Print Friendly and PDF

MÜSLÜMANLAR NEDEN GERİ KALDI?



hzl: Musa Carullah BİGİ
Söz Başı:
Musa Carullah Bigi, kitabında sıkıntılarını izah ederken Mehdi aleyhisselâm konusunu ele almış.
“Mehdi hakkında ilim ehlinin fikirlerini ve kendi mütalâamı beyan edecek olmuştum. Avrupa âlimlerinin Mehdi meselesinde yanlış fikirlerini, bizim dervişlerimizin hata ve hayâllerini, İslâmiyetin istikbâline dair hadis kitaplarında nakil edilegelmiş “Fiten Hadisleri”nin hakikatlerini beyan edip küçük ise de benim için ehemmiyeti büyük olan bir fayda sağlayacak olmuştum. Fakat bu saatte o meseleyi tafsilâtiyle yazmaktan ya ben âcizim, yahut kitabın hacmi veyahut zaman ve mekân müsaade etmiyor. Fakat umulan faydadan mahrum kalmamak için, burada Futûhat Mekkiye’den de birkaç satır nakledeyim, Muhyiddin Hazretleri, Futûhat Mekkiye’sinin 3. cildinde ve 364.Bölüm [Ahir Zamanda Zuhur Edecek Mehdi'nin Vezirlerinin Menzili; Hz. Peygamber Mehdi'nin Geleceğini Müjdelemiştir ve Mehdi Ehl-i Beyt'tendir]  sayfasında diyor ki:
 Allah Teâlâ’nın ileride gelecek ve içindeki hakiki dini ortaya atacak ve bizzat Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem bu hayatta bulunsaydı onun dediği gibi hükmedecek olan bir halîfesi vardır. Yeryüzünde mezhepleri kaldıracak ve orada ancak temiz dinden başka bir şey kalmayacaktır. Onun düşmanları, içtihat ehli ola. âlimlerin taklitçileridir; çünkü bu bilginler, o halifeyi imamlarının gittikleri yolun gayriyle “Bu imam El-Mehdi ortaya çıkarsa enun sert, düşmanlan özellikle fakihler olacaktır: zira o sıktığı takdirde alimlerin âmme üzerinde, hükmü, İm'tiyazı kalmayacaktır. Kendilerinde hükmedilecek ilimden ancak çok az bir şey bulunacaktır. Bu İmamın çıkışıyla ahkâm iddiasında bulunan âlimin İhtilâfı, ortadan kalkacaktır, eğer kılıç ve kuvvet El-Mehdî’nîn elinde bulunmazsa fakihler onun öldürülmesini emredeceklerdir. Fakat Allah onu kılıç ve  ayni zamanda keremle ortaya çıkaracaktır. Ulema bir  taraftan tamah ederken, diğer taraftan da  ondan , korkacak ve utanmadan, içlerinde, başka İnanç olduğu halde, onun hükmünü kabul edeceklerdir; çünkü onlar. El-Mehdî’nln kendilerine kendi mezheplerinin dışında  kalan hükümle hükmetmesine bakarak onun dalâİett'e olduğuna hükmedeceklerdir. Onlar, ictihat zamanının kapanmış olduğuna, cihanda hiçbir müçtehidin kalmadığına ve  Allah’ın, bu imamlardan sonra ictihat derecesine yükselen his kimseyi yükseltmeyeceğine inanmaktadırlar. Lâkin genel ahkâmlarla İlâhî tarifi yapan kimsenin onlarca deli, hayâli bozuk ve kendisine iltifat edilmez bir kimse olduğuna inanırlar. Eğer o, paralı ve kuvvetli olursa onun malına tamahla ve kuvvetinden korkarak, içlerinden ona inanmadıkları halde, ona boyun eğerler.”
Sh: 227
Derviş ruhanîler ve kalender üstadlar elinde terbiye kılına gelmiş millet çocuklarında en eksik olan taraf, emel yokluğu, himmet gevşekliği, ruhsuzluk ve ileriye atılma noksanlığı ve cesaretsizliği yönleridir. Emel büyüklüğü, hayâlperestlik demek değildir. Mağrurluk demek de değildir. İki arada sonsuz fark vardır.
Son asırlarda;
1) Abid hukukçuların,
2) Bilgisiz müfessirlerin,
3)Dalgın muhaddislerin,
4) Aldatıcı vâizlerin,
5) Kurnaz meddahların, (Son donemde TV’de örnekleri çok)
6) Satılık şairlerin,
7) Uydurucu kurt sofuların,
8) Dalkavuk bilginlerin,
9) Tarikatçı şeyhlerin,
10) Falcı duahanların,
11) Bencil pirlerin,
12) Kelâm safsatalarıyla ömürleri ve dinleri yitirilmiş üstadların,
13) Gevşeklik, tembellik yollarına mal vakfeden mezar kulları vâkıfların,
14.) Ahlâk-ı İslâmiyeyi miskinlik ve zilletlik felsefesine çevirmiş ufak kalemlerin,
15) Bütün yalanlan, en kahredici işsizlik ve ataleti her hafta müminlere telkin eden hatiplerin.
16) Vücutları, dimağları ve kalpleri tahrîb eden medreselerin,
17) Gönüllere temizlik, canlara rahatlık ve ruhlara faaliyet vermek gerekirken tamamıyla aksine hizmet eden mescidlerin, imamların,
18) Büyük faydalar mülâhazasıyle va’z kılınmış meşruiyatı ve rükünleri Şâri'in rızası hilâfında yolsuz istimallerin ve edâların,
19) Ailelerde ve haremlerde din ve edep olmak sıfatiyle korunagelmiş durumların, şu ondokuz veya daha fazla sebeplerin etkisiyle Islâm âleminde ahlâk-ı Islâmiye, bozulup tamamıyla yitirilmiştir. Her kemâl, zıddiyle tersiyle tefsir kılınıp öldürücü sıfatlara her biri, imân kuvvetiyle fazilet gibi telâkki kılınmıştır.
1)         Âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şeriflerde övülmüş olan tevekkülü, acizlikle ve işsizlikle tefsir kılıp İslâm milletini miskinlik, fakirlik, esirlik ve kölelik yollarına zorla sevkettiler. Hesapsız hazain-i İlâhiye, onların ellerinde zayi oldu. Meskenete vurulma sonunda izzet yerine zillet geldi...
2)         İmânda ehemmiyeti yok olan kaza ve kaderi, imânın en büyük rükünlerinden hesap ettikten sonra kaza ve kaderi son derece yanlış tefsirlerle İslâm ehlinin gönüllerini emelden, ellerini amelden ve ayaklarım hareketten engellediler, iftira ve şaşırtma yoluyla kendi çıkarlarım düşünerek ve “Allah’ın hükümlerine razı olmak” ifadesini ileri sürerek hu yönü istismar ettiler. Süslü ifadelerle bunu tezyin kılıp imânın rüknü sıfatıyla gösterdiler.
3)         Fikirdeki hürriyeti hem de fikiri, “küfürdür” dediler de cahiliye devrinde kızlarını diri diri gömen bedeviler gibi Islâm ehlinin akıllarını ve fikirlerini öldürdüler. Bedevilerin cahiliye devrinde kızlarını öldürmeleri, zilletten kaçmak sebebiyle idi. Fakat akıllan katletmek, en büyük zilletin en kuvvetli sebebi oldu. Dimağın felce, atalete uğraması sebebiyle İslâmiyetin ruhunu korkunç bir durgunluk bastı...
4)         Gözlerimizi cemâlden, kulaklarımızı musikiden, güzel şarkılardan ve ellerimizi güzel sanatlardan yasakladılar da kalplerimiz yüksek duygulardan, mukaddes en lâtif şuurlardan yoksun kaldı. Güzel, hem de nefis şeylere karşı rağbet zayıfladıkça gönüllerimiz de küçük ve ehemmiyetsiz şeylere yöneldi. Rahatımızı, ya işsizlikte ya da sefahette arar olduk...
5)         Selâma durmak, zillet dizleri üstüne meskenet elleri koyup oturmak, susmak, baştan kuş uçurmayacak kadar cansızca hareketsiz kalmak, gelip giden saatlerde rükû, selâmlan vermek ve ayağın toprak ve tozlarım kulluk başı üzerine almak gibi en ufak durumları “edep, işte budur” dediler de müslüman yavrularını miskinlik ve kölelik ruhuyle terbiye eder oldular. Çocuklarda himmet, ileriye atılma ve faaliyet izleri kalmadı. İzzet ve haysiyet ruhu, tamamiyle söndü.
6)         Küçüklüğü alçak gönüllülük, zilleti sabır, rızayı itaat, boş boğazlığı fesahat gibi gösterirken cesareti cünun, hamiyyeti hamakat, vakarı, ağırbaşlılığı kibir, izzeti tekebbür, vesveseyi ihtiyat, keremi israf, cimriliği iktisat, hemen işe Erişmeyi sürat, tembelliği yavaşlık ve yarışmayı haset diye vasıflandırdılar. Her fazileti tersiyle,: her rezâleti de zıddiyle tefsir kılıp İslâm ahlâkını bozdular, mü’minleri öldürücü sıfatların her biriyle âdetlendirdiler. İslâm ehlinde duygu ve şeref kalmadı...
7)         Kadın ve kız meselelerinde, aile durumlarında kendilerinin tabiatlarını ve zayıf tedbirlerini mukaddes dinin geniş ve güzel hükümlerinden öne alıp ya saygı, ya da merhamet tarikiyle muamele gerekirken hakaretle, hem şiddet yollarıyla kadın ve kızlara muamele eder oldular. Kadın, ev hanımı ve erkeklerin kardeşi sıfatıyla değil mutfak işçisi ve erkeklerin yalnız yatağı gibi itibar kılınır oldu. Heyet-i ictimaiyede kadın ve kızların mevcut ehemmiyetlerine bakışları, herhalde şehvet-i hayvaniye duygusuyla, şu-i zan gözüyle ve töhmet yoluyla idi.
İtibarsız cariyeler, kadın köleler gibi saygısız, hukuksuz ve hiyânet eder gibi güvensiz kalmış kadın ve kızların ruhlarında izzet ve şeref hissiyatı, tabiatlarında istiklâl, hürriyet ve emanet fazileti kalmadı.
Mağlûbiyet ruhuyle terbiye kıhnagelmiş kadın ve kızlan, “görürsen üzerlerine saldır!” usûliyle beslenegelmiş erkeklerden korumak için, kadın ve kızları ev duvarları arasına ebedî surette kapatmak ve yüzlerine peçe, perde örtmek tedbiri yaratıldı.
Son derece zayıf olan bu tedbir, kadın ve kızları en zelil ve en zayıf yaratık derecesine indirdi. Akıl ışığı söndü, kalp de öldü. Gönülde hürriyet ve istiklâl aşkları, emanet ve izzet duyguları kalmadı. Kadın ve kızlar, hem dinî, hem de edebî terbiyeden mahrum kaldılar. Aile pâklığı, kadın ve kaz iffeti, yüz perdesi gibi, en zayıf bir tedbirle korunmak zarureti hâsıl olacak, kadar aşağı derecelere indi, iffetin kıymeti, birkaç kuruşluk perdeden ibaret oldu. iffet, fazilet olmak şerefinden çıktı. Mahbusluk ve örtünme kuvvetiyle ilzam kılınan, hem de gayet zayıf bir bağ oldu. Yüzden perdeyi sıyırmak, haneden ayakla çıkmak ne kadar kolay ve ne :kadar normal bir  hal ise iffeti feda etmek hareketi de o kadar âdî, o kadar ehemmiyetsiz ve mesuliyetsiz bir hareket olabilmek derecesine geldi...'
Kadın ve kızların yani annelerin bütün durumları, ahval-i ra- biyeleri ve ahval-i akliyeleri, çocuklara intikal edip Islâm ehli, her yerde her yönden geriledi, ve din inana zayıfladı. Ulûm, maarif, sanayi ve siyaset âlemlerinde İslâm ehlinin zerce kadar ehemmiyeti kalmadı. Çocuklarda faaliyet ve ruh yokluğu, kalp zayıflığı, akil kıtlığı, İslâm âleminde erkek yokluğu, bir sebepten doğan müteaddit eserler gibi, ailede kadın ve kızların yani annelerin hallerinden ileri gelmiştir.
Bir millet, anne nüshası, örneği olur. Çocuk, anne ve babasının olgunluklarına ve kusurlarına, vâristir. Yalnız ata ve anasının değil, belki ailede, nesilde ve millette bulunan olgunluklarının en mühimlerini de çocuk haiz olur.
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَالَّذِي خَبُثَ لاَ يَخْرُجُ إِلاَّ نَكِدًا كَذَلِكَ نُصَرِّفُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ
“İyi toprak Rabbinin izniyle bitki verir, çorak toprak kavruk bitki çıkarır. Şükredecek millet için böylece ayetleri yerli yerince açıklarız.” (A’raf, 58)
Pâk asıldan, siinnet-i  İlâhiye hükmüyle pâk çocuk gelir. Asil habis olursa o asıldan faydası olmayan diken çıkar
فَهَبْ لِي مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا  يَرِثُنِي وَيَرِثُ مِنْ آلِ يَعْقُوبَ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِيًّا  
“Doğrusu ben arkamdan yerime geçecek akrabamdan ötürü endişeliyim. Eşim de kısır! Bana lütf-u kereminden öyle bir vâris nasib et ki bana da, Yâkub hanedanına da vâris olsun. Onu, razı olacağın bir insan eyle ya Rabbî!" Meryem,5-6
Yani-çocuk hem babasında, hem de ailede ve nesilde bulunan hallerin her birisine vâris olur. Ailede bulunan riyaset ruhu ve velâyet kuvveti, çocuklarda görülür.
Bu hal, bir Sünnet-İ İlâhiyedir ve bir adl-i İlâhîdir. Hikmet iktizasiyle devam eden ve bozulmayan büyük bir İlâhî, kanundur. “Tarih-i Mukaddeste nakil kılınagelen kıssa ata ve ananın günahiyle çocukları sorumlu tutmak hikâyesi, o büyük kanunun gayet güzel bir tercümesi olsa gerektir.
Kadın ve kızların sosyal hayattaki- durumları ve dereceleri, annelerinin ailede ehemmiyetleri ve itibarları nasıl ve ne  kadar ise bir milletin, milletler .arasında itibari da, ehemmiyeti de' O kadar olur.
"Cennet, annelerin ayaklarının altındadır.”  Keşfu'1-Hafa, En-Nesai ve İbn Mâce:
Bu hadisin yorumu: Milletin saadeti, annelerin muhteremliği, büyüklüğü ve rızasıyle olur.
Benim nazarımda milletimizde mevcut olan 'kusur  ve kusurundaki sosyal sebepler şunlardır : “Şura Dergisi” sayılarının birisinde, bugünkü durumlarımızın sosyal sebepleri hakkında gayet büyük bir mesele arz kılınmıştı. Hastalığı, hastaların kendilerine söyleten bir tabip gibi ûstâd-ı muhterem Rıza Efendi Hz.’leri şüphe yok ki hikmet yoluyle hareket ederdi. Ben inanç ve İslâm hukuku meselelerinde delil aramak zahmetlerini iltizam edebilirim ve isabet şerefine de, elbette rağbet ederim. İctihad ehlinin en büyüklerine de muhalefet edersem ederim. Lâkin “Şura Dergisi” sayfalarında serd kılınmış olan mesele gibi ehemmiyeti büyük bir sosyal konu arz kılınırsa ben tabiatiyle sükût ederim. Meselenin büyüklüğü, gözümün önünde canlanır ve beni bir korku alır. Yazan kalemleri okurum, Cevap verenleri dinlerim. Hastalık açık surette görülür ve onun küçükleri de büyükleri de ortaya çıkar. Bundan sonra ben de sebeplerini ararım.
Bana kalırsa bizde millet çocuklarında en öldürücü hastalık, emel yokluğu, ileriye atılış eksikliği, cesaretsizlik, ümitsizlik, himmetsizlik ve kardeşlerimizin kendilerine olan güvensizlik hastalıklarıdır. Her biri miras olmak tarikiyle, analardan çocuklara geçmiş olan ruhî hallerdir. Zaman annelerimizi ıslah ederse çocukları da, elbette sağ olurlar, sağlıklı yetişirler.
Geleceğimize ümit gözüyle bakalım. Bu zaman, aklımızı ve kalbimizi evhamdan ve vesveselerden temiz tutup ellerimizi ve ayaklarımızı taklit bağlarından kurtaralım. Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlercesine mütalâa edelim. Hadîs-i Nebevileri tamamiyle hıfzedelim. Kur’ân-ı Kerîm’in, Şâri’ Kebîr’in irşadiyle hareket edersek âlem-i medeniyette ehemmiyeti kaybolmuş olan İslâm şeriatini, inşaallah ihya ederiz.
Öğrencilere tavsiyem şudur: Allah İslâmiyeti nesh etmemiş ise bir vakitler gelmiş olan Ebû Hamlelerin, Mâliklerin, Buharı ve MusIimlerin, belki, daha büyükleri gelebilirler. Bu emel, Kur’ân-ı Kerîm’in gerçek müjdesiyle sağlanmış güzel bir ümittir. Gurur değildir bu, hayalperestlik de değildir. 'Bilfarz gurur olacak olursa ne zarar gelir?
İzzet veren  gurur, zillet veren küçük hakikatlerden .milyonlarca daha değerlidir, İslâmiyeti asil genişliğiyle ve  ülviyet kudsiyesiyle göstermek emeli,, beni oturdu, iktidarımı bana tembih edebilecek zevat bulunabilirse de emelimi, rağbetimi ve-ümidimi sınırlayabilecek zevat yoktur.
insan hareket ederken, 'Allah’ın nihayetsiz ve hususiyeti-yok olan “Rahmet-i İlâhiye’’si hazinelerine gider iken iktidarıyla değil, emeliyle ve rağbetiyle gider, ihtida, iktidar eseri değil. bilâkis içtihat sonucudur.
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ
 “Bizim uğrumuzda cihad edenleri,: elbette yollarımıza eriştireceğiz. Allah şüphesiz iyi davrananlarla beraberdir.” [Ankebût,69]
Kaynak:Musa Carullah BİGİ, UZUN GÜNLERDE ORUÇ, İctihad Kitabı, Eseri sadeleştirerek dipnotlarla işleyen: Yusuf URALGİRAY, Ankara - 1975



Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar