Necip Fazıl KISAKÜREK “HİTABELER” İSİMLİ ESERİNDEN
1949'da Beyazıt’ta, (Marmara) Üniversiteliler
Lokalinde.
1 + 1 = 2... Niçin?
Ufuksuz tecrit denizinde, manaların sonuna varmayı
sevenlerce (1 + 1=2) düsturunun bile (niçin)i
vardır.
Felsefe bunun cevabını şöyle verir:
-
Siz ne istiyorsunuz? (1 +
1) in kaç ettiğini mi? Demek bunların bir şey ettiğini kabûl ediyorsunuz! İşte
2, (1 + 1)in müsavi olduğu şeye verilen isimdir! O şey neyse 2 de odur!
Size tuhaf bir kelime oyunu gibi gelen bu cevap,
büyük, fakat nihaî izahtan mahrum bazı bedahetler karşısında, felsefenin bulup
bulabileceği yegâne teselli formülüdür. Alnı metafizik terleriyle nokta nokta
parıldayan zavallı felsefe, sonunda böyle oyunlara kadar düşer ve sorar:
Acaba (2) bölününce mi meydana (1) ile (1) gelir; yoksa (1) ile (1) birbirine
eklenince mi (2) doğar?
Vazgeçelim! Bunu düşünmek, koskoca kâinatı, akla
rest çeken tek zerresi üzerinde bile tahlilden âciz kalmak ve büsbütün terkip
gözünden kaçırmak gibi şairane bir faciaya inkılâp eder.
Riyaziye meselelerinde netice, ya başta, ya sondadır.
Neticeyi başa alalım: 2... (1) ile (1)in müsavisi... Bilbedahe ispatı tamamdır!
Neticeyi sona alalım: 1 ile 1... Müsavisi 2... Yine bilbedahe ispat tamamdır.
Dâvamıza böyle bir riyaziye oyunu ile başlayışımızda
bir maksat var. Neticeyi başa ve hesap muamelesini sona almak ve sohbetimizin
başına (1 + 1)in müsavisi gibi bir bedahet hükmü oturtmak istiyoruz.
Şimdi, şu güzel topluluğunuzu tenzih kaydıyla
söyleyeyim: Mevcudunuzun hepsi de materyalist ve komünist farz edilse...
Yahut, şu güzel topluluğunuzu tespit arzusuyla bildireyim: Hepiniz ruhçu ve
milliyetçi kabûl edilseniz... Her iki takdirde de, şimdi haber vereceğim
bedaheti benimsemekte tereddüt etmeyeceksiniz.
Bu bedaheti, deminki mücerret riyaziye meselesinin
şivesine tatbik edelim ve birtakım şeyleri ettiği değil de, etmediği şeyler
halinde gösterelim:
Bütün iş ve fikir unsurlarıyla materyalizma ve
komünizmanın ettiği bir şey vardır ya! İşte o, ruhçulukla her türlü
mukaddesatçılığın, hiç etmediği, etmek mefhumunu kaybettiği, sıfıra indiği
şeydir. Yine bütün iş ve fikir unsurlarıyla ruhçuluk ve mukaddesatçılığın
ettiği şey de aynı... Öbürünün hiçi, sıfırı, (niçevo) su...
(Niçevo); sonsuz steplerde, içi boşalıp başı
dönen Rus'un en korkunç mefhumudur:
Hiç... Hiç demek...
Meseleleri, bütün tecrit ve teşhis haysiyetiyle kavramak
başlıca dâva olduğuna göre, bu sıkıntılı başlangıcı omuzlamaya ve her şeyden
evvel bedahetleri bir kere daha tespite mecburuz. Artık bedavacılıktan,
hazırlopçuluktan iğrenme çağımız doğmalıdır. Zira materyalizma ve
komünizmanın, bedavacılık, hazırlopçuluk, kolaycılık ve ucuza istismarcılık
çağı, hem de gelmiş ve geçmiş olarak ancak böyle bir fikir hamlesiyle kökünden
kurutulabilir.
İlk hüküm şudur ki, dâvalarla, aks-i dâvaları,
açık, vazıh ve berrak olarak belirtmekte her iki cins müttefiktir. Taraflardan
hiçbirinin öbürüyle karıştırılmak gibi bir korkusu yoktur. Birbirinin içinde
arayıp ayıklanmaya muhtaç değildirler. Zift gibi simsiyah ve kar gibi bembeyaz
iki renk...
Dünya, ilk insandan beri, hakikatin merkezini ötelerde,
ötelerin üstünde, onun da ötesinde kurcalayan dinlerden ve madde üstü inanış
sistemlerinden harekete geçtiğine göre, materyalizma ve komünizma, her şeyden
evvel bir aksiyon değil, bir reaksiyondur. Dine ve madde üstü inanış sistemlerine
felsefenin taktığı isimle, idealizmaya ve spritüalizmaya; ve an'anevî cemiyetin
temelini teşkil eden ferdî mülkiyet ve hürriyet hakkına karşı sert bir aksülâmel...
Amel, mukabil taraftadır ve buna karşılık bu aksülâmelin, ayrıca koskoca bir
amel ifade eden çapını inkâra da kimsenin hakkı yoktur.
Şimdi neticeyi, tam ve peşin bir kıymet hükmü halinde
başa alalım:
Yüzüğünün halkası ve taşıyla beraber materyalizma
ve komünizma isimli aksülâmel veya amel, sürüklediği gaye bakımından sadece
şudur:
Sonsuz steplere bakarak (niçevo) diye ürperen,
yokluğun kabuğunu soyup altından varlığı çıkarmak isteyen, biricik İnsanî gaye
halinde maddesi ve ruhu ile ebedileşmek, olmak, kalmak, ermek, davasını güden
insanoğlunun, küfür ve dalâlet tarihi boyunca düştüğü en dipsiz çukur...
Hükmü peşin vermekte, peşin hükümcülük değil, fikir
namuskârlığı vardır. Zira beyninin her atomunu akrebin kıskacı içine koyup
düşünen, inceleyen, arayan, bulan, toplayan; sonra tekrar dağıtan, yine
düşünen, hep inceleyen, daima arayan, artık bulan ve tastamam toplayan çilekeş
fikir adamı, dilinin altında sakladığı hükmü, hileli hesap tavırları alarak
sona getireceği yerde, başta haber vermek ve sonra onun hesabını takdim etmeye
çalışmakla, ancak dürüst ve samimi olur.
Mahzun mahzun, işaret edelim:
Bizde, bu memlekette, hemen hiç kimse materyalizma
ve komünizma nedir, bilmez! Buna rağmen bizde, bu memlekette, çok kimse ona
düşmandır! Ne âlâ, fakat bilmeden düşmanlık ne kötü! Bu, haksız bir
iyiliktir!
Yine bizde, bu memlekette, pek az kimse
materyalizma ve komünizmaya kaymıştır. Buna rağmen bizde, bu memlekette,
gönüllülerinden hemen hiçbiri materyalizma ve komünizmanın bütün iş ve fikir
planında hesap ve nisbetini kurmuş ve nokta nokta, her çizgiyi inceleyerek bu
kanaate varmış değildir! Ne kötü; üstelik bir de buna fikirsizlik ve
bilgisizlikle düşmek ne feci! Bu da, büsbütün özürsüz bir kötülük...
Bizde, bu memlekette, küçücük sevenler zümresi ve
koskoca iğrenenler kadrosuyla herkesin materyalizma ve komünizma hakkında
bildiği, işte demin başa aldığımız bedahet derecesindedir.
Biraz evvel materyalizma ve komünizmayı, yüzüğün
halkasıyla taşına benzettik. Tamam... Halka, materyalizma, elmas veya kömür
parçası da komünizmadır. Materyalizma; menbâ değil de, mansap bakımından metafiziğe
düşman olmakla beraber, eğer tâbir caizse, komünizmanın metafizik planını,
bütün teşhis ve tecrit cehdini, dayanağını teşkil eder.
(Materyalizm-tarihî maddecilik) ismini
almadan, saf doktrinler halinde yahut bu doktrinlere müsait fikir iklimleri
şeklinde, materyalizma temayülü, pek eskidir. Onu gerilere doğru takip
edebilirsiniz. 19'uncu asrın başlarında yakalar, 18'inci asır boyunca
gerileyerek izlerine rastgelir, 17’inci ve 16'ncı asırlarda da ondan gölgeler
bulur; ve Batı dünyasında Ortaçağ karanlıklarını delip oradan uzun bir zulmet
dehlizini geçerek eski Yunan ışığına çıkacak olursanız, Eski Yunanın büyük
fikir ağacı dallarında, onun, ilk ircâ vâhitlerini ele geçirebilirsiniz.
Eski Yunan felsefe ağacının üç ana dalı vardır ki,
bütün garp tefekkürü, bütün şubeleriyle bu üç daldan birine ircâ olunabilir:
Birbirinin hocası ve talebesi halinde (Sokrates),
(Plâton) ve (Aristo) dalları... Bütün metot ara- yıcılığı (Sokrat)a, bütün
idealizma ve spritüalizma felsefesi (Plâton)a, bütün madde ve tabiatı ihata
cehdi de (Aristo)ya bağlanabilir.
Şu var ki, (Aristo)dan (Hegel)e gelinceye kadar
maddecilik kolu, madde idrâkini madde içinde ararken, ondan, kâinat, insan ve
ruhun mânasını tepetaklak edecek bir (konklüzyon) bir netice, bir yekûn
çıkarmış değildir.
Materyalizmayı, komünizmanın çakaralmaz tabancası
hâlinde, "Tarihî Maddecilik" şekline bürüyen, ondan sadece
ruhî ve manevî âlemi yıkmak neticesini çıkaran ve ölçülerin en kabasıyla bütün
insanlık mecrasını izah ettiğini sanan, (Hegel) değil, fakat hakikatte kendilerine
yüzde yüz zıt bir filozofu istismar edenlerdir: (Engels) ve (Marks)...
Hakikati hakikat için arayan büyük ve tarafsız
fikir laboratuvarı diye tarif edebileceğimiz Batı felsefesi, (Engels) ile
(Marks)a hiçbir zaman filozof gözüyle bakmamış, onları bu haysiyet ve çapta
görmemiştir.
Bu hasbî laboratuvarın gözünde bu iki adam, amelî
fikirler yoğuran birer politikacı ve aksiyoncudan başka bir şey değildir. Fakat
(Hegel) müstesna... O, esaslı bir filozoftur; ve (Engels) tarafından,
Nasreddin Hoca'nın kuşu haline getirilmiş, ötesi berisi kesilmiş, gösterilecek
yeri gösterilmiş, gösterilmeyecek yeri gizlenmiş, şurası alınmış ve burası
atılmış, mükemmelen istismar edilmiştir. Böylece komünizmanın ana temeli,
işe, dayandığı ana filozofu, kolayına getirmek ve ucuza istismar etmekle başlar.
Fakat siz (Tarihî Maddecilik) delisine sorarsanız,
zâten mücerret fikircinin, herhangi bir iş yerinin avlusunda bitini ayıklayan
bir faydasızlık örneğinden başka mânası olamaz. Onlarca, mütefekkir de, fikir
de, her şey de amelî ve tatbiki mânası olan bir hadisedir. Ve bu dâva, yalnız ÜÇ
AYAKLI BİR SEHPÂ üzerindedir:
Engels, Marks, Lenin...
Birincisi, onlarca mücerret doğruyu bulur, esası
çizer ve tatbik yollarını gösterir.
İkincisi, aynı hayalî doğruyu daha doğru
düşünür, esası daha esaslandırır ve bilhassa tatbik yollarını İçtimaî ve
İktisadî sahada planlaştırır.
Üçüncüsü de bu esasları, yine kendilerince en
zengin mücadele diyalektiği içinde ve en cesur mikyasta tatbik eder.
Biz, hakikatin ta kendisi bildiğimiz kendi hakikatimize
dönelim ve gösterelim:
Gaî ve nihaî illet teşhisini, yani Allah’ı inkâra
varmaksızın muhteşem bir tabiat felsefesi kurmuş ve 18'inci asrın son 30
senesiyle 19'uncu asrın ilk 30 senesi arasına sığmış olan (Hegel), gerçek bir
filozofa lâyık tecrit haysiyetini, (Engels)e bedavadan hediye etmiş olur. Bunu
bizzat (Engels) itiraf eder ve arkadaşlarıyla beraber kurduğu tabiat
felsefesini desteksiz ve kifayetsiz bulduğunu söyler. Peşinden de (Hegel)
diyalektiğini (mistik) unsurlarından ayıklayarak kullandığını açığa vurur.
Yâni sebep ve usûl manzumesi topyekûn almıyor, kendi neticesinden koparılıyor
ve başka bir neticeye bağlanıyor. Yine (Engelsen itiraf ma göre, materyalist
düşüncelerinde, kendisine idealist bir mantık hâkim olmaktadır. Bu da tezat ve
iç zaafın başlıca merkkezi...
(Engels)in maddeciliği, maddeyle ruhun ayrılığını
inkâr eder, daha doğrusu, ruha müstakil bir vücut tanımaz, en doğrusu,
maddeden başka bir şey kabûl etmez. Bu maddecilik, ruhunu da, beş hassemize
çarpan hayat şeridi gibi, hareketlerle izah eder.
Eski maddeciler, maddenin ruh üzerindeki tesirini
her sahada araştırmış olmakla beraber, ruhu ne kökünden, ne de dalından inkâr
etmemişlerdir.
Tarihî maddeciliğin, her şeyi maddeye ve maddî
harekete ircâ eden kaba hükmündeki sakatlığı, saf bir madde ilmi olan "Mukayeseli
Anatomi" bile ispat etmiştir.
"Ruh ve şuur aynasında mürtesemler çizmeden,
tek başına hareketin, kendi kendisine bir oluş ifade edemeyeceği, felsefesinin
içinden çok kolay çıktığı bir hakikat... Evet, tek başına, yani tam bir
hareketsizlik âleminde ruh ve şuur kendi nefsini hisseder de, mücerret hareket,
ruhsuz ve şuursuz hissedilemez."
İşte, tersine dönmüş bir (mistik) ki, inkâr ettiği
dayanağa rağmen ayakta durabildiğini sanmakta... Yani mantık diliyle abeslerin
en büyüğünü dile getirmekte...
Şimdi, birçoklarınca gizli kalan bu korkunç
(abes)in cemiyete tatbik dâvasını ele alalım:
Ferdin derinliğine ruhî hayatını inkâr eden ve her
şeyi kendi maddeci tasarrufuna bağlayan, mânada tamamıyla müeyyidesiz bir
rejim... Her şey ferdin elinden alınarak, (Kamenef)in belirttiği şu
kıstasa bağlanmıştır.
"Sovyet idaresi, beş hâkim tepeyi daima elde
tutmaktan ibarettir.
Sanayinin devletleştirilmesi,
bankaların devletleştirilmesi,
nakliyatın devletleştirilmesi,
ticaretin devletleştirilmesi,
toprağın devletleştirilmesi..."
(Lenin) de bu sözlere, belki lâtife ve alay
karıştırmadan şunu ilâve etmiştir:
“Çeka
da cabası!"
ÇEKA, BİLİYORSUNUZ Kİ, REJİMİN CELLATLAR
KADROSUDUR. Evet, Çeka da cabası! Zira müeyyideleri, bu...
Komünizmada ahlâk, maddecilik ahlâkıdır. Yâni
hiçbir mukaddesat ve manevî hürmet hissi duymaksızın, maddî münasebetler
zincirini yalnız İçtimaî faide bakımından örselememek ve nefsini ona göre
idare etmek şartıyla malik olunan serbest ve başıboş telâkki... Buna rağmen
ne gariptir ki, başta (Lenin) olmak üzere birçok ihtilâl şefinin ferdî ahlâkı,
idealistlerin ahlâkına erişecek kadar fedakârcadır. Hususi hayatından bahseden
bir komüniste (Lenin)in:
-
Bir komünistin hususi
hayatı yoktur!
Sözü meşhurdur.
(Lenin) hakkında (Maksim Gorki) diyor ki:
"- Onun hususî hayatı o tarzda geçti ki,
dinlerin kuvvet ve itibarını kaybetmediği bir devirde yaşamış olsaydı, ona bir
velî nazarıyla bakılırdı."
Her hakkı yerine koymak isteyen bize, bu saçma
sözlerin terk edeceği hakikat tortusu şudur:
(Lenin) ve onun etrafında ihtilâlin birçok mensubu
samimiyetle inandıkları mutantan ve muazzam bâtıl karşısında, ruhculuğa
yaklaştığını ve esasını orada bıraktığını hiç fark etmedikleri bir mikyasta,
fedakâr ve nefs hırsından uzak bir hayat yaşamışlardır. Nitekim (Lenin)in
kızkardeşi Pravda Gazetesi idarehanesinde çalışmış, Hariciye Komiseri
(Litvinof)un karısı evini idare edebilmek için İngilizce dersleri vermiş, başka
bir Komiser (Rikof)un karısı da Moskova Sıhhiye dairesinde memurluk etmeye
mecbur olmuştur. Umumî Talim ve Terbiye Komiseri (Bubonof)un karısı ise bir
mağazada satıcılık yapmıştır.
Ne derin ve acı ibret dersi!
Fakat bunlar tek başına hiçbir şey ifade etmez ve
materyalizma - komünizma tertibinin, göstermelik tek nesle mensup aldatıcı
tesirinden ve yeni bir tezat ve zaafından başka hiçbir delâlet belirtmez. Zira
bu hal, telkin ve tedvin edilen ve ruhî bir müeyyide, bağlı bulunan müspet bir
ahlâk ideâlinin eseri değildir. Eğer (Lenin), materyalizma ahlâkına
dayanarak ve sırf gönüllülerden seçerek, senede 365 genç Rus bâkiresi
isteseydi, bakireler, o da eğer bulunabilirse, derhal kendisine verilir; ve bu
ahlâk materyalizmaya karşı daha tezatsız kaçardı.
Bu hâl, içinde boğuldukları tezatların acıklı
delili... Ayakta tutmaya çalıştıkları abesin de hilekârca kendisini koruma
gayreti...
Komünizmanm birinci istismar tabiyesi, ilimleri ve
sanatları dilediği gibi gayelendirip "12 derste tango öğreten Profesör
Panosyan" tarzında dünya görüşleri istiflemek, bunları yassı kafalara
kolayca yerleştirmek ve sonra bütün güzel sanat şubelerini harikulâde mikyaslarda
kemiyet zenginliğine boğup, topyekûn dâva lehinde kullanmak oldu. Bir komünist
haritasında kendileriyle İktisadî ve siyasî münasebeti olmayan bir şehrin
gösterilip gösterilmeyeceği bir meseledir. Onların ilim telâkkisinde;
mücerret, kendi münzevi realitesi içinde yaşayan hiçbir keyfiyet yoktur. Bunun
da manası şudur:
Komünizma ile saf ilim bağdaşamaz. Fen
sahası ayrı... Güzel sanatlara gelince:
Bu, niyete göre ses veren tılsımlı kemanlar, azîm
devlet himayeleriyle ellerinde, dâvalarının sadece yalancı şahitleri olarak
kullanılmışlardır.
Tiyatroya, sinemaya, edebiyata, musikiye, resime,
heykele, mimariye ve daha birçok güzel sanatlar şubesine verdikleri kıymet,
daima bu hududun içinde ve yalnız bir kemiyet hamaratlığından ibaret...
(Lenin) meşhur Şarlo için demiş ki:
-
Dünyada hayran olduğum tek
adam (Çarli Çaplin)dir!
Halbuki Şarlo'nun dehâsı, ona istedikleri kadar komünist
diyenler olsun, materyalist makine görüşüyle alay eden ve isteyerek,
istemeyerek, ruhçu değerlere kayan soydandır. İstismar, daima istismar...
Komünizma dünyası, sanatkârı, Roma'nın kutlu
kazları gibi besledi, palazlandırdı. Sanatkâr fani cesediyle korunuyor, buna
mukabil, bizzat sanat içinde uzun müddet şakıyamayacağı bir kafes, bir
hapishane içine alınıyordu.
Rotasını devlet ve rejimden alan sanatın faciası!..
Evet, sanatkâr, fani cesediyle korunuyor, fakat sanat ebedi hüviyetiyle
öldürülüyor! Bu mu sanat, sanatkârın himâyesi?
Memleketimizde bazı echel ve enayi sanatkâr müsveddelerinin:
-
Sen git de sanatkâra nasıl
muamele edildiğini Sovyet Rusya'da gör!
Sözlerine verilecek yegâne cevap budur! Bu hadisede
de oltanın ucundaki solucan ölüsüne kapılan ahmak balıkların hazin macerasını
ihtar eden istismar oyunu besbellidir. Nitekim ilk komünist şairlerden,
Türkiye'de meşhur bir mukallidi bulunan (Mayakovski) ile (Essenin)in
intiharları, sanatkârın, her himayeye rağmen gerçek faaliyet zeminini
kaybetmesinden gelen ruhî ihtilâle bağlı olsa gerektir.
Şimdi sıra, din ve bütün manevî değerlere geldi:
Bütün dinler, her nevî Allah telâkkisi, materyalizma
ve komünizma nazarında, hastalıkların, yanma en yaklaşılmaz olanıdır.
Kendilerince, bu hastalıkları tedavi edilmeden, fertlerle hiçbir işbirliği
yapılamaz ve hiçbir şey konuşulamaz.
Yahudi (Marks)ın "din afyondur!"
sözünü, bir Fransız muharririnin tabiriyle âyet gibi her tarafa yazdılar.
Kızıl Meydan'ın duvarlarına ve her yere... Gelip geçen memurlar, üzerlerinde
orak-çekiç bulunan kasketlerini çıkarıp, (Giyom Tel)in şapkası gibi, bu ölçüyü
selamlamakla mükellef oldular.
Daha inkılâbın başında bütçelerinden bütün din
tahsisatını kaldırdılar. Sonra sonra, kiliselerden üstelik vergi de almaya
başladılar. Rostof şehrinin bir kilisesine 1925 yılı için konan vergi 70 bin Çervonets,
yani o zamanki bizim parayla bir milyon liraya yakın bir kıymettir.
İnkılâbın başında o kadar papaz öldürüldü ki, her
sokak ağzında birkaç papaz leşine tesadüf etmek âdet oldu. Yine inkılâp içinde
akıllarınca peygamberlerin tahtadan ve kartondan heykellerini yapıp merasimle
yaktılar ve her tarafta (Marks)ın dövizini gezdirdiler:
"- Din afyondur!"
Bolşevik şairi, "Mujik! Senin yeni
Vatikan'ın Kremlin'dir!" diye gülünç mısralar döküyor; Sovyet rejimi,
aklınca, Tevrat, İncil, Kur'an'a açtığı mücadelede fasılasız devam ediyordu.
Bazı zulümlerden müteessir olan ve teessür mektubuna
cevap isteyen Papa 9'uncu (Pi)nin istizahına verilen cevap, topladıkları
bir ianenin tahsis yerini değiştirip bir tayyare filosu almak ve filoya şu ismi
takmak oldu: "Papaya cevabımız!"
En büyük ruhî değer olan dinden başka, bütün ruh-
çu kıymetler, milliyetçilik, ahlâkçılık, ailecilik, komünizma gözünde en âdi
hakaret unsurlarıdır.
Komünizmanm saf doktrinler âleminde aileye yer
yoktur. Çocuk, cemiyetin malıdır. Üç yaşından sonra, çocuk sitelerine
gönderilecek ve orada köpek yavrusu sürüleri halinde yaşayacaktır. Böylece,
bunların anneleri de çalışabilecek ve cemiyete (!) faydalı olacaktır. Kadın,
kocasının isterse ismini taşır, isterse taşımaz. Bir kelimeyle evlenir, bir
kelimeyle ayrılır. Miras, ana baba hakkı, abeslerin abesidir. Onlarca, kadının,
erkek aile esaretinden tam bir kurtuluşu temin edilmedikçe, tam bir inkılâp
olamaz.
Komünizmada işçi sınıfı, sadece, bâtıllar çerçevesi
itikatlar manzumesinin manivelâsı mahiyetinde bir dayanaktan başka bir şey
değildir ve hakikatte hiçbir imtiyaza nail olamamıştır. Bu hilelerini her ân ve
her fırsatta itiraf etmekten çekinmezler.
Şöyle derler:
-
İşçi sınıfı bizde,
fikirlerimizi mücerretten kurtarmak için istinat ettiğimiz bir kaideden ibarettir.
İçtimaî sınıflardan birine dayanmayan bir fikir, havadadır!
Komünizmada, Musa Peygamber'den beri gelen, ruhî
birlik ve bütünlük suikastçisi Yahudi dehâsı, yine kendi müessesesi olan
kapitalizmaya karşı en parlak intikam tuzağını kurmuştur.
Ve BÜTÜN BU DÂVALARIN, KALBUR GİBİ ÜZERİNDE
ELENDİĞİ KORKUNÇ BİR DİYALEKTİK... Punduna getirici, yutturucu
materyalizma diyalektiği her şeyi kel ve keleş kemiyet sahasında ele alıp her
şeye eski, geri, mürtecî, kokmuş, çürümüş yaftasını takan; o dar, o yeknesak, o
vahşi diyalektik... Bondrollü hakikatler simsarlığı, sahte hükümler
kuponculuğu... Ve Büyük Postahâne'nin önünde leke sabunu satan işportacıların
kolay belâgat ve mârifeti...
Büyük bir Fransız muharriri diyor ki:
-
Ben bir Fransız olmak
sıfatıyla, kendisine hiçlik içinde mekân arayan komünizma vahşetine karşı sadece
ürperiyorum!..
Alemi, sefil bir madde dört köşesi içinde haps ve
insanı "bâs ü bâdelmevt"siz bir ölüme mahkûm eden bir dâvaya karşı "ürpertici
vahşet" tabirinden daha güzeli bulunamaz.
Materyalizma ve komünizmanın, her şeye rağmen pek
kısa ve kaba bir portresini çizmiş bulunuyorum. Bu portre, dâvayı fikirler
âleminde çoktan beri halletmiş ve köhne dosyalar halinde raflara kaldırılmış
olan Avrupa entellektüelinin gözünde aynen böyledir. Onun, düğüm noktalarını
gösterdiğimiz müflis ölçülerden sonraki cereyan ve hulûl muvaffakiyetleri, Avrupa'da
ve dünyanın her yerinde sadece politika oyunlarına ve menfaat istismarlarına
dayanır ve üzerlerinde konuşulmaya değmez.
Şimdi bu portrenin en canlı kısmını, materyalizma
ve komünizmanın memleketimizdeki taktiğini ve kalıba döktüğü insan örneklerini
ele alalım:
Türkiye'de materyalizma ve komünizma, birkaç
asırdır süren inhitat tarihimizin sonunda, Cumhuriyetle beraber faaliyete
geçer. Başlangıçta Cumhuriyetin yıktığı müesseselere karşı onunla işbirliği
yapmak ister gibi görünür, onu tutar. Fakat sonra, bütün faaliyetini, Türk
mânevi bütünlüğüne tevcih etmeye başlar. Vâkıa derhal kânun dışı sayılır ve
tâkip mevzuu olursa da, karşısına, hiçbir zaman mükemmel mücadele şartları ve
ruh teçhizatıyla çıkıldığını gösteren, sistemli ve himayeli bir imha hareketine
hedef tutulmaz.
Komünizma bu memlekette, tıpkı kapısı örtülü evlere,
açık pencerelerden, bacalardan, tahta aralarından, delik ve deşiklerden giren
cereyanlar gibi, her türlü gizli hulûl yollarını tecrübe etmiştir. Fakat, her
şeye rağmen tam ve gerçek bir hulûl temin edememiştir.
Niçin?
Karşısında idrâkli, sistemli, teşkilâtlı bir mania
bulunduğu için mi?
Hayır! Böyle bir mânia maalesef mevcut değildir?
Sadece şunun için:
Himayesiz ve başıboş bırakılmış olsa da hakikatte
nüfuzu imkânsız bir Türk ruhu yaşadığı için!..
Hani "işimiz Allah’a kaldı" derler
ya... Her iş Allah’a kalmıştır. Fakat Allah’ın, vesileye bağladığı veya doğrudan
doğruya tecellisini gösterdiği işler vardır. Doğru; bu mevzuda tek tedbirsiz bu
iş, Allaha kalmış ve bizi yalnız Allah korumuştur. Komünizmaya, dışarıdan ve
tepeden inme gelmekten başka yol kalmamıştır.
Memleketimizde sayısı 50-60 bini geçmediği söylenen
komünistler, bütün insan çeşitleri içinde bu dünyanın en sefil ve en ucuza
kazanılmış örnekleridir. "Ucuz kazanılmış" tâbiriyle maddî
menfaati kasdetmiyorum.
Tek fikir ve nefs muhâsebesi çilesine meydan
bırakmayan bir el çabukluğu içinde, şahsiyetlerini teslim etmelerindeki
ucuzluk... Maddî menfaat da cabası...
Bunlar, hem ruhlarını, hem de vatanlarını satmakta,
tükenmez bir istismar mâdenine sahiptirler.
Bakınız, bu mâden nedir:
Memlekette, iç dâvaların ve iç idarenin uyandırdığı
umumî bezginlik ve küskünlük... En basit sahtekârlıkla ele geçirilmiş bulunan
bu basit sahtekârlar, Üsküdar'a son vapur kalktıktan sonra binmeye mecbur
kaldığımız dolmuş motörleri gibi bütün iç ümitsizliğin teselli istikâmetini
kendi üzerlerine çekmek taktiğini kullanırlar. Mademki Türkiye'nin iç vaziyeti
bu kadar bozuktur, binaenaleyh çareyi komünizmada aramak gerekir!.. İşte, bütün
demagocya sırları bundan ibaret... Bilen bilmeyen birçok zavallı da, iç
ümitsizlik adına çareyi bir dış ölüm merkezinde aramaya kalkacak kadar
şaşırtılır. Komünistliğe sempati besleyenlerin çoğu, bu ahmak demagocya
öksesi vasıtasıyla enselenmiştir.
Bunların, yüz hâneli bir kerrat cetveli gibi
kılıkları tavırları, edâları, sözleri, hareketleri, Moskova'da mühürlenen
bellibaşlı ve aşağılık bir barem tablosu çizer. Hepsi de, aynı kaşığın
kalıbından çıkma un helvaları şeklinde, birbirlerine benzerler. (Homongolos)lardan
daha sun'î ve daha az beşerîdirler. Kafa vokabülerleri, niyet çeken kuşların
önündeki kâğıtlardan daha fakirdir. Her defa, herkes için, eğilip aynı
kâğıtları çekerler. Söverken de, severken de, kullandıkları kelimeler, daima
aynı damgayı basar. Sayılarını çoğaltmak için, kendileri gibi, ilk açılışında
avını enseleyen şu sinek kâğıdı reçetesini açarlâr ve beyinsiz kafaların
tepesine asarlar:
-
Sağda ölüm, önde felâket,
arkada esaret; kalan tek yön sol!..
Tahtakurusu, pire, kene, güve, bit gibi çalışırlar.
Musallat oldukları vücûdun, kendi mevzûlarında,
hiçbir zaman hamama gidip topyekûn soyunmaya, ayıklanmaya hevesli olmadığını da
pek güzel çakarlar. Yâni, hükümetten pek fazla korkulan yoktur!..
Bunların ağabeyleri, onların da ağabeyleri, büyük
ağabeylerinin de ağabeyleri vardır; ve nerede diye sorulsa gösterilmeleri pek
kolay değildir. Büyük ağabeyler, kendilerini pek güzel maskelerler, arâziye
uydururlar ve çevirmedikleri dolap bırakmazlar. Kendilerinden daha büyüklerin
bilgisizlik ve budalalıklarından faydalanırlar. Nitekim aşağı tabaka propagandacılarının
da, kendi öz (tez)lerinden değil, iç bunalımın belirttiği (anti tez)den
faydalanmaları gibi...
Artık sözlerim bitiyor!.. Dikkat etmişsinizdir ki,
bu konuşmamda, kendi tarafımı, materyalizma ve komünizmanın aks-i dâvası olan
cepheyi fazla konuşturmadım. Materyalizma ve komünizmanın zıddı olan Allah,
Peygamber, kâinat, insan, ruh, vatan, millet, cemiyet, ideâl, ahlâk, âile gibi
esaslar bu âdi fikir karmanyolacılığının önünde fazla konuşmaya tenezzül etmezler.
Onlar, müstakil, mücerret, muazzez ve mukaddes bestelerdir ve sadece vecd
üslûbiyle görünmeyi tercih ederler.
Genç
adam!
Göklerin rahminde kan renkli şafaklara bürülü bir
yeni gün doğmak üzere bulunduğuna inan! Bu yeni gün, bir gün bâtılı iptal
edeceğini haber veren Hakk'ın bütün mânevi değerlerle tecellisini
çerçeveleyecek; ve ruhçu insanoğlunu yepyeni bir nizamla eşya ve hâdiselere
hâkim kılacaktır.
Genç adam!..
Böyle bir günün ilk şafak pırıltısını veren şu
anda, çok defa gâfil, yıkanmak ve ayıklanmak şuurundan mahrum bu vücûdu artık
hamama göndermenin zamanı gelmemiş midir?
Genç adam!..
Ortada başıboş gezen kirliliğe rağmen Allah'ın
ezelden temiz ve bulaşmaz yarattığı senden başka güvenimiz yoktur!..
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar