NİÇİN İNTİHAR?
Dostlarım
toplanın öldüğüm zaman,
Yalanı o günlük bir kenara atın.
Tutunuz tabutun bir kenarından,
Bir derin çukura beni fırlatın.
Yalanı o günlük bir kenara atın.
Tutunuz tabutun bir kenarından,
Bir derin çukura beni fırlatın.
O. Seyfi ORHON
Hzl: Pınar Çekirge
«Her intihar salgını altında bir ekonomik ya da siyasal
bunalım yatar,» demiş Durkheim. Peki, ya show
amaçlı, koşullu intiharları nasıl açıklamalı?
Son
yıllarda iş temini, sevgiliye kavuşma pazarlıklarına dönüşen intiharlara boyalı
basında, özel televizyon kanallarında sık sık yer verilmekte.
Boğaziçi
Köprüsü intihar makinesi haline dönüştürülmekte adeta... Bir de Atakule var...
Nedense Haliç, Galata, Fatih Sultan Mehmet köprüleri pek revaçta değil... Sahi,
bir de yüksek binalar var.
«Üzerime gelmeyin atlarım ha... Zehra’yı vermediler...
nedeni bu... ölünce kabrime gelmesin anam da... atıyorum kendimi» tehditlerinin ardından anlaşma zemini için koşullar
sürülüyor ortaya. A, acaip bir pazarlıktır başlıyor. Çıkar hesapları dökülüyor
ortaya...
«İş
bulun vazgeçeyim!..»
Medya
orada. Foto muhabirleri, istihbarat servislerinden stajyer öğrenciler. Tüm
reality show’lar elbette. A takımı örneğin, Böyle Gitmez ekibi, Fato, Sıcağı
Sıcağına koşup geliyorlar olay mahaline. Aman, haber atlanmasın! Kameralar
çalışmakta. Malum rating olayı.
«...atlarım ona göre...»
Çekişme
devam ettikçe, Fato sinirlenmeye başlıyor. Yumruklarını sıkıyor... 12 Eylül’den
beter edecek çatıdaki adamı eline geçirse...
«Yaklaşmayın dedim... durun!..»
Derken
polis müdahale ediyor. Karga tulumba yakalayıp, tartaklayarak ekip arabasına
bindiriyorlar intihar girişimcisini...
Hiç
unutmam, geçtiğimiz yıllarda Nedim Saban’ın sunduğu Dr. Stress programında
intiharı tartışırken bu kurtarılmışlardan biri vardı karşımda. Genç bir
delikanlıydı, bıyıkları yeni terlemiş... Nasıl kurtarıldığını anlatıyordu. Tam
köprü parmaklıklarından kendini boşluğa atacakmış (gibi yaparken) ki arabasıyla
geçmekte olan ünlü bir sporcu karışmış işe. İkna etmiş kendisini. «Yaşam
güzel,» demiş... taşı sıksan suyunu çıkarırsın, hem ben de yardım ederim sana,
sahip çıkarım filan, demiş. Medya günlerce yer vermiş bu kurtuluşun öyküsüne.
Sonra unutulmuş, anılmaz olmuş. Delikanlı bir bakmış ki pabuç pahalı, ünü
sönmekte... özel kanallarda boy göstermeye başlamış...
Şaşkınlıkla
dinliyordum anlattıklarını. Allahına sevmiş o kızı... ama gariban ya, vermemiş
ailesi. Boynu bükükmüş ne de olsa, acıların çocuğuymuş. (Tam arabesk makamında
bir söyleşi işte) Topraktan bir canmış alt tarafı... duysunlarmış abileri,
ablaları feryadını artık. Duyup da bir iş filan... Zaten kendisini kurtaran
sporcuya da kırgınmış. Sahip çıkmamış, sözünü tutmamışmış. Bir daha intihar
ederse, bitirecekmiş işi... o kadar!
İntihar
’gibi’ intiharlar işte. Yalancı, sahte, çıkar amaçlı,shovv’a yönelik, heyecan
yaratmak, ilgi toplamak adına edilen (!) intiharlar... Abuk sabuk intihar
girişimleri.
Yeşilçam’da
bir zamanlar pek yaygındı bu reklam intiharları. Kaç
aktrist gündemde kalabilmek amacıyla sahte intiharlara sığınmıştı. Saçlar
kuaförden yeni çıkmış... yüzde bol fondöten ve allık.:, takma kirpikler,
rimeller hep yerinde.
Tabii,
bu sahte, ’mış’ gibi intiharların bazen dozu kaçıyor. Hiç düşünmezken ölmeyi,
bok yoluna gidivermek de var işin içinde.
Bir
bakıyoruz, medya intiharı doluyor diline, bilmem hangi promosyonun bilmem
kaçıncı mega kuponu kadar ilgi topluyor intihar halk arasında. Kanlı resimler
de cabası.
İntihar
medya ilişkisinde Savaş Ay’ın söyledikleri etkiliyor beni:
«Hasan Pulur’lar, Turhan Aytul’lar, Oktay
Verel’ler, İlhan Turalı’lar, Ülkü Arman, Zeki Sözer gibi ustalar genç
gazetecilere meslek adabını öğretirken: İntiharı, tecavüz olaylarını, aile içi cinsel tacizleri,
ensesti yağ tenekesi gibi görün. Çok elzem olmadıkça bulaşmayın bu konulara.
Hem üstünüzü başınızı, hem çevreyi kirletir, berbat edersiniz,» derlerdi.
İntihar
bir anlık olay aslında. Bir anlık kekeleyiş. Bir tık sesi ve en bulaşıcı salgın
yeryüzünde. Ve bu kitabı yazarken, ne denli tehlikeli bir şeyle oynadığımı
alımlıyorum. Genç Werther’in intiharına öykünen insanlar geliyor aklıma.
Televizyonda gösterilen bir filmden etkilenip damlara üşüşenler geliyor.
Valentino öldü diye intihar eden, intihara kalkışan kadınlar geliyor. İntiharın
alternatif bir ölüm biçimi olmaması gerektiğini özellikle belirtmem gerekiyor.
Sh: 44-46
Arabesk
kültürün giderek intihar olaylarına sızmasını Faruk Güçlü şöyle anlatmakta:
«Kültürel
bir temelden yoksunluğun, arabesk-gecekondu kültürünün etkisi özellikle genç
nüfus üzerinde hızlı bir tesir gösteriyor: TV’de yayınlanan bir dizi filmin
artisti kamuoyunda günün konusu olabiliyordu. İnsanlar filmde seyrettikleri bir
artistle platonik bağlar kurarak âşık olabiliyorlardı. Ya da tip olarak
hoşlandıkları, düşledikleri tiplere ya da çevrelere karşı büyük bir özenti
duyabiliyorlardı. Hele bu insanların ekonomik ve siyasal bunalımla baş başa
bulunmaları işi çözümsüzleştiriyor ve insanı kendi kendisini yok etme olayına
kadar götürüyordu.
1980-1985 dönemini kapsayan ve Ankara anakent sınırları
içindeki adli ve hastane kayıtlarını esas alan çalışmamız, erişilebilen 681
intihar olayından 28 tanesinin sinemadan, basından ya da TV’de yayınlanan bir
filmden etkilenerek zaten varolan açmazlardan kurtulmak adına intiharı
seçtiklerini ortaya koymuştur.
Sinema, basın ya da TV bunalımda olan insanlar için bir neden değil, yol
gösterici bir sonuç olabilmektedir. Hele bu iletişim araçlarınca intihar
olaylarının kahramanlık gibi gösterilmeye çalışılması, toplumumuzun genelinde
varolan, erkek adam, yiğit adam vb. duyguları körüklemektedir. Ülkemiz
genelinde kadınların intihara daha çok teşebbüs etmelerine karşın,
erkeklerimizin daha fazla kendilerini öldürmeleri bunun en güzel kanıtı
sayılabilir.»
Kahramanlarla
açık ya da örtük özdeşim sadece ilk gençlik ya da çocukluk dönemleriyle
sınırlandırılamaz elbette. Özdeşim, taklit yaşantımızın her döneminde
yedeğimizdedir...
Kimi araştırmacılar, model özelliği
olan televizyon iletilerini içeren dizilerin intihara karar vermiş kişileri
etkilediğini ve intihar kararını çabuklaştırdığını ileri sürmektedirler. Prof. Dr. Özcan Köknel’e
göre; «İntihar etmeye kararlı ve bunu mutlaka gerçekleştirecek olan insanın,
televizyondaki intihar iletisiyle daha çabuk intihar etmesi intiharları
artırmamakta, yalnızca eylemi hızlandırmaktadır,» görüşü pek de geçerli
değildir. Zira, Almanya’da intihar konusunu işleyen bir filmin TV’de
ikinci kez gösteriminin ardından gençlik intiharlarının oran ve yoğunluğunda
yavaş yavaş bir azalma saptanmıştır.
Yirmi
yıl önceydi sanırım. O zaman Şan Sineması vardı, şimdi bir yangın kalıntısına
dönüşen... Kırmızı tonların hâkim olduğu, en güzel yerli filmlerin ardı sıra
gösterime konduğu geniş, güzel bir sinemaydı Şan.
Filiz
Akın’a hayrandım o yıllarda. Hiçbir filmini kaçırmazdım. Şan’da Acı Hayat'ı
izledikten sonra çok uzun süre etkisi altında kalmıştım. Sıradan, ağır ağdalı
bir melodramdı Acı Hayat. İki genç kan davası nedeniyle engellenmişler,
birbirlerine yasaklanmışlardı. Çözümü intiharda bulmuşlardı sonunda. Uludağ’a
gitmişlerdi. Arabayı durdurup birbirlerine sokulmuşlardı... Dışarıda tipi...
soğuk bir ölümdü, ama yüzlerinde dingin bir ifade vardı kurbanların... bir tüp
ilaç aldıktan sonra Uludağ’da karların arasında uykuya dalmak bir fantazi
olmuştu benim için. Kendimi mutsuz hissettiğimde sıklıkla sığındığım bir
fantazi...
Televizyon yayınlarının intihar
iletileri üzerine şunları söylüyor Prof.Dr.Özcan Köknel:
«ABD’de intiharı önlemek için yapılan
televizyon yayınlarının intiharı artırdığı saptanmıştır. Yapılan araştırmalar,
kahramanları ünlü olsun olmasın, intiharla ilgili ya da intiharı konu ve sorun
olarak alan televizyon yayınlarının özellikle gençler arasında az da olsa
intiharı anlamlı biçimde artırdığı kabul edilmiştir.
Amerika’da toplumbilimci Philips ve Carstensen kitle iletişim
araçlarıyla, özellikle televizyonda verilen intihar iletilerinin gençler
üzerindeki etkilerini incelemek için bir dizi araştırmaya girişmişlerdir. Bu
amaçla çeşitli televizyon kanallarında yer alan programlarından intihar ile
ilgili olanlarını arşivlerden bulmuşlar, yine arşiv araştırmasıyla bu
programları izleyen günlerde basında çıkan intihar olayları haberlerini
toplamışlardır.
Bu programları izleyen günlerde intihar
olaylarının artığı saptanmıştır. Öte yandan bu intihardaki bu artışın sayısal
olmadığı da görülmüştür. Bu artış, intiharı konu alan dizinin, filmin
çarpıcılığına, etki gücüne, süresine ve yayın saatine paralel olarak
yükselmektedir.
1980
li yıllarda Fransa’da yayınlanan Nasıl İntihar Edilir adlı kitabın 1980’li
yıllarda intihar edenlerin evlerinde bulunması bu etkiyi bir kez daha
vurgulaması açısından değerlidir.
İntihar
Durkheim’in dediği gibi, «Bulaşıcı bir
salgındır.» İnsanlar, özellikle
de gençler izledikleri, okudukları bir film ya da öykü kahramanından kolayca
etkilenme onu taklide yeltenebilmektedirler. Olay bir merak, bir deneme, bir
özdeşim, bir ilgi çekme olayıdır bu bağlamda ve risklidir.
Sh: 79-81
«Çok
üzüntü duyuyorum,» diyor Cezmi Ersöz, Kim dergisine verdiği söyleşide: «Sanatçılardaki uyumsuzluk
delilik,» diye tanımlanıyor, akli dengesini yitirdi deniliyor,
psikiyatrik etiketler yapıştırılıyor. Bunlara şiddetle karşı çıkıyorum. Onları
uyumsuzluğa iten yaşama, sevgiyle, büyük bir saflıkla, hasretle bağlanmış ve
karşılığını görememiş olmalarıdır. Bir sebebi daha var: sanatçının suçluluk
duygusu. Bütün olup bitenlerden, savaştan, sömürüden, adaletsizlikten dolayı
sanatçının birey olarak kendini sorumlu görüp, bu yükün altında ezilmesi.
Sanatçılar, dahası, yapıtlarının da bu dünyayı değiştirmede rol almasını
istiyorlar. Fakat arzuladıkları gibi olmuyor. Gogol’de bunu görüyoruz.
Günlerce yemek yemeyerek sonlandırıyor hayatını.
Günlük
yaşamın normal geçmesi yetmiyor sanatçıya, örnekse Kaan İnce. Onun
intiharını birçok kişi anlayamadı. Okulda başarılı bir öğrenciydi, onu seven
bir sevgilisi vardı. Genç yaşında çok başarılı şiirler yazıyordu. Bir gün
Ankara’dan İstanbul’a geldi ve Ümit Oteli’nden kendini aşağıya attı. Burada,
iyi bir aile, sevgili gibi kavramların çok önemli olmadığını görüyoruz. Sanatçı
başka bağlarla bağlıdır yaşama... İçindeki özlemin nerede kırıldığını bilemeyiz
bir türlü...
Tüm
güzel duyguların sömürüldüğü, intihara ipoteklendiği bir düzende umarım, 'Ancak
bir benzeri öldürür.’ Cezmi Ersöz’ü, kendisi değil...
Haluk
Giray, Kerime Nadir’e sorar: «Günah bende mi?»
Kerime
Nadir’in anılarında intihar eden bir roman kahramanının apayrı bir yeri vardır
kuşkusuz.
Anlattığım
konuyu dikkatle dinleyen Ahmet Emin Bey:
Fakat, dedi; romanı intiharla bitiremezsiniz. Basın
kanunu bunu yasaklıyor.
Oysa
romanın bir intiharla sonuçlanması zorunluydu. Zira romanın kahramanı, yaşamına
yön veren her düşüncede anormal duyguların baskısı göze çarpan, melez kanının
kalbinde yarattığı isyan, onuruna düşkünlüğün doğurduğu bunalımlar kendisini
sürekli olarak acılar içinde kıvrandıran bir gençti. Peşinde günahlar ve
facialar sürükleyerek bütün ömrünü, vücudu berelenmiş tırtıl ya da kurt
türünden bir varlığın ıstıraplı ve devamlı kıvranışları ile yaşayan bu gencin,
ancak kendi varlığının katlini de yapmak suretiyledir ki, vicdanıyla dimağı
sükuna kavuşabilecekti.
Ahmet
Emin Yalman’ın ihtarı beni şaşırtmış ve üzmüştü.
Bu
adamı öldürmeyip de ne yapalım, diye sordum.
Uzak
bir yere gönderin!
Zaten
uzaklardaydı. Kıtalar ötesinden geldi...
Daha
uzaklara gitsin ve artık hiç gelmesin!
Bu
gideceği yer öbür dünyadan başka neresi olabilir?
Siz
romancısınız, bir yer uyduruverin!!?
Anladım,
ne desem boştu. Müsveddeleri alıp matbaadan çıkmaktan başka yapacak şey yoktu.
Günah
Bende mi? piyasaya çıktıktan hemen sonra gazetelerde yer alan bir haber Kerime
Nadir’i hayli üzecekti.
ESRARENGİZ BİR SKANDAL
«Dün Marmara açıklarında boş bir
sandal bulunmuştur. Sahibi bilinmeyen bu sandalda son sayfası açık duran, Günah
Bende mi? adındaki roman dikkati çekmiştir. Anormal ruh bunalımlarını işleyen
ve intiharla biten bu roman, şüpheli durumla ilgili görülmektedir.»
Haluk
Giray’ı intihar ettirmek Kerime Nadir’i bir kaosun girdabına itmişti yok yere.
İNTİHAR
GENİ Bulundu... 5 HT
«Dilek
Girgin Çan’ın Kim (Nisan ’95) dergisinde yer alan intihar konulu yazısını
okuyordum. Sevtap geldi. Duymuş olmalıydım, resmen bir intihar geni bulmuş
İngilizler. Şaşkınlıkla intihar geni mi, diye sordum. Başıyla ’evet’ledi
Sevtap. Beyinde bulunan bir kimyasal madde olan 5 HT insanları intihara
sürüklüyormuş... ve intihar geni 5 HT’yi dengeleyen enzimin çoğalmasına neden
olmaktaymış. «Eyvah,» dedim sigorta şirketleri yandı. «Neden?» diye üsteledi
Sevtap. «Nedeni var mı, ya hayat sigortası yaptıracak insanlarda bu gen
varsa...» Sahi, hep intiharla ilgili yazdığım, konuştuğum için hayat
sigorta poliçemi iptal ederler mi, dersiniz?
KÜÇÜK
HANIMEFENDİNİN İNTİHARI
«Nedir
bunca koşusu insanın Ölümle yaşam arasında Günler aylar ve yıllar Sevinçler,
hüzünler arasında...»
Oktay Tuncer
Sıcak,
bunaltıcı bir pazar günüydü, hatırlıyorum. Kanaldan kanala dolaşırken birden
sepya rengi bir filme takıldım. İncecik, tığ gibi bir Zeki Müren hasret
şarkıları söylüyordu. Göz altlarına hücum etmiş buğuyla gülümsemeye çalışıyordu
Belgin Doruk. Birden, minik bir şerit belirdi ekranda: «Türk sineması Küçük
Hanımefendisi, Belgin Doruk’u kaybetti...»
Donakaldım.
Birkaç fotoğraf düştü aklıma. Birkaç eski film... bir dörtlük düştü: «Sabah
artık, yorgun yüzler / Beklemenin ağırlığında / Herkes biraz yaşamdır belki /
Herkes mutlaka ölümdür...»
İntihar
etmiş olabileceğini düşündüm Belgin Doruk’un. Sanatçının intiharı «en bir»
intihardı çünkü. Sarsıntı doluydu, depremliydi. Ünün doruğunda kendini bitiren
sanatçıları hatırladım...
Janis Joplin
aşırı dozda uyuşturucu
Elvis Presley
yüksek dozda ilaç yüklemesi
Jimi Hendrix
fazla miktarda esrar
Donny
Hathaway, Jim Morrison aşırı alkol ve uyuşturucudan ölmüşlerdi. İntihar
etmişlerdi yani. Curt Cobain gibi... Cahide Sonku, Afife Jale
gibi...
Şerit
bir kez daha geçti ekrandan: «Türk sinemasının değerli yıldızı Belgin Doruk...»
«Belgin
Doruk kurtulmuştu... aramızdan kurtulmuştu. (Uzayan bir ölüm sessizliği /
Koridorlara kokusu sinmiş / Boşluk gibi bir şey ürküten / Sonsuzluk gibi
durmadan inilen)
İntihar,
bir tespittir, diye yineledim. Tercihlerin tespiti. Giselle dudak büktü.
Yaşadığım hepsi de müebbet onlarca sevgiyi anlamasını bekleyemezdim ondan.
Belgin Doruk’un Akdeniz Şarkısı adlı filmini neden hiç unutamadığımı da...
«Tek kurtuluşun ölüm olduğuna inandığım pek çok an
oldu,» diyor Belgin Doruk anılarında.
«İşte
böyle bir gece vakti birdenbire ölmek istediğimi bir kez daha hissettim. Çünkü
benim için tek kurtuluşun bu olacağına ilişkin bir duygu bir süredir bir soluk
gibi vücudumda dolaşıyordu... orman içinde bir evde oturuyorduk. O gece yağmur
yağıyordu... Özdemir yine tüm işkolikliği üstünde çalışma odasındaydı. Yani, ya
Ankara’da, ya çalışma odasındaydı adam. Asla yanımda değildi. Zorunlu anlar
dışında elbette. Birdenbire dünyada artık beni enterese eden, benim yaşamamı
gerektirecek hiçbir şey kalmadığını hissettim. Tuhaf bir ruh hali elbette.
Sağlıklı olduğu söylenemez. Ama beni oraya getiren koşullar çok önemliydi.
Belki yağmurun o büyüleyici sesi, belki Bach’ın müziği, ortam bana cesaret
verdi ve aldım elime bir kâğıt kalem ’ Beni affedin. Yaşamak istemiyorum. Ben
artık bu yaşamın yükünü kaldıramıyorum ’ diye yazdım. Sonra da bir kutu hapı
yutarak kendimden geçtiğimi anımsıyorum.
«Allah’tan
Özdemir beni vaktinde bulmuş, Gül’lere haber vermiş onlar da bir ambulansla
beni hastaneye kaldırmışlar. Şimdi düşünüyorum da niye Gül’e haber vermeden,
ona duyurmadan, ona o acıyı çektirmeden direkt olarak kendi götürmedi
hastaneye? Sorumluluksa, kocamsın. Bunu yapabilirsin... ama hayır, o daima
benim her sorunuma kızımı ortak etti. Beni tek başına yüklenemedi...
«Doktorlar
uzun süre, damarımı bulamamışlar iğne yapmak ve serum vermek için, ayak
bileğimden yapmışlar müdahaleyi. Kurtulduğumu hissettiğim an, inan bana, ne
sevindim, ne de üzüldüm. Demek ki çekilecek çilelerim varmış, yaşayacağım
güzelliklerin yanısıra.
«Bir
daha intiharı düşünür müyüm, diye sakın sorma bana. Buna ne yanıt versem,
gerçek anlamda duygularımı yansıtamam. Kimi zaman ölmüş olmayı gerçekten çok
istedim. Kimi zaman da yaşıyor olmama şükrettim. Düşünsene, ölseydim Gül’ümün,
güzel Deniz’ini göremezdim. Yaramaz bızdığımı tanıyamaz, anılarımı yazamazdım.
Ama ölseydim, belki çektiğim pek çok şeyi çekmezdim. O yüzden lütfen sorma...
insan hali, hiç belli olmaz. Bir bakarsın, günün birinde bir kez daha en doğru
çözümün ölüm olduğunu düşünürüm.»
İntihar,
kuşkusuz bir tespitti. Tercihlerin tespiti... İç ve dış dünyalar uyuşmazlığa
düştüğünde, başarı, ün, yalnızlık sindirilemediğinde, bunalım çoğaldığında
yönelinen bir tespit... Margaux Hemingvvay’in intiharı gibi!
Sh: 30-35
İntihar
düşüncesi ne zaman başlar içimizde?
Rastgele
bir sığınma, kaçma, kurtulma isteği yüreğimize düştüğünde mi?
Kaçma,
sığınma düşüncesini reddedeceğimize ya da kısa bir süre sonra bütün bütün
unutacağımıza, geliştirmeye, yüceltmeye, vazgeçilemezimiz kılmaya
yöneldiğimizde mi?
İntihar
tutkusu kesin karara dönüştüğünde mi?
Hayır,
o bitiş oluyor. Karara dönüştüğünde eylem kaçınılmaz çünkü.
Ama
başlangıcı ne bu tutkunun?
Bilemiyorum.
Bu
saydığım evrelerin hangisinden ne vakit geçtiğimi de ayrımsayamıyorum şimdi...
Eflatun
aldırışsız bir ifadeyle:
«Dünya
nöbet kulübesidir,» diyor. «Bırakıp kaçmamız doğru olmaz.»
Thomas
Aquinas acır gibi bir tonla mırıldanıyor:
Sanırım,
her köşede yıkıcı güdülerimizi çoğaltabileceğimiz biri (birileri) ni umarsızca
aramaktayız. Fotoğraflar, hayal kadın / erkekler... sonra kokain, diazem...
jilet... Ve de birinin acı çekmesi, yere çalınması, ötekinin umursamazlığı,
bencilliği kimin kimi daha önce seçtiğiyle mi ilintili? Ya da kimin daha önce
yenildiğiyle, sayrısal tutkularını, intihar düşüncesini üretmekte kimin daha
sabırsız, vurdumduymaz hatta korkusuz davrandığıyla mı? (Ölmekten çok korktuğum
için mi, ölmek istiyorum bu kadar... bilmiyorum...)
«İntihar
Yaradan’ın gayesine karşı gelmektir,» diyor Immanuel Kant. «İntihar eden
insan öbür dünyaya görevini yerine getirememiş biri olarak gider... isyandır
yani...»
John
Locke aynı fikirde olduğunu belirtiyor:
«Hepimiz
Tanrı’ya aitiz.
Ve dünyaya onun isteğiyle getirilmiş bulunuyoruz.
Üstlendiğimiz görevleri yüzüstü bırakıp gidemeyiz.»
Ve dünyaya onun isteğiyle getirilmiş bulunuyoruz.
Üstlendiğimiz görevleri yüzüstü bırakıp gidemeyiz.»
Erkek
yalanının okşayıcılığını arıyordu Giselle. Her saniyesi, her dokunduğu, her
düşündüğü benim olmalı...
Oysa
sömürülürdü her duygu. Her düşünce alaya alınır. Her dokunuş eskirdi zamanla.
«Günün birinde ona bakarken sevmediğini anlayacaksın,» diyor Füsun: «Nefretsiz,
öfkesiz bir karar olacak bu...»
İntihar
ederek yakmak geleceğimi...
Erkek
yalanının ıslak sıcaklığı, kayganlığı ölümüydü Giselle’in. Etinde yağmamış
çiğlerin ışıltısıyla sokuluyor bana. «Ölü severdin hani,» diye soruyor.
Susuyorum. Kafam karmakarışık... İç ve dış sesler, haykırışlar içimi
üşütmekte...
Zweig’in karısıyla intihar ettiğine getiriyor sözü Ahmet
Altan:
«Niye
intihar ettiğini tahmin edemezsiniz. Dünya savaşı çıktığı ve insanlar birbirini
öldürdüğü için, böyle bir dünyayı daha fazla paylaşmaya tahammül edemeyip
kendini öldürdü... Halbuki o sıralarda, Latin Amerika’da savaştan epeyce uzakta
ve güvenlikteydi.
«Ama
başkaları ölürken, kendini güvende hissetmeye dayanamayacak kadar ilgiliydi
başkalarının hayatlarıyla. Bu ilgiyi kendi hayatıyla ödedi.
«’Ne
kadar aptalca,’ demeyin ne olur, beni çok kırarsınız.
«Zweig’in
karısının niye intihar ettiğini de hep merak etmişimdir. Savaşa dayanamadığı
için mi kocasıyla birlikte öldü, yoksa, kocasını ölüme giderken yalnız
bırakmamak için mi? Dünyanın yanması mı o kadına daha çok acı veriyordu, yoksa
sevdiği bir erkeğin acı çekmesi mi?»
Gelgitler
yaşıyorum. Marjinal ölümü anlatmak gelgitlerimi çoğaltıyor gerçekte.
Mutlu
intihar var mı? Hitler’inki mi mutlu intihar?
«İnsan
yaşamla ölüm arasına bir şey koymalıdır,» diyor Gülriz Sururi. Yaşamla ölüm
arasına intihar saplantımı koysam... 'Çıldırıyor,’ muyum... Boş gözlerle
süzüyor beni Giselle. «Bıktım, usandım senden,» diyor.
Giselle
berdelim oluyor.
Güzel
duygularımı berdel ediyorum. Sevgimi, özümü berdel ediyorum.
Duygularımı
yoksamak, elemlerimi öldürmek istediğim bu zaaf anında iki damla gözyaşı
gittikçe ıssızlaşmaya başlayan gecenin tüllendirdiği kederler arasında yitiyor
usulca.
Oysa,
başlangıçta da hep hüzün vardı Giselle. Hangi yola adımımı atacak olursam
olayım, yolun başında hep kırıklık, hüzün vardı.
«Zweig
gibileri ise,» diyor Ahmet Altan. «Ne o ana sığarlar, ne de geleceğin
kancalarına takılırlar. Onların hayatı, karanlık bir boşluktan, arkalarında
ışıklı bir iz bırakarak ölüme atlamakla geçer. İçinden geçtikleri boşluğu
yazılarıyla ve bazen de aşklarıyla doldururlar...»
Sayrılı
tutkularım oldu hep benim. Ula rengi hüzünlerim oldu.
Ulaştıkça
ulaşılmaz olan hasretlere birer sigara tellendiriyoruz Giselle ile.
«Bir
soru,» diyor: «Sevdin mi?»
Kimleri,
neleri sevmedim ki... Kitapları, daktilomu... öykü kahramanlarımı, kedileri,
bir tek özlemleri, ayrılıkları sevmedim ben.
Bu
defa ıssızlıklara mı içsek? Aman ihtiraslarımızın hatırı kalmasın...
«Haydi,
şerefe öyleyse!..»
Gerisini
getiremiyor Giselle. Ayağa kalkıyor. Gözleri yaş içinde. Sırtını duvara
dayıyor. Bir sigara daha yakıyor en pahalısından. Duman bir acı, bir
hatırlayış, bir bukağı halkası oluyor salonda.
«Seni
sevmiştim,» diyor.
Solmuş
heyecanlarla, yalnızlıklar iç içe artık. Gözyaşlarımı kapıda bırakmalıyım.
Cinnete varan gururumu da... yanımda bir tek intihar kalmalı...
«Cinayet,
yazı ve aşk, insanın tanrısallığa en çok yaklaştığı üç durum,» diyor Ahmet
Altan. Bakışlarını kaçırıyor konuşurken. Kendisine güvenli bir ifade var
sesinde:
«...biri
öldürerek tanrısallaşıyor, biri yaratarak, biri de kendini çoğaltarak.»
Cinayet,
aşk ve yazı birbirine benziyor, ama Zvveig cinayetlere dayanamadığı için
kendini öldürüyor, Yesenin ise aşka dayanamadığından vuruyor kendini.
Yesenin,
Sovyet Devrimi sırasında yaşamış serseri bir şairdir.
Herkes
de onun serseri olduğunu söylerdi zaten.
Bir
şiiri, yanlış hatırlamıyorsam, şöyle başlıyordu:
«Bilmiyorum niçin bana şu Yesenin rezili
Bilmiyorum niçin bana şu şarlatan, diyorlar.»
Devrime
içi pek ısınamadı nedense, devrimciler de onu pek sevmediler. Sonra, Isadora
Duncan adlı o dans büyücüsüne âşık oldu. Onun peşinde dolaştı durdu dünyayı.
Devrimin
katılığına ayak uyduramadığı gibi, aşkın acısına da katlanamadı.
İntihar
mektubu yerine bir şiir bırakarak vurdu kendini.
Gelgitler
devam etmekte... yitirdiğim sevgilere ağlamamak elimde değil... intiharı kimi
kez bir başucu çözümü olarak görmem bundan. Kimi kez bağlanıveriyorum yaşama.
Sımsıkı. Hayır, bir suçluluk duygusu yok bu değişken ruh süreçlerimin altında.
Kirli çamaşırlarını ortalarda yıkayanlardanım çünkü. Yıkayabilenlerdenim.
Sesler
dökülüşüyor. Üst üste çalıyor telefon. Telesekreteri devreye sokuyorum.
Zvveig,
sevgilisiyle birlikte intihar eden bir Alman şair olan Kleist’in biyografisini
yazmıştı. Şöyle diyordu Kleist için: «Bazen ölmeyi beceren ve ölümde; zamanı
aşan bir şair yaratabilen biri de bulunmalıdır.»
«Yazdığı
kitaptaki gibi,» diyor Ahmet Altan. «...ölümden bir şiir yaratarak öldü kendi
de.»
Ölümlerin
bu kadar çok olduğu ülkemizde, ölümden bir şiir yaratanların çok az olduğunu
biliyorum. Ölümü, şiirinden soyduğumuz ve sıradan acılara, manasızlıklara
çevirdiğimiz bir zamanda yaşıyoruz.
Ölümün
manasızlaştığı yerde aşk da ölüyor. Ben ölümden değil, şiirsiz bir ölümden kurtulmak
için âşık oluyorum.
Zweig,
ölümün manasızlaşmasına dayanamadığı için ölüyor...
«Bir suç armağan ediliyor bana. İntihar!
Bir suç gibi armağan ediyorum, intiharı. İntiharımı...»
Sh: 36-40
Bu
kitap tümüyle bir araştırma değil. Bir roman, bir öykü hiç değil. Bir anı
kitabı, bir söyleşi, bir oyun da değil. (Editörüm, hangi dizi kapsamında
yayımlaması gerektiği konusunda hayli zorlandı sanırım.) Olsa olsa bir
anlatı... ya da bir tür deneme diyelim... yoksa bir içdökümü mü?
Menzili
'dönüşsüz’ bir yolculuğun hemen başında yaşanan ruh süreçlerini düşündüm çoğu
kez.
Anna
Karenina tren yoluna doğru kendini atarken acaba pişmanlık duydu mu?
Yaşam
içgüdüsü bir anda ölüm içgüdüsünü yendi mi?
Hayata
tutunmak istedi mi yeniden?
Ya
bu soruların yanıtları ’evet’se...
Ölüm
ve yaşam arasındaki savaş, dram, çatışma, rekabet, misillemedir intihar. Bazen
insan ölme, öldürülme isteğiyle dolduğunu duyumsar. Bir yandan kendisine karşı
şiddetli, yok edici niyetler beslerken bir taraftan da bütün bütün kopmamak yanlısıdır.
Bir
avucun sıcaklığını özledi Anna. Nemli, sıcak bir avucun. Vronski şimdi çok
uzaklardaydı...
İntihar
girişimleri ardından kurtarılan pek çok kişinin pişmanlıklarını dile
getirdikleri, kurtarıcılarına minnettar kaldıkları, hayata genelde daha bir
sıkı bağlandıkları bilinir. Yaşam içgüdüsünün yengisidir bu. Zaferidir.
’Her ölüm, erken ölümdür’ Cemal Süreya’ya göre. Her intihar ertenilesidir belki
de... tek bu nedenle bile ertenilesidir, kimbilir.
İntiharı
anlatmaya çalıştım size. Başkalarının intiharlarından, intihar girişimlerinden,
düşüncelerinden yola çıkarak psikososyal, kültürel dinamiklerini anlatmaya
çabaladım dilim döndüğünce. İntihar konusunda konuştuğum insanların çoğu
intiharı çaresizlik, zayıflık, çılgınlık olarak değerlendiriyor, intiharın
kesinlikle savunulacak bir eylem olmadığını, ötenazinin intiharla bir
tutulmaması gerektiğini vurguluyorlardı.
Tıpkı
o şarkıda olduğu gibi, «Zor bir günün gecesiydi yaşadığımız, zor bir ömrün
akşamı,» diyorlardı. «Ama gün dönünce, geride kalan hep dündür...»
Evet,
intiharı anlattım. Daha önce de belirttiğim gibi intiharı yazmak erkek
eşcinsellerin psikososyal açmazlarını, marjinal sevgileri yazmaya benzemiyordu.
Potansiyel katildim kimilerinin gözünde. Belki bir cani ya da azılı bir deli...
İntihar riskliydi çünkü. Tabuydu. İntihar, ateşle oynamaktı.
Bundan
sonraki bölümde yaşadığım çok şiddetli bir duygusal çöküntü esnasında
planladığım, ama korkak (beceriksiz mi yoksa) bir katil olduğumdan bir türlü
gerçekleştiremediğim, ertelediğim bir cinayeti; kendi intiharımdan az önce
duyumsadıklarımı anlatacağım size. Ama bir hatırlatma yapmak istiyorum; belki
intiharı, takıntılı bir insanın sabuklaması olarak alımlayacak, belki
sahtekârlıkla suçlayacaksınız beni. Kabulüm. Başım gözüm üstüne. Yine de
yazmadan geçemeyeceğim. Hayatı sevin diyeceğim size, mavinin, sarının,
sulandırılmış lila tonların ayırdına vararak yaşayın, diyeceğim.
Yani,
nasıl ve nerede olursanız olun, hiç ölmeyecekmişçesine yaşamı sevin diyeceğim.
23 Mayıs 1993
İLGİLİ MAKAM’a
Kendi isteğim ve
özgür irademle yaşantımı sonlandırmaya karar vermiş bulunuyorum. İntiharım
kesinlikle anlık bir edim değil. Çok önceden planladım, bilinçle seçtim. Tıpkı
Werther, Artauld gibi, isteyerek kopardım kendimi hayattan, yazgımı
değiştirmeyi denedim.
Gereksiz soruşturma
ve işlemlere girişilmemesini özellikle rica ederim.
Saygılarımla Pınar ÇEKİRGE
ACI KAYBIMIZ
Ulviye Özgüç, Nurettin Özgüç,
Müveddet Çekirge, Ekber Çekirge nin torunları, Güner Özgüç Çekirge ve Saadettin
Çekirge’nin biricik oğulları,
PINAR ÇEKİRGE
vefat etmiştir. Cenazesi 26 Mayıs
1993 günü (bugün) Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Feriköy
Aile Kabristanı’na defnedilecektir. Mevla rahmet eyleye.
AİLESİ
BAŞSAĞLIĞI PINAR ÇEKİRGE’yi
yitirmenin derin üzüntüsü
içerisindeyiz. Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve yakınlarına
başsağlığı dileriz.
ÇALIŞMA ARKADAŞLARI
Yalnızlık
Adası’nin Erkekleri’, 'Marjinal Kadınlar’, ’Marazi Aşklar / Lila Rengi
Hüzünler’ adlı kitaplarıyla tanıdığımız, araştırmacı-yazar Pınar ÇEKİRGE (33)
dün sabah evinde ölü olarak bulunmuştur. Yapılan incelemede aşırı derecede uyku
hapı alıp...
(Rikkat Gazetesi, 26 Mayıs 1993/sayfa 2, sütun 4)
İNTİHAR MI, CİNAYET Mİ?
Yazar
Pınar ÇEKİRGE’nin esrarengiz ölümü...
[Öğleden Sonra Gazetesi,26 Mayıs 1993/sayfa1, sütun 2)
Pınar
ÇEKİRGE aşk yüzünden mi canına kıydı...
(Avuntu Dergisi, 1 Haziran
1993/sayfa 12-13)
Pınar
ÇEKİRGE’nin intiharı ile ilgili olarak yürütülen soruşturma devam etmekte olup,
çevresinde hayata bağlılığıyla bilinen ÇEKİRGE’nin neden intihar etmiş olduğu
henüz anlaşılamamıştır...
(Hafta Ortası Magazin, 2 Haziran 1993/sayfa 18)
Dostlarım
anmayın artık adımı,
Siliniz gönülden eski yâdımı.
Kırınız sonuncu itimadımı.
Ölünce bir daha, beni aldatın.
Siliniz gönülden eski yâdımı.
Kırınız sonuncu itimadımı.
Ölünce bir daha, beni aldatın.
Yüzyüze
getiremez bizi asırlar,
Meydana vurulsun saklanan sırlar.
Sayılsın şahsıma ait kusurlar,
Korkmayın içine yalan da katın...
Meydana vurulsun saklanan sırlar.
Sayılsın şahsıma ait kusurlar,
Korkmayın içine yalan da katın...
O. Seyfi Orhon
Sh: 92-96
Kaynak: Pınar
Çekirge, Niçin İntihar, Altın Kitaplar, 1. Basım/Eylül 1996, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar