Print Friendly and PDF

MUSTAFA DÜZGÜNMAN’IN EBRU SANATINA VE EĞİTİMİNE KATKISI



Hazırlayan: Hatice SARI

Klasik Türk ebru sanatının günümüze ulaşmasında büyük emeği geçen Mustafa Düzgünman 9 Şubat 1920'de Üsküdar Sultantepe'de doğmuştur. Babası, aynı semtteki Abdülbaki Efendi ve Aziz Mahmud Hüdayi Camilerinin imamlığını yapan Saim Efendi'dir. Annesi ise Necmeddin Okyay’ın yeğeni Şükriye Düzgünman’dır. ilk tahsilini tamamladıktan sonra babasının Üsküdar çarşısındaki aktar dükkanında çalışmaya başlamıştır. Bu arada evde kendi kendine cilt yapmaya başlayan Düzgünman’ı 1938 yılında, annesinin dayısı Hattat Necmeddin Okyay hocalık yaptığı Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin Türk Tezyini Sanatları Bölümü'ne kaydettirmiştir. Burada Necmeddin Okyay'dan eski tarz cilt ve ebru öğrenerek kısa zamanda kabiliyetiyle dikkati çekmiş, diğer kıymetli hocalardan da faydalanmıştır. Ancak hayat şartları sebebiyle bir müddet sonra okuldan ayrılarak tekrar baba mesleği olan aktarlığa dönmüştür. Vefatına kadar titizlikle sürdürdüğü bu meslekte işinin ehli güvenilir bir esnaf olarak tanınmıştır (Derman, 1994, s.62).
Akademi'deki talebeliği yıllarında “şemse” denilen klasik cildin güzel örneklerini imal eden Düzgünman, bir müddet sonra o sırada taliplisi çok az bulunan bu sanatı da terk etmek zorunda kalmıştır. Özellikle 1957'den itibaren daha fazla zaman ayırdığı ebruculukla meşguliyetini ise ölümüne kadar sürdürmüştür (Derman, 1994, s.62).
1943 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nde açılmış olan yılsonu sergisinde Mustafa Düzgünman’ın ebruları ve tarz-ı kadim tarzı ciltleri görenleri çok etkilemiş ve büyük takdir toplamıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı ismet İnönü hayranlığını ve takdirlerini belirtmişlerdir (Ozemre, 1996, s.30).
Çeşitli konularda yeniliğe açık olduğu halde ebru sanatında klasik anlayışa sımsıkı bağlı kalan ve bu hususta modern uygulamalara iltifat etmeyen Düzgünman, ebruculukta kendisini geçtiğini söyleyen hocası Necmeddin Okyay'ın bu sanata kazandırdığı çiçekli ebru çeşitlerine papatyayı eklemiş, ayrıca diğer çiçek şekillerini de ıslah etmiştir. 1940'ta başlayıp ölümüne kadar elli yıl süren ebruculuğu sırasında, 1967'den itibaren çeşitli sergiler açan ve bazı sergilere katılan Düzgünman, hem eserleriyle hem de yetiştirdiği öğrencileriyle bu sanatın tanınmasına ve yayılmasına hizmet ederek son otuzbeş yılın ebruculuğuna adeta damgasını vurmuş bir sanatkardır (Derman, 1994, s.63).
Mustafa Düzgünman 1952 yılında Süheyla Hanım ile evlenmiş, 1953 yılında Ali Haydar, 1962 yılında ise Yasemin adlı evlatları dünyaya gelmiştir. (Ozemre, 1996, s.97)
Türkiye’de ebruya olan ilginin artması ve Mustafa Düzgünman’ın sanatkar olarak şöhret olması, Yapı ve Kredi Bankası’nın Müşaviri Nedim Tör’ün 1967’de bankanın Galatasaray’daki Genel Müdürlük binasında Mustafa Düzgünman ebrularının sergilendiği büyük bir sergi açması sonucu olmuştur. V. Nedim Tör ebruyu nonfıgüratif resmin öncüsü olarak kabul etmekte idi. Bu sergide Mustafa Düzgünman’ın ağabeyi Ahmet Düzgünman ile Niyazi Sayın’ın yaptıkları tespihler de sergilenmiş ve sergi bir ay boyunca İstanbul halkının yoğun ilgisini görmüştür. Bu sergi Düzgünman’ın hayatında bir dönüm noktası olmuştur (Ozemre, 1996, s.l 10).
Bu sergiden sonra yerli basında pek çok yazı ve mülakat yayınlanmıştır. Ayrıca Batı’da da Aramco World Magazin’in 24. cildi 1973 yılı Mayıs-Haziran 3. sayısında Robert Arndt “Ebru, the Cloud Art” başlığı altında 21 fotoğraf içeren bir makale yayınlanmıştır (Eriş, 2007, s.55).
Mustafa Düzgünman ebruyu tanıtmak için Yapı ve Kredi bankası için 1970 yılında 5 dakikalık bir film hazırlamıştır. Yeni doğan kızlara Ebru isminin konması o tarihten sonra ortaya çıkmıştır (Ozemre,1996, s.110).
Uğur Derman’ın 50 yıllık hizmetinden dolayı “Türk ebruculuğunu dirilten adam” dediği Mustafa Düzgünman’m ebrularına turistlerde ilgi göstermiştir. Artık turistlerde ebru tiryakisi ve attar dükkanının müdavimi olmuşlardır. Bir kısmı Düzgünman’ı evde, ebru teknesinin başında görmek üzere geliyor, bilgi alıyor ve resim çekiyorlardı. Mustafa Düzgünman’m ebruya hakimiyeti yalnız Türkiye’de değil, bu konuda bütün dünya yayınlarına girmiştir. Ebru hakkında Amerika’da yayınlanan battal boyda bir kitapta Düzgünman ve eserlerine birkaç sayfa ayrılmıştır. Dış ülkelerden birçok teklif almıştır. Zamanla Kültür Bakanlığı ve ona bağlı kuruluşlar da devamlı müşterisi olmuştur. Mustafa Düzgünman bu ata yadigarı sanat tanınsın diye ebrularını çok ucuza satmıştır (Eriş, 2007, s.55).
7-13 Aralık 1987 tarihleri arasında Yıldız Sarayı Silahhane’de açılan “Günümüz Türk Ebru Sanatçıları” sergisi sırasında ebruya katkılarından dolayı Düzgünman’a Türk Kültürü’ne Hizmet Vakfı tarafından 1987 yılında bir plaket verilmiştir (Derman, 1988, s.6).
Mustafa Düzgünman’ın manevi hayatı üzerinde Aziz Mahmut Hüdayi (1541- 1628) türbesinin türbedarı Hafız Eşref Ede Efendi’nin (1876-1954) etkisi büyük olmuştur. Prof. Dr. Ahmet yüksel Özemre “Üsküdar’ın Üç Sırlısı” adlı kitabında “Hangi tarikata mensup olduğu ve seyr-ü sülukunu kimin yanında tamamladığı bilinmeyen, Hamzavi-Melami meşrepli, belki üveysi Ehl-i Beyt-i Resulullah aşığı, son derece sırlı, az konuşan ama beyanı inci gibi hikmet dolu bir zat idi” diye anlatmıştır (Eriş, 2007, s.56).
Mustafa Düzgünman gençliğinde ciğerlerinden büyük bir rahatsızlık geçirmiştir. Uzun süre sanatoryumda yatmıştır. Bu dönem, onun hayatında koyu sofuluktan uzaklaşıp tasavvufa yönelişinin başlangıcı olmuştur. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinin divanını incelemiştir. Bu durum onun hayata bakışını ve değer yargılarını olumlu yönde etkilemiştir (Özemre, 1996, s.53).
Eşref Ede’nin vefatından sonra Düzgünman karşılaştığı kimselerde daima onun vasıflarını aramıştır. Dinde, siyasette, sanatta ve cemiyette çok idealist ve tavizsiz bir hüviyet kazanmıştır. Ebru sanatında klasik üsluptan en küçük sapmaya dahi tahammülü olmamıştır (Özemre, 1996, s. 102).
Düzgünmanlann attar dükkanı, irfan meclisi halinde olmuştur. Ahmet Yüksel Ozemre “Üsküdar’daki bu attar dükkanı; nice sohbetlerin, nice dostlukların nice himmetlerin, nice hayırların, nice füyüzatın, nice manevi tohumların ve irşadların sebebi ve mihveri olmuştu” diye anlatmaktadır (Eriş, 2007, s.56).
Atar dükkanı dönemin ünlü sanatkarlarının, ariflerinin ve sırlı sofilerinin sohbet ve muhabbet etmek üzere uğradıkları bir yer olmuştur. Rufai Şeyhi Sarı Hüsnü Efendi, Eşref Ede Efendi, Özbekler Tekkesi nin son şeyhi Necmeddin Efendi, Celveti-Bektaşi Şeyhi Yusuf Fahir Ataer, Sanat Tarihçisi Uğur Derman, Neyzen Niyazi Sayın, Prof. Dr. Güngör Şaüroğlu, Prof. Dr. Ali Alpaslan, Nezih Uzel, Necmeddin Okyay, Sacid Okyay ve Abdülbaki Gölpınarlı bunlar arasında idi (Ozemre, 1996, s.23).


Mustafa Düzgünman, ebm sanatı dışında dini musikiyle de meşgul olmuş ve tasavvuf zevkini, Hafiz Eşref Ede'den almıştır. Muzıka-i Hümayun'da yetiştiği İçin “Mızıkalı” lakabıyla anılan Hafiz Muhittin Tanık, Üsküdar'daki Çarşamba Rifai Dergahı şey ili Haymllah Tacettin Yalım ve Üsküdar Rifai Asitanesi şeyhi Hüsnü Sarıer gibi kıymetli hocalardan istifade etmiştir (Ozemre, 1996, S.31).
Sağlam bir klasik musiki ve makam bilgisi vardı. Nota bilmez, fakat bestelerini düm tek usulü ile icra etmiştir (Eriş, 2007, s.49).
Aziz Mahmud Hüdayi Camii'nde uzun yıllar cuma günleri iç ezan ve teravih namazı aralarında ilahi okuyuşuyla iyi bir icracı olarak da tanınan Düzgünman'ın, bir kısmının güftesi de kendisine ait olmak üzere değişik makamlarda bestelediği yirmi kadar ilahisi vardır. Onun bestekarlık tarafını gösteren ve son yılların dini musiki repertuvarı açısından ayrı bir önem taşıyan bu ilahiler, vefatından önce yakın arkadaşı neyzen Niyazi Sayın tarafından notaya alınarak tespit edilmiştir. Ayrıca vaktiyle meşk ettiği dini eserleri son zamanlarında banda okuyarak tespit edilmelerini sağlamıştır (Ozemre, 1996, s.32).
Mustafa Düzgünman Hafız Eşref Ede’nin ölümünden sonra 1953'ten 1979'a kadar yirmialtı yıl Aziz Mahmud Hüdayi Dergahı'nın türbedarlığını yapmıştır.


Kendisi neden türbedar olmak istediğini şöyle anlatmıştır:
“O muhitte yetiştim o mübarek zata zaten zahiren muhabbetim vardı. Ben de genç yaşlardan itibaren tasavvuf merakı ve zevki başladığı zaman Mahmut Hüdayi’nin divanında söylediği sözler beni etkilemiştir. Ancak anlamaya başladığımda hazretin bir derya olduğunu ve söylediklerinde Kur’an’ın özü olduğunu idrak ettim, aşık oldum ve bu da beni onun hizmetkarı yaptı. Bunu bir maddi karşılık için yapmadım. Türbedar aylıkları 1953’te 40 lira idi. Fazla değerli bir para değildi. Hatta ben aldığım maaşın üstüne koyarak türbenin ihtiyaçlarına sarf ederdim. Oranın tezyinatı oldukça iyidir, bir müzeci gözü ile hizmet ettim çilemi doldurdum”. (TRT 2 için çekilen Sanatımızdan Portreler isimli belgesel film)
Mustafa Düzgünman bir şairdir. Halk ağzıyla koşma tarzında çeşitli konularda ve çeşitli kişiler için yazdığı şiirleri bulunmaktadır. Bunlar arasında, ebrunun tarihçesi, özellikleri ve mahiyetini anlattığı yirmi kıtalık “Ebruname” en tanınmışıdır.
**
Ebrudaki görünen şu nukuşata iyi bak,
Şuunat-ı ilahidir sıfatından ayan Hak
Nakş-ı sun'un pertevinden Hubb-u Rahman aşikar,
Ruyetullah sırrıdır bu müsemmadır her varak.
**
Zan etme ki bu eşkalin halikıyız şenle ben,
Gafil olup şirke dalma bir faildir iş gören,
Fırça, çanak, boya, tekne vasıtadır bilmiş ol,
Hep suver-i ilmiyyedir mezahirde görünen.
**
Türlü türlü şekillerle arz-ı didar eyleyen,
Kitab, levha, sair eşya zeyn-i envar eyleyen,
Şuh ve cazip hatlarıyla kalb-i insan zevkiyab,
Saltanat-ı ebrudur bu aşk-ı izhar eyleyen.
**
Onaltıncı yüzyılında Turan ebru mebdei,
Orda zahir olmuş amma burda bulmuş neş'eyi,
Yüce Türkler ülkesinde kemal bulmuş bu hüner,
Rabbim daim hıfz eylesin ebru yapan zümreyi.
**
Ebru demek ebir demek yani gökteki bulut,
Ab-ı ru da tutar mana su yüzüdür et şuhut,
Bir kelam-ı farisidir ebru insan kaşları,
Her tevcihe sezadır kim manası da pek velut.
**
Kadim ecdat yadigarı müzeyyen bir san'attır,
Tabiatten mülhem olan bu nakışlar mir'attir,
Sani-i Hak sun'undan hep kendi kendin seyreder
Nakış nakkaş şey-i vahit bir vahdeti hikmettir.
**
Bu meslekte çok ustalar emek verip yetişmiş,
Biz yetiştik zevaline hepsi Hakka göç etmiş,
Büyük üstat Özbek Şeyhi Ethem Kami Efendi,
Hezar-fen, pür marifet bu san'atta pir imiş.
**
Son zamanlar şems-i ebru gurub etmiş nagihan,
San'atkarı kalmamış hiç, ne de işten anlayan,
Bir er çıkmış Üsküdar'dan ihya etmiş bu zevki,
İsmi hattat Necmeddin'dir tek üstatdır bu zaman.
**
Üstadımız Necmi Molla çığır açmış bu işte,
Azimkardır, muktedirdir anlayışta sezişte,
Lale sünbül karanfille bezendirmiş ebruyu,
Talim etmiş taliplere zeval yok bu gidişte.
**
Destizenkte ezilir hep renkli cism-i boyalar,
Sarı zırnık inatçıdır ebrucuyu oyalar,
Zırnık, lahur, gül bahar, al ebruda hep esastır,
Bu dört renkle çok renk olur bu cümbüşte neler var.
**
Bu çeşitli boyaların cilvegahı teknedir,
Rahm-i mader gibi sanki reng-i vusla teşnedir,
Tekne içre kitre mahlul bekler sırr-ı fıtratı,
Bazen tutar bazen tutmaz bir acayip nesnedir.
**
Ayrı ayrı çanaklarda boyaların kıvamı,
Su, öd ile ayarlanır başlar işin devamı,
Kitreli su üzerine fırçalarla boyalar,
Serpilerek nakşedilir kağıda çıkar tamamı.
**
Tarif gerçi kolay amma tatbikatta güçlük var,
Tecrübesiz yapılırsa insan olur bi karar,
Görünüşe aldanıp da çok kolaymış deme sen,
Bir ihtisas işidir bu aşık olan er yapar.
**
Mütenevvi şekillidir ebruların sureti,
Battal, hatip, taramayla gör asar-ı kudreti,
Karanfille lale sünbül papatyayla menekşe,
Taraklı da tezyin eder bu elvan-ı kesreti.
**
Ebru yapan seyredende gam kasavet bulunmaz,
Gönülleri tenşit eder zevkle doyum olunmaz,
Yapan hayran, bakan hayran, alan, satan hep ayran,
Bu ebrudan zevk almayan ebrucuya yar olmaz.
**
Nazar kıldık kainata baktım mutlak ebruya,
Vech-i yari ayan gördüm salat ettim bu Ru'ya,
Kenz-i mahfi tezahürü aşk-ı Hüda nümayan
Ebru görüp Allah dedim irdim kalbi duyguya.
**
Bi hududu zevk-i elvan ebruculuk san'ati,
Erbabının nazarında çoktur onun kıymeti,
Her varakta sırr-ı cemal aşikardır zahida,
Bu ebrular, bu safalar hepsi aşkın hikmeti.
**
Ben ebruya aşık oldum düştüm onun peşine,
Leyla gibi nazlar etti yaramadı işime,
Bir aralık isyan ettim görmedim hiç iltifat,
İnsaf edip yüzün güldü işler açtı başıma.
**
Besmeleyle tezgah açıp ebru yapan kişiyiz,
Fırça ile su üstünde hüner satan kişiyiz,
Üstadımız Özbek Şeyhi hem Necmeddin hocadır,
Büyüklere boyun kesip Hakka tapan kişiyiz.
**
Ey Mustafa nakş-ı sevda sana neler öğretti,
Derununda duran nakkaş “Eynema”yı öğretti,
Bab-ı ebru rehnümadır vech- baki fehmine,
Arif olan bu ezharı bir noktadan seyretti. (Düzgünman, 1969:2)

Mustafa Düzgünman tespihten, tespihçilikten çok iyi anlardı. Bir tespihin hangi ağaçtan ya da madenden yapılmış olduğunu ilk görüşte söyleyebilirdi. Tespih ipinin bükülüşünden, balmumlanışından, imamenin altındaki ve üstündeki düğümlerin atılışında taklit edilemeyecek yeteneğe sahipti. Bu merakını Neyzen Niyazi Sayın’a da aşılamıştır. Bir müddet sonra Niyazi Sayın Türkiye’nin en usta tespih yapımcısı olmuştur (Ozemre, 1996, s.35).
Gençliğinden itibaren biriktirdiği çoğu nadide örneklerden oluşan güzel bir tespih koleksiyonuna sahipti. Dönemin ünlü tespih ustaları olan Horoz Haşan Usta, Tophaneli ismet Usta, Halil Usta ve Galip Ustaların tespihleri koleksiyonunda yer almıştır. Od ağacı, üveydari, Antep zeytini, köknar, abanoz ağacı gibi ağaçlardan ve sedef, fildişi boynuzu, akik ve yeşim gibi taşlardan yapılmış tespih numuneleri bulunmakta idi (Yardım, 1985, s.13).
Mustafa Düzgünman’ın diğer bir ilgi alanı ise fotoğrafçılıktır. Eski tarz körüklü fotoğraf makinasıyla 1000'e yakın hat örneğini emüsyonlu cama tespit etmiş, bazıları “Kalem Güzeli” (Ankara,1981) ve “İslam Mirasında Hat Sanatı” ( İstanbul, 1993 ) adlı eserlerde yer alan bu fotoğraf camlarının asılları, daha sonra kendisi tarafından Türk Petrol Vakfi'na hediye edilmiştir (http//:wwwgelenekselebru.com/).
Kıymetli tespihler, yazı levhalan, kendi ebmlan, ?emse tarzında yaptığı kitap kaplan, kutu ve çerçevelerden oluşan koleksiyonu halen ailesinde bulunmaktadır.
Mustafa Düzgünman gençlik yıllarında ciğerlerinden ciddi rahatsızlık geçirmiş ve uzun süre sanatoryumda yatmıştır. 19801İ yıllardan itibaren sağlığında bozulmalar başlamış, bağırsaklanndaki gaz birikimi ıstırap verir hale gelmiştir. Kızkardeşinin vefatı da sağlığını olumsuz etkilemiştir. 1989 yılında sürekli tedavi göriir hale gelmiştir, ؟ekilen röntgenler sonucunda bağırsaklarında bilye büyüklüğünde tümörler tespit, edilmiştir. Alman Hastanesi'nde ameliyata alınmıştır. Ameliyatın başarılı olmasına rağmen tümörlerin kötü huylu çıkması ve vücudunun her yerini sarması sonucu 12 Eylül 1990 Çarşamba günü Hakk’a yürümüştür. Kabri, Karacaahmet Mezarlığı'ndadır (Eriş, 2007, S.56).


Daha sonra öğrencileri mezar taşını, bir ebruyu resmeden seramik bir pano olarak düzenlemiştir (Özemre, 1996, s. 119).
Vefatından sonra teknesi, fırçaları, diğer ebru malzemeleri ve ebruları Galata Mevlevihanesinde bulunan Divan Edebiyatı Müzesi’nde Düzgünman Odası’nda sergilenmektedir.
Mustafa Düzgünman sadece ebruculuğu ile değil kişiliği ile de çevresi üzerinde etkili olmuş ve takdir toplamıştır.
Sanatçı tasavvuf؛ bir terbiyesi olduğu için son derece tahammüllü ve dervişane bir karaktere sahipti. Sakin ve sabırlı fakat bir nokta aşılırsa tepkisini de veren bir yapısı vardı. Ailesine ve etrafına karşı çok demokrat, hiç baskı yapmadan sadece fikir söyler ve önerirdi. Ayrıca çok soğukkanlıydı. Bu özelliği kaderci yapısından kaynaklanmıştır. Tüm ailesi ile arkadaşlık yapan bir insandı. Çocukları çok seven ve çocukla çocuk olan bir babaydı. Eşine karşı hep çok saygılı olmuştur. Kendisi çok demokrat bir insan olan Düzgünman çocuklarının da ebruyu öğrenmesi için üzerlerinde baskı kurmamış seçimi onlara bırakmıştır. Dürüst ve adaletli, nezaket sahibi bir insandı (Ali H. Düzgünman ile yüzyüze görüşme, Aralık 2007).
Mustafa Düzgünman gerek kişiliği ve gerekse sanaü ile otantik Türk sanat bilgi ve zevkine en yakın kişidir (Uzel, 1985, s.38).
Klasik Türk ebru sanatının günümüze ulaşmasında büyük emeği ve gayreti olan, bu konuda çok titiz davranan Mustafa Düzgünman aktarlık yaparak geçimini sürdürürken annesinin dayısı Necmeddin Okyay’dan ebru ve cilt sanatını öğrenmiştir. Güzel Sanatlar Akademisi’ne misafir öğrenci olarak devam eden sanatçı, ebru ve cilt atölyelerinde üstün başarı göstererek bu akademiden tarz-ı kadim cilt ve ebru sanatkarı olarak sanat hayatına katılmıştır.
Düzgünman’a göre ebru tabiattan alınmış fakat diğer Türk sanatları gibi tabiatın üsluplaştırılması ile oluşan bir sanattır. Ebru sanatının adını teknenin içine düşen boyaların yuvarlak yuvarlak bulutlar gibi açılmasından dolayı aldığını söylemiştir. Önce ebri denilen, sonra da ebru ismini alan bu sanat kitaplarda, murakkalarda, kıymetli yazıların etrafında ve levhalarda kullanılmıştır. (TRT 2 için çekilen Sanatımızdan Portreler isimli belgesel film)
Düzgünman ebruyu başka bir yerde “Ebru kitreli su üzerinde renkli boyalarla yapılan nakışlardır. Bir nevi işlemedir. Dest-i senk adı verilen el taşı ile ezilen boyalar su ve ödle karıştırılır. Ebrucu kendi zevkine bu boyalarla işleme yapar.” şeklinde tanımlamıştır (Bozgeyik, 1978, s.12).
Sanatçı ebrunun yapımını ise şu şekilde tarif etmiştir:
Malzeme olarak 35-50cm. ebatında 5cm. derinliğinde çinkodan yapılmış bir tekne, mermerden yapılmış dest-i senk, at kuyruğundan özel olarak yapılan fırçalar, üç adet çeşitli kalınlıkta ve 10cm. uzunluğunda sapa geçirilmiş teller, çeşitli büyüklükte boya kaplan, kitre, sığır ödü, ebru yapımına uygun toprak boyalar, birinci kalite beyaz kağıt ve 25-40cm. ebatında selaşbur torba kullanılmalıdır. Kitre saf su içinde hazırlandıktan sonra sıvı hale getirilip tekneye dökülür. Ezilen boyalar gerekli oranda su ve öd ile karıştırılarak, fırçalarla teknede bulunan kitreli su üzerine atılır ve tel millerle şekil verilir. Kağıt yavaşça oynatmadan yatırılır ve biraz toplandıktan sonra çekip çıkarılır. Ebru çıtadan ızgaralara serilir ve kurutulmaz. (Düzgünman, 1985, s.23)
Ebru çeşitlerini serpme battal, neftli battal, tarzı kadim battal, hatip ebru, gelgit, şal, bülbül yuvası, kumlu ebru, fon ebrusu ve çiçekli ebrular şeklinde sınıflandırmıştır. Ayrıca çiçekli ebrulara Necmeddin Hoca’nın icadı olduğu için Necmeddin ebrusu denildiğini de belirtmiştir (Düzgünman, 1985, s.23).
Yaşadığı dönemde klasik Türk ebrusunun en iyi şekilde yapılmasına büyük özen göstermiş, yenilik kabul edilen denemeleri hoş karşılamamıştır. Mustafa Düzgünman ebru geleneğinin nasıl yaşatılacağı konusundaki düşüncelerini şöyle açıklamıştır:
“Biz üstadımız Necmeddin Hoca’dan gördüğümüz terbiye iktizası, ebruya başlamadan evvel ebru üstatlarına Fatiha okuruz. Ebru tükenmeyen bir hazinedir. Bu kendi kendine, kendi içinde karakterini bozmadan zaten tekamül ediyor. Bunun haricinde modernizasyon diye zaten bir şey olamaz; çünkü ecdad yadigarını tarihi, orjinalliği ve tabiliği ile yaşatmak zorundayız. Niye modernizasyon olsun? Bu nihayeti olmayan bir renk cümbüşü, güzelliği tükenmiyor ki yeniden bir şey icat edilsin. Zamanımızda resme benzeyen bir ebru şekli sunuluyormuş. Bakıldığı zaman bir yağlı boya tablosu görülüyor. Bu ebrunun dışına çıkıyor. Aslında onlarda ebru yapıyorlar gibi ama, bakıldığı zaman manzara yağlı boya görüntüsü veriyor. Biz buna pek Türk ebrusu diyemeyiz. Bu da bir sanattır ama Türk ebrusu denilemez. Çağdaş ebru denilebilir. Yoksa sanatı takdir ederim. Bizim ebrumuz karakterini hiç bozmamalıdır” (TRT 2 için çekilen Sanatımızdan Portreler isimli belgesel film).
A.Yüksel Ozemre’ye göre Mustafa Düzgünman’m sanatta taviz vermeyen, son derece katı kuralları olan ve özellikle ebrunun kendisine kadar gelmiş safhasından başka bir safhaya geçmeyen, bu safhalar dışında hiçbir şeye müsaade etmeyen bir sanat anlayışı vardı. Onun yolunu bugün takip eden ve her biri bu alanda üstat olan öğrencileri de aynı tutum içindedir (Eriş, 2007, s. 146).
Sanatçı ebrunun yapısının bozulmadan uygulanması ve geliştirilmesinden yana olmuştur (Turan, 1991, s.48).
Modem resimle ebru sanatı arasındaki münasebete karşı çıkarak ebrunun başlı başına bir ekol olduğunu savunmuştur (Bozgeyik, 1978, s. 13).
Düzgünman’a göre Allah insanları ve bazı mahlukları nasıl ki birbirinden farklı yaratmışsa ebruda da şekillerin tekrarı yoktur. Birbirlerinin aynı gibi görünse de dikkatli bakıldığı zaman farklılıklar görülecektir. Ebrunun şekil bakımından sonu yoktur, istenildiği kadar farklı şekiller elde edilebilir (Bozgeyik, 1978, s. 13).
Ebru konusunda çok titiz ve hassas olan Düzgünman, ebru öğrenmek isteyenleri kolay kolay yanına sokmaz, buna sebep olarak da sabır ve meşakkat isteyen bu sanatı öğrenmek istedikleri halde kısa zamanda tamamen öğrenmeden yarım bırakanları göstermiştir. Ebrunun görüldüğü kadar kolay olmadığını ve epey bir zaman emek istediğini şu sözleri ile ifade etmiştir:
“Ebru yapma görüldüğü kadar kolay bir şey değildir. Evvela... Şöyle bir tarif edilirse...Kitre alınacak. Taze ve beyaz kitre makbuldür. Sonra boya cesimli boyalardan içinde yağ maddesi, kimyevi madde olmayan toprak boyalardan yapılır. Boyalar ezildikten sonra bir miktar su ile biraz da sığır ödü; kıvamları ayarlan nispetinde karıştırılıp o kitreli mahlül üzerine fırçalarla atılır. Şimdi o firçalarında bir özelliği vardır. Her fırçadan ebru olmaz. Ebrucu fırçasını kendisi yapacaktır. Bir ağaç dalıyla, at kuyruğundan yapılır. Ortası boş kalır. Biz bu tekneye tam hakim değiliz, biz boyaları elimizle atıyoruz. Bu bir irade-i cüziye, fakat tekne irade-i külliye gibidir. Biz küçük bir tebliği ile ona boyayı sallıyoruz ama tebliğde ne olacağına tesirimiz yok...Ebruculuğun yeis verecek ters şeyleri de vardır. Boya parçalanır, tutmaz akar, sıyırırken sıyrılır. Bunların kitre ile boya ayan kıvamı çok mühimdir. Bu iş yapımcıyı çok yorar. Onun için ebrudan kolay talebe yetişmiyor. Görünüş bu sanatın yegane talihsizliği. Bakıldığı zaman “a çok kolaymış” deniyor. Halbuki işin içine girince zor olduğu anlaşılıyor. Bir çok kimselere ben bunu gösterdim. Öğretmek istedim. Fakat bırakıyorlar. Çünkü çok egzersiz yapmak lazım. Yani çıraklık devri, çok uzun sürer. Bundan yılmayarak, neden bozuluyor demeden; yani usta çırak gibi çalışmak lazım ki, orada muvaffak olunsun. Güzel ebrular çıkmaya başladığında insan hayatının en mesut dakikalarını yaşıyor”. (Horhor broşür/gazete, 1992, s.l)
Mustafa Düzgünman’m bugün yetiştirdiği talebelerinden icazetli olan sadece Alparslan Babaoğlu ve Fuat Başer’dir. A. Sabri Mandıracı’yı “hafidim” diyerek şereflendirmiştir. Timuçin Tanarslan’ın bir ebrusunu beğendiği için de onun bir ebrusunun köşesini katlayarak arkasına “Timuçin Tanarslan kardeşimiz artık ebrucu sayılır” diye yazmıştır (Ali H. Düzgünman ile yüzyüze görüşme, Aralık 2007).
Mustafa Düzgünman bu sanatta kolay talebe yetişmemesinin bir sebebini de aşağıdaki sözleri ile açıklamıştır:
“Geçim yolu değildir bu; yan zevk işidir, imkanı varsa bununla uğraşılır. Hayat meşgalesi başı dertte olan bununla uğraşamaz. Bu istikbal olamaz. Onun için talebe yetişmez. Ama biz birçok kimselere merak edenlere gösterdik. Eh nasıl yapıldığı biliniyor deyip sonra çok basit olarak yapmışlardır. Ama ebru, öyle bir, üç, beş karıştırma ile iki yana git gel yapmakla olmaz. Ebruculuk yapılmış sayılmaz. Her şubesini iyi yapmak lazım. Hatibini geliştirmek lazım. Taraklısı, hele battallar arızasız yapılmış olması. . . Bunun için de uğraşmak lazım. Herkes uğraşmıyor. Bilen çok, yapan az” (Horhor broşür/gazete, 1992, s.l).
Düzgünman bütün Türk süsleme sanatlarında olduğu gibi ebru sanaünda da usta çırak ilişkisine önem vermiştir. Bu sanaün geleceğine ilişkin umudunu ise şöyle ifade etmiştir: “Ebru sanatını teslim ettiğimiz güçlü eller, artık bu sanatı ileriye nakledebilecek bilgi ve beceriye sahiptir” (Ozsayıner, 1994, s. 110).
Yaşamı boyunca hiç yitirmediği çelebiliği ve alçakgönüllüğü ile, talebesi Alparslan Babaoğlu için “bu çocuk beni geçecek” derken, ebru sanatını gelecek kuşaklara iç huzuru ile emanet edebilmenin gururu ve mutluluğunu yaşamıştır (Ozsayıner, 1994, s. 111).
Bu sanatın en iyi şekilde nasıl yapılacağını, püf noktalarını öğrenmenin yolunun yavaş yavaş deneme yanılma yoluyla olacağını açıklamıştır. Akademide ebru yapmaya başladıktan sonra artık öğrendiğini düşünerek evde de tekne kurup yapmaya başlamıştır. Fakat sonuç akademide yaptıkları gibi olmamıştır. Ebru çıkıyor ama renkler kayboluyor ve bir ahenksizlik vardır. Hocayı çağırmıştır. Hoca kusurlarını gördükten sonra su ve öd ayarını yapmış ve Düzgünman’a da öğretmiştir. İkinci teknede de olumsuz sonuçlar alan Düzgünman hocasını tekrar çağırmıştır. Bu kez onun dediğinin aksine suyu az ödü az çamur gibi olmuştur. Buradan şu sonucu çıkarmıştır: Akademide çalıştığı dönemlerde tekneye hocanın eli değmekte idi. Hoca işin püf noktasını biliyordu ama bunu anlatamazdı. Düzgünman’a göre insan iyice kendisi yapmaya başladığı zaman bu işin püf noktasını yavaş yavaş bilecek ve bulacaktır. Yoksa hocanın eli değdikçe bu işin püf noktası anlaşılmayacaktır.
(TRT 2 için çekilen Sanatımızdan Portreler isimli belgesel film)
Mustafa Düzgünman bu sanatın geleceği hakkındaki düşüncelerini “Elimiz ayağımız tuttukça bu sanat için elimizden geleni yaparız. Ama daha ileriyi düşünerek takviye ve teşvik gereklidir. Mümkün mertebe öğrenmek isteyenlere teknemizi açık tutmaya çalışıyoruz” sözleri ile belirtmiştir (Göktaş, 1986:29).
Düzgnman’a göre baskı kâğıtların ortaya çıkması ؛le ebrti eski önemini yitirmiştir. Renkli ofset sanayinin ilerlemesi ile ebruculuk gerilemiştir. Eskiden devairi resmiye mücellitler, hattatlar hepsi ebru kullanıyormuş ve Beyazıt’ta ebrucular varmış. Avrupa baskı kâğıtlarının Türkiye’ye girmesi ile ebnicular yavaş yavaş dükkanlanm kapatmışlardır. Günümüzde artık eskisi gibi ne kitapta ne de yazı da kullanılmaktadır. Daha ؟ok duvarlarda tablo olarak asılmaktadır.
(Horhor broşür/gazete, 1992, s.4)
Ebrunun insan üzerindeki tesirini “Şüphesiz bütün güzel sanatlarda olduğu gibi insan nihuna tesiri oluyor, insana sükunet veriyor. Huzur veriyor. Dünya meşgaleleri ile yorulan insan zihni dinleniyor.” sözleri ile belirtmiştir.
(Bozgeyik, 1978, s. 14)
Düzgünman hat, ebru, minyatür ve tezhip gibi geleneksel sanatlarımızın yeni nesillere tanıtılması için devlet kurumlarının ve başının üzerine düşen görevi yeterince yerine getirmediğini belirtmiştir (Yardim, 1985, S.13).
Mustafa Düzgünman ebruculuk hayati boyunca gerek televizyonda yayınlanan mülakatlarında, gerekse sohbetleri sırasında bizim bir ebru geleneğimizin olduğunu ve bunun korunması gerektiğini söylemiştir.
Mustafa Düzgünman yılda iki kez sonbahar ve ilkbaharda olmak üzere ebru yapmak İ؟in tekne kurmuş, yaklaşık altı bin ile sekiz bin arasında ebru yapmıştır. Ebrunun bütün çeşitlerinde çok kıymetli eserler vermiştir.
Dostu Ahmet Yüksel Ozemre’ye göre kendisi 1966 senesine kadar ustası Necmeddin Okyay’dan öğrendiği sanatı daha da geliştirmiş ve ustasını da geçmiştir. Kendine has ebrular geliştirmiştir. Üsküdar’ın ebru sanatındaki nirengi noktalarından biri olmuştur (Eriş, 2007, s. 144).
Diğer bir dostu Niyazi Sayın’a göre ise ebru ne demek bilen bir insandı, onun gibi boyada hakimiyet kuran insan pek gösterilemezdi (Eriş, 2007, s. 151).
Mustafa Düzgünman ebru yapımında klasik üsluba hep bağlı kalmış, ebruyu modernleştirme adına yapılan dejenerasyonlara karşı çıkmıştır (Turan, 1991, s.47).
Yaşadığı dönemde klasik ebrunun en güzel örneklerini vermiştir. Sanatçı, ebru sanatını öğrendiği biçimde bırakmamış, bu sanatın yapısını bozmadan, ebruda varolan gelişmeye açık özelliğinden yararlanarak geliştirmiştir. Necmeddin Okyay’ın bulduğu çiçekli ebrulara papatyayı eklemiştir. Onun ebruları sanatın doruk noktası olmuştur (Turan, 1991, s.47).
Geçmişte hat ve cilt sanatlarına yardımcı bir sanat iken Düzgünman sayesinde ebru tek başına bir sanat haline gelmiştir (Yardım, 1985, s. 12).
Ebruya kompozisyon tarzını getirmiştir (Yardım, 1985, s. 13).
Düzgünman’ın 1940-1950 yılları arasında yaptığı ebrularla son dönemlerinde yaptıkları arasında büyük farklılıklar olduğu gözlenmiştir. Özellikle karanfil, sümbül, lale gibi çiçekler daha natüralist üslupta yapılmıştır. Çiçekli ebrularına bakıldığında, yaprak ve çiçeklerin en küçük ayrıntılarına kadar titizlilil.de işlendiği görülmüştür. Bu durum onun tabiatı ne kadar iyi gözlemlediğini ortaya koymaktadır. (Ozsayıner, 1994, s. 111)
Mustafa Düzgünman’ın öğrencisi Aydın Gülan’a göre Hoca’nın ebru hayatında birkaç dönem olmuştur. Özellikle imza döneminden önce, bir ebrunun Hoca’nın eseri olup olmadığını renklerden, motiflerden tespit etmek mümkündür. Dönemleri ayıran çeşitli özellikleri vardır. Necmettin Okyay’dan hemen sonraki dönemde, onda özellikle Hezarfen Ethem Efendi’de görülen zemin döşerken aynı rengin birbirine yakın farklı tonları ile zemin döşemesi, bu döşeme sureti ile de ebrunun böyle bir ayrıntısına bakıldığında keyfine varılabilecek bir geri çekilme dönemi vardır. Daha ziyade ebrunun yan kağıdı olarak ciharguşe ciltlerdeki cildin üzerinde veya hat yazılarının etrafında pervaz olarak kullanılması, adeta yardımcı bir sanat misyonunu ifa etmesinin de etkisi ile diğer sanatlara baskın çıkmama özelliği taşımasından dolayı, derinden incelendiğinde görülebilecek renk ve döşeme anlayışı vardır (Eriş, 2007, s.200).
Sonraki dönemde biraz daha bağımsız bir sanat dalı özelliği ile renklerde canlılık ve renklerin birbiri ile uyumu aranmıştır. Hareketli renkler tercih edilmiş, zemin döşemesinde anlayış değişikliği gibi unsurlar görülmüştür. Çiçeklilerde Düzgünman’ın geliştirdiği bir ebru tarzı vardır. Daha önceleri denemeler olmakla birlikte (Sacid Okyay vs.) sanatçının gelişimini tespit etmek mümkündür, ilk başlayan çiçekli ebrularda hatip ebruda olduğu gibi, ufak döşenmiş, ufak çiçekler veya büyük ebrunun tamamına hakim çiçekler vardır. Genel olarak ufak, kimi zaman çiçeğe kök yapma gibi arayışlar, sanatçının ilk dönem çiçekli ebru arayışlarında ortaya çıkmaktadır. Daha sonraki dönemlerde ise artık durmuş, oturmuş hattan ve ciltten bağımsızlaşmış müstakil bir ebru sanatı anlayışı vardır. Tek başına, kapsayan ve diğer sanat dallan ile çevrilen yeni bir ebru anlayışı burada olgunlaşmış olarak görülmektedir. Bu durum renklere de yansımıştır. Renk zevkinde de zamanla değişim olduğunu eserlerinde görmek mümkündür (Eriş, 2007, s.200).
Son dönemlerde ebrularına başkalarının sahip çıkarak kendileri yapmış gibi göstermeleri, hatta sergilemeleri karşısında, eserlerine imza atmaya başlamıştır. Daha önceleri imza atmamıştır, imzası, onun estetik boyutunu yansıtan bir imza değildir. Düzgünman’ın imzasız, ancak onun olduğunu adeta bağıran ebruları vardır. Hoca istismara karşı imza tedbirini düşünmüştür. Ailesindeki ebrular yavaş yavaş ortaya çıktığı zaman, dönemleri biraz daha netleşecektir. Hoca bazen çok güzel ebrularını da nitelikli görmediği için çoğu zaman ortaya çıkarmamış, yok etmiştir. Bu anlayış değişikliği yüzünden Hoca’nın son önem ebruları büyük sanat eseri olmakla birlikte, sanki biraz daha moderndir (Eriş, 2007, s.200).
KAYNAKÇA
ALTUN, A. (1981). Günümüzde Ebru ve Bir Ebru Sanatçısı. Arkeoloji Sanat Tarihi Dergisi, s.12-13. İstanbul.
ARITAN, A. S. (2002). Türk Ebru Sanatı. Tiirkler. S.12. Konya.
AY, M. (1994). Ebru ve Kimya. Bilim ve Teknik. S.316. Ankara.
BİNARK, i. (1975). Eski Kitapçılık Sanatlarımız. Ankara: Ayyıldız Matbaası. BARUTCUGİL, H. (1999). Renklerin Sonsuzluğu. İstanbul.
BİR0L, i. A. (1969). Ebru Sanatkarları. Yeşilay. S.425. İstanbul.
BU, I. A. (1969). Ebru. Yeşilay. S.424. İstanbul.
BOZGEYIK, B. (1978). Ebm Ustası Mustafa Düzgünman. Köprü, s.18. İstanbul. CANSEVER, M. (1996). Ebru sanat. Art-Decor. S.44. İstanbul.
CANSEVER, M. (1996). Son Sözü Tekne Söyler. Art-Decor. s.44. İstanbul. CANSEVER, M. (1996). Mavi Kütlelerin Sanatçısı A. Ismail Türemen. Art-Decor. S.44. İstanbul.
OKTAN, A. (1992). Türk Ebru Sanatı. İstanbul
DERMAN, u. (1977). Tiirk Sanatında Ebru. İstanbul: Ak Yayınları.
DERMAN, u. (1994). Ebrunun Yapılışı ve Çeşitleri. Bilim ve Teknik, s.316. Ankara.
DERMAN, U. (1994). Mustafa Düzgünman. T.D.V. İslam Ansiklopedisi. C.10. İstanbul.
DERMAN, U. (1988). Ebrunun Ustası Mustafa Düzgünman. Antika. S.36. İstanbul. DÜZGÜNMAN, M. (1985). Ebru Nasıl Yapılır? Sanat Çevresi. S.84. İstanbul. DÜZGÜNMAN, M. (1969). Ebruname . S.432. Yeşilay. İstanbul.
ELHAN, S. (1998). Türk Ebru Sanatı. Ankara: Murat Kitap ve Basım Yayınevi. ELHAN, S. (1997). Ebru Sanatı. Türkiyemiz. S.80. İstanbul.
ERİŞ, M N (2007) Mustafa Esat Düzgünman ve Ebru. İstanbul.
ERSOY, A. (1989). Ebru Sanatı, ilgi. S.58. İstanbul.
GÖKTAŞ, U. (1987). Ebru Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Anadolu Sanat Yayınlan. GÖKTAŞ, U. (1986). Son Ebru Ustası: Mustafa Düzgünman. Türkiyemiz. S.49. İstanbul.
GÖKTAŞ, U. (1984). Ebru Sanaümız. Sanat Dünyamız. S.30. İstanbul.
KUŞOĞLU, M. Z. (1985). Ebru Sanatımız. Mustafa Düzgünman’dan Ebrular. Bilim, Birlik, Başarı. S.41. İstanbul.
KUŞOĞLU, M. Z. (1994). Dünkü Sanatımız, Kültürümüz. İstanbul. MANDIRACI, S. (1994). Ebru Sanatının Günümüzdeki Konumu Nedir? Geleceği Nasıl Daha İyi Olabilir? Kamu ve Özel Kuruluşlarla Orta Öğretimde, Üniversitelerde El Sanatlarına Yaklaşım ve Sorunları Sempozyumu Bildirileri.
S.298. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
ÖZEMRE, A.Y. (1975). Üsküdar’da Bir Attar Dükkanı. İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı.
ÖZEN, M.E. (1985). Yazma Kitap Sanatları Sözlüğü. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Basım Atölyesi.
ÖZSAYINER, Z. C. (1994). Ebruli Cümbüşün Büyük Ustası ve Öğretmeni: Mustafa E. Düzgünman. Art-Decor. S. 20. İstanbul.
SABİH, A. (1990). Suya Renk Veren Adamın Öyküsü. Cumhuriyet. S. 17. İstanbul. SCHICK, I. C. (1988). Kalıpla Ebru Yapma Sanatı ve Yeni Bir Yazılı Ebru Ustası: Feridun Özgören. Antika. S.36. İstanbul.
SÖNMEZ, N. (1988). Türk Kağıdı. Antika. S.36. İstanbul.
SUNGUR, N. (1994). Sanat ve Kimya Bir Arada: Ebru. Bilim ve Teknik. S.316. Ankara.
TANARSLAN, T. (!994). Bilimsel Açıdan Ebru. Bilim ve Teknik. S.316. TANARSLAN, T. (1988). Bir Ebrucu Gözüyle Ebru. Antika. S.36. İstanbul. TURAN, O. (1991). Mustafa Düzgünman Bibliyografyası: Bir Deneme. Sanat Tarihi Araştırmaları. S. 10. İstanbul.
UZEL, N. (1988). Suda Nakışlar. Antika. S.36. İstanbul.
UZEL, N. (1985). Türk Süsleme Sanatları Sergisi. Antika. S.9. İstanbul.
UYAR,Y.(1992). Günümüzde Ebru ve Ustaları. Türkiyemiz. S.68. İstanbul: Akbank Yayınlan.
UNVER, S. (1944). Türk Tezyinatında Tezhip ve Ebru. Radyo. C.3. S.29. Ankara. YAZIR, M B. (1981) Medeniyet Aleminde Yazı ve İslam Medeniyetinde Kalem Güzeli. Ankara.
YAZAN, I. (1986). Ebru Sanatı. Antika. S. 14. İstanbul.
YARDIM, M.N. (1985). insan Sanattan Ayrı Olamaz. Doğuş. S. 19 İstanbul.
.................................. (1992). Ebruda Doruk. Mustafa Düzgünman ve Çiçekleri. HorHor
Broşür/Gazete. İstanbul.
Babaoğlu, A. (15.01.2004)
(http://www.geleneksel-ebru.com/) (2006, Aralık 12)
Kutlu, S. - Sandere U. (25.11.2005)
TRT 2 için Hazırlanan “Sanatımızdan Portreler” isimli Belgesel Film.
Kaynak: Hatice SARI, Mustafa Düzgünman’ın Ebru Sanatına Ve Eğitimine Katkısı, Gazı Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü El Sanatları Eğitimi Bölümü Geleneksel Türk El Sanatları Eğitimi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Mayıs – 2007, Ankara





Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar