Print Friendly and PDF

NÜVİT OSMAY- D.K.D. [DÜŞÜN, KONUŞ, DİNLE] KURUCUSU

Bunlarada Bakarsınız



1910 yılında İstanbul’da doğdu. Almanya’da makine mühendisliği öğrenimi gördü. Kaynak mühendisliği üzerine ihtisas yaptı. Bu ihtisasın sonunda Nüvit Osmay’m çizdiği projeye göre, “Türkiye’nin biricik kaynakçı yetiştirme merkezi”  Eskişehir Cer Atölyesinde kuruldu. Buradan yüzlerce kaynakçı yetişti. Kendisinin en çok iftihar ettiği çalışma budur.
Otuzyedi yıl Devlet Demiryollarında Makine Mühendisi olarak görev yapan Osmay, Personel Dairesi Başkanlığı, Müdürler kurulu Üyeliklerinde de bulundu.
1969 yılında emekliye ayrıldı. 1980 yılına kadar kısa adı TÜBİTAK olan, Türkiye Bilimsel Teknik Araştırma Kurumu’nun yayınladığı “Bilim ve Teknik” dergisinin editörlüğünü yaptı. Derginin tirajını 15 binden, 95 bine çıkardı.
“İnsanı insan yapan, okuldan sonra edindiği bilgilerdir” diyen Nüvit Osmay’m yürekten severek, başarıyla sürdürdüğü çalışması, 1964 yılında Halkevleri Genel Merkezinde başlattığı D.K.D. (Düşün, Konuş, Dinle) Toplum Önünde Söz Söyleme Kurslarıdır. Amerika’da iken ünlü “Dost Kazanma” yazarı Dale Carnegie ile tanışmış, orada onun bütün kurslarına katılmış ve öğretmen sertifikası almayı başarmıştır. İşte D.K.D., bu çalışmaların bir ürünüdür.
Hayatının her basamağında, kendisini insanlar yetiştirmeye adayan Nüvit Osmay’ın en büyük dileği, D.K.D.’nin yurt çapında yayılmasıdır. Çünkü, D.K.D., asgari insan ilişkilerinde birleşmeyi, toplumun çok büyük ihtiyacı olan toplum önünde iyi konuşmayı, mantıklı düşünmeyi, hoşgörüyü, karşılıklı sevgi, saygı ve dostluğu öğretmektir.
Almanca, İngilizce ve Fransızca bilen Nüvit Osmay’m iki kızı, bir torunu vardır.
Otuz küsur yıllık meslek hayatımda bir mühendis olarak makinelerden çok insanlarla, onların eğitimi, yetişmesi, yönetimi ile uğraştım. Şu kanıya vardım ki, en ileri otomasyon, elektronik beyinler ve şu anda daha adlarını bile bilmediğimiz, fakat laboratuvarlarda şekillenmekte olan binlerce fikir, makine ve metodlar bile insanın değerinden en ufak bir parçasını azaltamayacaktır. Filozof Spinoza’nın asırlarca önce söylediği gibi “insan için en kıymetli olan şey yine insandır.” Bu, dünyanın sonuna kadar böyle kalacaktır.
Masasının başında, tezgâhının arkasında veya deney tüpünün yanındaki insanın, mesleği, kabiliyeti, karakteri ne olursa olsun, tatmin edilmesini istediği arzu ve ihtirasları, kırılabilecek gururu, bozulabilecek sinirleri ve gerçekleşebilecek ümitleri vardır. O kendi yarattığı makinenin, aletin veya tesisin bir cıvata veya transistor gibi bir parçası değildir. Bütün insani ilişkiler işte bu anlayışın bir sonucudur. Yalnız bu anlayışa varmak için insanları anlamak gerekir. Onun için de onları sevmek lazımdır. Çünkü, Goethe’nin dediği gibi “insan bir şeyi sevmeden anlayamaz”.
İşçinin, memurun, amirin, şef ve liderin beraberce bir takım, bir ekip halinde çalışmaları ve belirli bir amaca yönelmeleri ancak devamlı bir anlayış ve insani problemlere psikolojik, sosyolojik, kısacası bilimsel açıdan yaklaşmakla olur. Bugünün mühendisi ast ve üst olarak beraber çalıştığı kişilerin her şeyden önce bir insan olduğunu bilmemezlikten gelemez, işte “insan ve Mühendis” ona bu konuda bazı şeyleri hatırlatacaktır.
Bir eleştirmen tarihçi, Hendrik Van Loon ve kitaplan için, “o bize klasik tarih öğretmez, belki pek bilmediğimiz yeni bir şey de öğretmez, fakat o bizi düşündürür ve bize tarihi sevdirir,” der. Eğer türlü makale serilerinden teşekkül eden “İnsan ve Mühendis” de aynı yolda ufak bir katkıda bulunursa görevini yapmış demektir.
Bu kitabın birinci baskıdan 15 yıl geçti. Bu sûre içinde garip bir şey oldu. “İnsan ve Mühendis” yalnız mühendislerin değil bütün meslektaşların, düşünmesini seven büyük bir kitlenin kitabı oldu. Onu bulmak için hâkimler, savcılar, fabrika müdürleri, tezgâhtarlar, öğretmenler, Milli Eğitim Müfettişleri, ev hanımları bile bana telefon ettiler.
Artık o herkesin kitabıydı ve bunu düşünerek adını “İnsan Mühendisligi”ne çevirdik. Böylece kitap “içindekiler”e daha uygun bir ad kazanmış oldu.
Bazı ufak değişiklikler dışında, onda fazla bir değişiklik yapmadık. Zaten “zaman” onu çoktan işlemiş ve süzmüştü.
Ünlü yazar Steinbeck son kitaplarından biri için şöyle der: “Bu kitap, içinde bütün bilgi ve yeteneklerimi saklamış olduğum bir sandığa benzer, o benim her şeyimdir.”
Büyük bir tevazu ile ve okuyucunun hoşgörüsüne güvenerek ben de “İnsan Mühendisliği” için aynı şeyi söylemek isterim. Onda elinde hamlaç tutan kaynakçının ne kadar hakkı varsa, demiryollarında geçirdiğim ayrı ayrı her görevin, her âmir ve memurun, her yabancı uzmanın, okuduğum bütün yeni ve eski kitapların payı vardır. Bütün bunların yanında 20 yıldan beri öğretmenliğini yaptığım DKD (Düşün, Konuş, Dinle) kurslarının o pınl pırıl genç erkek ve kızların, “Bilim ve Teknik” dergisinin editörlüğünü yaptığım zamanda, beraber çalıştığım bütün yazar ve okuyucuların da hakları vardır.
Bir ömür böyle geçti, yatağımın yanındaki küçük masanın üstünde duran bu kitap, her ümitsizlik anında bana kuvvet verdi. Onun her parçasını yeniden okudukça kendime olan inancım arttı. Bir taraftan da kusurlarımı ve toplumca kusurlarımızı daha yakından görmek olanağını buldum.
Umarım ki siz de onda birçok yenilikler bulur ve onu içten bir dost gibi yanınızda bulundurursunuz.
Bu kadar kısa bir zamanda üçüncü baskıyı yapabileceğimizi pek tahmin etmemiştik. Bunda zamanla memlekette böyle bir kitaba ihtiyaç duyan ve onu takdir etmesini bilen bir çevrenin büyümüş olmasının çok büyük bir rolü olmuştur. Bilindiği gibi eskiler “Marifet iltifata tabidir.” derlerdi.
Belki ikinci bir neden de, 21 yıldır bütün güçlüklere rağmen devam edebilen ve 3.000’e yakın mezun veren DKD kurslarının büyük katkıları olmuştur.
Biz, gerek DKD kurslarında ve gerek bu kitabımızda gençlerin düşünebilmelerini ve kendi kendilerine hakikati araştırmalarını teşvik etmişizdir. Hani garip bir söz vardır: “Düşünmek günah işlemeye benzer, insan onun zevkini bir kere tattı mı, artık ondan bir daha vazgeçemez.”
Nüvit OSMAY, 12.10.1997 tarihinde aramızdan ayrılmıştır.
DOSTLARIN YANINDA
Karanlık gecelerde
Parlayan yıldızlar gibi,
Her dost
Birer yıldızdır
Karanlık günlerimizin,
Kalbimizde parlayan.
Uzak bile olsak onlardan,
En kuvvetli ümittir
Düşünmek onları,
Hayat bir zevktir
Yanında onların.
Konuşulurken,
Dinlerlerken,
Hatta susarlarken bile onlar,
Hissederiz içimizden,
Ta derinden,
Evet onlar
Birer parçadır bizden.
Dinlediğimiz müzik bile
Yumuşar ve incelir,
Derinleşir ve renklenir,
Başka bir mâna taşır,
Adeta farklıdır
Her zamankinden.
Düşüncelerimiz bile
Kaybeder sertliklerini,
Gösterir hayatı bize
Daha pembe
Daha ümitli
Bir ışık içerisinde.
Biliriz,
Çünkü hepimiz,
Onlar varken kalbimizde,
Yalnızken bile
Yalnız değiliz.
Nüvit OSMAY
Ünlü Alman şairi Schiller der ki,
“Dünya ihtiyarlar, sonra gene gençleşir, insan daima daha iyiyi ümit eder ve bekler”.
İnsan hayatı devamlı bir beklemedir, bize daima daha iyiyi ümit ettiren bir bekleme. Çocukken genç olmamızı bekleriz. Akşam olur ertesi günü bekleriz. Hasta oluruz, iyi olmayı bekleriz. Canımız sıkılır, mutsuzluk içindeyiz, gelecek mutlu günleri bekleriz. Kış soğuk geçer, ilkbaharı bekleriz. Yaz kurak olur, yağmuru, sonbaharı bekleriz.
Sevdiğimiz birinin gelmesini bekleriz, aynı zamanda sevmediğimiz birinin de gitmesini.
Genellikle istasyona kan ter içinde koşan ve orada trenin kalkmasını saatlerce bekleyen insanlara benzeriz. Boş yere yorulur, acele ve telaş gösteririz, bütün heyecanımız yollarda geçer. Kervansaraya vardığımız zaman dinlenemeyecek kadar yorgun, düşünemeyecek kadar bitkin ve etrafımızdan zevk alamayacak kadar bıkkınız.
Neden, çünkü beklemek denilen o güç sanatı bilmiyoruz.
Halbuki beklemek bir ümidin ifadesidir ve bizi insanların, yaşamak için, yaşamaktan zevk alabilmek için, bekleyecek bir şeye ihtiyacımız vardır.
Yabancı bir şehirde yapayalnız kalanlar, “Keşke bir dostum olsaydı da, onu boş yere bekleseydim!” hissini çok defa duymuşlardır. Çünkü bu boş yere beklemekte de bir ümit vardır ve bu o sıkıcı yalnızlık içinde belki en parlak ümitlerden bile daha parlak ve ısıtıcıdır.
Beklemek tabii bir kanundur. Her şey bir zamana bağlıdır. Toprağa ekilen her tohumun bir gelişme süreci vardır, bunu bekleyebilmek lazımdır. Baharda çiçek açmadan hiçbir ağaç meyve vermez.
Beklemesini bilmek işi bir sanat, bir kültür ve sonunda bir eğitim konusudur. Çocuklar bekleme kavramını anlayamazlar, huysuzlanır, ağlar ve bağırırlar. Ancak zamanla her yemeğin bir pişme sürecine ihtiyaç gösterdiğini, babanın güneş batarken ancak eve geleceğini öğrenirler.
Fakat beklemesini bilmek fertlerin eğitimlerinin de üstüne çıkan bir nitelik gösterir, burada cemiyetin de önemli bir rolü vardır. Cemiyet fertlerine derinliğine bir güven telkin edebilmişse, fert o kuvvetli güven hissinin yumuşattığı şüphesini yenmesini bilir ve gelecekten emin bekler.
İşte fert eğitimi ile cemiyetin yerleşmiş geleneğinin ortak sonucu bekleme sanatı dediğimiz şeyi, şuurlu, sonundan emin olarak hazırlıklı ve aradaki zamanı israf etmeden beklemeyi bize öğretebilir.
Bu bekleme, sabır ve tevekkül tavsiye eden şark felsefesinin, batının akılcı ve realist görüşü tarafından süzülmesinden sonra meydana gelen bir sanattır.
Affedersiniz!
Aşağıda okuyacağınız liste mazeretlere ait bir genel değerleme listesidir. Gerek bana ve gerek kendinize zaman kazandırmak için lütfen mazeretlerinizi bana numara ile bildiriniz.
1.      Ben size bunu söylediğimi sanmıştım.
2.       Eskiden beri bu işi daima böyle yapmışızdır.
3.       Kimse işe derhal başlamamı bana söylemedi.
4.       Ben bunun bu kadar önemli olduğunu düşünmemiştim.
5.       Şimdi o kadar meşgulüm ki bu işi de üzerime alacak vaktim yok.
6.       Ne diye uğraşayım. Amiral nasıl olsa onu kabul etmez.
7.       Sizin bu işi bu kadar acele istediğinizi bilmiyordum.
8.       Bu onun işidir, benim değil.
9.       Unuttum.
10.     Ben onayın çıkmasını bekliyorum.
11.     Bu iş benim şubemde değildir.
12.     Bunun değişik bir iş olduğunu nereden bilebilirim?
13.     Amirim gelinceye kadar bekleyin ve ona sorun.
Sh:231-233
1.       Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başla! Bu şekilde o bütün dünyanın onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.
2.       Kötü sözler söylediği zaman, gül. Böylece o kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.
3.       Ona manevi, ahlaki hiçbir eğitim gösterme, “21 yaşına gelince kendisi karar versin”, diye bekle.
4.       Yerde bıraktığı her şeyi kaldır, kitapları, ayakkabılarını, elbiselerini. Onun için her şeyi sen yap ki, o bütün sorumlulukları başkalarına yüklemeye alışsın.
7.       Onun önünde sık sık kavga edin. Bu sayede bir gün aile parçalanırsa o da o kadar şaşırmayacaktır.
8.       Çocuğa istediği kadar harçlık ver. Hiçbir zaman kendi parasını kendi kazanmasın. Hayatta karşılaştığın güçlüklerle onun da karşılaşmasına ne lüzum var?
9.       Yiyecek, içecek ve konforla ilgili bütün arzularını yerine getir. İstediklerini yapmamak tehlikeli soğukluklara sebep olur.
10.     Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun tarafını tut. Onların hepsinin çocuğa karşı peşin hükümleri vardır.
11.     Günün birinde başına gerçekten bir bela gelirse, ona bir şey yapmadın diye kendinden özür dile.
12.     Onu felaket ile dolu bir hayat için hazırla. Muhakkak om bulursun.
Hazırlayan: Houston Polis Müdürlüğü
Sh: 238
Dr. Albert Schweitzer diyor ki;
“Çocukluğumda büyükbabamın iş yerine giderdim. O, müşterileriyle hiçbir belge ve bağlantı imzalamazdı ve "ben size bir Türk gibi güveniyorum, başka bir şey gerekmez.”
Voltaire ise; “Uzun zaman devam eden bir anlaşmazlık, her iki tarafında haksız olduğunu gösterir.”
Sh: 60
Ünlü İngiliz başvekili Disraeli, “insanlar kelimelerle idare edilir” der. İkinci Dünya Harbinde Winston Churchill için şu sözleri söylenmişti: “Eğer o bu kadar güzel bir İngilizce’ye sahip olmasaydı ve bu kadar iyi konuşmasaydı, İngiltere İkinci Dünya Harbini kazanamazdı. O kelimeleri seferber etti, harp meydanlanna yolladı ve zaferi kazandı.”
Çiçero, Roma’nın neden yıkıldığını soran birine şu cevabı verir:
“Çok güzel konuştular, fakat bilgisizdiler”.
Dil ile her şey yapılabildiği gibi, her şey de yıkılabilir. İyi bir konuşma karşı tarafa olumlu bir şey verebilen, onu olumlu yola yöneltebilen ve düşündürebilen bir konuşmadır.
İyi konuşabilmenin birinci şartı, insanın söyleyeceği, söylemek istediği, yetkiyle söylemek kudretine sahip olduğu bir şeyi olmasıdır. Sırf konuşmak için konuşmak, “yemek yemek için yemek yemek”ten daha tehlikelidir.
Sh:154
Bir Fransız dergisi İngiltere ile ilgili olarak çıkardığı özel bir sayısından lngilizler hakkında şu sözleri söylüyor:
“Ingilizler prensiplerinden ziyade neticelere önem verirler ve devamlı başarılarının sebeplerini de burada aramak yerinde olur. ” Çünkü başarının bir tarifi de netice almak, başlanan işi bitirmek sanatıdır. Sh:67
Her şeyin kötü taraflarını görmeye, her şeyi tenkit etmeye alışmış insanlar da kolay kolay, mutlu olamazlar. Bu davranışlarını haklı göstermeye çalışan insanlar, her şeyin en iyi şekilde yapılması gerektiğine inandıklarını bir mazeret olarak ileri sürerler. Bu gibilere Shakespear, Kral Lear’de şöyle yazar: “En iyiyi bulmak için uğraşırken iyiyi kaybediyorsunuz.”
Sh:69/148
Karınca’nın Hayvan Görüşü
Tartışmalar bana bir psikoloji profesörünün şu hikâyesini hatırlatır. Profesör bir test sorusu, olarak öğrencilerinden bir karıncanın çevresindeki hayvanları nasıl ayırabileceğini düşünmelerini istemiştir, işte sonuç: Karınca hayvanlar âlemini iki sınıfa ayırmaktadır.
a)         Aslan, kaplan ve çıngıraklı yılan gibi şefkatli ve iyi huylu hayvanlar ve
b)        Piliçler, ördek ve kazlar gibi yırtıcı hayvanlar
Her şey sizin görüşünüze bağımlıdır.
Jimm Powers
Sh: 152
Kaynak: Nüvit Osmay, İNSAN MÜHENDİSLİĞİ, ALFA Basım Yayım Dağıtım I - 2. Baskı: 2002 3. Baskı: Şubat 2003,İstanbul
KİTAB PDF - İNDİR
BAŞKA KİTAPLAR İNDİR


ALBERT SCHWEİTZER- Yaşama Saygı Felsefesi
Terörle/şiddetle/kanla bir şeye ulaşacağını sananlara örnek olsun.

Doğum
14 Ocak 1875
Kayserberg, Alman İmparatorluğu
Ölüm
4 Eylül 1965
Lambaréné, Gabon
Meslek
Tıp Doktoru
Ödülleri
Albert Schweitzer (d. 14 Ocak 1875, Kayserberg, Alman İmparatorluğu - ö. 4 Eylül 1965, Lambaréné, Gabon), 1952 Nobel Barış Ödülü sahibi Alman humaniter doktor, filozof, müzisyen, teolog, hayvansever ve anti-nükleer aktivistti.
Schweitzer, iki doktorasına rağmen tıp doktoru olmaya karar verdi; Afrika'da doktorluk yapma amacıyla 30 yaşından sonra tıp tahsili yaptı; Gabon'da bir hastane kurdu ve yaşamını yöre halkının sağlığına adadı. Geliştirdiği "yaşama saygı felsefesi" ile günümüzdeki çevreci ve hayvansever hareketlerin öncüsü kabul edilir.
Albert Schweitzer, o dönemlerde Almanya'nın günümüzde ise Fransa'nın bir parçası olan Alsace'da (Alsas), bir papazın oğlu olarak dünyaya geldi. Schweitzer, Jean-Paul Sartre'in annesinin kuzenidir. Küçük yaştan itibaren orga karşı büyük tutkusu ve yeteneği vardı, Avrupa'nın en iyi orgcuları tarafından eğitildi; zamanla org yapımı konusunda dünyanın en iyi uzmanlarından birisi oldu.
1893'te Strasbourg Üniversitesi'nde felsefe öğrenimine başladı ve 1899'da doktorasını tamamladı. Aynı yıl Strasbug'daki St. Nicholas Kilisesi'nde din görevlisi olarak atandı. Ertesi yıl teolojide doktorasını tamamladı ve çeşitli dini okullarda yöneticilik yaptı. 29 yaşına geldiğinde biri teoloji alanında, bir başkası Kant hakkında ve bir diğeri Bach'ın yaşam öyküsü hakkında olmak üzere üç kitap yazarak müzik, din ve felsefe alanlarında değerli katkılarda bulunmuştu; ayrıca org yapımı hakkında da eserler verdi.
Hep insanlığa doğrudan hizmet etmek için büyük bir istek duyan Schweitzer, 1904'te tesadüfen Paris Misyoner Topluluğu'nun yayınladığı bir dergide Fransız kolonisi Gabon'da çalışacak doktor arandığını okudu. Bu ilan üzerine yaptığı araştırma onu, "beyaz adamın" "siyah adama" yaptığı kötülükler ve haksızlıklar üzerine düşünmeye sevk etti.
Uzun süredir kendini adayacağı bir insanlık hizmeti arıyordu. Yetimhane kurma ve benzeri girişimleri bürokratik engeller yüzünden gerçekleşememişti. Misyoner çalışmalara hiçbir zaman ilgi duymamıştı; Afrikalılara vaaz vermeye niyeti yoktu ancak doktorluk yaparak beyaz adamın onlara verdiği zararı telafi etmeye çalışabilirdi.
Afrika, o yıllarda kara kıta olarak anılıyordu; Avrupa'dan Afrika'ya gitme yürekliliğini gösteren araştırmacı ve misyonerlerin çoğu orada hastalanarak yaşamını yitiriyordu. Buna rağmen Avrupa'daki konforlu yaşamını terkederek Afrika'da doktorluk yapmaya karar verdi. 1905'te dostlarına ve akrabalarına yazdığı mektuplarda tıp eğitimi almaya başlayacağını ve istikametinin Afrika olduğunu söylüyordu. Bu değişikliğin nedenini ise artık elleriyle çalışmayı arzulaması, yıllardır kelimelerle uğraşmaktan ve sevgi dininden bahsetmekten bıkmışlığı, artık onu uygulamaya geçirmek isteği olarak açıklıyordu. Çevresi onun bu düşüncelerine olumsuz tepki verdi. Kendisini anlayan ve destek olan tek kişi o yıllarda yakın bir arkadaşı olan Helen Bresslau idi.
Tüm itirazlara ve tepkilere rağmen Schweitzer 30 yaşında tıp eğitimine başladı; 38 yaşında eğitimini tamamladı. Ne var ki tüm hayatını Paris Misyoner Topluluğu'nun ilanındaki ihtiyaca cevap vermek üzere yeniden düzenlediyse de göreve talip olduğunda geri çevrildi. Geri çevrilmesinin nedeni, onu bu göreve almanın Misyoner Topluluğu aracılığı ile Afrika'ya gitmek isteyecek ve yerlilierin kafasını karıştıracak başka liberaller ve radikal kişilere örnek olmasından duydukları kaygı idi. Topluluk, bu gerekçe ile ona maddî destek olmayı reddetti. Bu tavır, Schweitzer'i yıldırmadı. Bu sefer ücret karşılığı bu göreve talip olan bir doktor olarak değil de, kendi kaynakları ile profesyonel hizmetlerini sunan bir doktor olarak yeniden başvurmayı planladı.
1912'de Schweitzer ile evlenen, hemşire olarak kendini yetiştiren Helen Bresslau, gönüllü olarak ona eşlik edecek; hastane kurmak için gelir sağlama kampanyasını sürdürecek ve ilk 2 yıl tüm masrafları üstlenecekti. Yardımcı olabilecek arkadaşlarının listesini yaptılar. Eğer para toplayabilirlerse, topluluk kendilerine hiçbir masraf getirmeyecek projeleri için onları reddedemeyecekti. Sekiz yıl seyahat hazırlığı ile geçti. Üniversitedeki görevini bıraktı. Uzun dönemli konser anlaşmalarını iptal etti. Küçük bir arkadaş grubunun desteği ile hazırlıklarını sürdürdü. Sonunda, çalışmalarının kesinlikle topluluğun misyonuna zarar vermeyeceğini kabul ettirebildi. 1913'te Gabon'daki Lambaréné'de bir hastane kurmak üzere eşi ile beraber yola çıktı.
Çift, sağlık hizmetleri vermeye bir tavuk kümesinde başladı, zamanla yeni binalar yaptı. Hastane yüzlerce hastaya hizmet verir hale geldi. Lambaréné'e gelişlerinden 1 yıl sonra I. Dünya Savaşı başladı. Almanya vatandaşı olarak bu Fransız kolonisinde düşman kabul edilmekteydiler. Savaş esiri olarak Fransa'ya götürüldüler. Götürüldükleri yer ülkenin güneyinde, bir zamanlar akıl hastanesi olarak kullanılan ve ressam Van Gogh'un da intiharından önce 4 yıl kaldığı bir mekandı.
Schweıtzer ve eşi 1918'de Alsace'a dönebildiler ve 1919'un başında kızları Rhena doğdu. Alsace'da Schweitzer'in annesi, birlikte büyüdüğü pek çok genç ölmüş, her yer yakılıp yıkılmıştı. Karı-koca Schwetzer'in ikisinin de sağlığı bozuktu; bir zamanlar yıldız öğretim üyesi ve öğrenci olduğu Strausbourg Üniversitesi'nde Schweitzer'i hatırlayan yoktu ve maddî açıdan zor durumdaydılar. Ne var ki İsveç'te Uppsala Üniversitesi'nde onu hatırlayan birisi çıktı ve 1920'de ders vermek için ailesi ile birlikte İsveç'e gelmek üzere bir davet aldı. Orada, 1915'te geliştirdiği yaşama saygı felsefesini hakkında ilk defa resmi konuşma yaptı.
"İnsanın ahlakı insanla bitmemeli, evrene yayılmalıdır; bir parçası olduğu büyük hayat zincirinin yeniden farkına varmalıdır. Tüm varlığın bir değeri olduğunu anlamalıdır. Hayat, bencil veya düşüncesizce hareketler nedeniyle yok edilemeyeceği gibi daha yüce bir değer veya amaç için de feda edilemez."
İsveç'te Afrika deneyimlerini anlatan bir konuşma turu yapmak teklifi alması üzerine borçlarını ödeyebildi ve bu konuda bir kitap yazarak Afrika'ya yeniden dönecek parayı kazandı. Fakat 1924'te Afrika'ya döndüğünde sağlık durumu iyi olmayan eşi ile kızı ona eşlik edemediler, ancak sık yazışmalarla ilişkilerini sürdürebildiler. Çocukluğunda babasını pek az görebilen Rhena, büyüyüp kendi çocukları olduğunda onlarla birlikte Afrika'ya gitti ve hastanenin laboratuvarında babası ile birlikte çalıştı. Rhena, babasının ölümünden sonra da hastanenin yönetimini üstlendi. Hastanede gönüllü çalışan Amerikalı doktor David Miller ile evlendi ve 1997'de ölümüne kadar Georgia kırsalında onunla yaşadı.
Dr. Schweitzer'in ünü yıllar içinde artmıştı ve pek çok gazeteci ve meraklı onun çalışmalarını görmek için Lambaréné'e gitmişlerdi. Ziyaretçilere herkesin kendi Lambaéné'sini bulması gerektiğini söylediği rivayet edilir. Dr. Schweitzer, 1953 yılında 1952 Nobel Barış Ödülü'nü aldı. Ödülü aldıktan sonra, ömrünü politikadan uzakta geçirmeye çalıştıysa da nükleer silahlanma ve Hiroşima vr Nagazaki'nin bombalanma olaylarından duyduğu rahatsızlık onu bu konuyu araştırmaya ve arkadaşlarının da teşviki ile 1957 Bilinç Deklarasyonu adlı dünyaca ilgi gören deklarasyonunu yayınlamaya yöneltti. 1958'de ise "Barış mı yoksa Atom Savaşı mı?" adlı bir kitap yazdı.
Dr. Schweitzer 1965'te 90 yaşında hayatını kaybettiğinde hastanenin bahçesine gömüldü. Öldüğünde hastanesi 72 binalı[kaynak belirtilmeli] 600 yataklı 6 doktor ve 35 hemşireli bir hastane olmuştu.
Yaşama Saygı Felsefesi
Yaşama Saygı, hayatta emin olduğumuz tek şeyin yaşadığımız ve yaşamımızı sürdürme isteğimiz olduğunu söyler. Bu, kendimizden başka tüm canlılarla (fillerden yerdeki otlara kadar) paylaştığımız bir şeydir. Öyleyse tüm canlıların kardeşleriyiz ve kendimize gösterilmesini istediğimiz ilgi ve saygıyı onlara göstermek zorundayız.
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Albert_Schweitzer

Albert SCHWEİTZER'den
 Gözlerini aç ve biraz zamana, biraz dostluğa, biraz sempatiye, biraz arkadaşlığa, biraz İnsanî emeğe ihtiyacı olan birini ara, bul! Yahut insanlık yararına yapabileceğin bir iş araştır ve yap!
Belki o yalnız kalmış biridir, belki o yaşamaktan usanmış, kırılmış biridir, veya bir kötürümdür, veya hayatında hiç bir başarı gösterememiş olan bir talihsizdir. Sen onlara bir şey olabilirsin. O bir ihtiyar veya bir çocuk olabilir. Belki de iyi bir işin, boş bir gecesini ona verecek veya onun için koşacak gönüllülere ihtiyacı vardır.
Kim insan denilen o paha biçilmeyen heyecan ve enerji kaynağının yapmağa muktedir olduğu şeyleri sayabilir. Her köşe ve bucakta ona ihtiyaç vardır. Onun için sen de insanlığın hizmetine verebileceğin bir şeyin olup olmadığını araştır! Eğer beklemek ve denemek zorunda kaldığını görürsen, onu geleceğe bırakıp ihmal etme!
Hayal kırıklığına uğrayacağına daha işe başlamadan emin ol ve buna kendini alıştır! Kendini insanlara bir insan olarak teslim etmedikçe, tatmin edilmiş sayma!
Eğer sen tam bir ruhla buna sarılırsan, göreceksin ki seni bekleyen muhakkak biri vardır.
Albert Schweitzer
Türkçeye çeviren: Nüvit OSMAY
Kaynak: Mimar Sinan Dergisi 2.Sayı (1967) sh: 69


Hakikat Allah’ın kanunudur. Elde edilen hakikat da insanın kanunudur. Hiç bir gayret sarfetmeden doğru olan şeyi bulan ve düşünmeden bilmek istediği şeyi anlayan kimse iç güdüsü ile hakikati anlamış kimsedir. Onun hayatı kolay ve tabiî bir şekilde ahlâk kanunları ile ahenklidir.
İşte böyle bir adam aziz veya ilâhı mizaca sahip dediğimiz kimsedir.
Hakikati idrak eden kimse iyi olan şeyi bulan ve ondan ayrılmayan kimsedir.
Hakikatin idrakine vasıl olabilmek için dünyada şimdiye kadar söylenmiş ve yapılmış olan şeyler hakkında geniş ve derin bilgi sahibi olmak, onların içine tenkit edici bir surette nüfuz etmek, üzerlerinde büyük bir dikkat ve itina ile fikir yormak, berraklık kazanıncaya kadar onları incelemek, nihayet onları ciddî bir surette tatbik etmek lâzımdır. Bu şekilde elde edilen hakikat tahrip edilemez. Tahribi imkânsız olduğu için de ebedîdir. Ebedî olduğu için de kendiliğinden vardır. Kendiliğinden var olduğu için de sonsuzdur.
Sonsuz olduğu için de geniş ve derindir. Geniş ve derin olduğu için ulu ve insan aklının kavraması güçtür.
Geniş ve derin olduğu için bütün mevcudiyeti içine alır. Sonsuz ve ebedî olduğu için de bütün mevcudiyeti tamamlar ve tekâmül ettirir. Genişlik ve derinliğinde dünyaya benzer. İnsan aklının kavrayamadığı ululuğunda ise gökyüzü gibidir. Sonsuz ve ebedî oluşunda da sonsuzluğun kendisi gibidir.
Mutlak hakikatin mahiyeti böyle olduğu için o göze görünmeden tezahür eder, hareket etmeden tesirini gösterir ve faaliyette bulunmadan gayelerini tamamlar.
Konfuçyüs
**
Hakikat hiç bir vakit ölü olarak sokaklara düşmüş değildir. O insan ruhu ile o kadar ilgili ve ilişkilidir, yayılan tohumları orada tutunur ve yüzlerce katını üretir.
Theodore Parker
**
Evrenin içinde hakikat ve güzellik vardır ve o bu bakımdan değerlendirilmelidir. Bizim hakikat ve güzelliği bulmak için göstereceğimiz çaba, doğru olan şeyi yapmak için göstereceğimiz çabadan daha az kıymetli değildir.
Eğer evrenin hakikat ve güzelliğinin farkında değilsek, kendi kendimize doğru olan şeyi yapacak bir idrak durumunu elde edemeyiz.
A. Gluttan - Brock
Kendi düşüncene inanmak, kendi öz kalbinde hakikat olan şeyin bütün insanlar için de hakikat olduğuna inanmak... İşte deha budur.
Kendi içinde saklı kanaatını söyle, o evransel bir mana taşıyacaktır, çünkü daima en içte olan şeyle en dıştaki aynıdır ve bizim ilk düşüncemiz mahşer gününün borazanlarından aksederek tekrar bize geri gelir.
Ralph Waldo Emerson
**
Hakikat herkes için başka bir yüz taşır. Herkesin onu kabul etmesini beklemek çok can sıkıcı olurdu. Onun bir kuyunun dibinde olduğu söylenmişse, belki bu, kim onu orada ararsa, suda kendi hayalini görsün diye söylenmiştir ve o hakikat tanrıçasını yalnız görmüş olduğuna değil, hatta onun sanıldığından daha da güzel olduğuna kanidir.
James Russel Lowell
**
Bir tek ihtiyacımız vardır: Hakikat.
Bir tek kudretin bulunması da bundandır, Hak. Hakikat ve Hak olmadan elde edilen başarı bir hayaldir. Zalimler uzağı göremezler ve bu hataya düşerler. Hileli oyunlarda kazandıkları başarı onlara zafer gibi görünür, fakat bu zafer acı küllerle örtülüdür. Suçlu suçunun bir başarı olduğunu sanır. Katil, sonunda kendi bıçağı ile kendisini yaralar.
Hainler meydana daima hıyanet çıkarır. Canileri hiç beklenmeyen bir anda kendi günahlarının görünmeyen hayaletleri ele verir. Kötü bir hareket hiç bir zaman cevapsız kalmaz.
Victor Hugo
 Türkçeye çeviren : Nüvit OSMAY
Kaynak: Mimar Sinan Dergisi 3.Sayı (1967), sh: 47-49

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar