MUHALİF HAYALLER
Toplumun
değer yargıları, ferde; neyi nasıl yapması gerektiği ölçüde nasıl hissetmesini
ve hissini nasıl göstermesi gerektiğini de öğretir.
Hissedilen duygular akılda oluşan görselliğini en yalın şekilde tepkisel bir
dışavurumla muhakkak sunmaktadır. Yurdumuzda,
son yirmi beş yılda sosyal, siyasi, ekonomik, kültürel ve sanatsal bağlamda
büyük değişimler geçirmiştir. Gününümüz insan ilişkilerinde gözlemlenen
duyarsızlık, yapaylık, doyumsuzluk, hazcılık ve sıkılganlık da bu değişimlerin
bir sonucudur.
Klişeleşen
“tüketim
toplumu” kavramı, her geçen gün
eleştirilirken yarattığı toplum düzeni kabullenmiştir. Oluşturulan yeni bilinç, insanın farkında yalnızlık ve çaresizliğini
büyültmekte ve kendine yabancı olan fert, acısını, endişesini, sıkıntısını,
heyecanını içinde saklayarak köreltmektedir.
İletişim
halinde olan insanların ilişkileri yüzeysel, ifadesizdir. Zamanın
gelip geçiciliği, ilişkilerin yaşanışını da yönlendirmiştir. Hızla yarışan
insan için; düşünmeye, üzerine hayal kurmaya değecek bir hatıra, kişisel
geçmişin kayıtlarından oluşan bir şimdi kavramı yoktur. Unutma, en erdemli
eylem olarak bilinçlere aşılanmıştır. Tutku; ardına bakmadan yaşamaya, duygusuz, mutlu ve kaygısız
olmaya eşitlenmiştir. Günün yaşam pratiği ‘ANIMSAMA,
YAŞA’ “Hatırlama, keyfine bak” sloganıyla dile getirilebilir.
Bahsedeceğimiz
‘Muhalif Hayaller’, şahit olunan
duruma, duyarsızlığa karşı “kendi
gerçekliğinin hayalini” kurarken, muhalif olunan, ikili ilişkilerde
paylaşılan geçici ruh hallari, yüze yerleşen sahte mimikler, mutlu olma
telaşında gülmeye çalışan yüzlerdir. Geçmiş ile bağları bulunan “şimdi”
kavramı hatıralarla güçlenir ve daha çok yaşadığını hisseden insan, Muhalif
hayallerini,
- Hayat kelimesinin
anlamında,
- Kişisel eşyalarında,
- Portrelerde,
- Kimi zaman refleks
halini dışavuran mimiklerinde,
- Hayallerle karışık
biçimlemelerle sorgular.
İçsel,
samimi, huzurlu kimi zaman ise acıtan bir dünya oluşturmaya çalışır.
Sözlük
anlamıyla;
Muhalif: Bir
tutuma, bir görüşe, bir davranışa karşı olan, aykırı olan: Muhalif gazete,
muhalif parti.
2.
Aykırılık eden, uymayan, uygunluk göstermeyen olarak tanımlanır.
Hayal: Zihinde
tasarlanan, canlandırılan ve gerşekleştirilmesi özlenen şey, düş, imge, hülya:
hayal ürünü bir hikaye.
2.
Belli belirsiz görülen şey, gölge.
Muhalif
olma,
içinde yaşadığı ilişkiler ağını, bu oluşumun nedenlerini sorgulamakla başlar.
Hayal
ise ulaşılan sonucun gerçek dışılığını gösterir.
Muhalif
hayallerin fikrî çatısı şeklinde açıklanabilir: Hızla akıp geçen dünyada, içe kapanmayı, kendine tutunmayı seçer.
Kişisel eleştirisini kendi gerçekliğini ortaya koyarak var kılar. İhsan Oktay Anar’ın Kitab’ül Hiyel adlı romanındaki
karakterin dünya ile ilişkisini tanımlayan paragrafta bahsedilen “benlik bilinci” şu şekilde vurgulanır:
“Benliğini
aşırı sınırlarla kesin ve aşırı sınırlarla belirlediğini böylece kendisini geri
kalan her şeyden, dünyadan ayırdığını, bu yolla bir parçası olmaktan çıktığı o
engine okyanus, yani Dünya karşısında elbette ki cılız, sakat ve yetersiz
olduğunu görebilirdi. Fakat o haliyle bütün bunları elbette ki düşünemezdi bu
yüzden varlıklarını benlikleriyle sınırlayan ve dolayısıyla, aslında ona ait
olduklarını bilmedikleri dünya karşısında cılız ve sakat olduklarını hisseden
insanlar gibi, varlığını tehdit ettiğine inandığı o devle savaşmaya karar
verdi. Bu dev, dünyanın ve onun içindekilerin ta kendisiydi. Ona ait olmak
ise, ona yenilmek, yani ölmek demekti. Ancak bu bir bakıma doğru sayılırdı.
Çünkü dünyanın bir parçası olmak, bedenin değil benliğin ölümü olmalıydı.”
(Anar,1996, s:105)
Karakter
dünyanın bir parçası olmaktan kaçınmak ister. Bu yolda dünya ve düzenin
şekillendirdiği her şey’e bir yönden muhaliftir. Kendini fark eden muhalif,
varlığını bütünleyecek, tamamlayacak düşlere dalar.
‘Aşk;
varoluşu tamamlama ve varoluşa katılış demektir.’ (Kafka).
Bu anlamda aşk başta olmak üzere varlığı tamamladığına inanılan her türlü
samimi ilişkiler muhalif hayallerin konusuna girer. Paylaşılan hatıralarda
yaşanan çeşitli duygular fıtrî olarak yeni biçimlemelere yol açar. Ancak
yaşanılan, sözlerle ifade edilemeyen kimi hisler bu düzende ortaya çıkamadan
bastırılıp, ezilir. Muhalif hayaller bu değişimlerin görsel ifadesini yakalama
peşinde koşar. Mutluluk ve huzurun var olduğu gibi acının, sıkıntının,
endişenin de var olduğunu duyurur çalışmalarda. İfadenin, duygunun ‘şey’ leşerek çoklaştığı, anlam
kaymalarına ulaştığı düzende ilk’e olan özlemi dile getirmeye çalışır.
Hayaller,
umutsuzluğun, çaresizliğin içinde açılan bir pencere gibidir, o pencere ise
şimdi kavramını karşılamaktadır. Şimdi, sadece o an’a karşı
verilen tepki değildir. Arkada kalan izlerin gölgesinden, bastırılmış
duygulardan, zaaflardan, empati kurarak yaşanan deneyimlerle zenginleşen bir
tepki olarak belirendir.
İnsan
ilişkileri arasında çeşitli tanımlarıyla var olan “sevgi” kavramı,
kişisel olarak deneyimlenirken kendiliğinden görsel imgelere dönüşür. Bu
anlamda muhalif tavır, etkisinde kalınan, bellekte tazeliğiyle kalan, endişeyle
duyumsanan kısacık an’ ların hatırlanması ve bu duyguların suretine dışarıdan
bakılarak ifade edilmesidir. Ancak bu düşler, rahatsızlığı duyulan durumlara
tersi ile karşılık vermektir; yani iktidar’a karşıdır. Ortaya çıkan şeyler; geçici hazlar
peşinde değil, kalıcı izler etrafında döner. İfadecidir, duygusal dışavurum
yakalamaya çalışır. Kabul görmeyen ya da gösterilmesi arzu edilmeyen hisler,
eylemlerine yansır. Duyguların, bakışların, ifadelerin çeşitliliğini ve
özgünlüğünü araştırır. Geçiciliğe karşı kalıcılığı, bayağılığa karşı
kutsallığı, ‘yaşamaya’ karşı
duyumsamayı, teşhire karşı gizemi, sanallığa karşı gerçekliği, bağırmaya karşı
susmayı, aşk’a karşı bakışmayı, cinsel birleşmeye karşı dokunmayı öne sürer.
GÜNÜMÜZDE
HAYAL KURABİLME YETENEĞİNİ SÜRDÜRME OLASILIĞI OLDUKÇA GÜÇTÜR. Hayal,
duyguyla var edilir ve günümüzde muhalefet ancak hayallerde yaşanabilir.
Paylaşılan duyguları, hatırlamaları; kurgulanan düşlerle daha güçlü, daha
acınası ya da daha mutlu kılmak, dışta olmayı kabul etmek demektir. DIŞLANAN, BUGÜNÜN DÜNYASINDA ADI KÖTÜYE
ÇIKAN OLUR. Bu yolda yalnızlığını hisseder. Ressam Gortfried’in bir
röportajında da açıkça görülebilen bir gerçektir bu;
“Maddeciliğin
sonunda zafer kazandığı bir dönemde yaşıyoruz. Dünya perilerden, cadılardan,
hıdrellezlerden, sırlardan, meleklerden, mucizelerden, büyülü kalelerden ve
saklı hazinelerden, kutsallıktan, sadakatten, sevgiden, zamandan yoksun”. Hayal
kurmak artık gereksizlik, geleceğe yönelik tasarlanan planda bir engel, yoldan
sapma olarak görülür. Beynimizin kıvrımları başka amaçlar, gerçek faydalar
kazanmak için kullanılmalıdır. Hayaller zaman kaybıdır. Oyun oynamak bayağı bir
iştir. Mantıksız, içi boş, çaresizdir. “Hayal kurmak, günümüzde çocukların
dahi beyni için kimyasal bir dengesizlik olarak görülüyor’.
Buna
karşılık Hayaller’i inkâr edilmez, tam tersi yüceltme, meşrulaştırma eğilimi
taşır. Romantik bir tavrı da kapsayan bu düşünce; sessiz boyun eğmenin içinde
karşı çıkışını savunurken bu düşüncenin bir hayal’den ibaret kalacağını bilir.
Ancak, “hayal” kurmak ve sanatın
içinde barındırdığı varsayılan özde umut ve tatmin duygusuna saflıkla kapanır
ve güvenir.
Muhalif
Olunan Durum
‘Muhalif
Hayaller’in,
toplumda gözlemlenen güvensizlik, sıradanlık, duyarsızlık ortamında yeşerdiği
düşünülmüştür. Bu durumun oluşum süreci araştırıldığında Türkiye toplumu için
1980 yılının önemli bir dönüm noktası oluşturduğu görülmüştür.
“Aynı
yıllarda İngiltere’de Margaret Thatcher’in, ABD de Ronald Reagen’ın iktidar
olmasıyla birlikte toplumsal bilinçte yeni bir oluşum başlamıştı”.
Teknolojinin
yeni imkânları beraberinde getirmesi, yeni oluşumu daha da hızlandırmış,
kültürel hegemonyasını kolaylıkla yaygınlaştırmıştır. Bu arada önemli bir
dönüşüm de yazılı kültürden görsel kültüre geçiş olmuştur. Nurdan Gürbilek o
dönemi şöyle tanımlayacaktır:
“1980’lerin
getirdiği ve günümüzde kökleşen yeni toplumu tanımlayacak ilk kavram “sözün
bastırılması” ise (yaşanan darbeden dolayı), ikincisi mutlaka “söz patlaması”
olmalı. Çünkü 1980’ lerin ortasında Türkiye de, neredeyse baskı döneminden
çıkıldığı yanılsamasını doğuracak yaygınlıkta bir söz, imge ve görüntü
patlaması yaşandı”.
Türk
toplumu için çok yeni ve müstehcen olan; özel hayat, fert, cinsellik,
eşcinsellik gibi kavramlar üzerine sözler söylendi. Bu konular sık sık haftalık
dergiler, TV programları aracılığıyla evlere konuk oldu. Ancak
karşılaştırıldığında bu değişimler Batı’da yaşananlara göre cinselliğin
tıbbileşmesine, bilimsel olarak açıklık getirmesi, öğretici nitelikte olması
adına katkı sağladığı söylenemez.”
Artık
tamamen içeriksizleşen söz, yaşananlardan ya da hissedilenlerden hangi
imajlarla, hangi metaforlarla konuşulması gerektiğini belirler. İçi boşaltılan
kelimeler, tamamlanmamış cümleler, kavramlar, sözler, kitle iletişim
araçlarının etkinliği sayesinde evlerde, insan ilişkilerinde de boy göstermeye
başlamış, bilinci etkilemiştir kuşkusuz. GÜNÜMÜZDE, REVAÇTA OLAN BİR
DİZİNİN KAHRAMANIN HERHANGİ BİR SÖZÜNÜN, CÜMLESİNİN, KİTLELER TARAFINDAN
KULLANILMASI, O SÖZÜN YA DA ONUN SİMGELEDİĞİ HERHANGİ BİR ŞEYİN ANINDA PİYASAYA
SÜRÜLMESİ GİBİ. Artık ne yaşandığı ne
hissedildiği önemli değil onun nasıl dile getirildiği, insanı nasıl kışkırttığı
önemli hale gelmiştir. Yani gösterinin nasıl bir parçası olduğu önemlidir.
Gösteri içinde rol alan fertler, geçicilik kavramını da içselleştirmişlerdir.
Her şeyin yitip gideceği bir düzende, sıkıntı etmeye, kişisel bellek
geliştirmeye ihtiyaç duyulmamaktadır.
“Artık
herkesin bildiği bir gerçek, kitle iletişim araçlarının oluşturduğu yeni
kimliğin, ferdi belli ve “klasikleşmiş” alışkanlıklardan kurtararak, onu göreli
bir biçimde özgürleştirmesine karşılık, özellikle kamusal kullanım yanıyla da,
ferdi tutsak etmesidir. ‘Televizyon görselliğinin bu derecede
yoğunlaştırılmasının altında yatan ana etmen kitlelerde beliren kendinden
geçme, ayartılma içgüdüsünün tatmin edilmesi gene televizyon görselliği, onun
kurduğu imge sistemi aracılığıyla insan belleğinin’ kısa erimli (short term)
bir belleğe dönüştüğü unutulmaması gereken bir noktadır.”
Algılanan
zaman ve sahip olduğumuz bilinç, kısa erimli olmaya doğru ehlileştiriliyor. Ahmet Oktay Anar’ın tanımıyla: “ANIMSAMA, YAŞA!” Sloganı bugünün yaşam
pratiğini dışa vuruyor denebilir. Sanat dahi, varolan durumdan etkinlenip,
beslenerek, geleneksel, hatta tarihsel olanı dışlamış, kendini güncel olanla
özdeşleştirmiştir. Kalıcılık, içsellik gibi düşünceleri dışlamış, duygusal
tavrı küçümsemiştir. Geçmiş yok sayılmış, geçmişte yaşananları günün çıkarları
(fantezileri ve ihtiyaçları ) doğrultusunda tanımlamaya dönüşmüştür.
İlişkilerdeki
Durum
Yaşanan
değişimler, görece gelişmeler, sosyal ilişkilerde yeni bir bilinç, yeni bir ruh
halini doğurmuştur. ‘KAPİTALİZM, İÇERDEN
DIŞARIYA, DIŞARDAN İÇERİYE, YUKARIDAN AŞAĞIYA, AŞAĞIDAN YUKARIYA GİDEN BİR
BAĞIMLILIK İLİŞKİLERİ SİSTEMİDİR. ONDA HER ŞEY BASAMAKLANDIRILMIŞ, DEMİRE
VURULMUŞTUR. KAPİTALİZM DÜNYANIN VE İNSAN RUHUNUN BİR HALİDİR.’ (Roger
GARAUDY. Picasso, Saint John Perse, Kafka (çev.Mehmet H. Doğan) Payel Yayınevi,
İstanbul 1991, s:128)
TÜKETİM
TOPLUMUNDA YABANCILAŞAN FERTLER, İLİŞKİLERİNİ TÜKETİLEBİLEN HERHANGİ BİR MAL
OLARAK GÖRÜR. Bu
zamanla duygusal ilişkilerdeki söylemleri de dönüşüme uğratır: “BİRBİRİMİZİ ÇOK TÜKETTİK” gibi. Ancak
pazardan yeni bir mal alınabileceğinden emin kişi, paketi açılmamış yeni
ilişkiler arar. Günümüzde insanlar, fazla bilginin, fazla görüntünün, fazla
gürültünün kucağında ilişkilerini taklitle ve özentiyle yaşar. İnsan tanımanın
verdiği merak ve heyecan duygusundan yoksundurlar.
‘Modern
toplumumuzda eksik olan şeylerden biri de hayret etme yeteneğimizdir’, peşimizi
bırakmayan boşluk ve anlamsızlığın bir yönü de budur. Hayranlıkla karışık merak
pek çok biçimde dile getirilmiştir. Kant bu duyguyu şöyle anlatır:
İnsan yüreğini
iki şey hayret içinde bırakır:
KALPTEKİ
AHLAK MAHKEMESİ VE YILDIZLI BİR GÖKYÜZÜ.
Hayret
etme, şüphecilik ve can sıkıntısını tam tersidir. Kişinin dorukta bir canlılığa
sahip ilgili, beklentiler içinde ve tepki vermeye hazır olduğunun belirtisidir.
Henüz anlaşılmamış, keşfedilmemiş deneyimlerin heyecanıdır. Merak etme ve
hayret dürtüsünü muhafaza etmek kolay iş değildir. Joseph Wood Krutch
‘Hayret
duygusu kendini çabuk tüketir diye yazmıştır. Yaşamda anlam ve önem taşıyan
şeylerin bir fonksiyonudur hayret etmek.’
Yıldızlı
gökyüzü artık birçok yerde görülebilen, romantik bir görüntüden başka şey ifade
etmez. Hayatla başa çıkma yollarından olan umut, mutluluk, aşk birer reklam
imgesinden başka bir şey ifade etmediği gibi. Bayağılaşan bu kavramlar üzerine
düşler kurulamaz, heyacan içinde bırakan an’lar, yaşayışa tanık olan nesneler,
önem atfedilen her şey değişmiştir günümüzde. Her an’ı heyecanla, arzuyla
karşılamak ve bunların ardından anımsamalarla karışık düşsel kurgulara gitmek
ancak romantik bir tavır olarak görülen ‘Muhalif
Hayaller’ dir.
İletişimin
sınırsızlığı, kolaylığı ve hızı özellikle cep telefonu şirketleri aracılığıyla
dile getirilir. TELEVİZYON KANALLARINDA,
REKLAMLARDA YARATILAN İLİŞKİ MODELLERİ; İLETİŞİMİN VE PAYLAŞILAN İLİŞKİNİN
YOZLAŞMASININ, DÖNÜŞMESİNİN SEBEBLERİNDENDİR.
Gözler
ve dudaklar en etkili iletişim aracıdır.
Sözsüz
iletişimin gücü etkisini hala göstermektedir ancak buna katlanacak, zaman
ayıracak, değer verilmesini gerektirecek toplumsal, psikolojik belki de
ekonomik şartlar yok olmaktadır.
BAKIŞ,
UZUN SOLUKLUDUR, SESSİZDİR, ANLATACAK ŞEYİ AĞIR AĞIR TÜM İÇSELLİĞİYLE AKTARIR.
BU YÜZDEN GİZEMLİDİR. Psikolojik açıdan sabır ister, güç ister,
cesaret ister. Günümüzde sıkıntıya gelemeyen insan, iletişimde olduğu kişinin
gerçek iletisini anlamaktan acizdir. Acizlik biraz da korkudandır. Çünkü ileti,
iç çelişkilerle dolu, karışık, endişe verici olabilecektir. Günümüzde insan insanla
ilişkisinde güvensizdir, saf ve sürekli bir mutlulukla karşılaşma inancından
yoksundur.
Tüketim
toplumunun can sıkıntısıyla dolu insanı, ilişkisinde özellikle aşk ilişkisinde
haz ve geçicilik arar. Çünkü ilişkileriyle varlık kazanır fert bu toplumda.
Sıkıldığında yeni bir insan ile görece yeni bir ilişki yaşayacaktır.
Aşk
ilişkilerinde görülen can sıkıntısı, aşkın, sevginin binbir dile çevrilmesi,
maneviyattan kopuş birçok karikatüre konu olmuştur. Bu
karikatürlerden biri de Radikal Gazetesi, 2006 Tehlikeli İlişkiler adlı
karikatür dizisidir. Ramize Erer, bu
karikatür dizisinde; samimiyetsiz, duyarsız ve her türüyle geçici ilişkileri
yansıtır. Yüzlerdeki etkili mimikler kişilerin güvensiz ve sahte duygularını
ortaya koyar.
Kişiler
çoğu zaman, birbirlerinin yüzüne bakar durumda (bakış) çizilmemiştir. Duygusal
ilişkilerde gözlemlenen, ezbere dayanan yaşayışların insanı bir geçmişe,
tutkuya, mekâna ya da hayale sürüklememesidir. Hâlbuki herhangi bir eşyanın
bile anımsattığı bir anı, sevilen insana; paylaşılan an’ a dair insanın
hayaller kurgulamasını sağlar. Günümüzde yaşanan sahte duygusallığı, taklit
aşkları, tutkusuz ilişkileri Umberto
Eco’ nun tanımlamasıyla örneklendirmek yararlı olacaktır. Burada kişisel
geçmiş, daha evvel bahsedildiği gibi çıkarları, ihtiyaçları ve bilgisi
doğrultusunda kullanılacaktır. Kişinin yazdığı bir duygu, hayal, bir geçmiş
yoktur çünkü;
‘Postmodern
hali, kültürlü bir kadını seven bir adamın haline benzetiyorum. Adam kadına,
“sana deli gibi aşığım” diyemeyeceğini bilir, çünkü kadının, bu sözleri Barbara
Cartland’ın yazmış olduğunu bildiğini bilir (kadın da onun bütün bunları
bildiğini bilir). Şöyle diyebilir:
“Barbara
Cartlant’vari bir deyişle, sana deli gibi aşığım.”
Sahte
masumiyetten sakındığı, masum bir söz söylemenin artık imkânsız olduğunu açıkça
ortaya koyduğu bu noktada, yine de kadına söylemek istediği şeyi söylemiş olur:
yani onu sevdiğini, onu masumiyetin kaybolduğu bir çağda sevdiğini. Kadın da
onun aklına uyarsa, sonuçta bir ilan-ı aşk gerçekleşmiş olur. Konuşanların
ikisi de kendilerini masum hissetmeyecekti; geçmişin, çoktan söylenmiş olanın
yarattığı ve ortadan kaldırılamayacak güçlüğü kabul edeceklerdir; ikisi bile
bile ve haz alarak, bir ironi (alaylı anlatım, mizah)[1]
oyunu oynayacaklardır”. (Umberto
Eco, Cogito Düşünce dergisi, sayı 44- 45, 2006 s: 14)
HULASA:
İçtimâi
hayattaki hız, insan ilişkilerinde iletişim modellerini değiştirmiştir. Kişilerin
düşünce yapısı, sosyal hayatı ve kişisel ilişkilerin deneyimlenmesinde
yavanlaşma ve duyarsızlaşma kendini göstermektedir. Ferdin an’ı yaşamasına
da engel olan düzen, anı yaşamak adına verilen budala heyecan ve önyargılar
insanı eksik bırakmıştır.
“Muhalif
hayaller” ise, ilişkiler düzeyinde yaşanan duygu yoksunluğuna, bellek kaybına,
dialog korkusuna karşı, akılda ve yürekte oluşan, anımsamalarla zenginleşen
görsel imgesini hayal tadında yani hayal olabilecek yoğunlukta işlemeye
çalışır. Manevi boyuttan yoksun dünyaya
sevginin, bakışın, küçük bir busenin kimi zaman amansız bir acının ya da stresin
ardından hayaller kurar.
İNSAN
MUHALİF OLUŞUYLA, “AN’I” DAHA ÇOK İÇSELLEŞTİREREK YAŞAMAYA, VARLIĞINI TAMAMLADIĞINA
İNANDIĞI AN’LARINI, HAYALLER ÜZERİNDEN ROMANTİK TAVIRLA AMA ELEŞTİREL BİR
BAKIŞLA, HAYATA TUTUNMAYI VE TATMİN OLMAYI SAĞLAMAK İSTEMEKTİR.
Ek: Özdemir Asaf’ın
Rüyalar/Yaşancalar’ adlı metni, kişisel geçmiş-eşya ilişkisini, anımsamanın
yarattığı duygusal algılamayı ve anlamlandırmayı destekler niteliktedir.
Rüyalar/YAŞANCA’LAR [2](Menkıbeler-Hatıralar)
“Hani,
çekmeceler, kutular, eski bir çanta, bir torba.. Hemen hemen çoğumuzun
vardır..içlerinde bir sürü eşya.. Parçası eksik bir saat.. Kırık bir kilit..
Kopuk bir zincir.. Bir kalem parçası. Yarım bir anahtar.. Tek bir kol düğmesi..
İçi boş bir derecelik.. Bir rozet..
Paslanmış
bi….şey.
Arada
bir açılır o çekmeceler, kutular. O zarflar.. Bakılır, bakılır.. Dalınır
gidilir. Bazı parçacıklar daha çok durdurur, düşündürür.. Elinizde tutar tutar,
evirir çevirir, bakar da bakarsınız.
Sonra
bir başka şey vardır onun da yanında. O da bir başka öykünün, bir başka
yaşanmışlığın tanığıdır. Kimbilir, belki aktörlerinden biridir o şey yaşanmış
bir düşüncenin.. Belki de düşünmüş bir yaşanca’nın seyircisidir.
O
dalıp gidilen nere ise, ne ise ve de kim ise.. Tümü birbirine bağlı ya da yakın
kalmış, yani, oldukları gibi duradurmuş.. Size bakmaktadır tümü.. O
zamanlardaki gibi.
Bir
sürü işiniz var ya ! Amacınız, sözünüz, alacağınız..borcunuz.. Bir sürü şey..
Bu parça parça, gününüzü dolduran şeylere yaşanca diyorum ben.
Evliliğinizi,
umutlarınızı, yanılgılarınızı, yanlışlarınızı, saç taramalarınızı, aynaya
bakmalarınızı, yaralarınızı, gizlemelerinizi, boyanmalarınızı,
kirlenmelerinizi, buruşmalarınızı, ütülenmelerinizi…Islanmalarınızı,
kurulanmalarınızı, acıkmalarınızı, susamalarınızı.. Parça parça birleştirirp sürdüren
ve sonra yerlerinde kalıp sizi yarınlara uğurlayan, yaşantılarımızı yaşam
bütünlüğüne erdiren elle tutulur veya tutulmaz olan
şey’ler..
Yani
yaşanca’lar.
Yaşancalar
sizin cafcaflı yaşam kişiliğinizi.. Yani kısacası sinirlenmelerinizi,
küfürlerinizi, yalanlarınızı, dayak atmalarınızı, dayak yemelerinizi, gücünüzü,
güçsüzlüğünüzü, gözlüklerinizi, saatlerinizi, çakmaklarınızı, o pis
paralarınızı süsleyip yaldızlayan, kırıp yapıştıran.. Düşlerinizde gerçekleşip
kafanıza çarpan yaşancalar..
Siz
gidersiniz.. Kalır onlar. Size kokularını, renklerini, esinlerini bırakırlar..
Siz gidersiniz.
Saatiniz
düşer, sevgili (o yok olası) çakmağınız yürür.. Kaleminiz biter.. Defterinizi
unutursunuz
bir yerde. Paranızı çaldırırsınız.. Güzelim gömleğiniz lekelenir, yırtılır.
Üstünüze
şarap dökülür, yepyeni giysiniz batar. Huysuzlanırsınız. Gidersiniz.. Amacınız
vardır ya !
Onlar
yerinde kalırlar. Yarın size bir mutluluk parçası sunmak için sizi
mutsuzluklarınıza yolcu ederler.. Bilmezsiniz.. Bilmezsiniz.. Uğurlarlar sizi.
Hani o şarabın giysinize dökülmesindeki yaşantıda sizi kıpkırmızı eden an vardı
ya! O, orada durur kalır.. Siz gidersiniz. İşte o an size ilerde sıcacık bir
katkıda bulunacaktır.. Acıyarak.
O
yaşancalarınızın tek başlarına ufacık gibi görünüp, belki tüm yaşamınıza eşit
değer ve anlamdaki ağırlıkları, bir yerlere çöker.
Kendi
başlarına çekmecelerinizde, kutularınızda işe yaramayan, ama atamadığınız o
şeyler..
Yaşancalarınızın
düşünsel olanları nasıl kafanızın çekmecelerinin birinde ise, maddesel olanlarının
elinizde kalanları da kutularınızda öylece durur. Atamazsınız.. Siz
gidersiniz..
Bütünlüğünüzün
üstüne titreye titreye.. Ama aslında bölüne bölüne.. Parçalana parçalana
gidersiniz.
Kulağınıza
bir şarkı uzanır.. Birden dalarsınız..Kala kalırsınız durakta.. Ama dolmuş
gelmiştir, binersiniz.. Gidersiniz…
Ve
sonunda, dün geceye kadar gelirsiniz.. Uyursunuz.. Bir rüyaya uyursunuz.
Gördüğünüz
rüya ,o tek başlarına yaşamınızda artık bir işe yaramayan ve çekmecelerinizle
kutularınızda bekleyen yaşanca’larınızın, birleşip oyunu kurmalarıdır. Sahnesi
uyku durumunuzdur.. Seyredersiniz.. Kendinizi seyredersiniz.. Yapyalın.
Hani
gidiyordunuz ya ! Şimdi gidin ya! Uykunuz sizi, kımıltısız, tutar..
Gidemezsiniz.
Hani
bir şarap dökülmüştü, gömleğiniz leke olmuştu.. Siz bozulmuştunuz. Oysa tam
onun yanında sevgi ve özlem duruyordu.. Görememiş, sezememiştiniz. İşte o iki
paralık gömleğiniz.. O kimsede eşi olmayan, dışarıdan yeni gelmiş herkesin
baktığını sandığınız gömleğinizin lekelenmesine
bozulmakla içine ettiğiniz yaşamınızdaki yarım bıraktığınız oyun oynanmıştır.
Ama o başrolü oynayan kadın, siz uyanınca hüzünlü kılmıştır sizi.
Kimdir
o!
Onu
da bir başka, bırakıp gittiğiniz yaşam öykünüzden getirmişlerdir
yaşancalarınız, dün geceki rüyanıza.
Hani
kutularınızın birinde bir saç tokası vardı ya! Siz onu ne sanıyordunuz? Öyle
bir saç tokası mı?
Demek
o öyle bir saç tokası imiş..”
(ASAF, Özdemir. ’Ça (Otokopi,
Deneme) , s. 25, Adam Yayınları, İstanbul, 1993 s. 25)
Kaynak:
Çiğdem MENTEŞOĞLU, “Muhalif Hayaller”, Sanat Eseri Çalışma Raporu, Ankara-2007.
[1] İroni:
İroni:(eski yunanca eironeía) Söylenenin tam tersinin kastedildiği ifadedir.
Söylenen ya da yapılan eylem, ciddi görüntüsü altında, karşıt söylenceyi ya da
eylemi, çelişki noktasına çekmeyi hedefler. Mizahdan farkı olarak ,ironi daha
eleştirel yaklaşır .İroni mimik, jest ve tonlama ile söylemek istenenin altını,
dolaylı çizer.
[2] Yaşanca: Uydurma
Kelimelerden: Menkıbe; hatıra; anı; unutulmayacak olay…
Toygun:
Din büyüklerinin veya tarihe
geçmiş ünlü kimselerin yaşamları ve olağanüstü davranışlarıyla ilgili hikâye
Bensay yaşanca
sözcüğünü önermiş. Bence fena değil.
кай (kay) şarkı söyleme , menkıbe (Altayca)
Övmece önerisi de var ama öv-
uygun değil gibi.
Toygun:
Hikmet Kıvılcımlı yürüm demiş.
"Böylece, Oğuz Yürüm'ü
(Menkıbesi) ile anlatılan şey, bütün bu 24 Kan'ı içine almış en büyük Kandaşlar
Konfederasyonu'dur."
Oktay
D.:
yaşanca sözü bana düzgün türetimli
gelmedi, bir /a/ sesi fazla gelmiş. Daha doğrusu ise yaşınç olabilir [1][2]
Dipçe.
[1] +Xnç ekinin dar ünlüsünün
baskın gelmesi. Bu eki, dönüşlü çatınıŋ eylemlik ekiyle bileşimi olan -n-ş
ekinin sözcük sonunda -nç olması durumuyla karıştırmayınız. [2]
[2] Marcel Erdal, "Old Turkic Word Formation", Wiesbaden, 1991.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar