
gizli oda, 5.ilke) sı ile başaran kişi ise; “Kurban” olmaktadır. Bu
kendisini okuyan insandır.
Hac Suresi 22/37: “Onların (hayvan kurbanlarının) ne
etleri ne de kanları Allah’a asla ulaşmaz, fakat sizin takvanız
ona ulaşır.” (Takva: İnsanın Allah’tan uzaklaştıran şeylerden kaçınması)
Antik Mısır Hermetik öğretisinde bu ilişki ve metodu,
Mısır’ın Ölüler Kitabında “DOUAT” kavramı ile adlandırılır. Ölüler
kitabına, “Kapılar Kitabı” da denir.
DOUAT; Arkasında derin sırların bulunduğu,
açılması gereken 12 kapı, gecenin 12 saati, 12 bölge olarak bildirilir. Bu
kavram Yahudi’de DAAT, İslam’da DAVAAT-DAVET (çağrı-birşeyin ortaya çıkmasına
sebep olma) olarak karşımıza çıkar.
DAAT; Yahudi Kabbalistler DAAT’ı şöyle
tanımlar; Mutlak olanın, varoluşun içine girmesidir. Daat görünmekle kalmaz,
aynı zamanda bilinirde ancak bu biliş derin düşünme ile elde edilen bir biliş
değildir. DAAT, OLMAKTIR. (Kayıp 12 Sıpt’ı hatırlayalım)
DAVET, DUA (Çağrı): Kur’anda iki yüze yakın yerde
geçmekte olan DUA ve DAVET kökünden kelimeler, Kur’anın en önemli temel
kavramlarından birini oluşturur ve kavramı bize daha anlaşılır kılar. Davet ve
Dua; Çağrı, yakarış anlamındadır. Bu köklerden türeyen kelimelerin tümünde bu
anlamlar vardır. İnsanın Allah’ı çağrısı DUA, Allah’ın insanı çağrısı ise
DAVET olarak adlandırılır. (Bunu karşılıklı bir manyetik çekim, cazibe gibi
düşünebiliriz)
İslam KUR’ANI şöyle tanımlıyor:
Kur’an, Tebliğ yönünden nüzûl (iniş), amel
ve itikat yönünden urûcdür (yükselme). Bu, kalpten Allaha yükselen dua, samimiyet,
iyi niyet ve salih amel; Allah’tan kalbe doğru da feyzdir (ilhamın akışı).
Burada taraflardan biri zat-ı mutlak, biri müminin kalbidir...”
Allah ile kul arasında olan manayı kula inzal
(indirme) suretiyle gönderir ve kuldan Allah’a amel şeklinde urüç (yansıtarak
yükseltme) ettirir.
Uruç: Kalb’ten Allah’a DUA
(Samimiyet, iyi niyet, salih amel).
İnzal: Allah’tan Kalb’e doğan DAVET,
feyzdir (İlham).
İslam alimlerince KUR’AN olarak nitelenen bu
ilişki bir anlamda karşılıklı biri birini besleyen, geliştiren (aynı zamanda
yakınlaştıran ve uzaklaştıran) bir FEED-BACK mekanizması gibi düşünülebilir.
İslamda; Tüm varlık ve oluş, ilahi vahiy bir “BASİRET” konusudur.
Yani (5. ilke) BA’nın SİRET’i (Ahlakı, karakteri,
tabiatı, tavır ve hareketi) tüm varlık ve oluş ile ilahi ilişkinin sırrı,
konusu imiş.
Kur’anın, duyular üstü bakış, seziş ve görüş kudreti
olarak tanıttığı BASİRET, görmek, görmeyi kolaylaştıran ışık, görme aracı
anlamındaki “BASAR” kökünden türemiştir. Basar “Kafa Gözü”
anlamına gelmektedir. Dönüp dolaşıp Hermetik Mısır kavramlarına gelmekteyiz.
İslam Alimleri; Kur’an da Basar (çoğulu; Ebsar)
kelimesi ile beraberde kullanıldığından, bu kullanımda kafa gözünün insana,
basiretin Allah’a izafe edildiğine dikkat çekerler ve buna dayanarak basireti,
Kalb gözü olarak tanımlarlar. Basiret kalbin bakış ve görüş gücü olup varlığın
iç sırları onunla yakalanır.
Mevlana Celalettin şöyle diyor:
“İnsanoğlu gözdür, gerisi deriden
ibarettir. Göz ise, Dost’u yani Allah’ı gören göze denir.”
Kıyamet Suresi 14: “Gerçek şu ki insan, öz benliği
üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır.”
En’am Suresi 104: “Gerçek şu ki size Rabb’inizden
gönül gözleri gelmiştir...”
Kaf Suresi 22: “Andolsun, sen bundan gaflet
içindeydin. Ama perdeni kaldırıverdik. Bugün gözün keskin mi keskin.”
İsra Suresi 14: “Oku, kendi özel kitabını, bugün
sana tanık olarak öz nefsin yeter”
Zariyat Suresi 20-21: Yeryüzünde ayetler vardır
görürcesine bilenler için. Benliklerinizin içinde de. Hala bakıp görmeyecek
misiniz?
Fussılet Suresi 53: “Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve
öz benliklerinin içinde göstereceğiz....”
Hac Suresi 22/3 7: “Onların (hayvan kurbanlarının) ne
etleri ne de kanları Allah’a asla ulaşmaz; fakat sizin takvanız
ona ulaşır”. (Takva; İnsanın, Allah’tan uzaklaştıran şeylerden kaçınması)
Fussılet Suresi 12: “Böylece gökleri ve yeri,
yedi planlı gök olarak kendi zaman ölçüleriyle iki günde düzenledi ve
her gök planına, kendisiyle ilgili görevler vahyetti”.
Hz. Muhammed şöyle diyor.
“Bu Kur’an, 7 harf (lehçe, beyan
tavrı) üzre indirilmiştir. Her harfin bir zahrı (dışı), bir batını (içi), bir
haddi (varış yeri), bir matlaı (doğuş yeri)vardır.”
Bu hadisi açıklarken Seyyid Ahmed Hüsameddin şöyle
yazıyor:
“Bu 7 harfe mevakı’un nücûm
(yıldızların doğuşbatış noktaları, burçları, seyir yolları) denir. Bunların her
biri, Kur’an’ın mânasını ortaya çıkaran, bir ışıklı aynadır.”
Kur’an’ın mânasının bu vasıta ve usulle ortaya
çıkmasına telâubu hurûf (harflerin güzellik sergileme yarışı) usulü denir.
Harflerin her birinin zâhir, bâtın, had, matla gibi
dörder yüzü olduğundan 7 harf 28’e ulaşmış olur. Kur’an dilinde bu 28 harf, 28
müteşâbih (birbirine benzer) kelimeye denk düşmektedir. Bu müteşâbih kelimeler
Kur’an’da nebi veya resul adıyla 28 peygamber olarak yer almıştır. Ayrıca, aşağı
ve yukarı burçlardaki harfler ile bunların içerdikleri mâna inceliklerini
de yine kemal ehlinden öğrenebiliriz. Mâna budur. Mâna, lafız ve tercüme
değildir.
Harfler lafızların delalet ettiklerini bildirmeye
nasıl bir araçsa, müteşâbih kelimeler de mânanın ortaya çıkarılmasında birer
araçtır. Mânanın harfleri, müteşâbih kelimelerdir. Mâna geniş olduğundan 28
müteşâbih kelime onun harfleri haline getirilmiştir. İbrahim, Musa, İsa vs.
birer mâna harfi, yani müteşâbih kelimedir.
Bu kelimelerin (yani peygamberlerin) her biıi Allah ile
kul arasında olan mânayı kula inzal (indirme) suretiyle yansıtır ve kuldan
Allah’a salih amel şeklinde uruc ettirir (yükseltir).
Antik Mısır’da 12 kapı, Yahudi’de 12 sıpt’a, İslam’da
12 müteşâbih (huruf-u mukatta) kelimeye denk düştüğü görülüyor.
Dünya’nın üç kat’ı; gökyüzü, yeryüzü, yer altı ile
doğu, batı, kuzey, güney yönleri, dünyayı yaratan dört eleman; hava, ateş, su,
toprak ile teslis (üçleme)’nin birlikteliği bize 12 sayısını verir.
Kudüs’ün, her biri İsrail aşiretinin adını taşıyan 12
kapısı bulunmaktadır. Hititler’de yer altı tanrıları 12 dir. İsa’nın 12
havarisi, Jakob’un 12 oğlu, İbrani halkının 12 aşireti, İsa’nın ekmeğin
çoğaltılması mucizesinde 12 sepet vardır.
Douat, Daat, Davet ve Dua
Kavramlarında;
Nur ile insan arasındaki ilişki GÜNEŞ ve AY simgeselliği
ile de anlatılmaya çalışılmıştır.
Nur Suresi 35: “Allah göklerin ve yerin Nur’udur.”
Ancak Varoluşta Güneş (ziya), Ay’dan (Nur) farklı
olarak tahayyül edilir.
Yunus Suresi 5: “Güneş ısı ve ışık kaynağı
(ZİYA); Ay’ı hesabı ve yılların sayısını bilesiniz diye bir NUR yapıp ona
evreler takdir eden O’dur” denerek Ay’ın zaman’a tabi olduğu, yani
uzay-zaman-mekan’a ait olduğu vurgulanmak istenmiştir.
Antik Mısır Hermetik öğretisinde de Güneş, Ay ve
Parlayan Yıldız simgeselliği sistemin en temel anahtar kavramlarıdır. Güneş
ışınları; Kaynağında, uzayda yayılırken ve yansımasında özde aynıdır, değişmez.
Güneş burada Allah’ı, Ra’yı. Ay ise (onun nurunu yansıtan olarak, pasif)
doğayı, Parlayan yıldız (Aktif) ise Thot (Hermes’i) simgelemektedir.
|
|
4 Unsur; Toprak, Su, Hava, Ateş
|
12 ZODİAK’ın İnsana İndirgenişi
|
Douat’ın yer altındaki karanlıklar dünyasının 12
bölgesi sayısız tanrı, ruh, ve sıradan ölülerden oluşan bir halkı
barındırıyordu.
“Edebi hayatlarını Osiris ve Ptah nezdinde geçirenler
hiç bir işkenceye uğramıyorlardı; Ancak karanlıklarda bir çeşit uyuşukluk
içinde sararıp soluyorlardı. O halde onları kurtaracak, kayığın yaklaşması idi.
(Antik Mısırın çağdaşı Sümer Uygarlığında kayık, Ay ile aynı anlama geliyordu.
O (kayık), gökyüzünde bir baştan bir başa sefer eden hilal idi. Ay; (Karanlığın
içinden parlayan yıldız olarak) Mısır’da üç kez güçlü bilge, tanrılarla
insanlar arasındaki iletişimi sağlayan, tüm bilimlerin sahibi “Thot”un
kendisidir. Mısır’daki tüm mabetlerde bu kayık vardır. Anadolu’nun bazı
yörelerinde her sene festival niteliğinde sokaklarda hilal görünümlü bir kayık
dolaştırılarak fakirlere yardım toplanır.)
Daha önce belirttiğimiz gibi kutsal tezahürün
belirmesini bir “iniş” (inzal), Tezahür etmiş olanının da (insan) kutsal’a
yönelişini “çıkış” (uruç) olarak tanımlayabiliriz. Bu iniş ve çıkış aynı
zamanda bilinçte olan bir seyahattır ki, bu seyahatte kullanılan araç simgesel
olarak mabed’lerde ve anıt mezarlarda sıkça rastlanılan teknedir (kayık). Bu
teknelerin biri yelkenli olup akıntıya karşı gitmek için (çıkışı), diğeri ise
yelkensiz düz tekne olup “iniş”‘i sembolize eder. Aynı zamanda bu yolculuk Nil
nehrinde de yapıldığından (ritüel olarak) bu nedenle “Kutsal”dır.
Cenaze Ritüel’inde Güneş Kayığı
Güneş kayığı Douat’ın 12 bölgesinde gece yolculuğu
yapıyordu. Bu yolculuk sırasında; onlardaki saflığın parıltısı artacağı,
ölülerin Osiris’te kişiliklerini bulacakları ve Osiris gibi azaları (Osiris,
Karanlıklar tanrısı Set tarafından parçalanmış idi.) birbirine ekleneceği
yazılıdır. (Ölü tanımlaması, yaşarken Osiris’in, Nur’un farkında olmayan
insanlar için yapılmaktadır.)
(Parçalanmış olan Osiris’in ve diğer tüm ölülerin
bütün parçalarının tekrar toplanarak dirilmesi bize İslam’daki Kıyamet olayını
da tanımlamaktadır.) Yine, bu yolculuk sırasında “….korkmamaları, çünkü
aralarına karıştıkları tanrılar arasında yiyeceğin, ekmek, et ve biranın bol
olduğu” belirtilir. (İslam’da cennet, ancak huriler ve gılmanlar eksik)
Bu konuda ölüler kitabı kesindir:
“Herkes o zaman (Bu yolculuğu yapıp
ta Osiris’e ulaşanlar) kalbine, aklına, ağzına, ayaklarına, kollarına ve
erkeklik uzvuna sahip olacaktır.”
Yani Osiris’in parçalanmasını, O’nun kişiliğini
kaybetmesi olarak anlıyoruz ki. Osiris olmak bu kişiliğin (dengede olan, bilge)
yeniden kazanılmasıdır.
Osiris olunduğundaki Hermetik tanımlama bize Anadolu
Tasavvufundaki EDEP kavramını hatırlatıyor. E-DE-BE ‘den türetilmiş olan EDEP
sözcüğü tasavvufta (E; Eline, DE; Diline, BE; Beline) Eline, Diline;Beline
hakim olabilmektir (Mısır’da bu hakimiyet kaybedilen uzuvların geri kazanılması
olarak simgelenmiş). Böyle olana da EDEBLİ denir. (Tasavvuf ehli olmayanlar, bu
öğretiyi almayanlar ise tasavvuf ehlince edebsiz olarak isimlendirilirler.
Edip, Edebiyat sözcükleri de buradan türemiştir)
Ba’nın macerasına devam edelim.
Her ne kadar Kur’anın ilk ayeti olmasa da Ayet başına
geldiği için Kur’anın ilk ayeti, başlangıcı olarak kabul edebileceğimiz
Besmele, yani B-ismillahi’Rahmani’r-Rahim her surenin başında (9. Sure
hariç) bulunur ve birçok din bilginine göre de geçtiği her yerde ayrı bir ayet
gibi kabul edilir.
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Besmele ile ilgili bize
aynen şu bilgileri vermektedir.
“Besmelenin başındaki “Ba” edatı
(Arap dilinde harf sayılır) son derece çekicidir. Arap dilinde bu edat yapışma,
sığınma, yardım isteme; bir şeyi sebep ve araç edinme anlamlarını vermektedir.
Bu incelikleri dikkate alarak Besmelenin ifade edebileceği anlamları vermeye
çalışırsak, şunları söyleyebiliriz; Allah’ın adına yapışarak, O’ndan yardım
dileyerek, O’na sığınarak, O’nu aracı yaparak işe başlıyorum...”
Tasavvuf ise “Ba”yı şöyle tariflemektedir: Varlığın
ikinci mertebesi olan mümkün mevcutların ilkine işaret eder.
“Allah ilk önce benim nurumu
yarattı. Sonra her şeyi nurumdan yarattı” hadisinde bahis konusu edilen nurdan maksat Ba’dır.
Bir ile çok’un ortasında yer alan Ba’nın noktası da varlık alemine ve mevcudata
(eşyaya) işaret eder.
“Besmeledeki Ba’nın altında bulunan nokta benim” diyen
Hz. Ali bu sözüyle ilk taayyun’a yani ilk akl’a işaret etmiştir. Bu demektir
ki; ilk taayyun’a göre alemin varlığı Ba’ya göre nokta gibidir. Tasavvufta Elif
ile Allah’a, Ba ile Hz. Muhammed’e ve onun manevi hüviyetine işaret edilir.
Hakikatu’l hakaik, akl-i evvel, taayyun-i evvel, akl-ı külli, ruh-i a’zam ve
nur-i Muhammedi hep aynı anlama gelir.
B-ismillahi’Rahmani’r-Rahim; Meallerde şöyle tefsir
edilir.
Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. (Yaşar Nuri Öztürk)
Bağışlayan, Yargılayan Allah’ın adıyla başlarım. (Ömer
Rıza Doğrul)
Bu tefsirlerde Besmelenin başındaki “B” açık olarak vurgulanmamaktadır.
Meal’i yapılan, besmelenin “B”siz halidir.
B
ismillahi’
Rahmani’r
Rahim
Allah’ın
ismidir
Rahman ve
Rahim
|
|
Besmele
İslam’da Leylek
|
Leylek başlı, Ay ve ilim tanrısı
“TOT”
|
“B-ismillahi”: Allahın ismi Ba’dır diye okunur.
“B”yı da işin içine sokar isek ayet (remiz, işaret,
simge) için şöyle diyebilir miyiz?
“Bağışlayan, Yargılayan Allah’ın
ismi Ba’dır (dandır)”
Tevrat’ın da başlangıcındaki ilk ayet şöyle başlar:
Baraşit bara Elohim at erets at
şemaim. (Başlangıçta Elohim gökleri ve yeri yarattı.)
Baraşit bara Elohim.... Başlangıçta Elohim yarattı….olarak
tercüme edilmiştir.
Hermetik Mısır dilindeki kavramlara göre anlamlandırır
isek:
1- Ba (İnsandaki cevher) - Ra (Nur,
varlığın ilkesi) - Şit (Set; karanlıklar tanrısı, Ra’nın ilkesi,
varlığın ilkesinin de ilkesi):
“Varlığın ilkesinin de ilkesi,
varlığın da ilkesi Ba’dır, İnsandaki gizli olan Cevher’dir.”
“İnsanda bulunan Ba, hem varlığın
ilkesini hem de varlığın ilkesinin de ilkesini içerir.”
2- Ba-Ra Elohim: Varlığın ilkesi olan bu Nur olan
Ba (cevher) Elohim’dir.
3- at erest at şemaim: ki O göklerde ve yerdedir,
(manada ve maddede)
Başlangıç anlamına gelen Raşit=Reşit gerçek
anlamında iki ilkeyi’de içeriyor, ve bir anlamda bize tanımlamaların,
kavramların nasıl şifrelendiği yönünde güzel bir örnek oluşturuyor.
Yani varoluşun cevheri, ilksel’i kosmos’da yani varlık
aleminde imiş. Daha önceki Ka-ra kavramının incelenmesindeki vardığımız sonuçla
aynı noktaya geldik.
Elohim nur olan cevherdir (Ba’dır), Bu nur ise
karanlıktadır (gizlidir, açığa çıkmamıştır) gibi bir anlam çıkar. Bu bağlamda
hem Tevrat hem de Kur’an vurgulamalarının Mısır Ezoterik yapılanmasındaki temel
kavramlarla böylesine çakışır gibi görünmesi sadece tesadüf müdür? Konu özel
olarak incelendiğinde çok fazla benzeşimlerin ortaya çıkacağı söylenebilir.
Mısır Ezoterizminde Ba, dünya ötesine geçebilen saf
fikirlerin çıktığı yer olan “İnsan’’ı tanımlanmaktadır.
Bu Yedi İlke Tevrat anlatımı ile Yeşu; Bap 6 - Yedi
kahinin, yedi adet koç boynuzundan yapılmış borularını çalarak (7 İlkenin
armoni birliğini oluşturarak), surlara üfürmeleri ve surları yıkmaları
(dejenere olan kavmi doğru yola getirmeleri) midir acaba?
Aynı şekilde Sur’a üfürme hadisesi Kur’anda da vardır.
Ka’f Suresi 50/20 de; Sura üfürülünce (7 ilke harmoniye girince) inançsızlar
(ölüler), Kıyam ederler (dirilirler).
Yine Kur an’-ı Kerim ‘deki “Yedi
Uyurları”da unutmamak
gerekir. Mısır, İspanya, Cezayir, Ürdün, Suriye, Afganistan, Doğu Türkistan ve
Anadolu’muzda Efes, Tarsus ve Afşin’de yedi uyurlar (7 ilke) mağarası (insan
bedeni) bulunmaktadır.
Ashab-ı kehf kıssasının özünü teşkil eden ve ölümden
sonra dirilişin bir misali olan, uzun süre mağarada uyuyup yeniden uyanma
hadisesi, İslam’ın dışında bazı dinlerde ve efsanelerde de yer almaktadır. Hint
kutsal kitaplarından Mahabharata’da yedi kişinin, peşlerinde bir köpek olduğu
halde riyazat için krallığa ve dünyaya yüz çevirdikleri nakledilmektedir.
Yahudilikte ise Talmud’da Honi ha-Me’aggel adlı şahsın yetmiş yıl, Abimelek’in
de altmış yıl uyuduktan sonra uyandıkları hikaye edilir. Yedi uyurların sayısı
Hint-Grek- Batı geleneklerinde yedi olarak kabul edilir.
Medine Yahudileri’nin, Muhammed’in gerçek Peygamber
olup olmadığını anlamak için Muhammed’e sordukları ilk soru Ashab-ı Kehf ile
ilgilidir. Bu nedenle bu kıssanın önemi dolayısıyla “Kehf” (mağara)
suresi adı verilmiştir. Yahudilerin böyle bir soru sormalarından dolayıdır ki
bu olay İsa’dan da öncedir.Yedi uyurların Esseniler veya onların öncüleri
olduğu da söylenir.
Ashab-ı kehf normalde mağara ashabı, arkadaşları
olarak tercüme edilir.
Ashab (sahib’in çoğulu) sahibler ve daha
çok peygamberi görmüş olup O’nunla konuşmuş olanlardır.
Kehf 1- İn, mağara 2- Sığınılacak yer,
himayesine başvurulacak yerdir.
KEHF: KHF kökünden gelip aynı zamanda
KIHF olarak ta okunabilir ki bunun karşılığı;
KIHF: Beyinin içerisinde bulunduğu kafa
kemiğidir. Yani Akıl ve bilinç’in mağarasıdır.
Demek ki bu uyuyan 7 bilinç’in
sahibinin mağarası insan kafası imiş.
Yedi uyurların ismi Kıtmir olan bir de köpeği vardır,
Onların koruyucusu ve dostudur. Köpek sembolizmi, Antik Mısırda tüm kutsal
yerlerin koruyucusu kara renkli ANUBİS’tir. (Delta’da Busiris eyaletinde
bir ağaçla temsil edilen OSİRİS, Güney Mısır’da Memphis’te ANUBİS olarak kabul
görmüş, daha sonra Abydos’ta köpek sembolü ile benimsenmiştir. Yani Anubis ile
Osiris aynı kavramlardır.)
Antik Yunan Mitolojisinde de Yer altı tanrısı Hades’in
Kerberos isimli köpeği, Dirilerin içeri girmesini ve girenin bir daha
çıkmamasını sağlardı. Dionysos’un en sadık arkadaşı olan köpeği, kendisi çok
sarhoş olduğunda O’na yol gösterir rehberlik ederdi. İslam geleneğinde bir
köpek öldürmek yedi insanı öldürmek kadar günah sayılırdı. Roma’da Romus ve
Romulus kardeşler bir Kurt köpeği tarafından beslenip büyütülmüştür. Orta
Asya’daki Kavimler göçünde Türk kavmine yine bir Boz Kurt yol göstermiş,
önderlik etmiştir.
Her ne kadar temel kavramlarda öncelikle Mısır
öğelerinin ağır bastığı varsayımı güçlü olsa da, bütün gerçek Tradisyonel,
Hermetik öğretilerin biri birlerinden etkilendikleri neredeyse ortak bir görüş
ve temele sahip olduğu varsayımını da göz ardı etmemek gerekmektedir. Amaç ve
gayemiz belli bir kültürün diğerlerine üstün ya da vasat olup olmadığını
araştırmak değil, tüm insanlık kültürünün ortak değerlerini belirlemeye
çalışarak, daha mükemmel bir anlayış sahibi olmak, dolayısıyla hayatı ve yaşamı
anlayarak, anlamlı kılarak sürdürmektir.
Mısır Ezoterizmi; İnsanı; Ab ve Ba
(Hati-Be-Bai) diye anılan canlandırıcı ve akli ruhunun şuurunda olan bir varlık
olarak görüyordu. Varlığın üstün kademesi Ku (Akhu, Atmu) diye anılan kutsal
ruhu ile ilahi varlığı, onda şuurdan yoksun tohum halinde mevcuttu ve de bu
hayattan sonra bizzat kendisi de Osiris haline gelince gelişim göstermekteydi.
Mısır Ezoterik aydınlanması bize insan aydınlanmasının son noktasının Osiris
ile adlandırılan Tümele varmak değil, asıl gelişmenin yani aydınlanmanın tümele
vardıktan sonra daha yeni başlayacağını bildiriyor.
Bu çalışmanın girişinde de belirtildiği gibi
Aydınlanma yolunda olan bir bilinç; Her türlü simge ve kavramları bilimsel
yöntemler ile kendi konuları içinde inceleyerek değerlendirmeli ve tarihsel
insanlık kültürünü anlamaya çalışmalıdır.
KAYNAKÇA
1- Tarih Öncesi Çağlardan Günümüze Mısır, Ersal
Yavi/Nejla Yazıcıoğlu, Yavi Yazıcı Yay.
2- Teb, Jorge Angel Livraga, Yeni Y.Kültür Derneği
3- Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti, Prof. Afet İnan,
TTK
4- Yakın Doğu Mitolojisi, Prof. Dr. Fred Gladstone,
M.Ü. İlahiyat Fak.
5- Mısır’ın Ölüler Kitabı, Albert Ccrampder, Ruh ve
Madde Yay.
6- Mısır Uygarlığı, Ali Cengiz Üstüner, Dragon
Yayınları.
9- Eski Anadolu Tarihi, Pof. Dr. Füruzan Kınal, T.T.K
10- Kralın Yeni Usu, Roger Penrose, TÜBİTAK.
11- Rakamların Evrensel Tarihi, Georges Ifrah,
TÜBİTAK.
12- Şamanizm, Abdülkadir İnan, T.T.K.
13- Büyük İnisiyeler, Edouard Schure, Ruh ve Madde
Yay.
14- Filozoflar Ansiklopedisi, Cemil Sena cilt:9, Remzi
Kitapevi.
15- Temel Britanica, Hürriyet Yayınları
16- Kitabı Mukaddes, Birleşmiş K.M.Cemiyetleri
17- Ogni Dergisi, Sifteri Yayıncılık.
18- Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat, Remzi Kitabevi
19- Tanrı Buyruğu Kur’anı Kerim, Ömer Rıza Doğrul
20- Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Prof. Dr. Süleyman
Uludağ
21- Okyanus, Ansiklopedik Sözlük, Cem Yayınevi
22- Fatiha Suresi Tefsiri, Prof. Dr. Yaşar Nuri
Öztürk, Yeni Boyut Yay.
23- Kur’anın Temel Kavramlan, Prof. Dr. Yaşar Nuri
Öztürk, Yeni Boyut Yay.
24- Gökkuşağı Ansiklopedisi, Arkın Ofset Basımevi
25- Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, İsmet Zeki
Eyüboğlu
26- Bilim Ahlakı, Albert Bayet, İş Bankası Yay.
27- Türkiye Halkının Kültür Kökenleri, Burhan Oğuz,
İstanbul Matbaası.
28- Bektaşilik ve Alevilik, Doç.Dr. Bedri Noyan
Dedebaba, Ardıç Yayınları
29- İslam Ansiklopedisi, Diyanet İşleri Başkanlığı
30- Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş
http://www.usdusunveotesi.net/yazilar2.asp?yno=221&bant=5&katno=5
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar