Print Friendly and PDF

MÜŞTERİYİ ALDATAN KENDİNİ ALDATIR

Bunlarada Bakarsınız




“Onlar niçin zengin oldu”nun sırrı
Paris’in büyük mağazaları, hiç bir memleketin büyük şehirlerindeki mağazalara benzemez. Buradaki eşyaları dünyanın hiçbir yerinde göremezsiniz.
Hiç bir memlekette meselâ kadın elbisesi müşteriye kesilmiş cansız bir kumaş parçası olarak verilmez. Burada herşey zevkle verilir. Buraları bir mağaza değil, birer güzellik ve zevk saraylarıdır. Raflarda elbise yoktur. Onu birer mabut gibi güzel kızlar giyer ve bütün bunlara müşteriler âşık olur.
Bu zamana kadar onlara kat’iyyen bu malların  fiyatından bahsedilmez. Siz elbiseyi beğenip, onu sevdikten sonra ancak fiyatını öğrenirsiniz. Ve böylelikle Pariste bir balo tuvaleti almak, Londra da bir ev almaktan daha zordur.
Ve bu mağazalarda eşya bir sanatkâr tablosu gibi gösterilir.
Kızıl saçlı bir kadın bu mağazalardan birine girer de bir tuvalet isterse, kimse ona gül rengi bir rop vermez.
Ve Parisli tezgâhtar:
        Buyurunuz Bayan, bu beş yüz franktır.
Demez.
Oranın tezgâhtarı evvelâ müşterisini bir müddet, tablo yapan bir ressam gibi, seyreder. Saçlarının, gözlerini, teninin rengini anlar; yaşını tetkik eder. Olduğu yerden karşısındaki müşterinin nasıl bir zevke ve keseye sahip bulunduğunu keşfetmeğe çalışır. Ve ondan sonra, ona en çok yakışacak elbiseyi çıkarır.
Parisli satıcı kız, müşteriyi bir iki dakika içinde bir kitap gibi okur. Ve bu sayededir ki, Paris mağazalarından tuvalet giyen bir kadın kendini gençleşmiş, güzelleşmiş olarak görür. Ticaretin sihri budur ye buradadır. O sihir ki, ihtiyarı genç, çirkini güzel yapar, insana neş’e, gençlik ve yaşamak zevki aşılar.
Bir mağaza sahibi bunu yaparsa kazanmaz mı?
Bu şekilde hareket eden bir mağaza sahibinin işleri fevkalâde olmaz mı ?
Sorarım size, kırk yaşında bir kadın Paris’ten tuvalet giyip te, dışarı çıktığı zaman kendini on yaş genç gibi, otuz yaşında görürse, bundan duyduğu zevk ona elbisenin ucuzluğunu veya pahalılığını düşündürür mü? Fiyatın ne hükmü kalır? Artık ona ehemmiyet verilir mi?
Paris mağazalarından şapka alacaksanız, mağazaya girdiğiniz zaman tezgâhtar kendisine en yakın bulunan şapkaya uzanmaz ve bu şapkayı bir sürahi kapağı gibi müşterinin başına geçirmez. Sizi temin ediyorum ki bu böyledir!
Tezgâhtar sizi adamakıllı tetkik eder, sizin nasıl bir adam, ne zevkte bir insan olduğunuzu öğrenmeğe çalışır ve size öyle bir şapka çıkarır ki, hayret edersiniz, zira sizin için biçilmiş kaftandır... Ve almağa mecbur olursunuz.
Emin olun ki size en fazla yaraşan şapka da muhakkak budur.
Yani söylemek istediğim şudur ki; bir Paris mağazası malını satmak için mümkün olan her şeyi, amma her şeyi yapar. Malı canlandırır, konuşturur, onun ruhunuza tesir ettiğini anlarsınız, siz o mala âşık olursunuz.
Mağazasını yaşatmak, işlerini büyültmek, çok kazanmak isteyen her ticaret adamı Paris’i taklit etmelidir.
Erkek eşyası satıyorsunuz farzedelim. Burada erkeklerin hoşuna gidecek bir muhit kurmak lâzımdır. Konforu, istirahati tam bir mağaza meydana getirmelisiniz, bu mağazada oturacak yerler, erkek satıcılar olmalı, Rahatça sigara içmelerine müsaade etmelisiniz. Elin uzanacağı yerde, hemen her tarafta kibrit bulundurmalısınız. Ve mağazanız bir erkeğin eşya mağazasının bütün hususiyetlerini haiz olmalıdır.
Erkekler çok konuşur, rahatı çok severler. O halde erkek müşterilerinizi sabırla dinleyeceksiniz, onlar size dert yanacaklar, siz dinleyeceksiniz. Ve nazının çekildiğini gören erkek müşteri ebetteki sizi bırakmayacak ve siz ona çok uzakta bulunsanız da size gelecektir.
Mağazanızda o kadar sıcak ve samimî bir hava esmelidir ki, erkek müşterileriniz kendilerini evlerinde, arkadaş sohbetlerinde hissetmeliler, mağazanızdan dışarı çıkmak istememelidirler.
Müşteriniz sizi kendisine bir arkadaş kadar samimî bulmalıdır. Müşterilerinizin önüne mümkün olduğu kadar çok çeşitli mal koyunuz, bırakınız onlar beğensin İki de bir;
        Kaç tane ?
Sualini sormayınız.
Bu sual çok kereler satıcı yüzde elli düşürür. Siz müşterinize sanki bir kutu kravatı alacakmış gibi ve bundan emin imişsiniz gibi muamele edin. Yoksa :
        Kaç tane ?
Diye sormak ve üzerinden gözünüzü ayırmamak sanki onun bir kutu kravat alamayacağından ve kutuyu çalacağından şüphe ettiğinizi gösterir. Bu menfaatiniz icabıdır.
Bayan eşyaları mı satıyorsunuz?
Bilhassa bayanlar, malları görmeden evvel bir şey almağa karar vermezler. Onlara mallarınızın bütün çeşitlerini gösteriniz, önlerine yerleştiriniz. Ve hiç bir zaman :
        Kaç tane ;
Diye sormayınız.
Siz malın evsafını sayıp dökerken, bırakın o da tetkik etsin.
Fakat siz de Parisli tezgâhtar gibi müşterinin içini, zevkini okuyunuz Hassas bir kadına, hislerini kırmayacak bir şekilde mal satınız ve o mal onun bütün zevklerine uysun. Ve bilhassa hiç birinin yanlışlarını düzeltmeğe kalkmayınız.
Bir bayan bir mal beğendiği zaman :
        Bunu almanız doğru değildir !.
Diyeceğinize :
        Hakikaten fevkalâde bir zevk sahibisiniz bayan, en iyi malı seçtiniz!.
Deseniz, daha iyi olur.
Müşterilerinizin şahsı ile bilhassa meşgul olunuz.
Bir mağaza müşterilerini memnun ettiği gibi, aldatabilir de.
İkisinin de neticeleri çabuk elde edilir:
Müşterinizi memnun ederseniz, müşteriler de mağazayı doldurur, sizi mes’ut eder.
Müşterilerinizi aldatırsanız.. Sonunuz bir facia ile biter, bir kandil gibi sönersiniz, işleriniz darmadağın olur.
Bir elbise aldınız. Bir sene giyeceğinizi garanti ettiler. Aradan iki ay geçmedi, düğmeleri koptu, kumaş tel örgü gibi seyreldi ve yırtıldı.
Bir daha o dükkâna ayağınızı atar mısınız?
Çamaşırcıya bir sepet çamaşır gönderdiniz. Ertesi gün iki mendil eksik, bir gömleğiniz delik deşik bir halde geldi.
Bir daha o çamaşırcıya iş verir misiniz?
Gayeniz şu olmalıdır:
Müşteriye memnuniyet satmak.
Müşteriye neş’e ile sattığınız mal, ona rahatlık, ona neş’e aşılamalıdır. O bundan zevk duymalı, siz de bu suretle yaşamak zevki satmalısınız.
Ayakkabıyı, ayakkabı, deri kösele vesaire olarak herkes satar, fakat o ayakkabı ona gezmeler, yol yürümeler cesaretini vermelidir. Ve siz bu cesareti, bu zevki bu suretle satmış olmalısınız. Bilhassa satışlarınızda sürat, çeviklik başta gelmelidir.
Eir mağazada, bir bayan, satıcının yarım kilo tereyağını on dakikadır bağlıyamadığından şikâyet ediyor, bir daha gelmeyeceğini söylüyordu.
Böyle şikâyetler kulağınıza gelmemeli, zira böyle yavaş bir satıcı, o mağazanın daimî bir müşterisini kaçırıyordu.
Müşteri bir mağazaya bir çok ümitlerle girer: Evvelâ aldanmamak, çabukluk, nezaket vesaire gibi. Bunları bulamazsa inkisarı hayale uğrar, bir daha gelmez. Fakat bulursa, sizden iyi bir hatıra ile ayrılır.
Ve unutmayın ki, dünyayı idare eden kuvvetler arasında başta gelenler iyi hatıradırlar. En büyük kudret budur. En cazip reklâm budur.
Müşteri iyi hatıra ile ayrılmışsa sizden asla ayrılmaz, sizi ihya eder. Fakat bunun için siz “iyi hatıra,, sunmağı bir prensip edinmelisiniz Ve böylece müşterinize sadece eşya değil, memnuniyet de satmalısınız.
Ve bütün işçilerinize, müşterilerinizin isteklerini, dileklerini, zevklerini okumayı tekrar tekrar tenbih ediniz ve buna dikkat etmelerini söyleyiniz.
Dünyanın en meşhur mobilya tezgâhları Londra’dadır. Adı Barnet’tir ve henüz yirmi dört yaşındadır. Bu genç, Londra’nın büyük mağazalarından birinde çalışır. Bir yıl içinde tam elli bin İngiliz liralık mobilya satmağa muvaffak, olmuştur; bununla beraber yalnız on senelik tezgâhtardır, yalnız on senelik bir tecrübesi vardır.
Fakat Barnet sadece mobilya satar, halı, perde, vazo değil .
Haftada bin İngiliz liralık satış yapmasına rağmen Barnet hiç te kibirli değildir, bilâkis hergün bir parça daha fazla daha iyi satmağa çalışır, inanınız ki bu bir talih işi değildir.
Geçenlerde bir gazeteci bu meşhur ve genç satıcı ile bir röportaj yapmış, ona nasıl olup ta mesleğinde bu kadar muvaffak olduğunu sormuştu. Barnet gazeteciye şu sözlerle cevap verdi :
“Önce insanın kendinde satıcılık kabiliyeti olmalıdır. Fakat iş yalnız kabiliyetle kalmaz, bu kabiliyete ayni zamanda bir ilim ilâve etmek lâzımdır. Ben bu mağaza tezgâhtarlığına başlamazdan evvel, bir “satış sanatı,, kursuna devam ettim.
Mobilya satacaksanız bunların nasıl yapıldıkları hakkında, bir fikriniz bulunmalıdır. Tahtaları, cilâları, kumaşları ve renkleri tanımak lâzımdır. Eşyanın teferrüatını, eşyanın hususiyetlerini bilmek lâzımdır.
Ben müşterilerime bir mal gösterirken, o malın bütün vasıflarını söylerim ve bu söylediğim vasıflar alâka uyandıracak vasıflardır.
Ben karşıma gelen her müşteriyi tetkik ederim. Ve onun ne istediğini anlamağa çalışırım ve anlayıncaya kadar yavaş hareket ederim. Ne şekil bir mobilya istediğini anlayınca, artık fethedilmiştir, onun istediği, alâkasını çekecek mobilyaları göstermeğe başlarım.
Ve bu sırada onun istemediği, beğenmediği bir malı ne gösteririm, ne de böyle bir malı satmak için ısrar ederim. Bu en çekindiğim bir meseledir
Müşterilerimi neşelendirmeğe bilhassa gayret ederim, yerinde söylediğim bir söz, bir nükte satışı âdeta kolaylaştırır. Ben müşterinin ailesiyle, eviyle, odasıyla, şahsı ile, dertleri ile alâkadar olurum. Bu hususta sözlerini ve şikâyetlerini alâka ve sabırla dinlerim. Ve bu sayede müşterilerim beni samimî dost bilirler.,,
Görüyorsunuz ya, Barnet yalnız boyalı tahta satmıyor: “neşe, memnuniyet, hayat zevki,, satıyor. Ondan mobilya alan müşteri rahat rahat bir oda tahmil ederek alıyor, Barnet istirahat satıyor. !
Barnet eşya satmıyor, tesir satıyor. Radyo satmayınız, eve neşe musiki ve aile saadeti satınız.
Ayakkabı satmayınız, ayaklara rahatlık, gezmek zevki ve yürümek isteği satınız
Yemiş satmayınız, sıhhat, kan ve can satınız.
Mobilya satmayınız, rahat bir yuva, mes’ut ve ince bir muhit satınız
Kitap satmayınız, ilmin faydasını, okumak zevkini satınız.
Tiyatro bileti satmayınız, günlük yorgunlukları unutturan sahneler, eğlenceler, san’at satınız.
Hülâsa :
Eşya, madde satmayınız:
İdeal satınız.
Ruh satınız.
Zevk satınız.
Yaşamak zevki satınız.
Kendine emniyet ve cesaret satınız
Uzun zaman müşteriye hizmet, sadece ona iyi muamele ve nezaket göstermek tarzında kabul ediliyordu. Fakat yeni yeni anlaşılmıştır ki, müşteriye hizmet bu değildir. Evet, müşteriye hizmet bahsinde muhakkak ki nezaket ve iyi muamele vardır, fakat müşteriye hizmet demek, sadece bu iki şey demek te değildir
Son zamanlarda, iş dünyasında yeni bir ilim, yeni bir fen meydana çıkmıştır: Hizmet ilmi, senelerce, müşteriye hizmet, müşteriyi ikna etmek isteyenler bunu anlamamışlar, böyle bir ilmin, böyle bir bilginin varlığını maalesef bilememiş işlerdi. Halbuki bugün her şey, bir müşteriye hizmet bilgisinin, ilminin mevcut olduğunu gösteriyor.
Nezaket ve iyi muameleden başka, müşterinin memnuniyetini kazanmak daha başka vasıtalara bilgilere de ihtiyaç vardır. O halde kısaca bu hizmet fenni nedir?
Müşteriye hizmet. .
Artık bunun, müşteriye yapılacak muamelelerin her safhasında samimî nezaketle yapıldığı anlaşılmış, keşfedilmiştir.
Evet, artık şu biliniyor ki, “müşteriye hizmet ilmi,, gök yüzü ile meşgul olan astronomi kadar vasi ve uçsuz bucaksız bir ilimdir.
Artık biliyoruz ki, müşteriye hizmet, ona sadece, işitiyor musunuz sadece, kibarca muamele değil, ona faydalı bir yardım, işe yarar bir hizmet ifa etmektir.
Artık bütün insanlar biliyorlar ki, müşteriye hizmet demek, sadece mal satmak, malı verip parasını almak demek değildir.
İki türlü tezgâhtar vardır :
Birinin ismi yalnız tezgâhtardır. Diğeri hakikî tezgâhtardır. Ve sadece isimle tezgâhtar olanlarla diğerleri arasında dağlar kadar fark vardır.
Âdi tezgâhtar size yalnız malı satar, size malı verir ve parasını alır.
Fakat hakikî bir tezgâhtar size hem mal hem de hakikî bir hizmet satar.
Her zaman ayni insanlara mal satmak bir marifettir. Bir mağaza, hayatlarında bir defa tesadüfen mağazaya uğrayan müşterilerle yaşamaz, bunların verdiği bir defalık para ile ihya olamaz.
Fakat, işin doğrusu bu iken bugün bir çok tüccarlar ancak bir defa uğrayan müşteriler bekliyorlar. Daimî müşteri ile alâkadar olmuyorlar. Onlar yalnız “satmak„ istiyorlar. “Hizmet„ le alâkadar dahi değildirler, müşterilerinin menfaatlerini kat’iyyen düşünmüyorlar..
O halde, bu gibilerin mağaza açmaları doğru olamaz. Bu insanlar, seyyar satıcılık, işportacılık yapsalar daha iyi olurdu. Yüklü merkepleriyle bir köyü dolaşıp soyduktan sonra, kamçıyı vurarak diğer köye sürmelidirler.
İş dünyasında “hizmet,, kelimesi en fazla kullanılır. Herkes “hizmet,, den dem vurur. Fakat herkes onu lâyıkı ile anlar mı sanıyorsunuz?
Nelere hizmet demiyoruz ki!..
Bir mağazaya giriyorum. Kapıda jandarma gibi birisi duruyor. Kurumu /duruşu ile Napoleonu andıran bu adam beni bir kürek mahkûmu gibi süzüyor. Kendisinden satın almak istediğim malın bulunduğu daireyi soruyorum, o hâlâ beni süzmekte berdevamdır. Ve buna hizmet!„ diyorlar.
Şimendifer istasyonuna gidiyorum. Gişede bilet satan adam, sanki benim gibi değil, o bir makine adamdır. O ne soğukluk öyle!.. Biraz ilerideki vagonlara doğru ilerliyorum, bir hamal yük arabasını ayağımın üstünden geçiriyor, vagonların önünde duran bir memur nedense beni birinci mevkie lâyık göremiyor. Sanki sormuşum gibi :
        Üçüncü mevki ileride.
Diye bağırıyor.
Diğer bir hamal elimden bavulumu hızla kapıyor, önüne gelen ilk vagonun her hangi bir rafına fırlatıyor ve benden bahşiş istiyor.
Şimendifer idaresi bütün bunlara “hizmet!,, adını veriyor.
Yorgun ve bitkin bir halde kendimi bir otele atıyorum. Kapıcı kadın sesleniyor :
        Hüviyetinizi deftere kaydettirdiniz mi?
Kaydettiriyorum ve caddeye bakan bir oda istiyorum, isteğime aldıran yok. Kapıcı kadın :
        Odanız 493 numara...
Diyor.
Asansöre bavulumu ben taşıyorum. Asansörcü beni dördüncü kata çıkarıyor ve :
        Sola sapınız..
Diyerek asansörle dönüyor
Odamı arıyorum, yok Bütün katı dolaşıyorum, nihayet bir 493 numaraya rastlıyorum. Anahtarla açmak istiyorum, açılmıyor. Anahtar bu odanın değil.
Ve bütün bunlara otel idaresi ‘ hizmet!,, diyor.
Bir kiliseye giriyorum. İçeride kaşları çatık birisi sanki tavuk hırsızı imişim gibi süzüyor. Bir yere oturmak istiyorum, her tarafın satıldığını söylüyor.
Papas vaaza başlıyor, bu zat tutuk ve nezleli sesi ile tâ asırlarca evvel Arabistanda olup biten bir vak’adan bahsediyor.
Ve din adamları buna “hizmet!„ diyor.
Devlet dairesine giriyorum. Soracağım bir mesele var. Bir kaleme gidiyorum, beni bir memura sevkediyorlar Onun da önünde bir çok adam var, yarım saat sıra bekliyorum sıram gelince derdimi anlatıyorum. Eu memur yanlış geldiğimi, öteki memura gitmem lâzım geldiğini söylüyor ve öteki memuru gösteriyor. Orada kırk dakikadan fazla bekliyorum. Bana işimi soruyor, anlatıyorum.
        Bir istida ile müracaat ediniz ..
Diyor.
İstidayı yazıyorum. On beş gün sonra cevabı geliyor :
        Geliniz, cevabınızı alınız.
Gidiyorum. Verdikleri cevap şu :
        Bu bizim işimiz değil, biz bu işi bilmiyoruz.
Ve buna “hizmet!,, diyorlar.
Ve zamanımızda hizmet mefhumu mütemadiyen kullanılır durur.
Fakat hizmet nedir?
Herhalde yukarıda bahsettiklerim değil.
Eskiden tezgâhtarlar hizmeti çok yanlış anlarlardı. Eski tezgâhtarlar sabırsız, acemi ve terbiyesizdiler ve yalnız bunlar yüzünden yüzlerce müessese batıyordu.
Eski tezgâhtarlar istirahat seyahatine çıkmış başvekiller gibi idiler, müşterilerine Firavunların tebealarına yaptığı muameleyi yaparlardı. Ne kadar azametli, kibirli, asabî saray adamları gibi idiler bilseniz...
Onlar müşterilerin sorularıyla alay ederlerdi. Kendilerini her şeyi bilen bir insan sanırlardı, müşterileri cahil ve tenbel talebelere benzetirlerdi. “Müşteriye hizmet,, ne demektir bilmezlerdi. Böylece mağazalarının kazancı her gün biraz daha azalır, işler biraz daha daralırdı. Alış veriş bir işkence haline gelmişti. Bunlar müşteriyi kaçıran insanlardı, bunlar ticaret âleminin mikropları idi
Fakat artık “hizmet!„ bu işkence şövalyelerinin oyuncağı olmaktan çıkmıştır. Hizmet şimdiki mağaza sahiplerinin kendi menfaatlerini müşterilerinin menfaatleriyle birleştiren bir iş, bir harekettir.
“Müşteriye hizmet,,...
Dünyada bu iki kelimenin mânasını bilen ne kadar azdır. Lügat kitapları, kalın kamuslar hizmet kelimesinin mânasını eksik olarak verirler Bizde hizmetin belki de on beş tane ve türlü mânası vardır. Umumî bir tarifle hizmetten, başkalarının menfaati için yaptığımız işleri anlarız. Fakat acaba hizmet yalnız bu mudur ?
Bence, her iş sahibi, her mağaza sahibi “hizmet,, in mânasını kendisi bulmalıdır. Hattâ ben sizin yerinizde olsaydım, bu kelimenin mânasını müşterilerime sorardım. Onlara birer mektup gönderir, şu sualleri sorardım :
Hizmet nedir ? Size nasıl hizmet edebiliriz?
Her halde gelecek cevaplar arasında çok garip görünenleri olacaktı Hiç düşünmediklerimize bile rastlayabilecektik.
Meselâ:
        Parasız gardroplar.
        Hediye dağıtılması.
        Mağazanızda müzik.
        Yazın, mağazanızda soğuk içkiler bulundurmanız.
        Çocukların oynamasına mahsus bir salon.
        Müşteri çocuklarına mahsus mürebbiler.
Görüyorsunuz, “hizmet,, herkes tarafından başka başka mânalar verilen bir kelimedir. O halde şunu bir kaç kelime ile izah edelim :
“Her türlü nazik ve güzel muamelelerle müşteriyi bir misafir gibi ağırlamak ve hepsini memnun ederek mağazaya bağlamak.„
Tezgâhtar ev sahibi müşteri de misafiriniz olmalıdır.
Meselâ, bir müşteri gelip :
        Çamaşır dairesi nerededir?
Diye sorunca :
        Üçüncü katta... İşte asansör...
Diye yüzüne kelimeleri fırlatmayacakmış. Nazik bir tebessümle :
        Ben de oraya gidiyorum. Müsaade ederseniz size yolu göstereyim.
Diyeceksiniz ve müşteriyi bir prenses götürür gibi terbiyeli tavırlarla götüreceksiniz.
Mağazada tezgâhtar taharri memuru, jandarma, polis veya inzibat meclisi âzası değildir. Ve bu şekli almamalıdır.
Mağaza sahipleri,
Durmadan tezgâhtarlarınızla meşgul olunuz. Biraz yukarıda tarif ettiğim eski tezgâhtarlık artık tarihe karışmıştır, artık onun yeri müzedir.
Tezgâhtarlarınızla müşterileriniz arasında ufak bir anlaşmazlık gördünüz mü hemen işe karışınız ve müşterinin tarafını tutunuz, tatlı ve yerinde sözlerle anlaşmazlığı yok ediniz.
İşte zamanımızda, “müşteriye hizmet’ tâbirin den çıkarılacak mâna budur
Bu bahiste son sözüm şudur :
Müşteriye hizmet etmesini bilmeyen tezgâhtarlar bir müesseseyi iflâsa sürükleyebilir.
Bununla beraber, müşteriyi aldatan tacir veya tezgâhtar, hakikatte kendini aldatmış demektir; zira böyle adamlar ticaret âleminde hiç bir zaman tutunamazlar.
Kaynak: HERBERT N. CASSON, Müşteriyi aldatan Kendini aldatır , trc: İskender Fahrettin SERTELLİ,Tefeyyüz Kitabevi , A. IŞIN,  Kültür Matbaası, 1944 İstanbul
**************
İskender Fahrettin Bey; 1895 yılında dünyaya gelmiştir. Küçük yaşlarında babasının vazifesi gereği olarak ailesi ile Yemen de bulunmuştur. Gazeteci, yazar ve iyi bir araştırmacı olan Sertelli dönemin önemli yazarlarındandır. Uzun yıllar Akşam Gazetesinde başyazar (başmuharrir) olarak çalışmıştır. Eserleri günümüzde fazla bilinmemekle beraber sahaflarda kitaplarına rastlamak mümkündür. Günümüzde bazı eserleri (Telli Haseki, Bizans’ın Son Günleri, Deliler Saltanatı) yeniden yayımlanmıştır.
Zamanın Milli Eğitim Müdürü (Maarif vekili) Dr. Reşit Galip İskender Fahrettin Sertelli’yi “Harf devriminde en çok çalışan yazar olarak tanımlamıştır. Gerçekten de Harf devriminden sonra geçen beş yıl içinde kırk kitap yayımlamıştır. Milli kütüphanenin zenginleşmesi için büyük gayretle çalışan yazar özellikle tarihi romanları, halk tarafından öyle çok talep görmüştür ve Anadolu köylerine kadar yayılmıştır. İskender Fahrettin Sertelli, Türk tarihinin ana hatları belirlendikten sonra, bu tarihi çerçeve içinde yazdığı milli romanlarla milli davalarımızın halk arasında kök salmasına çalışmıştır. Çünkü Sertelli’nin tarihi romanları, detaylı inceleme ve araştırmalara dayanan eserlerdir.

Yazarın romanlarının pek çoğu aynı zamanda, başyazarı olduğu Akşam Gazetesinde yazı dizisi (tefrika) olarak yayımlanmıştır. Abdülhamit ve Afrodit, Sümer Kızı, Akdeniz’de Türk Akıncıları, Seba Melikesi Belkıs, Bizans’ın Son Günleri’ni adlı romanlar yazı dizisi olarak yayımlananlardan birkaçıdır. Yazar polisiye türünde de eserler vermiştir. Bu türe örnekler arasında Öldüren Kadın, Sahte Prenses, Lawrens İstanbul’da sayılabilir.
İskender Fahrettin Sertelli, ülkemizde tarihi roman akımının öncülerinden olmuş bir yazardır. Yazarın ayrıca kurucusu olduğu, “Tarihten Sesler” adlı, aylık Türkçe tarih dergisi de bulunmaktadır. Tarihten Sesler adlı dergi, 1937 den bu yana Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan Belleten’den sonra Latin harfleriyle basılmış ikinci tarih dergisidir. Ne yazık ki, Ocak 1943’te yayın hayatına başlayan dergi, İskender Fahreddin Sertelli’nin ölümünden kısa süre sonra Mayıs 1945’te yayınlanan 25. sayısı ile sona ermiştir. Derginin kadrosunda Reşat Ekrem Koçu, Sermet Muhtar Alus, Süheyl Ünver ve Yavuz Abadan gibi isimler de yer almıştır.
Sertelli’nin roman harcinde, İngilizce-Türkçe Yeni Lügat’ı (Sözlüğü) da bulunmaktadır. Kanaat Kütüphanesi tarafından yayınlanan sözlüğün sonunda İngilizce gramere de yer verilmiştir. Eser o dönemde yabancı dile meraklı öğrenciler tarafından epey ilgi görmüştür.
Yazarın eserlerinden bazıları şunlardır:
Abdülhamit ve Afrodit (Resimli Büyük Roman) , Deliler Saltanatı, İstanbul, 1931., Telli Haseki, İstanbul, 1932., Hint Yıldızı (Resimli Büyük Roman), Sakın Beni Okuma!, Üç Çiçek Bir Böcek (Aile Romanı), Fizyonomi (İlm-i Sima) İstanbul, 1933., Casus Mektebi (Polis ve Macera Romanı), Sahte Prenses (aşk ve Polisiye Romanı), İngiliz Casusu Lawrens İstanbul’da, Sümer Kızı, İstanbul, 1933., İstanbul’u Nasıl Aldık? , İstanbul, 1930., Bizans’ın Son Günleri, İstanbul, 1930., Öldüren Kadın (Polis, Aşk ve Macera Romanı), Seba Melikesi Belkıs (Tarihi Roman), Semiramis (Asuriler Devrine ait Tarihi Roman), Asya’dan Bir Güneş Doğuyor, İstanbul, 1933., Barbaros Gençliği, Akınları ve Ölümü, İstanbul 1938., Dünya Ağlıyor, İstanbul, 1939., Kubilay Han’ın Akınları (Tarihi Çocuk Romanı), İstanbul, 1939., Temuçin ve Oğulları (Tarihi Çocuk Romanı), İstanbul, 1939., Kutuplarda Bir Türk Kızı, İstanbul, 1939.
Yazarın ayrıca yazdığı ve sahnelenmiş fakat basılmamış eserleri de mevcuttur. Bu oyunlar da şunlardır:
Paris’te Bir Kürk Kızı (5 Perdelik Facia), Frengililer (İki Perde), Siyah Gölgeler (3 Perde Tarihi), Dora (3 Perde Komedi), Anadolu Yıldızı (3 Perde Operet), Kadınsız Dünya (3 Perde Dram), Uyanan Kin (3 Perde Komedi), Siyah Elmas (3 Perde Komedi). Yazarın eski dilde yayımlanmış eserleri de mevcuttur. Filistin Tarihi, Yataklı Vagonlar Mabudesi, İngilizce Alfabe ve Bir Güzel Kadının Sergüzeşti. İskender Fahrettin Bey, İstanbul’da 1945 yılında meydana gelen tifüs salgınında bu hastalığa yakalanmış ve maalesef kurtarılamayarak 49 yaşında hayata veda etmiştir. Mezarı İstanbul’da Feriköy’dedir.
Kaynakça:
http://www.belgehaber.com/artikel.php?artikel_id=72<br />
http://archive.is/DUS4l<br />
İskender Fahreddin’in Eserleri, İstanbul Akşam matbaası, 1934,<br />
http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye’de_yay%C4%B1mlanm%C4%B1%C5%9F_tarih_dergileri

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar