Print Friendly and PDF

NİKOLAY VASİLYEVİÇ GOGOL’ÜN HAYATI VE ESERLERİ

Bunlarada Bakarsınız



 “Hepimiz Gogol’ün “Palto” sundan çıktık.” F. Dostoyevski
“Müfettişi, kötü ve adaletsiz olan her şeyi yansıtmak ve bir anda hepsinin üstüne gülmek için yazdım...” N. Gogol

Nikolay Vasilyeviç Gogol, 1809’da dünyaya geldi. Yoksul, ama soylu bir ailedendi. Doğduğu yer Ukrayna’nın göbeği olan Poltava eyaletinin Soroçinstı köyüydü. Gogol’ün bütün çocukluğu Ukrayna’nın küçük çiftlik sahipleri arasında geçti. İlk öğrenimini evde yaptı. Hocası bir medrese öğrencisiydi. Sonra Niyejin lisesine girdi. Orayı 1828’de bitirdi.
Gogol, öğrenimi pek de ciddiye almamıştır. Lisede temelli bir öğrenim görmüş sayılamaz. Ama edebiyata hevesi, merakı çoktu. O yıllar içinde Rusya’da çıkan hemen her kitabı okuyor, okul gazetelerine, öyküler, şiirler yazıyordu. O sıralarda Gogol’ün yeteneği aktörlükte belli oluyordu. Okul gösterilerindeki komik rollerde özellikle başarı kazanıyordu.
1828’in sonunda okulu bitirdikten sonra yanına birtakım tavsiye mektupları alarak Petersburg’a gitti. Parlak umutları vardı. Fakat bu büyük şehrin tatsız gerçeğiyle karşılaşınca bütün düşlerinin yıkıldığını anladı. Tavsiye mektupları bir işe yaramamıştı. İş bulamıyordu. O zaman Gogol başka bir yolu denemek istedi. Okulda yazmış olduğu uzun bir şiiri bastırdı. Ama eleştirmenlerin sert yermeleriyle karşılaşınca, kitabının ’ bütün sayılarını toplayıp yok etti. Aktörlüğü de denedi. Ama tiyatro oyunlarını yalın ve doğal oynamak düşüncesinde olduğu için, abartmalı bir sahne dili ve tavrı arayan tiyatro müdürleri tarafından beğenilmedi. Sonunda, 1830 yılının ilkyazında bir bakanlıkta küçük bir memurluk bulabildi. O sıralarda annesine yazdığı bir mektupta şöyle diyor: “Şube müdürlerinin budalaca yazılarını temize çekmekle uğraşıyorum. Oysa bu saçma işten oldumolası nefret etmişimdir. ” Gogol’e çok güç gelen bu memuriyet bir yıl sürdü. 1831’de bir soylular okulunda tarih öğretmeni oldu.
Bütün bu talihsizlikler, çırpınmalar arasında Gogol, edebiyat merakından hiç vazgeçmiyordu. Doğduğu memlekette olup bitenlerle de sıkı sıkı ilgileniyor, annesine yazdığı mektuplarda hep Ukrayna’daki olayları, çiftçilerin durumunu soruyordu. Sevgili Ukrayna’sı hiç aklından çıkmıyordu, işte bu sıralarda, Ukrayna’yı canlandıran Dikanka Akşamları adındaki eseri ortaya çıkaracak öykülerini yazmaya başladı. Bu öyküler iki cilt halinde 1831-1832 yıllarında yayımlandı ve görülmemiş bir başarı kazandı. Hele onların doğallığı, neşesi herkesi sarıyordu. Puşkin, bir mektubunda bu hikâyeler üstüne şöyle yazıyor:
“Şimdi Dikanka Akşamları'nı bitirdim. Bu öyküler beni şaşırttı. İşte gerçek, içten bir neşe. Kimi yerleri de ne kadar şiirli, duygulu. Bu çeşit yapıtlar bizim edebiyatımızda o kadar yeni ki, üzerimde bıraktığı şaşkınlık etkisi hâlâ geçmedi. Söylediklerine göre, dizgiciler, kitabı dizerken gülmekten katılıyorlarmış. Moliere de, Fielding de böyle bir şeyden hoşlanırlardı herhalde.”
Fakat Puşkin de, okurlarla eleştirmenler de, o öyküleri kaplayan neşenin gizlediği hüznü fark edemediler, örneğin, kitabın belki de en neşeli öyküsü olan “Soroçinsk Panayırı” şöyle biter: “Şu mahzun insan kalbi! Onu hiçbir şey iyi edemez.”
Gogol, bu ilk öykülerinde, o zaman bütün Avrupa’yı sarmış olan romantizm modasından kurtulamamış, aklın almayacağı olaylarla, doğaüstü güçlere fazla yer vermiştir. Ama bunu, o zamanki Ukrayna insanlarının dünya görüşüne bağlayarak ve birtakım halk masallarıyla karıştırarak yapmıştır. Bu bakımdan bu ilk hikâyelerin romantizmi yanında güçlü bir gerçekçi görüş de vardır.
Sonuna kadar Gogol’ün yapıtlarının belli başlı bir özelliği sayılacak olan, hüzünle neşenin kaynaşmış bir halde oluşu bu ilk öykülerde de görülmektedir.
1833   1835   arasında Gogol, sonradan Mirgorod Öyküleri adı altında toplayacağı öykülerini yazıyor. Bu öykülerde yazarın gerçekçi yanı daha ağır basmaya başlıyor. Gogol, Ukrayna’nın küçük çiftlik sahiplerini “Eski Zaman Beyleri” ve küçük şehir hayatını “İvan îvanoviç ile Ivan Nikiforoviç’in Nasil Kavga Ettiklerinin Hikayesidir ” öykülerine konu olarak seçmektedir. “Eski Zaman Beyleri”nde geçmiş yılların rahat, sakin, tembel yaşamını canlandırıyor. “Ivan îvanoviç Ue İvan Nikiforoviç’in Nasıl Kavga Ettiklerinin Hikâyesidir” adlı öyküde ise küçük bir şehirde yaşamın nasıl boşu boşuna geçtiğini anlatıyor. Buna karşı, gene o ciltte bulunan “Taras Bulba”da eski Ukrayna’nın parlak günleri yaşatılmıştır. Gogol’ün burada, bütün romantikler gibi, yaşadığı günlerin kasveti, sevimsizliği, bayağılığı içinde, geçmiş günlerin özlemini duyduğu görülüyor. Bunlar, Gogol’ü sonradan, toplumsal düşünce alanında gericiliğe kadar götürecek olan bir geçmiş zaman sevgisinin ilk belirtileridir.
1834-1835    yıllarında tarihle de uğraşmaya başlayan Gogol, Petersburg Üniversitesine tarih profesörü oluyor. Büyük bir Ukrayna tarihi yazmayı tasarlıyor. Ortaçağ üzerine bir dizi makale hazırlıyor. Fakat bu iş için bilim temeli zayıftır. 1835’de üniversiteyi bırakıp kendisini bütün bütüne edebiyata veriyor. Artık ne memuriyette, ne de profesörlüğü sırasında gerçekleştiremediği toplumsal bir ödev görmek isteğini yalnız edebiyatta gerçekleştirmeyi düşünmektedir. İlk yapıtlarında kimi neşeli, kimi hüzünlü bir mizah görüldüğü halde, sonraki yapıtlarında taşlama yanı güçleniyor. Toplumsal, ahlaki derslerini artık bu yolla, yani taşlama yoluyla vermeyi kararlaştırmıştır. Eserlerinden romantizm hâlâ tamamen çekilmiş değildir. Doğaüstü güçlere, olmayacak olaylara yazılarında yine yer vermektedir. Ama bunlar daha çok öykülerinin düzenlenmesine yarayacak birer araçtır. En küçük ayrıntıya değin inen bir gerçekçilik, yapıtlarının temeli olmuştur. Artık Gogol’ün eseri, yaşamın aynasıdır. Yalnız Ukrayna yaşamının değil, Petersburg’un da. Gogol’ün öykülerinde, komedyalarında şimdi artık yalnız çiftlik beylerini değil, şehirli tüccarları, sanatkârları, memurları da görüyoruz. İşte Gogol, en büyük eserini bu yolda verecek, gerçekçiliğinin en kusursuz, en olgun ürünlerini bu yolda yaratacaktır.
Petersburg’da yakından görüp anladığı, para, mevki hırsı, toplumsal eşitsizlik gibi sorunlar Petersburg Öyküleri’nde kendini gösterir. Bu kitabın ilk öyküsü, “Nevski Bulvarı”1834’de yazılmıştı. Bu eserin en güzel öyküsü olan “Kaput” 1839-1840’da yazılmıştır. Bu öyküyle Gogol, Rus edebiyatında yeni bir çığır açıyor. Toplumun alt katlarında yaşayan insanlara karşı derin bir sevgi bu çığırın bellibaşlı bir özelliğidir. Dostoyevski, XIX. yüzyıl Rus romancılarından söz ederken: “Hepimiz ‘Kaput’dan çıktık,” der.
Gogol, yine o yıllarda tiyatro çalışmalarıyla uğraşıyor. Sonradan 1842’de basılacak olan Bir Evlenme adlı oyununa 1833’de başlıyor. 1834’de de Müfettiş'i yazmaya koyuluyor. Müfettiş, 1836’da oynanmıştır.
Müfettiş'in uyandırdığı tepkiler, bu oyun üstüne yazılan sert eleştiriler ve Müfettiş’ı Gogol gibi anlamayıp da onu kendi davaları için kullanmaya kalkışanların övmeleri, Gogol’ün zaten zayıf olan sinirlerini bozdu. Bunun üzerine yazar Rusya’yı bırakıp İtalya’ya gitti.
Bundan birkaç ay önce Puşkin ona, Gogol’ün en büyük eseri ve dünyanın en ünlü romanlarından olan Ölü Canlar’ın konusunu vermişti. Ölü Canlar’ın kahramanı Çiçikov Rusya’nın birçok kentini dolaşır ve hileli bazı yollardan zengin olmaya uğraşır. Gogol, bu konu üstüne şunları yazıyor: “Puşkin, Ölü Canlar konusunun bana çok uygun düştüğünü, çünkü bana Çiçikov ile birlikte bütün Rusya’yı dolaşmak ve çeşit çeşit insanları canlandırmak fırsatını vereceğini söylemişti.”
İşte Gogol, Müfettiş'i yazdıktan sonra kendisini bu yapıta veriyor, önce, daha çok, gülünç tipler canlandıracağını tasarladığı halde, yazmaya başladıktan sonra, konusunu ve kahramanlarını derinleştirmeye başlıyor ve bu romanını, yaşamı ve toplumu bayağılaştıran kötülüklerle bir kavga aracı haline getiriyor.
Ölü Canlar’ın birinci cildi 1842’de yayımlandı ve çok büyük bir başarı kazandı. Fakat Gogol, eserinden memnun değildi. Ona göre bu birinci cilt Rusya’nın bir yanını, kötü yanını gösteriyordu. İkinci ve üçüncü ciltler ise Rus toplumunun olumlu yanlarını ortaya koyacak ve bu toplumun daha iyi bir duruma geçebilmesi için tutulacak yolları gösterecekti. Bunun içindir ki Gogol, eserine roman değil, destan adını vermiştir. Ona göre, Odysseia nasıl eski Yunan toplumunun yaşamını her yönden gösteriyorsa, Ölü Canlar da tıpkı böyle, Rusya’nın içini dışını ortaya koyacaktı. Fakat Gogol, Ölü Canlar’ın ikinci cildinden bir türlü memnun olamıyordu. Bu yüzden, 1845’de bu cildin elyazmalarını ateşe attı, ikinci kez yazdığı bu cildi 1850’de gene yok etti. Bugün elimizde bulunan ikinci cilt, o zaman Gogol’ün evinde ele geçirilen bazı notlardan ve parçalardan ibarettir.
Müfettiş'den ve özellikle Ölü Canlar’ın ikinci cildinin ateşe atılmasından sonra Gogol’ün geçirdiği psikolojik bunalımın şu nedenden ileri geldiği söylenebilir: Her iki yapıt da, kendisinin savunmak istediğini söylediği, o zamanki devlet düzenine karşı, yenilik yanlılarınca bir silah olarak kullanılmıştır.
Bu durum karşısında Gogol, yolunu değiştirmeye karar veriyor. Dünyadaki bütün kötülüklerin insanlardaki kötü niyetlerden ileri geldiğini ve bu kötü niyetlerin temizlenmesi işinin, Müfettiş ve Ölü Canlar'da yaptığı gibi kötü insanları yererek değil, iyi insanları göz önüne alarak başarılabileceği düşüncesine varıyor. Oysa kalem, gene bellediği yolda yürümektedir. İşte Ölü Canların ikinci cildinden bir türlü memnun olamayışının ve sonunda bu cildi ateşe atışının nedenleri buradadır... Çünkü Gogol, gerçekçi bir yazar olduğu için dünyadaki kötülükleri görmeye alışmıştı. Ne kadar istese de iyi insanlar ve iyi gidişler uyduramazdı. Bir çıkmaz içindeydi. Bu düşüncelerle yapıtlarını yeni bir biçimde tanıtmaya kalkıştı. Onları yeni bir biçimde yorumlamaya çalışıyordu... Müfettiş'e ekler yazdı. Kitabımızın içinde bulacağınız bu eklerde Gogol, oyuncularının ağzından Müfettiş'i inceliyor, eserinin devlet düzenini yıkmak amacıyla değil, insan ruhunun temizlenmesi niyetiyle yazılmış olduğunun anlaşılmasına çalışıyor. O, nerdeyse yaptığı işten korkmuş gibidir. Eserini yadsımaya kadar varamadığı için iki karşıt kutup arasında bir uzlaşma arıyor. İşte Tiyatro'dan Çıkış bu amacı sağlamak niyetiyle yazılmıştır. Toplumda kökten bir değişme olsun istemiyor. Gösterdiği kötülüklerin, giderilmesi kolay kötülükler olduğuna herkesi inandırmaya kalkıyor. Yalnız ‘ruh’ üzerinde duruyor. Dikkati dışardan içeriye çevirmek isteğindedir. Avrupa’dan gelen yeni düşüncelere karşı artık açıkça cephe alıyor. O kadar ki Dostlara Yazılan Mektuplardan Seçme Parçalar adlı eserinde o, artık bir gericidir. 1861’de yıkılacak olan kölelik düzenini savunuyor. Fakat bu noktada onu, körü körüne geri bir kafa taşımakla suçlamak haksızlık olur. Gogol, kölelik düzeninde düzeltmeler istiyordu. Köle sahipleriyle köleler arasında bir baba oğul ilişkisi kurmak gerektiğini söylüyordu. Bir çeşit ortaçağ düzeni yanlısıdır.
İşte Gogol’ün bu son durumu onu sevenlerde hoşnutsuzluk, sinirlenme uyandırdı. Herkes onun aleyhine döndü. Hatta, Gogol’ü en çok sevenlerden ve onun büyüklüğünü ortaya koyanlardan biri olan Rusya’nın en ünlü eleştirmeni Belinski bile ona şiddetle saldırdı. (Belinski’nin bu saldırısı, sonradan Rusya’da herkesçe ezberlenen bir mektubundadır. Bu mektup Tercüme Dergisi'nin 27nci sayısında yayımlanmıştır. Dostoyevski, bu mektubu bir arkadaş toplantısında okuduğu için Sibirya’ya sürgün edilmişti.) Bu durum Gogol’e büsbütün dokundu. Hastalığı arttı, son yıllarını dinsel kaygılar içinde geçirdi. 1852 Martının dördüncü günü sinir bunalımları içinde öldü.
Gogol'ün tragedya denemeleri. — Gogol’ün en verimli on yılının (1832-1842) ürünü olan oyunları, bütün yapıtları arasında önemli bir yer tutar. Ama bu on yıl içinde onun ünlü öykülerini, romanlarını da buluyoruz.
Mirgorod Hikâyeleri ile Ölü Canlar’ı bu dönemde yazmıştır. Gogol’ün, oyunlarında büyük bir başarıyla ortaya koyduğu “gülünç” oluşlar, öykülerinde, romanlarında da göze çarpar. Müfettiş' deki, Bir Evlenme'deki özellikler araştırıldığı zaman, bunların az çok öykülerinde de bulunduğu görülebilir.
Puşkin’e, Gogol’e gelinceye değin Rusya’da dram yoktu. Daha çok tarihsel tragedyalarla seyircilerde sırf dehşet, korku, hüzün yaratan birtakım melodramlar yazılmaktaydı. Bunlarda da gerçekçiliğe doğru bir gidiş bulmak güçtü.
Gogol, her türde, yani hem tarihsel tragedyada, hem melodramda yeteneğini denedi, ama bir başarı elde edemedi. O dönem kişilerini ele alarak yazdığı bir melodramın bugün ancak iki sahnesi kalmıştır. Bir de konusu IX. yüzyıl İngiliz tarihinde alınmış Alfred adında bir tragedyası vardır ki, bunun da birinci perdesiyle, ikinci perdesinin başlangıcı bugün elde bulunmaktadır. Alfred, 1835’de yazıldı. Anlaşıldığına göre Gogol, bunda halkı ezen, bilgisiz, zalim kişizadelerle, devlet düzenini kurmaya uğraşan Kral Aflred arasındaki çekişmelerden savaşımlardan söz eder. Bu, bir tek kahraman çevresinde dönen bir tragedya değil, belki de bir halk tragedyası denemesiydi. O zaman Puşkin de yeniden bu doğrultuda çalışmaya başlamıştı. Boris Godunov’u daha önce, 1831’de yazmıştı. Bu eserin, Gogol üzerindeki etkisi büyük olmuştur.
IX. yüzyıl İngiliz tarihinden alınmış bir konuyu canlandıran Aflred ile Müfettiş arasında, ilk bakışta hiçbir yakınlık bulunamayacağı sanılırsa da aslında bu iki yapıt birbirine benzemektedir. Çünkü her ikisinde de hasta,, zayıf bir devletin kurtarılmasına yarayacak yollar ve çareler belirtiliyor. Nitekim Gogol, bu tragedyayı bırakıp o yıl Müfettiş'i yazmaya koyuluyor.
1839-1841 yılları arasında tragedya yazmak isteğini bir kez daha denemeye kalkışıyor. Konuyu Ukrayna tarihinden alıyor. Epey de yazıyor. Ama bir gün çağdaşı ozan, çevirmen Jukosvki’ye yazdıklarını okurken onun uyuduğunu görünce, bu işi başaramadığını anlayıp yazdıklarını yok ediveriyor. Bu dram üstüne bundan başka bir şey bilmiyoruz. Yalnız sanıldığına göre, bu oyun yazılsaydı, belki de bir Ukrayna halk tragedyası olacaktı.
Gogol'ün komedya yazarlığı. — Gogol çocukluğundan beri komedyaya karşı büyük bir ilgi duymuştur. Bunda babasının da etkisi olmuştu. Çünkü o da birtakım halk komedyaları yazardı. Gogol’un okul gösterilerindeki başarıları da söylenir. Onun yazı alanına ilk adımını attığı Dikanka Akşamlan öykülerinde komedya öğesi besbellidir. Nitekim “Noel’den Bir Gece önce” adlı öyküsünün sahneye konulmuş olması, bunların dramatik bir özellik taşıdıklarını anlatmaya yarar sanırız.
Demek ki Gogol’ün öykülerindeki “gülünç” özelliğe birde onların tiyatro bakımından taşıdıkları özelliği eklemek gerekiyor. Dikanka Akşamları yayımlandıktan bir yıl sonra, 1833’de Gogol’ün komedya ile ilgilenmeye başladığını görüyoruz.
Bir arkadaşı anlatıyor:
“Bir gün Gogol ile konuşuyorduk. Ben dedim ki:
        Bizde bir tiyatro eserine konu olabilecek olaylar yok. Çevremiz anlamsızlıkla; tekdüzelikle dolu. Bunların arasında güldürücü bir şey bulmak çok güç.
Ben bunu söyler söylemez Gogol karşı çıktı:
        Yanılıyorsunuz, dedi. Gülünçlük her yerde vardır.
Aramızda durup duruyor ama göremiyoruz. Onu ancak bir sanatçı bulup çıkarabilir. O zaman da, şimdiye kadar biz nasıl olmuş da bunu görememişiz diye şaşıp kalırız.”
Bu konuşmadan altı ay sonra Gogol’ün arkadaşı Pletnev, Jukovski’ye, Gogol’ün kafasında bir komedya kurduğunu yazıyor. Birkaç ay sonra da, 1833 yılının başında Gogol, bu tasarının başarısızlıkla sona erdiğini arkadaşı Pogodin’e bildiriyor:
“(...) Aklım fikrim bir komedya yazmakta. Moskova’da, yolda, burada, her yerde bu iş kafamdan çıkmıyor. Konu hazır; adını da buldum. Hem de ne alaylı, ne güldürücü, bilemezsin. Ama kalemim bir türlü yürümüyor. Çünkü farkında olmayarak öyle şeyler yazmaya başlıyorum ki, bunları sansür, kabil değil bırakmaz. Oyun da oynanmazsa neye yarar? Tiyatro eseri ancak sahnede yaşar. Şimdi artık suya sabuna dokunmayan bir konu bulmaktan başka çarem yok. Bu öyle bir konu olmalı ki, mahalle polisini bile kuşkulandırmasın. Fakat gerçeği ortaya koyamayan, içinde iğneli alaylar bulunmayan bir komedya neye yarar ki.”
Bu oyunun adı Vladimir Nişanı idi. Gogol’ün bu oyunu yazamayışının bazı nedenlerini yukarıda kendi kaleminden öğrendik. Ama başka nedenler de gösterilebilir ki, bunları yazmadan önce, şimdiye değin anlattıklarımızdan belirmeye başlayan, Gogol’ün tiyatro anlayışını özetlendirelim:
A)        Gogol’e göre komedya, her şeyden önce insanı neşelendiren, güldüren bir sanattır. Oysa, o çağda gülme kaba, bilgisiz halkın, eğlenmesine yarayan bayağı bir şey sayılıyor, hele ince düşüncelerle, nüktelerle dolu olması istenen komedyanın bir koşulu gibi görülmüyordu.
B)         Gülünçlük her yerde vardır. Aramızda, çevremizdedir. Ama onu göremiyoruz. Bu gizli gülüncün ortaya çıkarılması, gülüncün bulunduğu karakterlerin belli edilmesiyle olur.
C)        Ama karakterlerin belli edilmesi yetmez. Bir de toplumsal gerçeği ortaya koymak gerekir. Bu da yerme kullanarak yapılabilir.
D)        Komedya her şeyden önce bir sahne eseridır.
İşte bütün bu koşullar; yermeyle varılan toplumsal bir amaç, gülüncü karakterlerde aramak, güldürmek amacmm gözden uzak tutulmaması, en sonra bütün bunların sahne gereklerine göre canlandırılması... Gogol’ün dramatik yapıtlarının temel öğeleri olarak görünürler.
Gogol, bu kuralları iyice bilmesine, kendine mal etmesine karşın Vladimir Nişanı oyununu bir türlü yazamıyor. Çünkü bunların hepsini bir arada uygulamak istiyor. Oyununda en aşağıdan, en yukarıya değin, bütün memurlar, Petrograd sosyetesi, hizmetçiler, taşradan gelenler görünsün istiyor.
Vladimir Nişanı’nda üçlü bir çatışma var. Nişan almak için çırpınma, bir miras sorunu, bir de kadın-erkek ilişkisi. Demek; mevki, para ve evlenme, ilk ikisinin içinde memurların kaygıları, müdür olmak için çırpınmaları gibi bürokratik olaylar bulunuyor. Üçüncü olarak sayılan nokta, çıkar için girişilen bir evlenmedir. Burada aşk "birinci planda görünmüyor. Çünkü Gogol, komedyayı aşk üzerine değil, toplumsal sorun üzerine kurmak gereğine inanır. Aşka, tıpkı insanlar arasında olup geçtiği gibi, öteki sorunlar ve konularla bir arada yer verir. Gogol, tek başına aşk üzerine kurulacak bir oyunda bu konuyu sonuna değin incelemek gerektiğini, böyle olunca da o eserin artık kimseyi güldüremeyeceğini söyler.
“Ben, aşk bir oyuna konu olamaz demedim. Yalnız aşk değil, ondan daha yüksek olan duygular da pekâlâ bu işi görebilir. Ama bir koşulla; onlar ancak bütün derinlikleriyle anlatılabildikleri zaman bir anlam kazanırlar, insanın, onları ele alınca, oyunun bütün öteki yanlarını gözden çıkarması gerekir. O zaman da komedyanın temeli olan her şey yok olur gider. Komedya bir toplum sanatı olarak büsbütün ortadan kalkar.”
Gogol, arkadaşı Pogodin’e gönderdiği mektupta, tasarladığı oyunu yazamayacağını söylediği zaman polisi korkutmayacak bir konu bulmak istiyor. Anlaşılıyor ki, yeniden niyetlendiği bu komedya Bir Evlenme'dir. Ama o vakit adı Kısmetler'di.
Gogol, 1834’de bu komedyasının bittiğine karar veriyor. Sahneye koymaya hazırlanıyor. Ama 1835’de Puşkin’den Müfettiş'in konusunu alınca artık her şeyi unutup yalnız bunu düşünmeye başlıyor. Müfettiş yazılıp bittikten sonra Kısmetler'i yeniden gözden geçiriyor. Epeyce de değiştiriyor. .. Adını da Bir Evlenme yapıyor. Kısmetler ile Bir Evlenme arasındaki değişikliği gözden geçirmek yararlı olacak.
Gogol, bu değişiklikleri, eserine daha çok toplumsal bir çeşni vermek doğrultusunda yapıyor, örneğin, Bir Evlenme' de görülen adayların kimi tüccar, kimi de memurdur. Evlendirilecek kız, bir tüccar kızı olmasına karşın, bir soyluyla evlenmek niyetindedir. Buna karşı halası tüccarları seçmesini ister. Tüccarların hiç de soylulardan aşağı olmadığını, tüccar kumaş vermezse soylunun çıplak kalacağını söyler. Bu sahnedeki tartışmalar o vakit ki Rusya’da gelişmeye başlayan tüccar, serbest meslek erbabı sınıfıyla, yavaş yavaş zayıflamaya yüz tutan, yoksullaşan soylular arasındaki çekişmeyi göstermesi bakımından yapıta toplumsal bir görünüş vermektedir. İşte o kişileri, olayları bu ışık altında incelemek gerektir.
Müfettiş. — Gogol, Müfettiş'in konusunu Puşkin’den almıştır. Puşkin, ona yaşadıkları çevreden alınmış bir konu veriyor. O zaman Rusya’da kendisine müfettiş süsü veren birçok kişiye rastlanıyordu. Hatta bir gün Nijni Novgorod’da Puşkin’i de müfettiş sanmışlardı. Çünkü hükümet ıslahata girişmiş olduğu için, devlet dairelerini sık sık teftiş ettiriyordu. Bu müfettişlerin çoğu da kendilerini tanıtmadan geziyorlardı. Gogol’den önce bu türlü konularda daha başka komedyalar da yazılmıştı. Ama biraz aşağıda göreceğimiz gibi hiçbiri Gogol’ünki kadar gerçekçi bir komedya olamamıştır.
Gogol, bu konuyu 1835 yılının Ekim ayında ele aldı, Aralıkta bitirdi. Ama oyun ancak 1836’nm Nisanında oynandı. O vakte değin üç kez yeniden yazıldı. İlk oynanışından sonra iki kez daha değişti.
Gogol ’ün Müfettiş üstüne yazıp söyledikleri bu eserine ne kadar önem verdiğini gösterir.. İtiraflar adlı kitabında: “Müfettiş, benim yaşamımda bir dönüm noktası oldu. Rusya’daki rezaletleri bir araya toplamak ve halkı onlara bir kerede güldürmek istedim,” diyor.
Gogol, bu eseriyle, devlet makinesini alaya almadığını birçok kez söylemiştir. Ama doğrusu, hiçbir yerde devleti savunmadı da. Müfettiş'e yazdığı bir sonda bu eserindeki kasabayı ‘ruhumuzun karanlık kenti’ diye betimliyor. Onun çirkinliklerini, bayağılıklarını ortaya dökmek gereğine inanıyor. Bunun da gerçek bir müfettişle, yani kendi kendimizi yererek, iğneleyerek, bu karanlık kente inmekle kabil olacağını söylüyor. Ama bu karanlık kentte hiçbir aydınlık, ruha sükûn, inanç verecek hiçbir ahlak ışığı göstermemiştir.
Müfettiş'de Gogol kötü kişiler yaratmıyor. Oysa o zamanda toplumu yermek niyetiyle yazılan sahte müfettiş konulu yapıtlardaki kişiler, kötülüklerinde hiçbir tereddüde yer bırakmayan haydutlar, hırsızlardı, Gogol’ün aldığı tipler ise kötü insanlar değil, öyleyse onun yergisi doğrudan, insanları bu duruma sokan kurulu düzene çevrilmiştir. Nitekim Belinski, Müfettiş’deki kaymakamdan söz ederken, “Şuna dikkat ediniz ki, kaymakam ahlaksız bir adam sayılamaz. Bütün bunlar onun ahlak gelişiminin, ödevlerini kavrayış tarzının doğal sonucudur,” diyor. Kaymakam da kendisini bu doğrultuda savunuyor: “Ben böyle davrananların ne birincisi, ne de sonuncusuyum; herkes böyle yapıyor.”
İşte bu noktada Müfettiş, sahte müfettiş çevresindeki olayları konu olarak seçen o dönemin birçok eserinden ayrılıyor. Onlarda canlandırılan sahte müfettiş ve memurlar gerçekte birer haydut, birer hırsızdır. Sonunda hepsinin gerçek yüzü ortaya çıkar. Hepsi yakalanır. Böylece toplumun bir yerinde görülen bir fenalık ezilmiş, adalet yerini bulmuş olur. Oysa Müfettiş'de böyle bir son yoktur. Gerçek müfettişin geldiğini haber veren jandarma, olsa olsa, bir umut; doğruluğun, vicdanın ortaya çıkışıdır. Ama Gogol, bu düzenbazlar alayının cezalandırıldığını göstermiyor. Onlar belki bu tehlikenin de hakkından geleceklerdir. Zaten Gogol, eserine böyle bir son vermeyip de memurları cezalandırsaydı bu, belli bir kötülüğün temizlenmesi demek olurdu. Oysa Müfettiş oyunu bize toplumun belli bir köşesini değil, tümünü anlatıyor. Demek bu olayın geçtiği yer belli bir yer olmakla birlikte, ortaya konulan kötülükler bütün topluma ilişkin kötülüklerdir.
İşte Müfettiş'in gerçekçi, insansal ve her yer için geçerli olan yanı— bir sözcükle klasikliği — burada belli oluyor. Belki o ildeki kötülükler, o vakit ki Rusya’nın bütün ilçelerini kaplamıyordu. Belki de bugünkü dünyada bu gibi memurlarla dolu bir kent yoktur. Ama bu oyunda gösterilen yönetim ve ahlak kusurlarına, az ya da çok, her dönemde ve her kentte rastlanabilir. Zaten Müfettiş'in yüz yıldan fazladır dünyanın sanat çevrelerinde, tiyatrolarında, halkça ve aydınlarca anlaşılarak, beğenilerek karşılanması, bu yapıta karşı duyulan ilginin eskimemesi, eksilmemesi bunu belli eder.
Gogol ve Moliere. — Gogol’ün yarattığı karakterler klasik komedyanın tiplerinden şu bakıjndan ayrılır: Gogol, bir karakter sergisi yapmak istemiyor. Yapıtlarındaki kişilerin doğalarını, ahlaklarını oyunun genel gidişi içinde ortaya koyuyor. Onları ön bir görüşle tanıtmıyor, örneğin Müfettiş ’de bütün karakterler müfettişin gelmesi sorununa karşı aldıkları durumla anlaşılıyor.
Oysa örneğin XVII. yüzyıl Fransız komedya yazarı Moliere’in yapıtlarında durum böyle değildir. O, sahneye eserinin konusundan ayrı diyebileceğimiz karakterler çıkarıyor, örneğin Cimri’de Harpogon’un sahneye çıktığı zaman bir cimri olduğu bellidir. Oyunun ilerleyişiyle bu karakter ancak doğrulanıyor. Oysa Müfettiş'de biz konuya girmeden önce kaymakam üstüne tam bir kanı edinemeyiz. Hem o, hem öteki kişiler ancak müfettişin gelişi haberi karşısındaki durumlarıyla belli oluyorlar. Bu yapıttaki karakterlerden hiçbiri belli bir tipe bağlanamıyor. Onlar ancak toplum içinde bir anlam kazanıyorlar.
Bundan Gogol’ün toplumu yansıttığı, Moliere’in ise soyut tipler yarattığı sonucu çıkarılmamalıdır. Her iki sanatçının da zamanlarını eleştirerek insanın gerçek bir görünüşünü ortaya koydukları kuşku götürmez. Ama bu amaca yürürken tuttukları yollar başka. Denilebilir ki; Moliere’in önceden kararlaştırılmış, bilinen tipleri toplumla karşılaştırmasına karşılık, Gogol, toplum içindeki olaylar karşısında karakterlerin nasıl belirdiğini gösteriyor.
Bu ayrımın nedenini, her iki yazarın zamanları arasındaki ayrımda aramak yerinde olur. XVII. yüzyılda yaşayan Moliere’in, içinde bulunduğu toplumu düşünelim. Başta bütün güçleri elinde tutan, dediği dedik bir kral. Onun çevresinde, rahatlarını, geçimlerini bu düzene bağlamış insanlar. Daha toplum içinde kaynaşmalar, başkaldırmalar başlamamıştır. Fransa’nın sakin bir zamanı. Bu koşullar altında, yazarlar insan psikolojisini incelemeye doğru gidiyorlar. Toplumun daha iyiye varmasını insan ruhunun iyileşmesinde arıyorlar.
Gogol’ün zamanı, içinde yaşadığı toplum ise bambaşka. Kaynaşmalar, rahatsızlıklar, yakınmalar var. Toplumda bir değişme isteği görülmektedir. Artık gözler dışarıya doğru çevrilmiştir. Tiyatrodan Çıkış adlı yapıtta, kişilerden biri, “Bizde de hiçbir piyes hükümeti araya karıştırmadan bitmiyor,” diyor. Buna karşı, Gogol’ün düşüncesini söylediği anlaşılan başka biri de: “İyi ya... bu bizim komedyamızın bir özelliği oluyor,” diye karşılık veriyor.
Bundan başka o zamanki Rusya’nın, edebiyatın gidişi üzerine başka bir etkisi olduğu da söylenebilir. XIX. yüzyıl Rusya’sında bütün iyilikler, bütün değişiklik önerileri edebiyattan bekleniyordu. Çünkü o dönemde toplumsal ve siyasal etkinlikler için tek elverişli alan edebiyattı. Nitekim Gogol da edebiyat dışında, kendisine istediği gibi bir yol seçmek olanağını elde edemediği için bütün istekleri, bütün düşünceleriyle bu yola atılmıştı.
Bu ayrımlar bir yana, Gogol ile Moliere arasındaki benzerlikler de, üzerinde durulacak bir değerdedir, önce her ikisi de komedyanın neşe vermesini, güldürmesini istiyorlar. Bu amaca varmak için de halkın beğenisini temel almaktan çekinmiyorlar. Bu durumu şimdi olağan görüyoruz. Ama gerek XVII. yüzyıl Fransa’sında, gerekse XIX. yüzyıl Rusya’sında halk beğenisinin, halk anlayışının nasıl küçük görüldüğü, bunlara dayanarak birtakım gülünçlükler yaratmanın nasıl kabalık sayıldığı göz önüne alınacak olursa bu yazarların cesareti anlaşılır. Örneğin Moliere’i zamanın büyük tragedya yazarı Racine bile anlamamış, onu halkın bayağı bir eğlencesi gibi görmeye değin varmıştır. Tiyatrodan Çıkış'da da kibar, soylu seyircilerin Gogol’ü bu çeşit bir bayağılıkla suçladıklarını görüyoruz. Demek bu yazarların komedyaları, incelikten uzaklaşmış, sanat değerleri olmayan birtakım yapıtlar gibi, nerdeyse birer vodvil gibi alınıyor. Bu görüşün yanlışlığı bugün ortadadır.
Bu yanlış anlayışla çarpışmak için Moliere’in ve Gogol’ün neler yaptıklarına bir göz gezdirecek olursak bu noktada da bazı benzerlikler bulacağız. Örneğin, Kadınlar Mektebinin Tenkidi ile Versay Tuluatı'nı Tiyatrodan Çıkış'la kıyaslayabiliriz. Bu eserlerda yazarlar, sanatlarına yapılan saldırıları ortaya koyup kendilerini savunuyorlar..
“Müfettiş" nasıl karşılandı. — Bunun yanıtını Gogol’ün mektuplarında, o dönemde yaşamış olan Rus yazarların yazılarında bulabiliriz. Gogol, 1836’da yazdığı bir mektupta şöyle diyor.
“Seyirciler genellikle oyundan memnun kaldılar... Yarısı çok iyi karşıladı. Yarısı da bastı küfürü. Ama bu küfürün nedeni sanatla ilgili değildir.”
Seyircilerin bu ikinci bölümünü düşünerek, Gogol, oyuncu Sçepkin’e şöyle yazıyor:
“Oyunun etkisi büyük ve gürültülü oldu. Herkes bana karşı. Yaşlı ve saygın memurlar, memuriyet yaşamından bu biçim söz eden bir adamın içinde kutsallık adına hiçbir şey bulunamayacağını söylüyorlar. Polisler aleyhimde, tüccarlar aleyhimde, edebiyatla uğraşanlar aleyhimde. Küfrediyorlar, ama yine de oyunu görmeye gidiyorlar. Dördüncü temsil için şimdiden yer kalmadı... Komedya yazarlığının ne demek olduğunu şimdi anlıyorum. Yaptığın işte gerçeğin izi göründü mü, bütün insanlar teker teker değil, topluca aleyhine kalkıyorlar.
Bizim yurdumuzda bir yazarın içinde bulunduğu kötü durumu düşününce insana bir üzüntüdür çöküyor. Herkes onun aleyhinde... O, ihtilalcidir, kundakçıdır. Ben, sahnede birtakım namussuz tipler canlandırdım. Tuhafı şu ki, namuslarından kuşkulanmadığım birçok kişi buna kızıyor. İnatçı bir bilgisizliğin belirtisi olan bu alınganlık bana çok dokunuyor... Altı taşra memurunun kötü davranışları anlatıldığı için, hükümet merkezi kendisini hakarete uğramış sayıyor. Ya maazallah, onun halinden hafifçe söz edilmeye kalkışılsa ne olacak...”
Kaymakam rolünü oynayan Sçepkin, oyuna karşı yapılan bu saldırıları şöyle açıklıyor:
“Bu oyunu seyretmeye gelenlerin yarısı rüşvet vermeye, yarısı da rüşvet almaya alışmıştır. Eh, onlardan daha iyi bir karşılık beklemek de anlamsız olur.”
Fakat bu iki kümeye girmeyen birtakım insanlar, Müfettiş'i coşkun bir alkışla karşıladılar. Onu, Çarlık zorbalığına karşı silah olarak kullanmaya başladılar.
Belinski, 1836’da şöyle yazıyordu:
“En sonunda Moskova’ya Müfettiş'den 25 nüsha gelebildi. Bu 25 nüsha kapışıldı. Elden ele geçti. Yüzlerce kez okundu, ezberlendi, atasözü haline geldi. Ve hakareti hak edenlere karşı kullanılmaya başlandı. Bütün bunlar çok çabuk oldu. Hatta temsilden önce. Bu komedyanın sadece güldürücü bir yapıt olduğunu söyleyenler yanılıyor. Evet, ilk bakışta öyledir. Fakat içi acı, çok acı.”
Kaynak: NİKOLAY VASİLYEVİÇ GOGOL  BÜTÜN OYUNLARI Çevirenler: Melih Cevdet Anday Erol Güney, Adam Yayınları İkinci Basım: Mayıs 1991İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar