Print Friendly and PDF

NARSİSİZM VEBASI ÜZERİNE

Bunlarada Bakarsınız




Narsisizm öncelikle, sağlıklı öz güvenli kişi­lik yapısının (gerçek anlamda sevgi alışverişi yapabilen) ters kut­bunda bulunan, aşırı "öz saygı/self-esteem" akımı ile bağlanıyor. Terbiye ve eğitim sisteminin temel yapı taşlarından biri­si, son 50 yılda gençlere doğuştan değerli, eşi bulunmaz ve her şe­ye layık olduklarını işleme teması üzerine kurulmuş. Gençler be­delini ödemeden, çabalamadan her şeyin en güzelini, en mükem­melini hak ettiklerine inanmış veya inandırılmışlar. Aşırı öz saygı duygusunun yanı sıra, tanıyı güçlendiren diğer özellikler; iddiacı­lık, dediği dediklik, ikili ilişkilerde sürekli üstün olma arayışı ve her konuda benmerkezcilik.
1960'lardan itibaren, özellikle 1980 ve 1990'lar arasında çocuklarda anne baba otoritesine ita­at, anlamlı bir düşüş gösteriyor. Bu müsamahakârlığın yanı sı­ra, medyanın, "HELİKOPTER ANNE BABALAR" diye mecazi olarak tanımladığı, aşırı koruyucu anne baba modeli de ağır ba­sıyor. Daha da ötesi, 1970'lerden itibaren pedagog ve psikolog­lar tarafından oluşturulan "ebeveyn etkinleştirme uygulaması/ PET/ parent effectiveness training". Bu eğitim anne babalara, "SİZ ASLINDA ONLARDAN (ÇOCUKLARDAN!) DAHA FAZLA BİLMİYORSUNUZ, BEYAZLARIN SİYAHLARA YAPTIKLARI GİBİ IRK AYRIMI YAPMAYIN" mesa­jını veriyor. Mesela küçük ayrıntılarda olduğu gibi, önemli ai­levi kararlar alınırken de çocuklara eşit söz hakkı tanınması tavsiye ediliyor. Bu durum, çocuğun, eşit sorumluluk taşıma­dan ve bedelini ödemeden, sanki doğuştan gelen bir söz hakkı olabileceği iddiasına, bir başka deyişle ukalalığına yol açmıştır. Böyle bir terbiye sistemini; narsisizmi, halta alkol ve uyuşturucu bağımlılığını tetikleyen en önemli faktörlerden birisi olarak görülmektedir.
2000'Lİ YILLARDA ÇOCUKLAR, ANNE BABALARININ AYNI YAŞLARDA HARCADIKLARI MİKTARIN %500 FAZ­LASINI HARCIYORLAR.
Aile içi terbiyenin yanı sıra, eğitim sistemi de aşırı övgü üzerine kurulmuş, öğrenciler okullarda hak ettiklerinden fazla not alıyorlar. Tüm sistem sürekli "siz aslında mükemmelsi­niz, her şeyin en iyisine layıksınız, istediğiniz her şeye ulaşabil­me potansiyeliniz var" mesajlarını veriliyor.
Terbiye ve eğitimin yanında narsisizmi körükleyen diğer önemli bir tesir, özellikle ünlüleri ideal insan modeli olarak su­nan medyadır. Yazarlar, medya kuruluşları tarafından ısrarla yayınlanan, sansasyonel dedikodu programlarını, filmleri ve reality şovları, narsisizm virüsünün ana yayılım yollarından bi­risi olarak görüyorlar.
2006 yılında yapılan bir araştırmada 18-25 yaşlar arası gençlerin % 51'i "ünlü" olmayı hedefliyor. Bu tür medya programları narsisizmin diğer kesitlerinin; materyalizm, aşırı rekabetçilik, kendini teşhir etme takıntısı, şan/şöhret ara­yışı ve diğer insanları kendi amaçları doğrultusunda kullanma özelliklerinin zuhuruna neden oluyor. Manikür/pedi­kür, dudak boyası ve tırnak ojesi kullanma alışkanlığı 7 yaşla­rında başlıyor.
Yine narsisizmi hızlandıran bir diğer unsur ise internet kul­lanımı. "Blog"lar, YouTube ve MySpace gibi uygulamalar bir tür "bana benim alanımdan bak" mantığını güden "benim alanım nesli/ MySpace generation" oluşturuyor. Bu mantık; "sürekli eğlenmeliyim", "sahip olduğunla böbürlen", "tüketmek başarı de­mektir", "mutluluk dediğin şey cinsellikte yatar" düşünce ve davranış tarzlarını getiriyor. İnternet üzerinden kurulan sanal ilişkiler; gerçek, samimi, karşılıklı özveri üzerine oturması gere­ken derin ilişkileri sığlaştırıyor, sahteleştiriyor. Bunun ağır bede­li ise ÇOKLUK İÇİNDE YALNIZLIK.
Ama internetin olumsuz etkileri bu anlatılanlarla da sınır­lı kalmıyor. Narsist internet bağımlıları, sadece cilalanmış sah­te kişilikler değil bir de -kendi değerlendirmelerine göre- sü­per kişiliklerle internet sahnesine çıkıyorlar. Yeni akım, "avatar" (yaşayan tanrı) kişiliği. Araştırmacılar, günün büyük bir bölümünü internet başında bu sahte süper kimlikle geçiren ki­şilerin, normal hayatta da benzer davranışlar sergilediğine işa­ret ediyorlar ve bu yeni anormal davranışı "Proteus Olgusu" diye adlandırıyorlar.
Narsisizmi körükleyen bir diğer beklenmedik, şaşırtıcı etki ise ekonomi alanından geliyor: Bankaların kolay kredi ve kredi kartı sistemi. "Ben her şeyin en iyisine layığım" mantığı, doğal olarak insanları, imkânlarının ötesinde harcamaya itiyor. 35 yaşının altında olanlar, kazandıklarının %16'sından daha faz­lasını harcıyorlar.
BAKIN NARSİSİZM BİZİ NERELERE GETİRDİ. BU DURUMDAN MEMNUN OLAN BİRİ­LERİ VARSA ONLARDA BANKACILAR!
Narsisizmin diğer semptomları  kibir ve gösteriş had safhalarda yoğunlaşmış.. Mesela 2006'da 3,2 milyon "botoks" iğnesi yapılmış (yüzü daha genç gösteren uygu­lama). Kozmetik cerrahi, kadın erkek her yaştan birçok Ameri­kalının tutkusu hâline gelmiş, 2007 yılında 11,7 milyon ABD va­tandaşı estetik ameliyat olmuş. 2006-2007 yılları arasında Ame­rikalı ergenlerde göğüs büyütme ameliyatlarındaki artış %55 ora­nında! Evet, doğru okudunuz. Nedeni ise daha da trajik. 2008 araştırmalarına göre, her 4 ergen genç kızdan birisi, internet ve­ya cep telefonu vasıtasıyla çıplak veya yarı çıplak fotoğraflarını arkadaşlarına gönderiyor. İş artık o hâle gelmiş ki, evcil hayvan­lara bile estetik yaptırılıyor.
Ünlü olma arayışı ile sivil itaat­sizlik, rezillik ve kriminalite (orjinallik) arasında bir bağlantı vardır. Örneğin, özellikle bazı liselerde görülen kitlesel cinayetleri, narsisizmin temelinde yatan aidiyetsizlik, yalnızlık, değersiz­lik, kaygı ve öfke ile beraberdir, denilmektedir. Çoğu kitlesel cinayetlerde katil, ünlü olabilme arayışı ile öldürüyor, medya da bu oyuna gelip rating uğruna katili amacına ulaştırıyor. Yi­ne paradoksal olarak öz saygı ile saldırganlık arasında, anlam­lı bir ters ilişki var; kişi kendisini değerli hissettiği oranlarda daha saldırgan oluyor.
Nasıl Amerikan hazır yemek kültürü (fast food) dünya­ya hızlı yayıldıysa narsisizm vebasının da yayılmaktadır. Yayılım yolları ise pop müziği, filmler, televizyon ve inter­net. Narsisizm bir anlamda insan ruhunun (olumsuz açıdan) ha­zır yemeği (fast food of the soul).
Küresel çapta, katsayı artışı gösteren (exponential in­crease) bulaşıcı bir hastalık söz konusu. Tıpkı kuş gribinde oldu­ğu gibi, öncelikle bir hastalık modeli oluşturmak gerekiyor. Teşhis, taşıyıcı (hoşt), yayılım araçları ve bir sonraki hedef, yani ye­ni taşıyıcı. Yerel olarak bazı medeniyetler, kendi özelliklerinden dolayı geçici bir tabii muafiyet gösterseler bile (mesela Konfiçyüs kültüründen esinlenmiş Çin, İslâm dünyası), uzun vade­de bu doğal savunma mekanizmalarının yetersiz kalacak gibi görünüyor. Narsisizmin özellikle iki yönü -yakın insan ilişkilerinin bozulması ve hayallerin gittikçe gerçekliğin yerine geçmesi- gele­ceğin dünyası üzerine ciddi endişeler uyandırıyor; sanki kuş yu­vası tersine dönmüş ve yumurtalar düşmüş... Tedavi ve çözüm olarak yazarlar medyanın bir şekilde daha duyarlı hâle gelmesi­ni, anne babaların kendi davranışları ile gençlere örnek olmaları­nı, değişik manevi uygulamalarla nefs-i emmarenin sakinleştirilmesini (quieting the ego), tevazu ve merhamet hâllerinin (hem kendi kendisine hem çevreye yönelik) geliştirilmesini, hayır fa­aliyetlerinin teşvik edilmesi gerekmektedir.
Nasıl oldu da dünya ve insanlık bu hâllere düştü sorusunu sorarsak, tek adres var, 18. yüzyılın ikinci yarı­sından sonra usulca tüm dünyayı bir felâket gibi saran "aydınlan­ma" sözde medeniyet hareketi. Descartes'ın rasyonalizmi, Locke'nin liberalizmi, Comte'un pozitivizm ve ampirizmi, Holyoake'nin sekülarizmi, Darvvinizm, Marksizm, Freudianizm, ve di­ğer "izm"ler hep aydınlanma paradigmasının ürünleridir. Hepsi­nin ortak paydası, ilahî vahiy mesajını açıkça veya satırlar arasın­da reddeden din karşıtı, mağrur, kendi akıllarına tapan tutumla­rıdır. Bu "izm" hastalıkları aslında sahte dinlerdir ve her "izm" kendisine sahte bir peygamber yaratmıştır. Topluma nufûz etme­leri ise İttihat ve Terakki gibi cemiyetler, sahte cemaatler ve tari­katlar vasıtasıyla gerçekleşir. Binlerce senelik insanlık maneviyat birikimi küçümsenir, ilahî vahiy mesajı alaya alınır, ahlaksızlık bir erdem gibi sunulur. Kaptan olmadan varlık denizine açılınınca da "BUNU TANRI BİLE BATIRAMAZ" denilen "TİTANİK" sonunda buzdağına çarpar. Hırs, israf, gurur, kibir, şehvet ve hased; dinin denetimi devreden çıkınca artık kontrol edilemez hâle gelir ve insan, 200 sene kadar kısa bir zaman içinde dünyayı mahveder. Buzullar erir, ormanlar yok olur, atmosfer delinir. Ama maddi dünyadaki felâketlerin yanı sıra sahte dinlerin, diğer dinlerin ak­sine insan psikolojisi üzerinde çok yıkıcı bir başka tesiri daha vardır. Bilinçdışında devasa oranlarda öfke birikimine neden olurlar çünkü ölümle baş edemezler.
Ölüm korkusu, doğduğu andan itibaren insanın en temel kor­kusudur ve bu korku, kabullenmesi zor olduğu için, bilinçdışına atılır. Psikolojik açıdan değerlendirirsek bütün dinlerin temel fay­dalarından birisi, insanı, kendisini gölgesi gibi izleyen ölüm kor­kusu ile barıştırmaktır. Hakk din, insanı ölümle yüzleşmeye ve sonraki hayata, vicdanı müsterih bir hâlde adım atmaya hazırlar. Sahte din kişiyi bu sonuca götürmediğinden o sözde "dinin" ta­kipçileri bilinçdışında, farkına varmadan devasa boyutlarda kaygı ve metafizik gerilim taşırlar. Kendilerini kurtarmayan sahte din ve peygamberden, farkına varmadan, için için nefret etmeye başlar­lar. Ama bu öfke, kendi kendini inkâr etme manasına geldiği için kabullenilemez. Öfke ve nefret, esas kaynağından yer değiştirir ve kaygıya göre daha rahat ifade edilebildiği için nefret, hem dünya­ya hem de gerçek dinlere ve dindarlara yansıtılır. Bu karşıt değer­li sevgi/nefret duygusunun en belirgin göstergesi, sistem değişme­ye yüz tuttuğunda ortaya çıkar. 70 sene boyunca her köşe başın­da Sovyet rejiminin sevgili, koruyucu, erişilmez, ideal babası ola­rak heykelleri ve resimleri ile "nöbet tutan" Lenin, bir haftalık ye­niden doğuş süreci sonunda alaşağı edilir ve Leningrad şehrinin ismi bile St. Petersburg olarak değiştirilir. Nasıl olur da neredey­se bir asır süren bir "aşk ilişkisinden" sonra bir idol, bu kadar ça­buk, güneş altındaki buz gibi erir gider?
Daha ihtilal olmadan bile Lenin, insanların kalbinden zaten çıkmıştı. Çünkü sahte peygambere yukarıda belirttiğimiz gibi hep çift değerli (ambivalent) duygularla yaklaşılınır ama insanlar derinliklerinde bir şekilde bu acıyı hissederler. Lenin'ler, Mao'lar, Marx'lar, Nietsche'ler, Freud'lar vb. miadını dol­durunca silinir gider ama insanlığın gerçek yol göstericileri ve Son Peygamber, zaman içerisinde gönüllerde sabit kalır.
Hem tüketim toplumunun otodestrüktiv tüket/yok et dürtü­sünün nefs psikolojisi açısından analizi hem de bütün dünyada, özellikle de ülkemizde görülen İslam düşmanlığının kökleri, bu kaygı/nefret ikilisine uzanır. Ontolojik olarak yükselme umudu­nu yitirmiş, yaşarken ölmüş, bulunduğu nefs mertebesinde sıkı­şıp kalmış zavallı insan, bir yandan kendini orada hapis eden sahte inanç ve ideallerden nefret ederken, bir yandan da artık o kaba sığmayan öfke/nefret enerjisini eşya ve insan üzerine yönel­tir. Bu nefret aslında trajik bir imdat çağrısıdır.
Netice olarak aydınlanma hareketinin derin mantığını anla­madan ne küresel ısınmayı ne kapımızdaki ekolojik felâketi ne de insanın, özellikle de gençlerin trajik çözülmesini anlayabiliriz.
Evet, aydınlanma hezeyanının çağımızdaki en belirgin gös­tergelerinden birisi olan "narsisizm vebasının"  genel gidişatı bu hâlde. Ama dünyaya yansıması, özellikle de ülkemiz­deki durum üzerine acilen ciddi ve geniş kapsamlı araştırmalar yapmak gerekiyor. Her geçen gün daha yıkıcı bir şekilde dünya­ya yayılan bu küresel çapta cinnet karşısında ya trajik bir kinizm­le hiçbir şey yapmadan durumu izleyip kendimizi yüzeysel yak­laşımlarla avutacağız ya da teşhisi koyup acil olarak önleyici ted­birler alacağız.
Öncelikle artık, basit bir "moda akımı" değil; banka kredi­leri, internet bağımlılığı, kitlesel öfke patlamaları örneklerinde gördüğümüz gibi, tüm toplumun geleceğini yakından ilgilendi­ren, küresel çapta yayılma potansiyeli gösteren, bulaşıcı bir hastalıkla karşı karşıya olduğumuzu anlamalıyız, ilk adım ola­rak Türkiye'nin değişik bölgelerindeki ortaokul ve liselerde öf­ke, kaygı, bulimia, öz saygı ve narsisizm üzerine alan taramala­rı gerçekleştirip ülkemizin profilini çıkartmalıyız. Tıpkı pande-mik viral grip vakalarında olduğu gibi, ancak bu epidemiyolojik (Salgın hastalıkları inceleyen hekimlik dalı) araştırma yapıldıktan sonra önleyici hekimlik ve tedavi üze­rine yoğunlaşabiliriz.
Türkiye Benötesi Psikiyatrisi ve Psikolojisi Derneği 600 ergeni kapsayan bir pilot çalışma başlattı, istatistik ana­lizleri aşamasındadır. Hastalık henüz görülen oranlarda yurdumuzda insanlara yansımış değil ama tedbir almazsak beklenenden daha kısa bir zaman içerisinde kötü durumlara duçar olabiliriz. Böy­le olmaması temennilerimizle...

Türkiye Benötesi Psikolojisi Başkanı
Psikiyatr Dr. Mustafa Merter
GİDEREK BÜYÜYEN NARSİSİZM

Narsisizm, fiziksel bir hastalıktan çok psiko-küllürel bir rahatsızlıktır; ancak epide­mi (Salgın hastalık) modeli, bu rahatsızlığa büyük ölçüde uyuyor.
Narsisizm salt kendine güvenli bir tulum ya da sağlıklı bir kendine değer verme duygusu değildir, ikinci ve üçüncü bölüm­lerde de inceleyeceğimiz gibi, narsistler kendilerine yalnızca gü­venmiyorlar, aslında kendilerine aşırı güvenmekteler ve -öz say­gısı yüksek olan çoğu insanın aksine- duygusal açıdan yakın iliş­kilere çok az değer vermekteler. Aynı zamanda, "narsistlerin kendilerine güvenleri yoktur" (genellikle öyle değildirler) ve "günümüzde başarılı olmak için narsist olmak gereklidir" (çoğu bağlamda ve uzun vadede narsisizm aslında başarı için bir engel­dir) gibi başka mitleri de ele alacağız.
Sahte zenginlerimiz var (aslında yalnızca faizli ipotekleri ve borç yığınları olan), sahte güzellerimiz (estelik müdahaleler ve kozmetik işlemlerden geç­miş), sahte sporcularımız (performans arttırıcı ilaçlar kullanan), sahte ünlülerimiz (reality şovlar ve YouTube yoluyla), sahte dâ­hi öğrencilerimiz (not enflasyonuyla), sahte bir ulusal ekonomi­miz sahte çocuklar arasında özel olma duygularımız (ebeveynligin ve eğilimin öz saygıya yo­ğunlaşmasıyla) ve sahte dostlarımız (sosyal paylaşım ağlarındaki patlamayla) olduğu gibi.
Narsisizm salgınının farkına varmak, onu durdurmanın ilk adımıdır. Obezite salgınının benzerliği burada yararlı olacaktır. Obeziteyle savaşmak için belirli adımlar atılmıştı; meşrubat oto­matlarının okullardan kaldırılması, egzersiz programlarının tav­siye edilmesi, beslenme eğitimi planlarının uygulanması gibi. Ancak narsisizmde bu olmuyor.
Gerçekte narsisizm, yüksek öz saygının ön­leyeceğini umdukları saldırganlık, maddecilik, başkalarına ilgi­sizlik ve sığ değerler de dahil hemen bütün sorunların nedeni­dir. Yüksek öz saygı, kendini ifade etme becerisi ve "kendini sevme" kavramlarını göklere çıkaran bir toplum yarat­maya çalışmakla, farkında olmadan daha çok sayıda narsist ve hepimizde narsist davranışları ortaya çıkaran bir kültür yarattı­lar.
"Farkında olmayabilirsiniz ama her­kes kendi gerçek aşkıyla doğar, yani yine kendisine âşık olarak. Siz kendinizi beğenirseniz, herkes beğenir." Genç bir adam bu gö­rüşü, vücudunun yan tarafını tamamen kaplayan grafiti tarzında bir dövmeyle "Kendine inan" (hemen altına da "Kimseye Güven­me") yazdırarak ifade etmiş. Her kültür kendi temel öz inançlarıy­la şekillenir ve bugün kendine hayranlıktan daha ha­raretle sadık kalınan çok az sayıda değer bulunmaktadır. Çoğu­muz bu inancı vücudumuza dövme yaptırarak ifade etmeyiz ama bu değer, kültürel inançlarımızın gövdesine kazınmıştır.
"Kendini sevmek, ne kadar harika olduğunu bilmek ve hiç kim­senin, hiçbir yerin ya da hiçbir şeyin bunun önüne geçmesine izin vermemek anlamına gelir" der.

KÜLTÜR VE NARSİSİZM
Kişilik başkalarından uzakta var olmaz. Bireylerde görülen narsisizmdeki artış,  kültürde kendine hayranlığa odaklanmaya yönelik, büyük çaplı bir değişimin so­nucudur yalnızca. Narsisizm -çoklu giriş ve bulaşma yolları olan- ölümcül bir virüs gibi ne­silden nesile yayıldı. Eskiden, kuvvetli sosyal baskılar, insanla­rın egolarını kontrol altında tutardı. Anneler çocuklarına ("Ak­şam yemeğinde ne istersin, prenses?" yerine) "Sen kim olduğu­nu sanıyorsun?" diye sorarlardı. Dinî liderler, alçak gönüllülü­ğün ve edebin üstünde dururlardı. Güçlü topluluklar ve istik­rarlı ilişkiler, kibirliliği hoş görmezdi; yeni insanlarla tanışma­yı ve onları etkilemeyi bu kadar gerekli kılmazdı. Narsisizm, kendine hayranlık hareketi ve otoriter olmayan ebeveynlikte ol­duğu gibi, planlanmamış iyi niyetlerin bir sonucu olarak bulaş­tırılmakta. Ne var ki dost canlısı, mutlu çocuklar yaratmak ye­rine, bu uygulamalar genellikle benmerkezci, narsist gençler ortaya çıkmasına neden oluyor.
Ayrıca kendini tanıtma normları da kültürel eğilimlerle ve yeni teknolojilerle birlikte değişti. Bir sonraki bölümde incele­yeceğimiz gibi, internetteki sosyal paylaşım siteleri ve ünlü kül­türü, narsistik davranışlar ve standartların çıtasını yükseltti. Yarı çıplak ve kışkırtıcı pozlarda çekilmiş fotoğrafınızı göster­mek için MySpace'i kullanmak -fazlasıyla narsistçe olmasına karşın- artık tamamen normal kabul ediliyor. Amerikalılar da­ha kendini beğenmiş, maddeci ve benmerkezci olmanın aslında iyi bir şey olduğuna ikna ediliyorlar. Siz kendi özünüzde nar­sist olmasanız bile, sırf başkalarının yaptıklarından etkilenerek narsist olabilirsiniz. Günümüzde dişlerinizi beyazlatmamışsanız, herkes sizin ya fakir ya da espresso-sever, sigara tiryakisi bir Avrupalı olduğunuzu düşünüyor. On yıl önce böyle şeyleri kimse fark etmezdi.

REKABET VE KENDİNİ TANITMA
İnsanlar, dünya giderek daha çok rekabetçi bir yer olduğu için narsist olmaya gereksinim duyduklarını söylerken, kısmen haklılar: Toplumunda rekabet ve statü düşkünlüğü art­mış durumda. Üst sınıflara yükselmek için tırnaklarınızla kazıya­rak çabalamak ya da yoksulluk içinde debelenmeyi göze almak zorunda olduğunuza dair giderek büyüyen bir anlayış var.
Büyük rekabet nedeniyle ve bu belirttiğimiz toplumsal söz­leşmelerin bozulmasından dolayı, kendini tanıtma bir zamanlar olduğundan çok daha gerekli. Sık sık iş değiştiriyorsanız, özgeç­mişinizi nasıl cilalayacağınızı ve bir mülakatta nasıl etkili olaca­ğınızı bilmek zorundasınız. Üniversiteye girişlerin daha büyük bir rekabete dayalı hâle gelmesiyle, öğrenciler seçilmek için ken­dilerini "ambalajlamak" mecburiyetindeler.
"Siyasetçiler, basın ve aileleri tarafın­dan gençlere her gün kendinizi satmaz/pazarlamazsanız, bu dün­yada hiçbir yere gelemezsiniz" deniliyor.
"Durmadan kendinden bahsetmeyen bir siyasetçi ya da bir şovmen adı söyleyemezsiniz. Özgeçmişlerinde, kişisel beyanatında ve iş görüşmelerinde utan­mazca kendini pazarlamadan, iyi bir işe ya da iyi bir üniversiteye girmiş birini tanıyor musunuz?" Bütün bunlar benmerkezci ol­manın işe yarıyor gibi görünmesine neden oluyor.
Rekabetin giderek arttığı ve sadakatin giderek azaldığı bir dünyada, kendini tanıtmanın artık şart olduğunu inkâr etmiyo­ruz. İkimiz de yüksek lisans öğrencilerimize, mesleklerinde iler­lemeleri için kendi tanıtımlarına ağırlık vermelerini tavsiye edi­yoruz. Ne var ki, kendi tanıtımını narsist olmaksızın yapmak da mümkün. Psikolog Virginia Kwandan bir benzetme alıntılaya­cak olursak, kendini tanıtma "kişinin kişiliğinin tanımlayıcı özelliği" değil, ancak belli şartlar altında alet kutunuzdaki alet­lerden biri -işe yarar bir şey- olmalı. Üniversite başvurunuzu ci­lalamak, iyi bir özgeçmiş yazmak, kişisel web sitesi açmak ve bir mülakatta iyi bir izlenim bırakmak, hiç kuşkusuz sahip olunma­sı gereken güzel beceriler. Ancak kendini tanıtmanın gerçek narsisizm hâline gelmen şart değil. Narsistler kendilerini tanıt­mada başarılı olma eğilimindeler ama yöneticilik kadrosu için yapılan mülakatla, karşısındakileri güzelce ikna etlikten sonra, eve gelip çocuğunun kirli bezini değiştirmekten yüksünmeyen ve narsist olmayan biri de öyle.
Kendini tanıtma çok ileri götürülebilir. Örneğin; ürününüzü satmak için televizyona çıkmak kuşkusuz kendini tanıtmadır ama izleyicide kibirli bir izlenim bırakırsanız, malınızı fazla sata­mazsınız. Çoğu insanın, kibir belirtilerini tespit eden çok güçlü radarları vardır. Hayattaki pek çok şey gibi, kendini tanıtmanın da en iyisi orta karar olanıdır -ölçülü bir şekilde ve uygun yerler­de kullanılması güzeldir. Narsisizm epidemisi durdurulacakla eğer, ebeveynler ve öğretmenler, gençlere (ve kendilerine!) ken­dini gerçekçi bir şekilde tanıtmak gerektiğini söylemeliler. Artık yaygınlaşmış olan "Her zaman kendine öncelik tanı" düşüncesi­nin doğru olduğu görüşünden oldukça farklı bir mesaj bu.

NARSİSTLERİN BÜYÜK GÖRÜNMELERİ
Bu kadar çok kişinin narsistlerin olağanüstü başarılı olduklarına inanmasının bir başka nedeni de narsistlerin ilgi çekme peşinde olmalarıdır. Kısacası narsistler televizyona çıkmakta  çok iyidirler. Bu, psikologların "bulunabilirlik kısayolu" dedikleri -örnekleri daha kolay hatırlandığı zaman, olguların daha sık meyda­na geldiğine inanma- durumun klasik bir örneğidir. Örneğin; aslın­da istatistiksel olarak otomobil sürmek çok daha tehlikeli olmasına karşın, birçok insan korkunç bir uçak kazası görüntüsünü hemen hatırlayabildikleri için uçakla seyahat etmenin tehlikeli olduğuna inanırlar. Başarılı narsistler de biraz uçak kazalarına benzerler; dik­kat çekicidirler, fark edilirler ve bir felaket olabilirler.
Bu olayı basında görmek çok kolaydır. Kurduğu her şeye adı­nı veren, kendi televizyon programı ve kendi adını verdiği bir üniversitesi bulunan ve talk show sunucularıyla kavga eden biri, hem başarılı olup hem de narsist izlenimi uyandıran ki­şilere harika bir örnektir.

NARSİSİZM TUZAĞI
Narsisizm kişiyi başarıya götürmüyorsa ve bunca büyük be­delleri varsa, neden herkes narsist? Genel olarak insanlar bir şe­yi -gerçeklen zararlı ve aptalca şeyleri bile- bir nedenle yapar. O anda çekici görünen biriyle karşılaştıkları için, ilişkilerinde alda­tırlar; ataçları ya da paraları isledikleri için ve şirketlerinin onla­ra borçlu olduğunu düşündükleri için işyerlerinde hırsızlık ya­parlar; hayatlarını mahvetmek için değil, alkol kendilerini ger­çekten iyi hissettirdiği için alkolik olurlar.
Narsisizmin, diğer yıkıcı davranışlarla bazı ortak özellikleri var. Öncelikle kişinin kendini iyi hissetmesini sağlar. Kumar oy­namanın, aşırı içki içmenin, gayrimeşru cinsel ilişki yaşamanın, şeker kaplı çörek yemenin ya da ofisten not defteri çalmanın ge­nellikle kısa vadeli yararları ve uzun vadeli bedelleri vardır. Ku­mar oynarken kumarhaneye gitmenin ve iskambil oynamanın heyecanını ve eğlencesini yaşarsınız. Ama uzun vadede tüm pa­ranızı kaybetme, evliliğinizi yıkma ve öz saygınızı yitirme bedel­lerini de göze alırsınız. Aşırı içki içtiğinizde, uçarı eğlenceden na­siplenirsiniz ama kusma, ağır bir akşamdan kalmalık ve işe gidememe gibi uzun vadeli bedelleri de ödersiniz. Son olarak, yıkıcı davranışlar genellikle başkalarının acı çekmesine neden olur. Bir ilişkide taraflardan biri ihanet ettiğinde, bedelini büyük oranda bu eyleme dahil olmayan eş ve çocuklar öderler. Çalışanların yaptıkları hırsızlıkların bedelini, yüksek fiyatlar üzerinden tüke­ticiler öder. Riskli mortgage kredileri kısa vadede ev sahiplerini ve borç verenleri ödüllendirir ama uzun vadede, mal sahibi bor­cunu ödeyemediğinde her iki tarafa da zarar verir.
Diğer yıkıcı davranışlar gibi, narsisizm de bir sineğin bal kova­sına dalmasına benzer -sizi önceden bazı iyi sonuçlarla baştan çıka­rır ama sonunda zarar verir. Narsistler lezzetli yemi yemek için, de­rin deniz tuzaklarının içine doğru yüzen balıklara benzerler -vay, bedava yemek!- ama kafeslen çıkamaz, sote edilir ve kendileri yem (genellikle bedava olmasa da) olurlar. Tıpkı balık kapanı gibi narsi­sizm de kısa vadeli faydalar ama uzun vadeli bedeller sunar.
Narsisizmin kısa vadeli faydaları vardır, iyi hissettirir. Ayna­da kendinize bakıp "Feci seksiyim" diye düşünmek keyiflidir; hatta fotoğraflarınızı internete göndermek ve insanlardan "Feci seksisin" diye yorumlar almak daha da iyidir. On beş dakikalık şöhretinizin tadını çıkararak spot ışıkları altında olmak heyecan­lıdır. Havalı olmak ve havalı insanlarla takılmak iyi hissettirir -halta başarı yolunda insanların üstüne basmak, eğlenceli bile ola­bilir. Ve bir başarı eseri olduğunuzu düşünmek zevklidir -bu, olumsuz geri bildirimleri göz ardı etmek ve başarısızlıklar için başkalarını suçlamak anlamına gelse bile.
Buraya kadar her şey çok güzel ama sonra, kapan çat diye kapanıverir. Kendini beğenmişlik ve benmerkezcilik, sonunda diğer insanları uzaklaştırır. Havalı insanlar, sadece havalı ve iyi görünümlü olduğunuz sürece yanlarında takılmanıza izin verir­ler; bu yüzden de havalı ve güzel kalabilmek için bol bol vakit, nakil ve enerji harcarsınız. Sorumluluk alma yetersizliği kısa vadede iyi hissettirir ama sonunda ilerlemeyi başaramayınca açığı kapatır. Uzun vadede birçok narsist, özel ve mesleki ya­şamlarını benmerkezcilikleri yüzünden yok ettikleri için so­nunda bunalıma düşerler. O zaman narsistler gerçekten kapana kısılırlar.
Narsisizm aynı zamanda toplum için de büyük sonuçları olan toplumsal bir kapandır. Sosyal tuzaklar teşvik edilir çünkü bireye faydaları ama başkaları tarafından katlanılan bedelleri vardır. Cip tuzağını ele alalım. 1990'lı yıllarda bu kadar çok ki­şinin cip kullanmaya başlamasından önce, cip kullanmanın bazı avantajları vardı. Araç çok yüksek olduğu için, başka araçlara kıyasla daha ileriyi görmek mümkündü. Bir kaza olduğunda cip, daha küçük araçlara daha fazla hasar verirdi. Cip sahibi olmanın ekstra masrafının büyük bir bölümü, diğer araç sahipleri tarafın­dan ödenirdi. Cip sürücüsünün ileriyi görebilmesine karşın araç, arkasındaki diğer sürücülerin görüş alanını kapıyordu. Ekonomik bir aracın sürücüsünün bir kazada ölme olasılığı, cip sürücüsünden daha yüksekti. Ama ciplerin avantajlarının farkı­na varılınca, herkes cip satın almaya başladı. Bunun ardından avantajlar büyük ölçüde kayboldu. Artık cip sürücüsünün geniş görüş alanı avantajı kalmadı, çünkü büyük ihtimalle önündeki araç da bir cip. Keza, bir kaza yaptığında, büyük olasılıkla yine bir başka cipe çarpacak. Sonuç olarak, çok sayıda kişinin cip kullanmaya başlamasıyla benzin tüketimi arttı. Artık benzini da­ha pahalıya alıyor, daha kirli hava soluyoruz. Sözün kısası, ulu­sumuz cip kullanmaya mahkûm oldu, çünkü maliyetler -en azından başlangıçta- cip sürücüsü tarafından karşılanmak yeri­ne diğer sürücülerin sırtlarına yüklendi.
Bireyin yararının başkaları tarafından karşılandığı gibi, narsi­sizm de cip ordusuna fazlasıyla benzer şekilde fonksiyon göste­rir. Narsistler kendileri hakkındaki olumlu kanılarını ve duygu­larını koruyabilirler ama başkaları acı çeker. Bir narsist kendisini aşağılayan biriyle karşılaşırsa, gururu kırılmadan hayata devam edebilirler; başarılı bir projede olumlu benlik algısını çalışma ar­kadaşlarından itibar çalarak sürdürebilir; birbirlerinden habersiz olan çok kişiyle çıkarak, olumlu "hovarda" imajı oluşturabilir. Yakın zamanda yapılan psikiyatrik bir araştırma, narsisizmin en büyük sonuçlarına, narsistlere yakın olan kişiler tarafından katlanıldığını ortaya koydu.
Tabii narsistlerle birlikte yaşayan ya da çalışan kişiler sıklık­la ateşe ateşle karşılık vermeye zorlanıyorlar. Onlar da ayak uy­durabilmek için, iş arkadaşlarından itibar çalmaya ya da hovar­dalık yapmaya başlıyorlar. Bir benzetme yaparsak bir uçak yolcu­su, seyahat boyunca koltuğunu arkaya yatırırsa, arkasında oturan yolcu aynı şeyi yapmak zorunda kalır, onun arkasındaki de, en arkaya kadar bütün yolcular da. Bu çok önemli bir noktadır -çok az sayıda narsist bireyin bile, toplumun geri kalanı üstünde çok büyük etkilen olabilir.
ŞÖHRET ARAYIŞI
Kızınıza üstünde "Çok Şımarık" yazılı bir tişört alabilir ya da oğlunuza "Kusura bakmayın kızlar, ben yalnız mankenlerle çıka­rım" yazılı bir tişört giydirebilirsiniz. Parlak kırmızı bir tişört, "Patron benim" diye ilan ediyor. Başka bir tişört serisi çocuğunu­zun "Özgür Dünyanın Müstakbel Lideri" ya da "Müstakbel Reality Şov Yarışmacısı" olduğunu duyurmanızı sağlıyor. Hatta yeni doğmuş bebeğinize markalı, sahte pırlantalarla kaplı bir emzik ile "Prenses veya "Rock Yıldızı" baskılı bir çanta bile satın alabi­lirsiniz. Günümüzde daha birkaç haftalıkken bile, taşlı aksesuarı­nız olmadan evden çıkmamak çok önemli.
Şöhrete yalnızca uzaktan imrenmekle kalmayıp tutkulu bir bi­çimde ünlülerin dünyasına girmeyi arzulayan insanların sayı­sı hızla artıyor. 2006'da yapılan bir ankette, İngiltere’deki çocuk­lara "dünyadaki en iyi şey" soruldu. En popüler yanıt, "ünlü biri olmak"tı. Bu yanıt, "İyi görünmek" ve "zengin olmak" ile birlikte kusursuz narsisizm üçlüsünü oluşturuyordu. "Tanrı", en son sıra­daydı.

BİR GÜN GENÇ BİR KIZA BÜYÜYÜNCE NE OL­MAK İSTEDİĞİNİ SORULMUŞ; KIZ, "ÜNLÜ" DİYE KARŞILIK VERMİŞ.
KIZDAN YAŞÇA BÜYÜK ARKADAŞI, "NEYİNLE ÜNLÜ OLMAK İSTİYORSUN?" Dİ­YE SORDUĞUNDA GENÇ KIZ, "FARK ETMEZ" DEMİŞ. "SADECE ÜNLÜ OLMAK İSTİYORUM."
COUNTING CROWS GRUBUNUN 1993'TE ÇIKARDIĞI ŞARKIDA İLERİ GÖRÜŞLÜLÜKLE İFADE ETTİĞİ GİBİ,
"TELEVİZYONA BAKTIĞIMDA / BAŞ­ROLDE BANA BAKAN KENDİMİ GÖRMEK İSTİYORUM / HEPİMİZ BÜYÜK YIL­DIZLAR OLMAK İSTİYORUZ / AMA NEDEN BİLMİYORUZ, NASIL BİLMİYORUZ."

Yine narsistik kişilerin, kendine aşırı derecede hayran olmayanlara kıyasla daha çok cinsel partnerleri oluyor işe yarıyor. Reklamların eğlenceli ve ihtimal dışı olması amaçlanmışsa da hâlâ sosyal rolleri ve cinselliği öğrenme aşamasında olan gençler için bir gerçeklik tablosu şekillendiriyorlar. Reklam için YouTube'a yorum yazan gençler, kendilerini bu karakterlerle öz­deşleştirmişler ve onlardan gerçek insanlarmış gibi bahsetmişler. Yorum gönderen birkaç erkek, kızla (ya da daha doğrusu kıza) ne yapmak istediklerini ayrıntılarıyla anlatmışlar
("Bu kuşu doldurur­dum"; "Bunu okşardım"; "Döverdim") ve reklamdaki kızın erkek arkadaşının yerinde olmak istediklerini söylemişler ("Tanrım, bu kız çok hoş! Onu çıplak görmek ve o çocuğun yerinde olmak ister­dim"; "Allah kahretsin, bu kaltak çok güzel! Şanslı herif). Takma adı "PoopPoopFart" olan (argoda kaka kaka pırt anlamına geliyor) biri (seçtiği isme bakılırsa muhtemelen 13 yaşında ya da daha kü­çük bir oğlan), şöyle yazmış: "BU BOK ÇOK SEKSİ. FAP FAP FAP FAP." (Fap mastürbasyon yaparken çıkan sese benzerliğinden yo­la çıkılarak kullanılan argo bir deyim. Bu kelime için sözlüğe bak­mak zorunda kaldık ve evet biliyoruz: ııyyyh.)
YouTube yorumcularından biri, alaycı bir tavırla, "müthiş ahlaki değerler..." diye yazmış. Yorumuna hemen diğer kullanı­cılar tarafından beş olumsuz puan verilmiş. Birilerinin bu rek­lamlardan neden rahatsız olduklarına akıl erdiremeyen yaşça da­ha küçük yorumcular, "Ne demek istedin? Bence bu reklamın ahlakla ya da ahlaksızlıkla ilgisi yok"; "Sen ya da çocuğun rahat­sız olduysanız, Orta Doğu’ya taşının. Cinsellik gençler arasında bile kötü bir şey değildir"; " 'Ben bunun hiç de uygun olmadığı­nı düşünüyorum, falan filan' diyen eziklere, kapayın çenenizi... geri zekalı homo yetişkinler." Bu genç insanlar, ebeveynlerin -hatta bir başkasının ebeveyninin- önünde dile getirilen ergen cinselliğinde yanlış bir taraf görmüyorlar. "İşte bu güven duygu­su, önemli olan tek şey seksi görünmek" diyor gibiler.
****
Bir mağazasının bir reklamında "Çünkü ben olağanüstü­yüm" diye şarkı söyleyen bir grup var. Grup üyelerinin giysileri her saniye değişirken, şarkı "Ben liderim / Ben galibim / Sana ihti­yacım yok / Seni yenerim / Çünkü ben olağanüstüyüm" diyor. Şar­kının geri kalanında "Çok para kazanacağım / Kendinden bronzlaştıncı alacağım" gibi cümleler yer alıyor. Evde narsist kişilik özellikleri listesinde bu şarkıdaki karakterin puanını hesaplayan­lar, şunların yanma işaret koyabilirler: liderlik ve güç merakı; re-kabetçilik; başkalarına ihtiyacı olmadığını söyleme; abartılı benlik algısı; maddecilik; kendini beğenmişlik. Bir psikolog bundan daha mükemmel narsistik bir şarkı yazamazdı.
***
Giderek daha çok kişi seksi görünmek uğruna daha çok şey yapıyor. Bıçak altına yatmayanlar (ya da botoks yaptırmayanlar) için bile, dış görünümü güzelleştirme eğilimi yükselişte. 90'lı yıl­lar kadar yakın bir dönemde kimse dişlerinizin biraz sarı olması­nı umursamazdı. Artık bu, kendini ihmal etmenin ya da dişçiye dişlerini beyazlattırmaya paranızın yetmediğinin açık bir göstergesi. '90'lı yıllarda insanlar, dişlerinde tartar oluşmasından ve bunun diş etlerine zarar ver­mesinden endişe ederek diş macunu alırlardı; 2000'lerde dişleri­mizin yeterince beyaz olup olmadığından endişe ediyoruz.
***
Benzersiz isimlerin bazı avantajları da var: Artık okullarda aynı sınıftan, aynı isimdeki çocukların yarattığı karışıklık yaşan­mayacak. Ne var ki benzersiz isimlere olan eğilim sürdükçe öğ­retmenlere, öğrencilerin alışılmadık, özellikle de yazılışı "ilginç" olan isimlerini ezberlemek zor gelecek.
Avantajlar ve dezavantajlar bir yana, benzersiz isimlere olan eğilim, kültürümüz hakkında çok şey anlatıyor. İsim koyma ritüelleri dünyanın her yerinde kültürlerin merkezindedir ve hep öy­le olmuştur. Çocuklarımız için seçtiğimiz isimler en derin arzu­larımızı ve dileklerimizi açığa vurur. Artık çocuklarımızın kala­balıklar içinde dikkat çekmesini öyle hararetle istiyoruz ki doğ­dukları andan itibaren onları benzersiz etiketlerle donatıyoruz.
***
Benzersizliğin vurgulanması, reklamcılıkta da sınır tanımı­yor. Bir Bankası sizi "kredi kartınızı kişiye özel bir nitelik ekleyerek sizin kadar eşsiz yapmaya" davet ediyor.
****
Adam karısının kanserden kaynaklanan zayıflığının, başkalarının yanında kendisini utandırdığını da söyledi. Amanda sonrasını şöy­le anlatıyor: "Ben evde kemoterapi görürken, aynı zamanda da onun kızını (üvey kızım) ve bebeğimizi büyütürken o, "iş gezisin­de" beni işyerinden bir kadınla aldatıyordu."

Evlilikler ve diğer ciddi duygusal ilişkilerde genellikle iki önemli unsur vardır. Biri, ilişkiyi başlatan ve büyük ölçüde iliş­kiye derinlik katan duygusal bileşen olan sevgidir. Sevgi tipik olarak sıcaklık, şefkat ve tutku duygularını içerir. İlk aşamalarda sevgi genellikle tutku olarak yaşanır ve evlilik ilerledikçe daha çok şefkat üzerine temellenir. Diğer unsur eşe bağlılık ve fedakârlıktır. Bu, birbirini maddi olarak destekleme, akşam ye­meğini sırayla hazırlama ve çocuk bakımı ile ev işleri sorumlu­luklarını bölüşmeyi de kapsayabilir.
Bu temel ilişki modeli, cinsel tutku unsuru olmaksızın diğer ilişkilerde de işlemektedir. Anne babalar ve çocuklar birbirlerine karşı sevginin yanı sıra bağlılık hissederler ve sorumluluk duyar­lar. Keza arkadaşlıkta da sevgi ve bağlılık vardır ama sadakat ve güven üstünde de durulur. Arkadaşlıklar (aile ilişkilerinden fark­lı olarak) istekle kurulduğundan ve sonlandırılmaları da oldukça kolay olduğu için, arkadaşla birlikteyken güzel vakit geçirmek çok önemlidir. Sevgi, bağlılık ve sadakat üzerine kurulu ilişkiler geniş topluluklar için de yararlıdır: istikrarlı ilişkiler; daha iyi va­tandaşlar, daha iyi iş arkadaşlar, daha iyi öğrenciler ve daha iyi li­derler olan istikrarlı bireyler demektir.
Narsistlerin ilişkilere yaklaşımlarını anlamak için bu görüşle­ri alın ve bir kenara atın. Bir başkasına duyulan sevginin yerine kendini sevmeyi koyun, şefkatin yerine istismarı koyun ve bağlı­lığa, "işime geldiği sürece" ifadesini ekleyin. Narsistlerin ilişkiye yaklaşımları basittir: ilişki tamamen kendilerine yöneliktir. İyi görünmek ve iyi hissetmek isterler ve eğer ilişki bu amaçlar için bir yöntemse ne âlâ, değilse başka birini bulmanın zamanı gelmiş demektir. "EGOYU BESLEMEK" terimi, narsistlerin ilişkilere yakla­şımlarını tanımlamak için kullanılır. Eğer ilişki besleyici çıkarsa yürür, çıkmazsa yürümez. İlişkiler bir narsistin egosunu sayısız yolla besler. Güzel görünümlü ve ihtiyaçlarını karşılayan biriyle evlenebilir -sözde vitrin eş. Ya da birçok arkadaş edinebilir ("MySpace'te 3000 arkadaşım var"), itibar görmek için başkaları­nı sömürebilir ("benim çocuğum Middlebrooke Lisesi'nin en ze­ki çocuğudur"), etrafına bir hayran ve dalkavuk grubu toplayabi­lir Üstünlük hava­sını sürdürebilmek için konuşurken bakışlarını donuklaştırabilir ya da gördüğü her spot ışığına atlayabilir. Sözünü ettiğimiz du­rumların hepsinde "ilişki", tamamen benliğin ihtiyaçlarına yöne­liktir.
Narsistin egosunu besleyen yalnızca ilişkiler değildir ama narsistler için ilişkiler birbirlerinin yerine geçebilir, iktisatçıların bunun için harika bir terimleri var: mübadelesi mümkün mal. Benzinin mübadelesi mümkündür; bir benzin istasyonundan ya da diğerinden alabilirsiniz, arada bir fark yoktur. Narsistler için ilişkilerin tazmini mümkündür: bir "VİTRİN EŞ", bir başkasıyla de­ğiştirilebilir ve narsistin egosu aynı miktarda hayranlıkla beslen­diği sürece sorun yoktur. Narsistler için ilişkiler ve maddi eşya­lar neredeyse birbirlerinin yerine geçebilen şeylerdir. Kocanızla ilişkinizi yepyeni güzel bir evle ya da kız arkadaşınızla ilişkinizi, bir Porche ile değiştirdiğinizi düşünün. Eğer ilişkiden almaya ih­tiyaç duyduğunuz şey mevki, itibar ve ilgiyse, neden olmasın? O şeyi sevgilinizden çok, bir Porche otomobilden alabilirsiniz.
MTV kanalındaki bir belgesele konu olan 25 yaşındaki Scott'u ele alalım. Scolt'ın Rachel ile "çıkar arkadaşlığı" var, yani düzenli olarak görüşüyorlar ve yatıyorlar ama hiçbir şekilde bir bağlılıkları yok. Rachel, Scott'a bağlanmaya başladığını hissettiği­ni söyleyince Scott, umursamaz bir tavırla ellerini başını arkası­na atıp (klasik üstünlük pozu), "Ben bağlandığımı hiç sanmıyo­rum" dedi. "Gerçek bir çıkar arkadaşlığında böyle konuşmalar asla geçmez. Karşındakinin duygularına fazla karışmaman gere­kiyor, akışına bırak" dedi. Rachel üzülünce Scott, "Ben bağlan­mak istemiyorum. Sana daha fazla yalan söylemeye başlamam ge­rek. Belki bu her şeyi düzeltir. Bilmediğin şey sana zarar vermez" dedi. Rachel dairesinden gittikten sonra Scott röportajcıya itiraf etti, "Rachel'da bir kızda aradığım her şey yok. Bu şimdilik beni oyalayan bir ilişki. Yalnız olacağıma, onunla olmayı yeğliyorum."
Kendi egosunu beslemek için şekilden sekile girebilme özel­liği her türden çirkin ilişki davranışına yol açar. İlişkilerde narsistlerin davranışlarının büyük çoğunluğu "oyun oynamadır". Aldatıcı ve sahtekârdırlar; bir an bağlılık sinyali verir, bir an son­ra geri çekilirler; insanları birbirlerine düşürürler ve bağlanmak­tan kaçınırlar. Oyun oynamanın narsist eş, sevgili ya da çalışan için bazı gerçek kazançları vardır; ilişkide asgari çıkarı olan tara­fın en güçlü olduğunu varsayan "asgari çıkar ilkesinden" dolayı, narsiste başkalarının üzerinde baskı kurma gücü verebilir. Oyun oynamanın "seçeneklere açık olmakla" özgürlük sağlama avanta­jı da vardır. Eğer potansiyel "yatak arkadaşları" ya da sizi işe ala­bilecek şirketler aramayı sürdürürseniz, ilişkinizi ya da işinizi ça­bucak değiştirebilirsiniz.
Narsist, ilişkideki partnerine yakın gözüyle bakar. Mevkilerini ve itibarlarını güçlendirmek için insanları kullanırlar ve yanların­daki kişi artık bunu sağlamadığı zaman da onu çöp sepetine atıverirler. Bir dizi "vitrin eşi" olan erkek, bunun klasik bir örneğidir. İlişki ancak vitrin görevi gören eş, işini yaptığı ve narsistin güçlü ve önemli görünmesini sağladığı sürece devam eder. Vitrin eş es­kisi kadar çekici görünmediğinde (ya da daha güzeli bulunduğun­da) yerine yenisi geçirilir. Bazı narsistler birbiri ardınca genç ka­dınlarla evlenirler, her biri cazibesini ve güzelliğini kaybedinceye kadar elde tutulur. Narsistlerle yaşadıkları ilişkileri bitirenlerin pek çok kez, "beni bitirdi", "kanımı kuruttu" ya da "beni yaktı" gi­bi ifadeler kullandıklarını duymuşsunuzdur. Birini sevmek, sonra da -kimi zaman yıllar sonra- o kişinin aslında sizi hiç umursamadığını anlamak kesinlikle korkunç bir duygudur.

Not: Yazının içeriği kısmen değiştirilerek ve kısaltılarak alıntılanmıştır. Kitabı okumanızı tavsiye ederiz.

Kaynakça
DR. Jean M. TWENGE & DR. W. Keith CAMPBELL trc: Özlem KORKMAZ, [Kitap]. - Asrın Vebası Narsisizm İlleti- İstanbul 2010



Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar