MÎZÂNÜL KÜBRA’DAN SIRLI MESELELER
SUÂL:
Şeytandan sığınmakta, Allah isminin kullanılıp, diğer isimlerin
kullanılmamasının hikmeti nedir? Ya'nî bunda bir hikmet var mıdır?
CEVÂB: Bunun hikmeti, Allah isminin, Allah
Teâlâ’nın bütün isimlerinin hakîkatlerini cami', toplayıcı olmasıdır. İblis,
hazreti isimleri bilir. Eğer Allah Teâlâ kuluna, Rahîm, yahud Müntekîm ismi ile
istiâze emretse, İblis, o kula gelip, Vâsi', yahud Mecîd isimleri olduğunu
vesvese eder. Bunun için Allah Teâlâ, iblise, kulun kalbine daha cami' bir
isimle girmemek için, bütün esmâi ilâhiyye yollarını kapattı.
SUÂL: Bu
huzurda İblisin adını anmak pislik bulaştırmak olmaz mı?. Allah Teâlâ’nın
huzurunu ondan tenzîh lâyık olmaz mı?
CEVÂB: Bu huzurda, ya'nî namazda,
Allah Teâlâ’nın bize, Şeytanın ismini söylememizi emretmesi, bizi Hak Teâlâ’nın
müşahedesinden çıkaran şeytanın vesvesinden korunmamız için, bize olan
şefkatinin çokluğundandır. Bu şefkat olmasaydı, temiz huzurunda, bu la'înin
ismini söylememizi emr etmezdi. O halde bu, hafîf, kolay ile zoru gidermek
kısmındandır.
SUÂL:
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ma'sûm olduğu halde, o'na
şeytanından sığınması için emr etmesinin hikmeti nedir?
CEVÂB: Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem, onun vesvesesi ile amelden ma'sumdur, şeytanın hâzır olmasından değil.
Nitekim Allah Teâlâ’nın, Hac sûresi elli ikinci: «Ey Resulüm, biz senden
evvel hiç bir Resul ve hiçbir Nebî göndermedik ki, o bir şey temenni ettiği
zaman, şeytan onun arzusuna şübheler karıştırmasın. Ancak Allah, peygamberleri
vahy sureti ile korur. Böylece Allah, şeytanın bıraktığı şübhe ve fitneyi
giderir...» âyeti buna işarettir. Demek ki, peygamberlerin hepsi, şeytanın
vesvesi ile amel etmekten ma'sûmlardır, vesvesesinden değil. Bunun ümmetine
teşrî için olması da mümkündür. Çünkü ümmetin büyüğü de, avamı da ma'sûm
değillerdir. Bunun için imamlar, bir veya çok olmasında değil, şeytandan Allah
Teâlâ’ya sığınmanın müstehab olduğunda ittifak etmişlerdir. Birden fazla
olması, insanların ihtiyatı içindir. Allah Teâlâ, bu ümmete, kendi dîninde çok
şefkatli olan imamlardan razı olsun. Âmin, âmin, âmin!
Üstadım Aliyyülhavas'dan (rahimehullah) duydum. Buyurdu: İmamlardan, yalnız birinci rek'atta
bir defa e'ûzü okunur diyenin vechi, namaz kılana hüsn-ü zandır. Zira onun
azminin çokluğundan, şeytan ilk okuyuşta ondan kaçar ve bir daha gelmez. Eğer
bu namaz kılan kimse, bu imama, şeytan bana tekrar tekrar geliyor dese,
elbette, her defasında, ya'nî her rek'atta, e'ûzü okumasını emr ederdi. Çünkü
bunda ihtiyat daha çoktur. Her rek'atta e'ûzü okunur diyen imamların vechi
budur. Bu da, o namaz kılan hakkında bir sü-i zan değildir. Burayı iyi anla ve
burada iyi düşün! Çünkü bunu kitaplarda bulamazsın. Bununla, İmamların
sözlerinin arasını bulmak ele geçer ve tâlib bunu bilmekle imamından başkasının
sözüne zaif demekten kurtulur. Herşeyin en doğrusunu Allah Teâlâ bilir.
Sh:242
**
Bunu şöyle
açıklarız: Kıyam, rükû'a göre, rükû' da secdelere göre uzaklık yeridir. O halde
kul, kıyamda, Rabbine münâcâtı, Onun kelâmı ile uzun ederse, huzûri ilâhîden
ona, ta'zîm ve heybet şimşeği zahir olur ve bunun için eğilir. Allah Teâlâ ona
rükû'u ihsan eder. Rükû'a varınca, ona Allah Teâlâ’nın azametinden, kıyamdaki
münâcâtı esnasında vâki' olandan daha kuvvetli bir şey tecellî eder. Allah
Teâlâ, oha, secdelerde tecelli edecek azametinin tecellisine katlanmağa
hazırlanması için, başını rükû'dan kaldırması ile rahmet eder. Rükû'dan bu baş kaldırma olmasaydı, cismi eriyebilir ve
secdelere dayanamazdı. Sonra secde edip, bu halde iken kendisine,
rükû'dakinden daha kuvvetli ve büyük bir tecellî olunca, Allah Teâlâ, ona,
rahmet olarak, başını secdeden kaldırıp, iki secde arasında rahatlaması ve
ikinci secdedeki tecellînin azametine katlanmağa katlanabilmesi için oturmasını
emreder. Bu, Allah Teâlâ’nın husûsî tecellîlerindendir. Zira ikinci secdedeki
tecelli, birincisinden büyüktür. Üçüncüsündeki de böyle büyüktür... ilâ nihâye.
Bunun için, Şerîatin sahibi, hakikî namaz kılana, rahmet olarak, secdeden
başını kaldırdıktan sonra dinlenme oturmasını sünnet eyledi. Eğer ikinci
secdeden başını kaldırır kaldırmaz, istirahat için oturmağı değil, hemen
kalkmağı emretseydi, dayanamazdı. Bu hüküm, hakîkî namaz kılan içindir. Ama
şekil olarak, âdet olarak namaz kılan, bildirdiğimiz şeylerden birini tatmaz.
Onun için, Şerîatin sahibinin yaptığına katlanarak, Onun yaptığı gibi yapmak
yetişir.
Üstadım Abdülkâdiri Deştûtî'den (rahimehullah) duydum. Buyurdu: Allah Teâlâ’nın
rahmetindendir ki, kulunu, kendi huzurunda, namazda, uzun kıraat ile çok
kıyamda durmak ve rükû' ve secdeleri uzun yapmak ve kıyamı kısa yapmak arasında
serbest bıraktı. O halde, Allah Teâlâ’nın huzurunda, rükû" ve secdeleri
uzun yapamayan, kıyamı uzun, rükû' ve secdeleri kısa yapmakla memurdur.
Yakınlık makamı olan rükû ve secdelerde uzun süre kalabilen ise, rükû' ve
secdeleri uzun yapmakla memurdur. Bu da, Rabbine uzun zaman münâcâtla
ni'metlenmesi, şereflenmesi içindir. Ve bunu büyük bir ni'met bilerek, o zaman,
onun için, kendine ve din kardeşlerine dua etme vakti olur. Ayrıca, hayâtından
da, kalbini Rabbine karşı toplamağa sebeb olur. Bir defasında, kalbimde, Allah
Teâlâ’nın heybeti öyle yerleşti ki, Allah Teâlâ’dan, bunun örtülmesini
istedim. Öyle oldum ki, ne zaman Onu, huzurunda dururken, yahud rükû' ve
secdede iken ansam, kalayın ateşte erimesi gibi, kemiklerimin eridiğini
hisseder ve Allah Teâlâ’dan, dayanamadığını için, rahmet olarak, bunu benden
kaldırması için, bir perde ile bu hâlin örtünmesini isterdim.
Kardeşim Efdalüddinden (rahimehullah) duydum. Buyurdu: Kula, Allah Teâlâ’yı
müşahededen örtü, perde gelmesi, dayanamayanlara rahmet, ariflere ise azâbdır.
Çünkü dayanamayanlar perdelenme zamanında rahatlarlar, arifler ise azâb
çekerler.
Üstadım Aliyyülhavas'dan (rahimehullah) duydum. Buyurdu: Kalbine rükû' ve secdelerde dünyâ
düşüncesi gelmek, Allah Teâlâ’nın mü'min kuluna rahmetidir. Çünkü bu huzur,
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem vârislerine, Kabe kavseyn huzuruna
yaklaşmadır. O halde herkes orada çok duramaz, yahud bu huzurda kulun
rükünlerine verilen tecelliye herkes dayanamaz. Allah Teâlâ, bir kuluna bu
huzurda rahmet etmek murâd edince, dünyadan, mahlûkattan kalbine birşey getirir.
Çünkü mahlûkatta, bu azameti müşahededen perdelenmek kokusu vardır. Bu düşünce,
kalbe getirme olmasaydı, kemik ve eti erir, mafsalları [eklem yerleri] kopar,
yahud tamamen helak olurdu.
Nitekim
Seyyid Abdülkadiri Geylânînin (radıyallahü anh) talebesinde olmuştur. Şöyle ki,
secde etmiş ve helak olmuştur. Hattâ eriyip, toprak üzerinde bir damla su
olmuştur.
Abdülkâdiri Geylânî onu bir pamukla almış ve toprağa gömmüş ve: «Sübhânallah,
kendisine olan tecellî ile, aslına rücû' etti» buyurmuştur.
Bu anlattığımızı
kuvvetlendirenlerden birisi de, bazı yollarla bildirilen Mi'rac hadîsleridir.
Şöyle ki, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’nın husûsî
huzuruna dâhil olunca, Allah Teâlâ’nın heybetinden titrer ve hafîf bir rüzgârın
kandili, mumu, söndürmeyip, sağa sola yalpalattığı gibi, bir hâlde duramazdı.
O anda, Ebûbekrin (radıyallahü anh) sesine benzer bir ses işitti: «Ey
Muhammed dur, Rabbin salât ediyor.» diyordu. Halbuki, Allah Teâlâ’yı, bir
şânı diğer şânından meşgul etmez. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, bu
ses ile rahatladı ve kendinde bulduğu korku, ondan gitti ve bundan sonra: «Allah
Teâlâ ve melekleri sana salât eder» kelâmının ma'nâsını anladı ve bunu
hatırlar oldu. Bu sesi duyması, insanların, Allah Teâlâ’nın tecellilerine dayanmada
en kuvvetlisi olduğu halde, ona takviyye ve kuvvet oldu. Çünkü o, huzurun çocuğudur,
huzurun imamıdır, huzurun kardeşidir ve Allah Teâlâ’nın azametini bilenlerin
en büyüğüdür.
Sh. 250
**
SUÂL:
Yağmur yağmaması gibi şeyler Allah Teâlâ’nın kullarını korkuttuğu şeyler
olduğu halde, yağmur duası namazında imamın sesli okumasının hikmeti nedir?
CEVÂB: Bunda sesli okumak, Allah
Teâlâ’ya karşı tezellül ve alçalmanın izhâr edilmesidir. Aynı zamanda,
insanlar suya muhtaçdırlar, su olmayınca muztar durumdadırlar. Muztar durumda
olanın, hacetini istemek için, sesini yükseltmesinde ve bundaki ma'zeretinden
dolayı, hacetini elde etmek sebeblerine yapışmasında bir zorluk yoktur. O,
hâkim döğdüğü zaman, bağırıp imdâd istiyen kimse gibidir.
Üstadım
Aliyyülhavas'dan (rahimehullah) duydum. Buyurdu: İnsanların çoğunun kalbleri,
geçim derdi ile meşgul olmasaydı, gündüz namazlarında kalblerine tecellî eden
Allah Teâlâ’nın haşyetinin azametinden düşüp ölürlerdi.
SUÂL:
Gece ve gündüz cenaze namazlarında, gece de cehrî okumaz diyene göre, sesli
okunmak istenmeyişinin hikmeti nedir?
CEVÂB: Cenaze namazında, imamın ve
yalnız kılanın, cema'at gibi sessiz okuması, ölüye karşı olan şiddetli
üzüntüleri, ölü sahibinin büyük acılarına katıldıkları, ölümü hatırlamaları,
kabir ve sonraki korkuları düşündükleri içindir. Bunun için, cenaze ile
giderken, yürüyenlere rahmet olarak, susmak sünnet oldu. Eğer şerîatin sahibi,
sesli okumağı veya zikri, onlara yükleseydi, bu onlara meşakkatli, zor gelirdi.
O ise, ümmetine zorluk buyurmaktan beridir. Alimlerimiz, insanların
kalblerinin ölüyü, ölü sahibini düşünmeyip, dünya ehlinin hikâyelerini
anlattıkları, hattâ cenaze ile oldukları halde birinin güldüğünü görünce,
cenazenin önünde, yüksek sesle zikredenlere ma'nî olmada kolaylık
göstermişlerdir. İnsanların bu hâle düştüklerini görünce, insanlara zikr
etmelerini takrir ettiler. Bunun, böyle bir yerde, boş konuşmaktan iyi olduğunu
gördüler.
Kardeşim
Efdalüddînden (rahimehullah) duydum. Buyurdu: Cenaze ile yürümede sükût
sünnettir. Çünkü Allah Teâlâ, oradakilere kahr ile tecellî etmektedir. Öyle ki,
kâmil bir mü'min konuşamaz. Bunun için, onlara sükûtla emrolunmak, Allah
Teâlâ’dan onlara bir rahmettir. Muhakkak ki, Allah Teâlâ insanlara raûf ve rahîmdir,
ya'nî çok şefkatli, çok merhametlidir. Bunu bil ve sana söylediklerimin
hepsini iyi düşün. Çünkü çok güzel bilgidir, kitablarda bulunmaz.
Biri de,
İmamların, rükû' tekbîri meşrû'dur ittifakı ile, Sa'îd bin Cübeyr ve Ömer bin
Abdülazîz'in: «İftitah tekbîrinden başka tekbîr yoktur» sözleridir.
Birincisi teşdîd, ikincisi tahfîfdir. Böylece iş, ya'nî mes'ele, Mîzânın iki
mertebesine râci' oldu. Birinci kavlin vechi, tekbîr, Allah Teâlâ’nın huzuruna
her çıkışta matlubdur, iyidir. Şübhe yoktur ki, rükû'daki huzur, kıyamdaki
huzurdan, Allah Teâlâ’ya yakınlık huzuruna daha yakındır. Sanki namaz kılan,
namazdaki ilk hâli gibi, yeni bir adım daha ileri atıyor. Bu avama yahud her an
yeni makamlara yükselen büyüklere mahsûstur. Nitekim hazreti Saîd ve Ömerin (radıyallahü
anhümâ) yakınlık mertebelerinde ilerlemiyen büyükler hakkındadır. Yahud bir
hadde kadar varmış ve Allah Teâlâ, zâtında ziyâdelik kabul etmez bilenler
içindir. O halde, daha namazın başında, kendilerine Allah Teâlâ’nın kibriyâsı
zahir olanlar; huzurları, namazın sonuna kadar devam edenlerdir. Herkesin bir
görüşü, vechi vardır.
Biri de,
İmam Ebû Hanîfenin, rükû' ve secdelerde tumâninet [uzuvların hareketsiz
olması] vâcib değil, sünnettir kavli ile, üç imamın, bu iki yerde tumâninet
vâcibdir kavilleridir. Birincisi tahfîf, ikincisi teşdîddir. Böylece mes'ele,
Mizanın iki mertebesine râci' oldu. Birinci kavlin vechi, insanların çoğunun,
rükû' ve secdelerde kalblerine vâki' olan tecellîye dayanamamasıdır. Onlardan
biri, orada itmi'nan bulursa, yanar. İkinci kavlin vechi, büyükler, Allah
Teâlâ’nın azametinden devamlı gelen tecellîlere dayanabilirler. O halde
birincisi, zaif olanları, ikincisi kuvvetli olanları öngörmektedir. Herbirinin
ehli vardır.
Biri de, üç
imamın, rükû' ve secdelerde tesbîh sünnettir kavli ile, İmam Ahmedin, birer
defa tesbîh vâcibdir kavlidir. Tesmî'de ve iki secde arasında duada da söz
böyledir. Ancak, ona göre, bunu unutarak terk ederse, namazı bozulmaz.
Birincisi tahfîf, ikincisi teşdîddir. Böylece mes'ele, Mîzânın iki mertebesine
râci' oldu. Birinci kavlin vechi, namaz kılana, ıükû' ve secde hallerinde,
tecellî eden Allah Teâlâ’nın azameti ve bunun karşısında tam bir alçalmanın,
ya'nî Allah Teâlâ’nın karşısında küçülmenin hâsıl olması ve bunun için, namaz
kılanın bedeni ve kalbi ile, tesbîhe ihtiyâcı kalmamasıdır. Ayrıca demişlerdir
ki, ma'sûm olmıyan kimsenin tesbihi, yaralamadır, ayıblamadır. Ya'nî bu, Cenâbı
Hakka bir noksanlık getirme düşüncesini gerektirebilir. Böyle bir noksanlık
Var veya muhtemeldir ki, hak Teâlâ’yı ondan tenzîhe çalışıyor düşüncesine yol
açabilir. Bu büyüklere mahsustur. İkincisi ise, noksanlık lahık olma düşüncesi
olabilen ve Allah Teâlâ’yı bundan tenzîhe ve berî kılmağa muhtâc olan avama
mahsûstur, bu onlarca karar kılınmış olmasa da böyledir. Böyle olanlara düşünce
ve vehimlerini bu tesbîh ile koğmaları için vâcib olur. Büyükler böyle
değildir. Onlardan biri, Sübhânallah dediği zaman, Allah Teâlâ’nın isimlerini
okur gibi söyler, avamda hâsıl olan vehmi gidermek şeklinde değil. Bazan
büyüklerde de, avam gibi, çok zayıf bir vehim bulunabilir. Bunun için onun
hakkında tesbîh, vâcib değil müstehab olur. Bununla çok zaif olan o vehmi de,
Allah Teâlâ’nın tenzihinde yok eder. Bu çok azın dışında, ancak peygamberler
(aleyhimüsselâm) kalırlar.
Sh:253
**
SUÂL:
Gündüz tecellilerine dayanabildikleri halde, güneş tutulması namazında
büyüklerin sessiz okumasını niçin söylediniz?
CEVÂB: Onda korkutma olduğu için,
büyüklerde, avam gibi, gizli okumakla emr olundular. Çünkü güneş tutulması,
Allah Teâlâ’nın, kullarını korkuttuğu âyetlerinden, alâmetlerinden biridir. O
halde, onda, gündüz tecellîsinden artık birşeye daha ihtiyaç vardır. Aynı
şekilde, büyükler, ümmetlerine, ağlama, korku ve Allah Teâlâ’dan haşyette
teşrî' ile memurdurlar. Kalblerinde, bu, vâki' olmasa da, onların eshabını
bunun üzerine onlara tâbi' kılmak için bu halde olunuz demektir. Abdullah bin
Ömerin (radıyallahü anhümâ): «Ağlayamazsanız, zorla ağlayınız» sözü buna
yorumlanır. Ya'nî etba'ı olan arifler içindir. Mutlak değildir. Anlamış oldun
ki, güneş tutulması namazında, büyüklere sesli okumanın tekiîf edilmemesi,
gündüzün kalblerine tecellî edene ilâve olanın büyüklüğü içindir. Buradan ay
tutulması namazında cehri okumanın hikmeti bilinmiş olur, her ne kadar o da,
Allah Teâlâ’nın kullarını korkuttuğu âyetlerinden, işaretlerinden ise de. Ama
bu gece olmaktadır. Gecenin tecellîsi ise, gündüz tecellîsine göre hafîftir,
yahud ay tutulmasındaki âyetin, alâmetin, güneş tutulmasındakinden zaif
olmasıdır. Çünkü ay, keşif sâhiblerine göre, ışığını güneşten almaktadır, güneş
aydan değil. Aynı şekilde, Allah Teâlâ’nın tecellîsi geceleyin lütf iledir.
Bunun delîli, gecenin ikinci yarısı için Allah Teâlâ’nın buyurduğu: «İstiyen
yok mu, istediğini vereyim; tevbe eden yok mu, tevbesini kabul edeyim; istiğfar
eden yok mu, mağfiret edeyim; derdi olan yok mu, derman vereyim!» hadîsi
kudsîdir. Kullarına böyle buyurması, ancak onları kendi hitabına
hazırladıktan, gizli açık ona yalvarmalarından
sonradır.
Üstadım Abdülkâdiri Deştûtîden (rahimehullah) duydum. Buyurdu: Hak Teâlâ’nın bu
dünyadaki azametle tecellisi, lutf ve rahmetle karışıktır. Eğer Allah Teâlâ,
sırf celâli ile tecellî etseydi, kimse tahammül edemezdi.
Sh:255
SUÂL: Yağmur yağmaması gibi şeyler
Allah Teâlâ’nın kullarını korkuttuğu şeyler olduğu halde, yağmur duası
namazında imamın sesli okumasının hikmeti nedir?
CEVÂB: Bunda sesli okumak, Allah
Teâlâ’ya karşı tezellül ve alçalmanın izhâr edilmesidir. Aynı zamanda,
insanlar suya muhtaçdırlar, su olmayınca muztar durumdadırlar. Muztar durumda
olanın, hacetini istemek için, sesini yükseltmesinde ve bundaki ma'zeretinden
dolayı, hacetini elde etmek sebeblerine yapışmasında bir zorluk yoktur. O,
hâkim döğdüğü zaman, bağırıp imdâd istiyen kimse gibidir.
Üstadım
Aliyyülhavas'dan (rahimehullah) duydum. Buyurdu: İnsanların çoğunun kalbleri,
geçim derdi ile meşgul olmasaydı, gündüz namazlarında kalblerine tecellî eden
Allah Teâlâ’nın haşyetinin azametinden düşüp ölürlerdi.
Sh: 256
**
İmam Mâlik,
Şafiî ve iki rivayetinin birinde, Ahmed’in hür kadının yüzünden ve elinin
içinden başka bütün vücûdu avrettir kavli ile, Ebû Hanîfe’nin, yüzü, eli ve
ayağının içi hariç, her yeri avrettir kavli, ve İmam Ahmed’in diğer
rivayetinde, bilhassa yüzü avrettir kavlidir. Birincisinde setr, örtü konusunda
teşdîd vardır. İkincisi tahfiftir. Üçüncüsü teşdîddir. Böylece iş, Mîzânın iki
mertebesine râci' oldu. Birinci kavlin vechi, ittiba'dır. İkinci kavlin vechi,
ayakları örtmenin vâcibliğinin çıkarılması ile genişliktir. Üçüncü kavlin
vechi, kadınların yüzlerinin fitne ve kötülük için, en göze batan yeri
olmasıdır. Yüzün ve namazda açılabilmesi caiz olan diğer yerlerin
açılmasının vâcib olması ve şerîatin sahibinin bunları öngörmemesindeki sır,
kadınların bu güzel örtü içinde, yüzlerinin açık olmasının, ariflere Allah
Teâlâ’yı hatırlatmasıdır. Onun, bunu kadınlara emretmesi, kendisinden
haya ettiğini ve Ona karşı edebli olduğunu iddia edenlere, hüccetin ikamesi,
iddialarının doğruluğunu isbatlamak ve huzurundaki haremine bakana kızmak
içindir. O halde kimi ona bakarken, kalbi ile
Allah Teâlâ’nın celâl ve cemâlini müşahede eder, kimi de fâsık gibi, namazda
huzûri ilâhide durmuş o temiz kadının yüzünden nefsine hırsızlıkla meşgul olur
ve Allah Teâlâ’nın, kendisini gördüğüne aldırmaz. Çünkü edeb sahibi,
kadına bakandan önce gelir. Bu da, âdetinin hilâfına yüzü açık olup böylece
yanında olanın murakabesi ile kendine gelir. Çünkü
Allah Teâlâ’nın huzûrundaki hür kadın, aslan yuvasındaki, dişi aslanın yavrusu
gibidir. Ve elbette Allah, her misâlden yüksektir. İşte, daha önceki
bâbda da işaret edildiği gibi, kadının namazda, hacda ihram giyince ve umrede
yüzünü açmasının sırrı budur.
Sh: 271
Hür kadının
namazda yüzünün ve elinin içinin açık olmasında, ariflere göre, Allah Teâlâ
için büyük bir ta'zîm vardır. Ariflerden biri buyurur ki, o Allah Teâlâ’nın
huzurunda ve korumasındadır. Hiç bir kimsenin, hiç bir şekilde başını kaldırıp,
ona bakması caiz değildir. Aslan yuvasındaki aslan yavrusu gibidir. İhramda
yüzünü açmasındaki sır da aynıdır. Çünkü o anda kadın, Allah Teâlâ’nın husûsi
huzûrundadır. Kadın namazda ve hacda yüzünün açık olması, kuş avladıkları
tuzaktaki yem gibidir. O halde, Allah Teâlâ’nın muhafaza ettiği, koruduğu
kimse, o huzuru yüce tutar ve namahrem [yabancı] kadının ve namaz kılan kadının
yüzüne, huzurunda bulunduğu Rabbine karşı edebi gözeterek, hiç bir zaman
bakmaz. Allah Teâlâ’nın şakî kıldıkları, bundan gafil olurlar. Bakarlar ve
Allah Teâlâ’nın cezasına müstehak olurlar. Buradan giderek, âlimler,
kadınlar ihram giyince, avam o, Alllah Teâlâ’nın huzurunda iken, Ondan izinsiz,
ona bakıp cezaya çarpmasın diye, menâsiki hac esnasında yüzlerine örtü
koymalarını emretmişlerdir.
Yine ondan
duydum. Buyurdu: «Arif, âdetin hilâfına, şerîatin emrettiği, bir şeye bakınca,
en önce hikmetine bakar ve Allah Teâlâ’dan hikmetini bilmeyi ister. Bizim bu
bildirdiklerimiz, bu hususta, hikmetler cümlesindendir. Bunu iyi düşün, çünkü
çok güzeldir.
Sh:237
Not: Bu sırrı hacıların çoğu bilmediğinden hac yolunda kadınların yüzlerine
baktıklarından birçoğu cezaya çarpılmıştır. Namaz kılan ve ihramlı olan kadının
yüzüne bakmaktan sakınmak gerekir.
**
Din
büyükleri, kadında, Allah Teâlâ’nın, hazreti Âişe ve Hafsaya karşı, Resulü
Muhammed aleyhisselâma yardımcı olarak, kendini, Cebrâili, sâlih mü'minleri ve
melekleri tutan bir bâtın, ya'nî öze âid kemâl yüzü, hâli görmüşlerdir. Kadının o kemâlinden biri de,
dünyânın en büyük hükümdarının, vika zamanında, ona secde hâline gelmesidir. Biri de Meleklerin
haya yönünden en güçlüsü, kadınların nefeslerinden yaratılmış olanlardır. Yine kadının kudretindendir ki,
şehveti erkeklerin şehvetinden yetmiş kat daha fazla olduğu halde, içinde
bulunan vika, cima' arzusunu erkekten daha çok gizler. Kadında bunun gibi, daha
nice sırlar vardır.
Üstadım
Aliyyülhavas'dan (rahimehullah) duydum. Buyurdu: Allah Teâlâ’nın, Tahrîm sûresi
dördüncü: «Eğer, kıskançlık ederek, Peygamberin aleyhinde birbirinizle
yardımlaşırsanız, bilmiş olunuz ki, Allah Onun yardımcısıdır, Cebrail
de, Mü'minlerin sâlih olanı da... Bunların ardından bütün melekler de
ona yardımcıdır» âyetinde düşünen, bilir ki, Muhammed aleyhisselâm,
ubûdiyyet, kulluk makamında, mutlak olarak, en yüksek, en kâmil ahlâkta idi.
Bunun için, Allah Teâlâ, ona bu büyük yardımı yapmak istedi. Bundan daha
fazlası anlatılamaz. Ebû Hanîfenin kavlinin vechi, kadının nakıs oluşu ve
tabi'î olarak ona meylin bulunmasındandır. Bu da, küçüklere mahsûstur. Büyükler
de, kadınlardaki noksanlığı görmek ve şehvetle onlara meyl etmekten bir cüz
bulunması sebebi ile, bununla amel etmelidirler. Allah Teâlâ, bazı
mukallidlerce bilinmiyen, inceliklere el atan, sırlan ortaya çıkaran, imamlara
rahmet eylesin.
Sh: 276
Kaynak: Müellifi: Ârifi Samedânî
ve Kutb-i Rabbani, Abdülvehhâbı
Şa'rânî, Mîzânül Kübra Dört Hak Mezhebin Büyük Fıkıh Kitabı, Terceme:
A. Farûk Meyan, Berekât Yayınevi, — 1980,
İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar