MÜŞTERİYİ ALDATAN KENDİNİ ALDATIR
“Onlar niçin zengin oldu”nun sırrı
Paris’in büyük
mağazaları, hiç bir memleketin büyük şehirlerindeki mağazalara benzemez.
Buradaki eşyaları dünyanın hiçbir yerinde göremezsiniz.
Hiç bir memlekette
meselâ kadın elbisesi müşteriye kesilmiş cansız bir kumaş parçası olarak
verilmez. Burada herşey zevkle verilir. Buraları bir mağaza değil, birer
güzellik ve zevk saraylarıdır. Raflarda elbise yoktur. Onu birer mabut gibi
güzel kızlar giyer ve bütün bunlara müşteriler âşık olur.
Bu zamana kadar onlara
kat’iyyen bu malların fiyatından
bahsedilmez. Siz elbiseyi beğenip, onu sevdikten sonra ancak fiyatını
öğrenirsiniz. Ve böylelikle Pariste bir balo tuvaleti almak, Londra da bir
ev almaktan daha zordur.
Ve bu mağazalarda eşya
bir sanatkâr tablosu gibi gösterilir.
Kızıl saçlı bir kadın bu
mağazalardan birine girer de bir tuvalet isterse, kimse ona gül rengi bir rop
vermez.
Ve Parisli tezgâhtar:
— Buyurunuz Bayan, bu beş yüz franktır.
Demez.
Oranın tezgâhtarı evvelâ müşterisini bir müddet, tablo
yapan bir ressam gibi, seyreder. Saçlarının, gözlerini, teninin rengini anlar;
yaşını tetkik eder.
Olduğu yerden karşısındaki müşterinin nasıl bir zevke ve keseye sahip
bulunduğunu keşfetmeğe çalışır. Ve ondan sonra, ona en çok yakışacak elbiseyi
çıkarır.
Parisli satıcı kız,
müşteriyi bir iki dakika içinde bir kitap gibi okur. Ve bu sayededir ki, Paris
mağazalarından tuvalet giyen bir kadın kendini gençleşmiş, güzelleşmiş olarak
görür. Ticaretin sihri budur ye buradadır. O sihir ki, ihtiyarı genç, çirkini
güzel yapar, insana neş’e, gençlik ve yaşamak zevki aşılar.
Bir
mağaza sahibi bunu yaparsa kazanmaz mı?
Bu şekilde hareket eden
bir mağaza sahibinin işleri fevkalâde olmaz mı ?
Sorarım size, kırk
yaşında bir kadın Paris’ten tuvalet giyip te, dışarı çıktığı zaman kendini on
yaş genç gibi, otuz yaşında görürse, bundan duyduğu zevk ona elbisenin
ucuzluğunu veya pahalılığını düşündürür mü? Fiyatın ne hükmü kalır? Artık ona
ehemmiyet verilir mi?
Paris mağazalarından
şapka alacaksanız, mağazaya girdiğiniz zaman tezgâhtar kendisine en yakın
bulunan şapkaya uzanmaz ve bu şapkayı bir sürahi kapağı gibi müşterinin başına
geçirmez. Sizi temin ediyorum ki bu böyledir!
Tezgâhtar sizi
adamakıllı tetkik eder, sizin nasıl bir adam, ne zevkte bir insan olduğunuzu
öğrenmeğe çalışır ve size öyle bir şapka çıkarır ki, hayret edersiniz, zira
sizin için biçilmiş kaftandır... Ve almağa mecbur olursunuz.
Emin olun ki size en
fazla yaraşan şapka da muhakkak budur.
Yani söylemek istediğim
şudur ki; bir Paris mağazası malını satmak için mümkün olan her şeyi, amma her
şeyi yapar. Malı canlandırır, konuşturur, onun ruhunuza tesir ettiğini
anlarsınız, siz o mala âşık olursunuz.
Mağazasını yaşatmak, işlerini büyültmek, çok kazanmak
isteyen her ticaret adamı Paris’i taklit etmelidir.
Erkek
eşyası satıyorsunuz farzedelim. Burada erkeklerin hoşuna gidecek bir muhit
kurmak lâzımdır.
Konforu, istirahati tam bir mağaza meydana getirmelisiniz, bu mağazada oturacak
yerler, erkek satıcılar olmalı, Rahatça sigara içmelerine müsaade etmelisiniz.
Elin uzanacağı yerde, hemen her tarafta kibrit bulundurmalısınız. Ve mağazanız
bir erkeğin eşya mağazasının bütün hususiyetlerini haiz olmalıdır.
Erkekler çok konuşur,
rahatı çok severler. O halde erkek müşterilerinizi sabırla
dinleyeceksiniz, onlar size dert yanacaklar, siz dinleyeceksiniz. Ve nazının
çekildiğini gören erkek müşteri ebetteki sizi bırakmayacak ve siz ona çok
uzakta bulunsanız da size gelecektir.
Mağazanızda o kadar
sıcak ve samimî bir hava esmelidir ki, erkek müşterileriniz kendilerini
evlerinde, arkadaş sohbetlerinde hissetmeliler, mağazanızdan dışarı çıkmak
istememelidirler.
Müşteriniz sizi
kendisine bir arkadaş kadar samimî bulmalıdır. Müşterilerinizin önüne mümkün
olduğu kadar çok çeşitli mal koyunuz, bırakınız onlar beğensin İki de bir;
— Kaç tane ?
Sualini
sormayınız.
Bu sual çok kereler
satıcı yüzde elli düşürür. Siz müşterinize sanki bir kutu kravatı alacakmış
gibi ve bundan emin imişsiniz gibi muamele edin. Yoksa :
— Kaç tane ?
Diye sormak ve üzerinden
gözünüzü ayırmamak sanki onun bir kutu kravat alamayacağından ve kutuyu
çalacağından şüphe ettiğinizi gösterir. Bu menfaatiniz icabıdır.
Bayan
eşyaları mı satıyorsunuz?
Bilhassa bayanlar,
malları görmeden evvel bir şey almağa karar vermezler. Onlara mallarınızın
bütün çeşitlerini gösteriniz, önlerine yerleştiriniz. Ve hiç bir zaman :
— Kaç tane ;
Diye sormayınız.
Siz
malın evsafını sayıp dökerken, bırakın o da tetkik etsin.
Fakat siz de Parisli
tezgâhtar gibi müşterinin içini, zevkini okuyunuz Hassas bir kadına, hislerini
kırmayacak bir şekilde mal satınız ve o mal onun bütün zevklerine uysun. Ve
bilhassa hiç birinin yanlışlarını düzeltmeğe kalkmayınız.
Bir bayan
bir mal beğendiği zaman :
— Bunu almanız doğru değildir !.
Diyeceğinize
:
— Hakikaten fevkalâde bir zevk sahibisiniz
bayan, en iyi malı seçtiniz!.
Deseniz, daha iyi olur.
Müşterilerinizin şahsı
ile bilhassa meşgul olunuz.
Bir mağaza müşterilerini
memnun ettiği gibi, aldatabilir de.
İkisinin de neticeleri
çabuk elde edilir:
Müşterinizi memnun
ederseniz, müşteriler de mağazayı doldurur, sizi mes’ut eder.
Müşterilerinizi
aldatırsanız.. Sonunuz bir facia ile biter, bir kandil gibi sönersiniz,
işleriniz darmadağın olur.
Bir elbise aldınız. Bir
sene giyeceğinizi garanti ettiler. Aradan iki ay geçmedi, düğmeleri koptu,
kumaş tel örgü gibi seyreldi ve yırtıldı.
Bir daha o dükkâna
ayağınızı atar mısınız?
Çamaşırcıya bir sepet
çamaşır gönderdiniz. Ertesi gün iki mendil eksik, bir gömleğiniz delik deşik
bir halde geldi.
Bir daha o çamaşırcıya
iş verir misiniz?
Gayeniz şu olmalıdır:
Müşteriye
memnuniyet satmak.
Müşteriye neş’e ile
sattığınız mal, ona rahatlık, ona neş’e aşılamalıdır. O bundan zevk duymalı,
siz de bu suretle yaşamak zevki satmalısınız.
Ayakkabıyı, ayakkabı,
deri kösele vesaire olarak herkes satar, fakat o ayakkabı ona gezmeler, yol
yürümeler cesaretini vermelidir. Ve siz bu cesareti, bu zevki bu suretle satmış
olmalısınız. Bilhassa satışlarınızda sürat, çeviklik başta gelmelidir.
Eir mağazada, bir bayan,
satıcının yarım kilo tereyağını on dakikadır bağlıyamadığından şikâyet ediyor,
bir daha gelmeyeceğini söylüyordu.
Böyle şikâyetler
kulağınıza gelmemeli, zira böyle yavaş bir satıcı, o mağazanın daimî bir
müşterisini kaçırıyordu.
Müşteri bir mağazaya bir
çok ümitlerle girer: Evvelâ aldanmamak, çabukluk, nezaket vesaire gibi. Bunları
bulamazsa inkisarı hayale uğrar, bir daha gelmez. Fakat bulursa, sizden iyi bir
hatıra ile ayrılır.
Ve unutmayın ki, dünyayı
idare eden kuvvetler arasında başta gelenler iyi hatıradırlar. En büyük kudret
budur. En cazip reklâm budur.
Müşteri iyi hatıra ile
ayrılmışsa sizden asla ayrılmaz, sizi ihya eder. Fakat bunun için siz “iyi
hatıra,, sunmağı bir prensip edinmelisiniz Ve böylece müşterinize sadece eşya
değil, memnuniyet de satmalısınız.
Ve bütün işçilerinize,
müşterilerinizin isteklerini, dileklerini, zevklerini okumayı tekrar tekrar
tenbih ediniz ve buna dikkat etmelerini söyleyiniz.
Dünyanın en meşhur
mobilya tezgâhları Londra’dadır. Adı Barnet’tir ve henüz yirmi dört yaşındadır.
Bu genç, Londra’nın büyük mağazalarından birinde çalışır. Bir yıl içinde tam
elli bin İngiliz liralık mobilya satmağa muvaffak, olmuştur; bununla beraber
yalnız on senelik tezgâhtardır, yalnız on senelik bir tecrübesi vardır.
Fakat Barnet sadece
mobilya satar, halı, perde, vazo değil .
Haftada bin
İngiliz liralık satış yapmasına rağmen Barnet hiç te kibirli değildir, bilâkis
hergün bir parça daha fazla daha iyi satmağa çalışır, inanınız ki bu bir talih
işi değildir.
Geçenlerde bir gazeteci
bu meşhur ve genç satıcı ile bir röportaj yapmış, ona nasıl olup ta mesleğinde
bu kadar muvaffak olduğunu sormuştu. Barnet gazeteciye şu sözlerle cevap
verdi :
“Önce insanın kendinde satıcılık kabiliyeti olmalıdır. Fakat iş
yalnız kabiliyetle kalmaz, bu kabiliyete ayni zamanda bir ilim ilâve etmek
lâzımdır. Ben bu mağaza tezgâhtarlığına başlamazdan evvel, bir “satış sanatı,,
kursuna devam ettim.
Mobilya satacaksanız bunların nasıl yapıldıkları hakkında, bir
fikriniz bulunmalıdır. Tahtaları, cilâları, kumaşları ve renkleri tanımak
lâzımdır. Eşyanın teferrüatını, eşyanın hususiyetlerini bilmek lâzımdır.
Ben müşterilerime bir mal gösterirken, o malın bütün vasıflarını
söylerim ve bu söylediğim vasıflar alâka uyandıracak vasıflardır.
Ben karşıma gelen her müşteriyi tetkik ederim. Ve onun ne
istediğini anlamağa çalışırım ve anlayıncaya kadar yavaş hareket ederim. Ne
şekil bir mobilya istediğini anlayınca, artık fethedilmiştir, onun istediği,
alâkasını çekecek mobilyaları göstermeğe başlarım.
Ve bu sırada onun istemediği, beğenmediği bir malı ne
gösteririm, ne de böyle bir malı satmak için ısrar ederim. Bu en çekindiğim bir
meseledir
Müşterilerimi neşelendirmeğe bilhassa gayret ederim, yerinde
söylediğim bir söz, bir nükte satışı âdeta kolaylaştırır. Ben müşterinin
ailesiyle, eviyle, odasıyla, şahsı ile, dertleri ile alâkadar olurum. Bu
hususta sözlerini ve şikâyetlerini alâka ve sabırla dinlerim. Ve bu sayede
müşterilerim beni samimî dost bilirler.,,
Görüyorsunuz ya, Barnet
yalnız boyalı tahta satmıyor: “neşe, memnuniyet, hayat zevki,, satıyor. Ondan
mobilya alan müşteri rahat rahat bir oda tahmil ederek alıyor, Barnet istirahat
satıyor. !
Barnet eşya satmıyor,
tesir satıyor. Radyo satmayınız, eve neşe musiki ve aile saadeti satınız.
Ayakkabı satmayınız,
ayaklara rahatlık, gezmek zevki ve yürümek isteği satınız
Yemiş satmayınız,
sıhhat, kan ve can satınız.
Mobilya satmayınız,
rahat bir yuva, mes’ut ve ince bir muhit satınız
Kitap satmayınız, ilmin
faydasını, okumak zevkini satınız.
Tiyatro bileti
satmayınız, günlük yorgunlukları unutturan sahneler, eğlenceler, san’at satınız.
Hülâsa
:
Eşya,
madde satmayınız:
İdeal
satınız.
Ruh
satınız.
Zevk
satınız.
Yaşamak
zevki satınız.
Kendine
emniyet ve cesaret satınız
Uzun zaman müşteriye
hizmet, sadece ona iyi muamele ve nezaket göstermek tarzında kabul ediliyordu.
Fakat yeni yeni anlaşılmıştır ki, müşteriye hizmet bu değildir. Evet, müşteriye
hizmet bahsinde muhakkak ki nezaket ve iyi muamele vardır, fakat müşteriye
hizmet demek, sadece bu iki şey demek te değildir
Son zamanlarda, iş
dünyasında yeni bir ilim, yeni bir fen meydana çıkmıştır: Hizmet ilmi,
senelerce, müşteriye hizmet, müşteriyi ikna etmek isteyenler bunu anlamamışlar,
böyle bir ilmin, böyle bir bilginin varlığını maalesef bilememiş işlerdi.
Halbuki bugün her şey, bir müşteriye hizmet bilgisinin, ilminin mevcut olduğunu
gösteriyor.
Nezaket ve iyi
muameleden başka, müşterinin memnuniyetini kazanmak daha başka vasıtalara
bilgilere de ihtiyaç vardır. O halde kısaca bu hizmet fenni nedir?
Müşteriye
hizmet. .
Artık bunun, müşteriye
yapılacak muamelelerin her safhasında samimî nezaketle yapıldığı anlaşılmış,
keşfedilmiştir.
Evet, artık şu biliniyor
ki, “müşteriye hizmet ilmi,, gök yüzü ile meşgul olan astronomi kadar vasi ve
uçsuz bucaksız bir ilimdir.
Artık biliyoruz ki,
müşteriye hizmet, ona sadece, işitiyor musunuz sadece, kibarca muamele değil,
ona faydalı bir yardım, işe yarar bir hizmet ifa etmektir.
Artık bütün insanlar
biliyorlar ki, müşteriye hizmet demek, sadece mal satmak, malı verip parasını
almak demek değildir.
İki
türlü tezgâhtar vardır :
Birinin
ismi yalnız tezgâhtardır. Diğeri hakikî tezgâhtardır. Ve
sadece isimle tezgâhtar olanlarla diğerleri arasında dağlar kadar fark vardır.
Âdi tezgâhtar size yalnız malı satar, size malı verir ve
parasını alır.
Fakat hakikî bir tezgâhtar size hem mal hem de hakikî bir
hizmet satar.
Her zaman ayni insanlara
mal satmak bir marifettir. Bir mağaza, hayatlarında bir defa tesadüfen mağazaya
uğrayan müşterilerle yaşamaz, bunların verdiği bir defalık para ile ihya
olamaz.
Fakat, işin doğrusu bu
iken bugün bir çok tüccarlar ancak bir defa uğrayan müşteriler bekliyorlar.
Daimî müşteri ile alâkadar olmuyorlar. Onlar yalnız “satmak„ istiyorlar.
“Hizmet„ le alâkadar dahi değildirler, müşterilerinin menfaatlerini kat’iyyen
düşünmüyorlar..
O halde, bu gibilerin
mağaza açmaları doğru olamaz. Bu insanlar, seyyar satıcılık, işportacılık
yapsalar daha iyi olurdu. Yüklü merkepleriyle bir köyü dolaşıp soyduktan sonra,
kamçıyı vurarak diğer köye sürmelidirler.
İş dünyasında “hizmet,,
kelimesi en fazla kullanılır. Herkes “hizmet,, den dem vurur. Fakat herkes onu
lâyıkı ile anlar mı sanıyorsunuz?
Nelere hizmet demiyoruz
ki!..
Bir mağazaya giriyorum.
Kapıda jandarma gibi birisi duruyor. Kurumu /duruşu ile Napoleonu andıran bu
adam beni bir kürek mahkûmu gibi süzüyor. Kendisinden satın almak istediğim
malın bulunduğu daireyi soruyorum, o hâlâ beni süzmekte berdevamdır. Ve buna
hizmet!„ diyorlar.
Şimendifer istasyonuna
gidiyorum. Gişede bilet satan adam, sanki benim gibi değil, o bir makine
adamdır. O ne soğukluk öyle!.. Biraz ilerideki vagonlara doğru ilerliyorum, bir
hamal yük arabasını ayağımın üstünden geçiriyor, vagonların önünde duran bir
memur nedense beni birinci mevkie lâyık göremiyor. Sanki sormuşum gibi :
— Üçüncü mevki ileride.
Diye bağırıyor.
Diğer bir hamal elimden
bavulumu hızla kapıyor, önüne gelen ilk vagonun her hangi bir rafına fırlatıyor
ve benden bahşiş istiyor.
Şimendifer idaresi bütün
bunlara “hizmet!,, adını veriyor.
Yorgun ve bitkin bir
halde kendimi bir otele atıyorum. Kapıcı kadın sesleniyor :
— Hüviyetinizi deftere kaydettirdiniz mi?
Kaydettiriyorum ve
caddeye bakan bir oda istiyorum, isteğime aldıran yok. Kapıcı kadın :
— Odanız 493 numara...
Diyor.
Asansöre bavulumu ben
taşıyorum. Asansörcü beni dördüncü kata çıkarıyor ve :
— Sola sapınız..
Diyerek asansörle
dönüyor
Odamı arıyorum, yok
Bütün katı dolaşıyorum, nihayet bir 493 numaraya rastlıyorum. Anahtarla açmak
istiyorum, açılmıyor. Anahtar bu odanın değil.
Ve bütün bunlara otel
idaresi ‘ hizmet!,, diyor.
Bir kiliseye giriyorum. İçeride kaşları çatık birisi sanki tavuk
hırsızı imişim gibi süzüyor. Bir yere oturmak istiyorum, her tarafın
satıldığını söylüyor.
Papas vaaza başlıyor, bu zat tutuk ve nezleli sesi ile tâ
asırlarca evvel Arabistanda olup biten bir vak’adan bahsediyor.
Ve din adamları buna “hizmet!„ diyor.
Devlet dairesine
giriyorum. Soracağım bir mesele var. Bir kaleme gidiyorum, beni bir memura
sevkediyorlar Onun da önünde bir çok adam var, yarım saat sıra bekliyorum sıram
gelince derdimi anlatıyorum. Eu memur yanlış geldiğimi, öteki memura gitmem
lâzım geldiğini söylüyor ve öteki memuru gösteriyor. Orada kırk dakikadan fazla
bekliyorum. Bana işimi soruyor, anlatıyorum.
— Bir istida ile müracaat ediniz ..
Diyor.
İstidayı yazıyorum. On
beş gün sonra cevabı geliyor :
— Geliniz, cevabınızı alınız.
Gidiyorum. Verdikleri
cevap şu :
— Bu bizim işimiz değil, biz bu işi bilmiyoruz.
Ve buna “hizmet!,,
diyorlar.
Ve zamanımızda hizmet
mefhumu mütemadiyen kullanılır durur.
Fakat
hizmet nedir?
Herhalde
yukarıda bahsettiklerim değil.
Eskiden tezgâhtarlar
hizmeti çok yanlış anlarlardı. Eski tezgâhtarlar sabırsız, acemi ve
terbiyesizdiler ve yalnız bunlar yüzünden yüzlerce müessese batıyordu.
Eski tezgâhtarlar
istirahat seyahatine çıkmış başvekiller gibi idiler, müşterilerine Firavunların
tebealarına yaptığı muameleyi yaparlardı. Ne kadar azametli, kibirli, asabî
saray adamları gibi idiler bilseniz...
Onlar müşterilerin
sorularıyla alay ederlerdi. Kendilerini her şeyi bilen bir insan sanırlardı,
müşterileri cahil ve tenbel talebelere benzetirlerdi. “Müşteriye hizmet,, ne
demektir bilmezlerdi. Böylece mağazalarının kazancı her gün biraz daha azalır,
işler biraz daha daralırdı. Alış veriş bir işkence haline gelmişti. Bunlar
müşteriyi kaçıran insanlardı, bunlar ticaret âleminin mikropları idi
Fakat artık “hizmet!„ bu
işkence şövalyelerinin oyuncağı olmaktan çıkmıştır. Hizmet şimdiki mağaza
sahiplerinin kendi menfaatlerini müşterilerinin menfaatleriyle birleştiren bir
iş, bir harekettir.
“Müşteriye
hizmet,,...
Dünyada bu iki kelimenin
mânasını bilen ne kadar azdır. Lügat kitapları, kalın kamuslar hizmet
kelimesinin mânasını eksik olarak verirler Bizde hizmetin belki de on beş tane
ve türlü mânası vardır. Umumî bir tarifle hizmetten, başkalarının menfaati için
yaptığımız işleri anlarız. Fakat acaba hizmet yalnız bu mudur ?
Bence, her iş sahibi,
her mağaza sahibi “hizmet,, in mânasını kendisi bulmalıdır. Hattâ ben sizin
yerinizde olsaydım, bu kelimenin mânasını müşterilerime sorardım. Onlara birer
mektup gönderir, şu sualleri sorardım :
Hizmet
nedir ? Size nasıl hizmet edebiliriz?
Her halde gelecek
cevaplar arasında çok garip görünenleri olacaktı Hiç düşünmediklerimize bile
rastlayabilecektik.
Meselâ:
— Parasız gardroplar.
— Hediye dağıtılması.
— Mağazanızda müzik.
— Yazın, mağazanızda soğuk içkiler bulundurmanız.
— Çocukların oynamasına mahsus bir salon.
— Müşteri çocuklarına mahsus mürebbiler.
Görüyorsunuz, “hizmet,,
herkes tarafından başka başka mânalar verilen bir kelimedir. O halde şunu bir
kaç kelime ile izah edelim :
“Her türlü nazik ve
güzel muamelelerle müşteriyi bir misafir gibi ağırlamak ve hepsini memnun
ederek mağazaya bağlamak.„
Tezgâhtar ev sahibi
müşteri de misafiriniz olmalıdır.
Meselâ, bir müşteri
gelip :
— Çamaşır dairesi nerededir?
Diye sorunca :
— Üçüncü katta... İşte asansör...
Diye yüzüne kelimeleri
fırlatmayacakmış. Nazik bir tebessümle :
— Ben de oraya gidiyorum. Müsaade ederseniz size yolu
göstereyim.
Diyeceksiniz ve
müşteriyi bir prenses götürür gibi terbiyeli tavırlarla götüreceksiniz.
Mağazada tezgâhtar taharri memuru, jandarma, polis veya
inzibat meclisi âzası değildir. Ve bu şekli almamalıdır.
Mağaza sahipleri,
Durmadan
tezgâhtarlarınızla meşgul olunuz. Biraz yukarıda tarif ettiğim eski
tezgâhtarlık artık tarihe karışmıştır, artık onun yeri müzedir.
Tezgâhtarlarınızla
müşterileriniz arasında ufak bir anlaşmazlık gördünüz mü hemen işe karışınız ve
müşterinin tarafını tutunuz, tatlı ve yerinde sözlerle anlaşmazlığı yok ediniz.
İşte zamanımızda,
“müşteriye hizmet’ tâbirin den çıkarılacak mâna budur
Bu bahiste son sözüm
şudur :
Müşteriye hizmet etmesini bilmeyen tezgâhtarlar bir
müesseseyi iflâsa sürükleyebilir.
Bununla beraber, müşteriyi aldatan tacir veya tezgâhtar,
hakikatte kendini aldatmış demektir; zira böyle adamlar ticaret âleminde hiç
bir zaman tutunamazlar.
Kaynak: HERBERT N. CASSON, Müşteriyi
aldatan Kendini aldatır , trc: İskender Fahrettin SERTELLİ,Tefeyyüz Kitabevi ,
A. IŞIN, Kültür Matbaası, 1944 İstanbul
**************
İskender Fahrettin Bey; 1895 yılında
dünyaya gelmiştir. Küçük yaşlarında babasının vazifesi gereği olarak ailesi ile
Yemen de bulunmuştur. Gazeteci, yazar ve iyi bir araştırmacı olan Sertelli
dönemin önemli yazarlarındandır. Uzun yıllar Akşam Gazetesinde başyazar
(başmuharrir) olarak çalışmıştır. Eserleri günümüzde fazla bilinmemekle beraber
sahaflarda kitaplarına rastlamak mümkündür. Günümüzde bazı eserleri (Telli
Haseki, Bizansın Son Günleri, Deliler Saltanatı) yeniden yayımlanmıştır.
Zamanın Milli Eğitim Müdürü (Maarif vekili)
Dr. Reşit Galip İskender Fahrettin Sertelli’yi Harf devriminde en çok çalışan
yazar olarak tanımlamıştır. Gerçekten de Harf devriminden sonra geçen beş yıl
içinde kırk kitap yayımlamıştır. Milli kütüphanenin zenginleşmesi için büyük
gayretle çalışan yazar özellikle tarihi romanları, halk tarafından öyle çok
talep görmüştür ve Anadolu köylerine kadar yayılmıştır. İskender Fahrettin
Sertelli, Türk tarihinin ana hatları belirlendikten sonra, bu tarihi çerçeve
içinde yazdığı milli romanlarla milli davalarımızın halk arasında kök salmasına
çalışmıştır. Çünkü Sertelli’nin tarihi romanları, detaylı inceleme ve
araştırmalara dayanan eserlerdir.
Yazarın romanlarının pek çoğu aynı zamanda,
başyazarı olduğu Akşam Gazetesinde yazı dizisi (tefrika) olarak yayımlanmıştır.
Abdülhamit ve Afrodit, Sümer Kızı, Akdenizde Türk Akıncıları, Seba Melikesi
Belkıs, Bizansın Son Günlerini adlı romanlar yazı dizisi olarak
yayımlananlardan birkaçıdır. Yazar polisiye türünde de eserler vermiştir. Bu
türe örnekler arasında Öldüren Kadın, Sahte Prenses, Lawrens İstanbul’da
sayılabilir.
İskender Fahrettin Sertelli, ülkemizde
tarihi roman akımının öncülerinden olmuş bir yazardır. Yazarın ayrıca kurucusu
olduğu, Tarihten Sesler adlı, aylık Türkçe tarih dergisi de bulunmaktadır.
Tarihten Sesler adlı dergi, 1937 den bu yana Türk Tarih Kurumu tarafından
yayımlanan Belleten’den sonra Latin harfleriyle basılmış ikinci tarih
dergisidir. Ne yazık ki, Ocak 1943’te yayın hayatına başlayan dergi, İskender
Fahreddin Sertelli’nin ölümünden kısa süre sonra Mayıs 1945’te yayınlanan 25.
sayısı ile sona ermiştir. Derginin kadrosunda Reşat Ekrem Koçu, Sermet Muhtar
Alus, Süheyl Ünver ve Yavuz Abadan gibi isimler de yer almıştır.
Sertelli’nin roman harcinde,
İngilizce-Türkçe Yeni Lügatı (Sözlüğü) da bulunmaktadır. Kanaat Kütüphanesi
tarafından yayınlanan sözlüğün sonunda İngilizce gramere de yer verilmiştir.
Eser o dönemde yabancı dile meraklı öğrenciler tarafından epey ilgi görmüştür.
Yazarın eserlerinden bazıları şunlardır:
Abdülhamit ve Afrodit (Resimli Büyük Roman)
, Deliler Saltanatı, İstanbul, 1931., Telli Haseki, İstanbul, 1932., Hint
Yıldızı (Resimli Büyük Roman), Sakın Beni Okuma!, Üç Çiçek Bir Böcek (Aile
Romanı), Fizyonomi (İlm-i Sima) İstanbul, 1933., Casus Mektebi (Polis ve Macera
Romanı), Sahte Prenses (aşk ve Polisiye Romanı), İngiliz Casusu Lawrens İstanbul’da,
Sümer Kızı, İstanbul, 1933., İstanbul’u Nasıl Aldık? , İstanbul, 1930.,
Bizans’ın Son Günleri, İstanbul, 1930., Öldüren Kadın (Polis, Aşk ve Macera
Romanı), Seba Melikesi Belkıs (Tarihi Roman), Semiramis (Asuriler Devrine ait
Tarihi Roman), Asya’dan Bir Güneş Doğuyor, İstanbul, 1933., Barbaros Gençliği,
Akınları ve Ölümü, İstanbul 1938., Dünya Ağlıyor, İstanbul, 1939., Kubilay
Han’ın Akınları (Tarihi Çocuk Romanı), İstanbul, 1939., Temuçin ve Oğulları
(Tarihi Çocuk Romanı), İstanbul, 1939., Kutuplarda Bir Türk Kızı, İstanbul,
1939.
Yazarın ayrıca yazdığı ve sahnelenmiş fakat
basılmamış eserleri de mevcuttur. Bu oyunlar da şunlardır:
Paris’te Bir Kürk Kızı (5 Perdelik Facia),
Frengililer (İki Perde), Siyah Gölgeler (3 Perde Tarihi), Dora (3 Perde Komedi),
Anadolu Yıldızı (3 Perde Operet), Kadınsız Dünya (3 Perde Dram), Uyanan Kin (3
Perde Komedi), Siyah Elmas (3 Perde Komedi). Yazarın eski dilde yayımlanmış
eserleri de mevcuttur. Filistin Tarihi, Yataklı Vagonlar Mabudesi, İngilizce
Alfabe ve Bir Güzel Kadının Sergüzeşti. İskender Fahrettin Bey, İstanbulda
1945 yılında meydana gelen tifüs salgınında bu hastalığa yakalanmış ve maalesef
kurtarılamayarak 49 yaşında hayata veda etmiştir. Mezarı İstanbul’da
Feriköy’dedir.
Kaynakça:
http://www.belgehaber.com/artikel.php?artikel_id=72<br
/>
http://archive.is/DUS4l<br
/>
İskender Fahreddin’in
Eserleri, İstanbul Akşam matbaası, 1934,<br />
http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye’de_yay%C4%B1mlanm%C4%B1%C5%9F_tarih_dergileri
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar