NÜVİT OSMAY- D.K.D. [DÜŞÜN, KONUŞ, DİNLE] KURUCUSU
1910 yılında
İstanbul’da doğdu. Almanya’da makine mühendisliği öğrenimi gördü. Kaynak
mühendisliği üzerine ihtisas yaptı. Bu ihtisasın sonunda Nüvit Osmay’m çizdiği
projeye göre, “Türkiye’nin biricik kaynakçı yetiştirme merkezi” Eskişehir Cer Atölyesinde kuruldu. Buradan
yüzlerce kaynakçı yetişti. Kendisinin en çok iftihar ettiği çalışma budur.
Otuzyedi yıl Devlet
Demiryollarında Makine Mühendisi olarak görev yapan Osmay, Personel Dairesi
Başkanlığı, Müdürler kurulu Üyeliklerinde de bulundu.
1969 yılında
emekliye ayrıldı. 1980 yılına kadar kısa adı TÜBİTAK olan, Türkiye Bilimsel
Teknik Araştırma Kurumu’nun yayınladığı “Bilim ve Teknik” dergisinin
editörlüğünü yaptı. Derginin tirajını 15 binden, 95 bine çıkardı.
“İnsanı insan yapan, okuldan sonra edindiği bilgilerdir” diyen Nüvit Osmay’m
yürekten severek, başarıyla sürdürdüğü çalışması, 1964 yılında Halkevleri Genel
Merkezinde başlattığı D.K.D. (Düşün, Konuş, Dinle) Toplum Önünde Söz Söyleme Kurslarıdır.
Amerika’da iken ünlü “Dost Kazanma” yazarı Dale Carnegie ile tanışmış, orada
onun bütün kurslarına katılmış ve öğretmen sertifikası almayı başarmıştır. İşte
D.K.D., bu çalışmaların bir ürünüdür.
Hayatının her
basamağında, kendisini insanlar yetiştirmeye adayan Nüvit Osmay’ın en büyük
dileği, D.K.D.’nin yurt çapında yayılmasıdır. Çünkü, D.K.D., asgari insan
ilişkilerinde birleşmeyi, toplumun çok büyük ihtiyacı olan toplum önünde iyi
konuşmayı, mantıklı düşünmeyi, hoşgörüyü, karşılıklı sevgi, saygı ve dostluğu
öğretmektir.
Almanca, İngilizce ve
Fransızca bilen Nüvit Osmay’m iki kızı, bir torunu vardır.
Otuz küsur yıllık
meslek hayatımda bir mühendis olarak makinelerden çok insanlarla, onların
eğitimi, yetişmesi, yönetimi ile uğraştım. Şu kanıya vardım ki, en ileri
otomasyon, elektronik beyinler ve şu anda daha adlarını bile bilmediğimiz,
fakat laboratuvarlarda şekillenmekte olan binlerce fikir, makine ve metodlar
bile insanın değerinden en ufak bir parçasını azaltamayacaktır. Filozof
Spinoza’nın asırlarca önce söylediği gibi “insan için en
kıymetli olan şey yine insandır.” Bu, dünyanın sonuna kadar böyle kalacaktır.
Masasının başında,
tezgâhının arkasında veya deney tüpünün yanındaki insanın, mesleği, kabiliyeti,
karakteri ne olursa olsun, tatmin edilmesini istediği arzu ve ihtirasları,
kırılabilecek gururu, bozulabilecek sinirleri ve gerçekleşebilecek ümitleri
vardır. O kendi yarattığı makinenin, aletin veya tesisin bir cıvata veya
transistor gibi bir parçası değildir. Bütün insani ilişkiler işte bu anlayışın
bir sonucudur. Yalnız bu anlayışa varmak için insanları anlamak gerekir. Onun
için de onları sevmek lazımdır. Çünkü, Goethe’nin dediği gibi “insan bir şeyi
sevmeden anlayamaz”.
İşçinin, memurun, amirin,
şef ve liderin beraberce bir takım, bir ekip halinde çalışmaları ve belirli bir
amaca yönelmeleri ancak devamlı bir anlayış ve insani problemlere psikolojik,
sosyolojik, kısacası bilimsel açıdan yaklaşmakla olur. Bugünün mühendisi ast ve
üst olarak beraber çalıştığı kişilerin her şeyden önce bir insan olduğunu
bilmemezlikten gelemez, işte “insan ve Mühendis” ona bu konuda bazı
şeyleri hatırlatacaktır.
Bir eleştirmen
tarihçi, Hendrik
Van Loon ve kitaplan için, “o bize klasik tarih
öğretmez, belki pek bilmediğimiz yeni bir şey de öğretmez, fakat o bizi
düşündürür ve bize tarihi sevdirir,” der. Eğer türlü makale serilerinden teşekkül eden “İnsan
ve Mühendis” de aynı yolda ufak bir katkıda bulunursa görevini yapmış demektir.
Bu kitabın birinci
baskıdan 15 yıl geçti. Bu sûre içinde garip bir şey oldu. “İnsan ve Mühendis”
yalnız mühendislerin değil bütün meslektaşların, düşünmesini seven büyük bir
kitlenin kitabı oldu. Onu bulmak için hâkimler, savcılar, fabrika müdürleri,
tezgâhtarlar, öğretmenler, Milli Eğitim Müfettişleri, ev hanımları bile bana
telefon ettiler.
Artık o herkesin
kitabıydı ve bunu düşünerek adını “İnsan Mühendisligi”ne çevirdik. Böylece
kitap “içindekiler”e daha uygun bir ad kazanmış oldu.
Bazı ufak değişiklikler
dışında, onda fazla bir değişiklik yapmadık. Zaten “zaman” onu çoktan işlemiş
ve süzmüştü.
Ünlü yazar Steinbeck
son kitaplarından biri için şöyle der: “Bu kitap, içinde
bütün bilgi ve yeteneklerimi saklamış olduğum bir sandığa benzer, o benim her
şeyimdir.”
Büyük bir tevazu ile
ve okuyucunun hoşgörüsüne güvenerek ben de “İnsan Mühendisliği” için aynı şeyi
söylemek isterim. Onda elinde hamlaç tutan kaynakçının ne kadar hakkı varsa,
demiryollarında geçirdiğim ayrı ayrı her görevin, her âmir ve memurun, her
yabancı uzmanın, okuduğum bütün yeni ve eski kitapların payı vardır. Bütün
bunların yanında 20 yıldan beri öğretmenliğini yaptığım DKD (Düşün, Konuş,
Dinle) kurslarının o pınl pırıl genç erkek ve kızların, “Bilim ve Teknik” dergisinin editörlüğünü
yaptığım zamanda, beraber çalıştığım bütün yazar ve okuyucuların da hakları
vardır.
Bir ömür böyle geçti,
yatağımın yanındaki küçük masanın üstünde duran bu kitap, her ümitsizlik anında
bana kuvvet verdi. Onun her parçasını yeniden okudukça kendime olan inancım
arttı. Bir taraftan da kusurlarımı ve toplumca kusurlarımızı daha yakından
görmek olanağını buldum.
Umarım ki siz de onda
birçok yenilikler bulur ve onu içten bir dost gibi yanınızda bulundurursunuz.
Bu kadar kısa bir
zamanda üçüncü baskıyı yapabileceğimizi pek tahmin etmemiştik. Bunda zamanla
memlekette böyle bir kitaba ihtiyaç duyan ve onu takdir etmesini bilen bir
çevrenin büyümüş olmasının çok büyük bir rolü olmuştur. Bilindiği gibi eskiler “Marifet
iltifata tabidir.” derlerdi.
Belki ikinci bir
neden de, 21 yıldır bütün güçlüklere rağmen devam edebilen ve 3.000’e yakın
mezun veren DKD kurslarının büyük katkıları olmuştur.
Biz, gerek DKD
kurslarında ve gerek bu kitabımızda gençlerin düşünebilmelerini ve kendi
kendilerine hakikati araştırmalarını teşvik etmişizdir. Hani garip bir söz
vardır: “Düşünmek günah işlemeye benzer, insan onun zevkini
bir kere tattı mı, artık ondan bir daha vazgeçemez.”
Nüvit OSMAY, 12.10.1997 tarihinde
aramızdan ayrılmıştır.
DOSTLARIN YANINDA
Karanlık gecelerde
Parlayan yıldızlar gibi,
Her dost
Birer yıldızdır
Karanlık günlerimizin,
Kalbimizde parlayan.
Uzak bile olsak onlardan,
En kuvvetli ümittir
Düşünmek onları,
Hayat bir zevktir
Yanında onların.
Konuşulurken,
Dinlerlerken,
Hatta susarlarken bile onlar,
Hissederiz içimizden,
Ta derinden,
Evet onlar
Birer parçadır bizden.
Dinlediğimiz müzik bile
Yumuşar ve incelir,
Derinleşir ve renklenir,
Başka bir mâna taşır,
Adeta farklıdır
Her zamankinden.
Düşüncelerimiz bile
Kaybeder sertliklerini,
Gösterir hayatı bize
Daha pembe
Daha ümitli
Bir ışık içerisinde.
Biliriz,
Çünkü hepimiz,
Onlar varken kalbimizde,
Yalnızken bile
Yalnız değiliz.
Karanlık gecelerde
Parlayan yıldızlar gibi,
Her dost
Birer yıldızdır
Karanlık günlerimizin,
Kalbimizde parlayan.
Uzak bile olsak onlardan,
En kuvvetli ümittir
Düşünmek onları,
Hayat bir zevktir
Yanında onların.
Konuşulurken,
Dinlerlerken,
Hatta susarlarken bile onlar,
Hissederiz içimizden,
Ta derinden,
Evet onlar
Birer parçadır bizden.
Dinlediğimiz müzik bile
Yumuşar ve incelir,
Derinleşir ve renklenir,
Başka bir mâna taşır,
Adeta farklıdır
Her zamankinden.
Düşüncelerimiz bile
Kaybeder sertliklerini,
Gösterir hayatı bize
Daha pembe
Daha ümitli
Bir ışık içerisinde.
Biliriz,
Çünkü hepimiz,
Onlar varken kalbimizde,
Yalnızken bile
Yalnız değiliz.
Nüvit OSMAY
Ünlü Alman şairi
Schiller der ki,
“Dünya ihtiyarlar, sonra gene gençleşir, insan daima daha
iyiyi ümit eder ve bekler”.
İnsan hayatı devamlı bir beklemedir, bize daima daha
iyiyi ümit ettiren bir bekleme. Çocukken genç olmamızı bekleriz. Akşam olur
ertesi günü bekleriz. Hasta oluruz, iyi olmayı bekleriz. Canımız sıkılır,
mutsuzluk içindeyiz, gelecek mutlu günleri bekleriz. Kış soğuk geçer, ilkbaharı
bekleriz. Yaz kurak olur, yağmuru, sonbaharı bekleriz.
Sevdiğimiz birinin gelmesini bekleriz, aynı zamanda
sevmediğimiz birinin de gitmesini.
Genellikle istasyona kan ter içinde koşan ve orada trenin
kalkmasını saatlerce bekleyen insanlara benzeriz. Boş yere yorulur, acele ve
telaş gösteririz, bütün heyecanımız yollarda geçer. Kervansaraya vardığımız
zaman dinlenemeyecek kadar yorgun, düşünemeyecek kadar bitkin ve etrafımızdan
zevk alamayacak kadar bıkkınız.
Neden, çünkü beklemek denilen o güç sanatı bilmiyoruz.
Halbuki beklemek bir ümidin ifadesidir ve bizi
insanların, yaşamak için, yaşamaktan zevk alabilmek için, bekleyecek bir şeye
ihtiyacımız vardır.
Yabancı bir şehirde yapayalnız kalanlar, “Keşke bir dostum
olsaydı da, onu boş yere bekleseydim!” hissini çok defa duymuşlardır. Çünkü bu boş yere
beklemekte de bir ümit vardır ve bu o sıkıcı yalnızlık içinde belki en parlak
ümitlerden bile daha parlak ve ısıtıcıdır.
Beklemek tabii bir kanundur. Her şey bir zamana bağlıdır.
Toprağa ekilen her tohumun bir gelişme süreci vardır, bunu bekleyebilmek
lazımdır. Baharda çiçek açmadan hiçbir ağaç meyve vermez.
Beklemesini bilmek işi bir sanat, bir kültür ve sonunda
bir eğitim konusudur. Çocuklar bekleme kavramını anlayamazlar, huysuzlanır,
ağlar ve bağırırlar. Ancak zamanla her yemeğin bir pişme sürecine ihtiyaç
gösterdiğini, babanın güneş batarken ancak eve geleceğini öğrenirler.
Fakat beklemesini bilmek fertlerin eğitimlerinin de üstüne
çıkan bir nitelik gösterir, burada cemiyetin de önemli bir rolü vardır. Cemiyet
fertlerine derinliğine bir güven telkin edebilmişse, fert o kuvvetli güven
hissinin yumuşattığı şüphesini yenmesini bilir ve gelecekten emin bekler.
İşte fert eğitimi ile cemiyetin yerleşmiş geleneğinin
ortak sonucu bekleme sanatı dediğimiz şeyi, şuurlu, sonundan emin olarak
hazırlıklı ve aradaki zamanı israf etmeden beklemeyi bize öğretebilir.
Bu bekleme, sabır ve tevekkül tavsiye eden şark
felsefesinin, batının akılcı ve realist görüşü tarafından süzülmesinden sonra
meydana gelen bir sanattır.
Affedersiniz!
Aşağıda okuyacağınız liste mazeretlere ait bir genel
değerleme listesidir. Gerek bana ve gerek kendinize zaman kazandırmak için
lütfen mazeretlerinizi bana numara ile bildiriniz.
1. Ben size bunu söylediğimi
sanmıştım.
2. Eskiden beri bu işi daima böyle
yapmışızdır.
3. Kimse işe derhal başlamamı bana
söylemedi.
4. Ben bunun bu kadar önemli olduğunu
düşünmemiştim.
5. Şimdi o kadar meşgulüm ki bu işi de
üzerime alacak vaktim yok.
6. Ne diye uğraşayım. Amiral nasıl olsa onu
kabul etmez.
7. Sizin bu işi bu kadar acele istediğinizi
bilmiyordum.
8. Bu onun işidir, benim değil.
9. Unuttum.
10. Ben onayın çıkmasını bekliyorum.
11. Bu iş benim şubemde değildir.
12. Bunun değişik bir iş olduğunu nereden
bilebilirim?
13. Amirim gelinceye kadar bekleyin ve ona
sorun.
Sh:231-233
1. Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi
vermeye başla! Bu şekilde o bütün dünyanın onun geçimini sağlamak zorunda
olduğuna inanacaktır.
2. Kötü sözler söylediği zaman, gül. Böylece
o kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.
3. Ona manevi, ahlaki hiçbir eğitim
gösterme, “21 yaşına gelince kendisi karar versin”, diye bekle.
4. Yerde bıraktığı her şeyi kaldır,
kitapları, ayakkabılarını, elbiselerini. Onun için her şeyi sen yap ki, o bütün
sorumlulukları başkalarına yüklemeye alışsın.
7. Onun önünde sık sık kavga edin. Bu sayede
bir gün aile parçalanırsa o da o kadar şaşırmayacaktır.
8. Çocuğa istediği kadar harçlık ver. Hiçbir
zaman kendi parasını kendi kazanmasın. Hayatta karşılaştığın güçlüklerle onun
da karşılaşmasına ne lüzum var?
9. Yiyecek, içecek ve konforla ilgili bütün
arzularını yerine getir. İstediklerini yapmamak tehlikeli soğukluklara sebep
olur.
10. Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı
daima onun tarafını tut. Onların hepsinin çocuğa karşı peşin hükümleri vardır.
11. Günün birinde başına gerçekten bir bela
gelirse, ona bir şey yapmadın diye kendinden özür dile.
12. Onu felaket ile dolu bir hayat için
hazırla. Muhakkak om bulursun.
Hazırlayan:
Houston Polis Müdürlüğü
Sh: 238
Dr. Albert Schweitzer diyor ki;
“Çocukluğumda
büyükbabamın iş yerine giderdim. O, müşterileriyle hiçbir belge ve bağlantı
imzalamazdı ve "ben size
bir Türk gibi güveniyorum, başka bir şey gerekmez.”
Voltaire
ise; “Uzun zaman devam eden bir anlaşmazlık, her iki tarafında haksız olduğunu
gösterir.”
Sh: 60
Ünlü İngiliz başvekili
Disraeli, “insanlar kelimelerle idare edilir” der. İkinci Dünya Harbinde
Winston Churchill için şu sözleri söylenmişti: “Eğer o bu kadar güzel bir
İngilizce’ye sahip olmasaydı ve bu kadar iyi konuşmasaydı, İngiltere İkinci
Dünya Harbini kazanamazdı. O kelimeleri seferber etti, harp meydanlanna yolladı
ve zaferi kazandı.”
Çiçero, Roma’nın neden
yıkıldığını soran birine şu cevabı verir:
“Çok güzel konuştular,
fakat bilgisizdiler”.
Dil ile her şey
yapılabildiği gibi, her şey de yıkılabilir. İyi bir konuşma karşı tarafa olumlu
bir şey verebilen, onu olumlu yola yöneltebilen ve düşündürebilen bir
konuşmadır.
İyi konuşabilmenin birinci
şartı, insanın söyleyeceği, söylemek istediği, yetkiyle söylemek kudretine
sahip olduğu bir şeyi olmasıdır. Sırf
konuşmak için konuşmak, “yemek yemek için yemek yemek”ten daha tehlikelidir.
Sh:154
Bir Fransız dergisi
İngiltere ile ilgili olarak çıkardığı özel bir sayısından lngilizler hakkında
şu sözleri söylüyor:
“Ingilizler prensiplerinden ziyade neticelere önem verirler ve
devamlı başarılarının sebeplerini de burada aramak yerinde olur. ” Çünkü başarının bir tarifi
de netice almak, başlanan işi bitirmek sanatıdır. Sh:67
Her şeyin kötü taraflarını görmeye, her şeyi tenkit etmeye alışmış insanlar
da kolay kolay, mutlu olamazlar. Bu davranışlarını haklı göstermeye çalışan
insanlar, her şeyin en iyi şekilde yapılması gerektiğine inandıklarını bir
mazeret olarak ileri sürerler. Bu gibilere Shakespear, Kral Lear’de şöyle
yazar: “En iyiyi
bulmak için uğraşırken iyiyi kaybediyorsunuz.”
Sh:69/148
Karınca’nın
Hayvan Görüşü
Tartışmalar
bana bir psikoloji profesörünün şu hikâyesini hatırlatır. Profesör bir test
sorusu, olarak öğrencilerinden bir karıncanın çevresindeki hayvanları nasıl
ayırabileceğini düşünmelerini istemiştir, işte sonuç: Karınca hayvanlar âlemini
iki sınıfa ayırmaktadır.
a) Aslan, kaplan ve çıngıraklı yılan gibi
şefkatli ve iyi huylu hayvanlar ve
b) Piliçler, ördek ve kazlar gibi yırtıcı
hayvanlar
Her şey
sizin görüşünüze bağımlıdır.
Jimm
Powers
Sh: 152
Kaynak:
Nüvit Osmay, İNSAN MÜHENDİSLİĞİ, ALFA Basım Yayım Dağıtım I - 2. Baskı: 2002 3.
Baskı: Şubat 2003,İstanbul
KİTAB PDF
- İNDİR
BAŞKA KİTAPLAR İNDİR
ALBERT SCHWEİTZER- Yaşama Saygı Felsefesi
Terörle/şiddetle/kanla bir şeye ulaşacağını sananlara örnek olsun.
Doğum
|
14 Ocak
1875
Kayserberg, Alman İmparatorluğu |
Ölüm
|
4 Eylül
1965
Lambaréné, Gabon |
Meslek
|
Tıp
Doktoru
|
Ödülleri
|
Albert
Schweitzer (d. 14 Ocak
1875, Kayserberg, Alman İmparatorluğu - ö. 4
Eylül 1965, Lambaréné, Gabon), 1952 Nobel Barış Ödülü sahibi
Alman humaniter doktor, filozof, müzisyen, teolog, hayvansever ve anti-nükleer
aktivistti.
Schweitzer, iki doktorasına rağmen
tıp doktoru olmaya karar verdi; Afrika'da doktorluk yapma amacıyla 30 yaşından
sonra tıp tahsili yaptı; Gabon'da bir
hastane kurdu ve yaşamını yöre halkının sağlığına adadı. Geliştirdiği "yaşama saygı felsefesi" ile
günümüzdeki çevreci ve hayvansever hareketlerin öncüsü kabul edilir.
Albert Schweitzer, o dönemlerde
Almanya'nın günümüzde ise Fransa'nın bir parçası olan Alsace'da (Alsas), bir papazın oğlu olarak dünyaya geldi.
Schweitzer, Jean-Paul Sartre'in annesinin
kuzenidir. Küçük yaştan itibaren orga karşı büyük
tutkusu ve yeteneği vardı, Avrupa'nın en iyi orgcuları tarafından eğitildi;
zamanla org yapımı konusunda dünyanın en iyi uzmanlarından birisi oldu.
1893'te Strasbourg Üniversitesi'nde felsefe
öğrenimine başladı ve 1899'da doktorasını tamamladı. Aynı yıl Strasbug'daki St.
Nicholas Kilisesi'nde din görevlisi olarak atandı. Ertesi yıl teolojide doktorasını tamamladı ve çeşitli
dini okullarda yöneticilik yaptı. 29 yaşına geldiğinde biri teoloji alanında,
bir başkası Kant hakkında ve bir diğeri Bach'ın yaşam
öyküsü hakkında olmak üzere üç kitap yazarak müzik, din ve felsefe alanlarında
değerli katkılarda bulunmuştu; ayrıca org yapımı hakkında da eserler verdi.
Hep insanlığa doğrudan hizmet etmek için büyük bir istek duyan Schweitzer,
1904'te tesadüfen Paris Misyoner Topluluğu'nun yayınladığı bir dergide Fransız
kolonisi Gabon'da çalışacak doktor arandığını okudu. Bu ilan üzerine yaptığı araştırma onu, "beyaz
adamın" "siyah adama" yaptığı kötülükler ve haksızlıklar üzerine
düşünmeye sevk etti.
Uzun süredir kendini
adayacağı bir insanlık hizmeti arıyordu. Yetimhane kurma ve benzeri girişimleri
bürokratik engeller yüzünden gerçekleşememişti. Misyoner çalışmalara hiçbir zaman ilgi duymamıştı; Afrikalılara vaaz vermeye niyeti
yoktu ancak doktorluk yaparak beyaz adamın onlara verdiği zararı telafi etmeye
çalışabilirdi.
Afrika, o yıllarda kara kıta olarak
anılıyordu; Avrupa'dan Afrika'ya gitme yürekliliğini gösteren araştırmacı ve
misyonerlerin çoğu orada hastalanarak yaşamını yitiriyordu. Buna rağmen Avrupa'daki konforlu yaşamını terkederek Afrika'da doktorluk
yapmaya karar verdi. 1905'te dostlarına ve akrabalarına yazdığı mektuplarda
tıp eğitimi almaya başlayacağını ve istikametinin Afrika olduğunu söylüyordu. Bu
değişikliğin nedenini ise artık elleriyle çalışmayı arzulaması, yıllardır
kelimelerle uğraşmaktan ve sevgi dininden bahsetmekten bıkmışlığı, artık onu
uygulamaya geçirmek isteği olarak açıklıyordu. Çevresi onun bu düşüncelerine
olumsuz tepki verdi. Kendisini anlayan ve destek olan tek kişi o yıllarda yakın
bir arkadaşı olan Helen Bresslau idi.
Tüm
itirazlara ve tepkilere rağmen Schweitzer 30 yaşında tıp eğitimine başladı; 38
yaşında eğitimini tamamladı. Ne var ki tüm hayatını Paris Misyoner
Topluluğu'nun ilanındaki ihtiyaca cevap vermek üzere yeniden düzenlediyse de
göreve talip olduğunda geri çevrildi. Geri çevrilmesinin nedeni, onu bu göreve
almanın Misyoner Topluluğu aracılığı ile Afrika'ya gitmek isteyecek ve
yerlilierin kafasını karıştıracak başka liberaller ve radikal kişilere örnek
olmasından duydukları kaygı idi. Topluluk, bu gerekçe ile ona maddî destek olmayı
reddetti. Bu tavır, Schweitzer'i yıldırmadı. Bu sefer ücret karşılığı bu
göreve talip olan bir doktor olarak değil de, kendi kaynakları ile profesyonel
hizmetlerini sunan bir doktor olarak yeniden başvurmayı planladı.
1912'de Schweitzer ile evlenen,
hemşire olarak kendini yetiştiren Helen Bresslau, gönüllü olarak ona eşlik
edecek; hastane kurmak için gelir sağlama kampanyasını sürdürecek ve ilk 2 yıl
tüm masrafları üstlenecekti. Yardımcı olabilecek arkadaşlarının listesini
yaptılar. Eğer para toplayabilirlerse, topluluk kendilerine hiçbir masraf
getirmeyecek projeleri için onları reddedemeyecekti. Sekiz yıl seyahat hazırlığı
ile geçti. Üniversitedeki görevini bıraktı. Uzun dönemli konser anlaşmalarını
iptal etti. Küçük bir arkadaş grubunun desteği ile hazırlıklarını sürdürdü.
Sonunda, çalışmalarının kesinlikle topluluğun misyonuna zarar vermeyeceğini
kabul ettirebildi. 1913'te Gabon'daki Lambaréné'de bir hastane kurmak üzere eşi
ile beraber yola çıktı.
Çift, sağlık hizmetleri vermeye bir
tavuk kümesinde başladı, zamanla yeni binalar yaptı. Hastane yüzlerce hastaya
hizmet verir hale geldi. Lambaréné'e gelişlerinden 1 yıl sonra I. Dünya Savaşı başladı.
Almanya vatandaşı olarak bu Fransız kolonisinde düşman kabul edilmekteydiler.
Savaş esiri olarak Fransa'ya götürüldüler. Götürüldükleri yer ülkenin
güneyinde, bir zamanlar akıl hastanesi olarak kullanılan ve ressam Van Gogh'un da intiharından önce 4 yıl kaldığı bir mekandı.
Schweıtzer ve eşi 1918'de Alsace'a
dönebildiler ve 1919'un başında kızları Rhena doğdu. Alsace'da Schweitzer'in
annesi, birlikte büyüdüğü pek çok genç ölmüş, her yer yakılıp yıkılmıştı.
Karı-koca Schwetzer'in ikisinin de sağlığı bozuktu; bir zamanlar yıldız öğretim
üyesi ve öğrenci olduğu Strausbourg Üniversitesi'nde Schweitzer'i hatırlayan
yoktu ve maddî açıdan zor durumdaydılar. Ne var ki İsveç'te Uppsala
Üniversitesi'nde onu hatırlayan birisi çıktı ve 1920'de ders vermek için ailesi
ile birlikte İsveç'e gelmek üzere bir davet aldı. Orada, 1915'te geliştirdiği
yaşama saygı felsefesini hakkında ilk defa resmi konuşma yaptı.
"İnsanın ahlakı
insanla bitmemeli, evrene yayılmalıdır; bir parçası olduğu büyük hayat
zincirinin yeniden farkına varmalıdır. Tüm varlığın bir değeri olduğunu
anlamalıdır. Hayat, bencil veya düşüncesizce hareketler nedeniyle yok
edilemeyeceği gibi daha yüce bir değer veya amaç için de feda edilemez."
İsveç'te Afrika deneyimlerini anlatan bir konuşma turu yapmak teklifi
alması üzerine borçlarını ödeyebildi ve bu konuda bir kitap yazarak Afrika'ya
yeniden dönecek parayı kazandı. Fakat 1924'te Afrika'ya döndüğünde sağlık
durumu iyi olmayan eşi ile kızı ona eşlik edemediler, ancak sık yazışmalarla
ilişkilerini sürdürebildiler. Çocukluğunda babasını pek az görebilen Rhena,
büyüyüp kendi çocukları olduğunda onlarla birlikte Afrika'ya gitti ve
hastanenin laboratuvarında babası ile birlikte çalıştı. Rhena, babasının
ölümünden sonra da hastanenin yönetimini üstlendi. Hastanede gönüllü çalışan
Amerikalı doktor David Miller ile evlendi ve 1997'de ölümüne kadar Georgia
kırsalında onunla yaşadı.
Dr. Schweitzer'in ünü yıllar içinde
artmıştı ve pek çok gazeteci ve meraklı onun çalışmalarını görmek için
Lambaréné'e gitmişlerdi. Ziyaretçilere herkesin kendi Lambaéné'sini bulması
gerektiğini söylediği rivayet edilir. Dr. Schweitzer, 1953 yılında 1952 Nobel Barış Ödülü'nü aldı.
Ödülü aldıktan sonra, ömrünü politikadan uzakta geçirmeye çalıştıysa da nükleer
silahlanma ve Hiroşima vr Nagazaki'nin bombalanma olaylarından duyduğu
rahatsızlık onu bu konuyu araştırmaya ve arkadaşlarının da teşviki ile 1957
Bilinç Deklarasyonu adlı dünyaca ilgi gören deklarasyonunu yayınlamaya
yöneltti. 1958'de ise "Barış mı yoksa Atom Savaşı
mı?" adlı bir
kitap yazdı.
Dr. Schweitzer 1965'te 90 yaşında
hayatını kaybettiğinde hastanenin bahçesine gömüldü. Öldüğünde hastanesi 72
binalı[kaynak
belirtilmeli] 600 yataklı 6 doktor ve 35 hemşireli bir hastane
olmuştu.
Yaşama Saygı Felsefesi
Yaşama Saygı, hayatta emin
olduğumuz tek şeyin yaşadığımız ve yaşamımızı sürdürme isteğimiz olduğunu
söyler. Bu, kendimizden başka tüm canlılarla (fillerden yerdeki otlara kadar)
paylaştığımız bir şeydir. Öyleyse tüm canlıların kardeşleriyiz ve kendimize
gösterilmesini istediğimiz ilgi ve saygıyı onlara göstermek zorundayız.
Kaynak:
https://tr.wikipedia.org/wiki/Albert_Schweitzer
Albert
SCHWEİTZER'den
Belki o yalnız kalmış biridir, belki o
yaşamaktan usanmış, kırılmış biridir, veya bir kötürümdür, veya hayatında hiç
bir başarı gösterememiş olan bir talihsizdir. Sen onlara bir şey olabilirsin. O
bir ihtiyar veya bir çocuk olabilir. Belki de iyi bir işin, boş bir gecesini
ona verecek veya onun için koşacak gönüllülere ihtiyacı vardır.
Kim insan denilen o paha biçilmeyen heyecan
ve enerji kaynağının yapmağa muktedir olduğu şeyleri sayabilir. Her köşe ve
bucakta ona ihtiyaç vardır. Onun için sen de insanlığın hizmetine verebileceğin
bir şeyin olup olmadığını araştır! Eğer beklemek ve denemek zorunda kaldığını
görürsen, onu geleceğe bırakıp ihmal etme!
Hayal kırıklığına uğrayacağına daha işe
başlamadan emin ol ve buna kendini alıştır! Kendini insanlara bir insan olarak
teslim etmedikçe, tatmin edilmiş sayma!
Eğer sen tam bir ruhla buna sarılırsan,
göreceksin ki seni bekleyen muhakkak biri vardır.
Albert
Schweitzer
Türkçeye çeviren: Nüvit
OSMAY
Kaynak: Mimar Sinan Dergisi 2.Sayı (1967) sh: 69
Kaynak: Mimar Sinan Dergisi 2.Sayı (1967) sh: 69
Hakikat
Allah’ın kanunudur. Elde edilen hakikat da insanın kanunudur. Hiç bir gayret
sarfetmeden doğru olan şeyi bulan ve düşünmeden bilmek istediği şeyi anlayan
kimse iç güdüsü ile hakikati anlamış kimsedir. Onun hayatı kolay ve tabiî bir
şekilde ahlâk kanunları ile ahenklidir.
İşte böyle bir adam aziz
veya ilâhı mizaca sahip dediğimiz kimsedir.
Hakikati idrak eden kimse iyi olan şeyi
bulan ve ondan ayrılmayan kimsedir.
Hakikatin idrakine vasıl olabilmek için
dünyada şimdiye kadar söylenmiş ve yapılmış olan şeyler hakkında geniş ve derin
bilgi sahibi olmak, onların içine tenkit edici bir surette nüfuz etmek,
üzerlerinde büyük bir dikkat ve itina ile fikir yormak, berraklık kazanıncaya
kadar onları incelemek, nihayet onları ciddî bir surette tatbik etmek lâzımdır.
Bu şekilde elde edilen hakikat tahrip edilemez. Tahribi imkânsız olduğu için de
ebedîdir. Ebedî olduğu için de kendiliğinden vardır. Kendiliğinden var olduğu
için de sonsuzdur.
Sonsuz olduğu için de geniş ve derindir.
Geniş ve derin olduğu için ulu ve insan aklının kavraması güçtür.
Geniş ve derin olduğu için bütün
mevcudiyeti içine alır. Sonsuz ve ebedî olduğu için de bütün mevcudiyeti
tamamlar ve tekâmül ettirir. Genişlik ve derinliğinde dünyaya benzer. İnsan
aklının kavrayamadığı ululuğunda ise gökyüzü gibidir. Sonsuz ve ebedî oluşunda
da sonsuzluğun kendisi gibidir.
Mutlak hakikatin mahiyeti böyle olduğu için
o göze görünmeden tezahür eder, hareket etmeden tesirini gösterir ve faaliyette
bulunmadan gayelerini tamamlar.
Konfuçyüs
**
Hakikat hiç bir vakit ölü olarak sokaklara
düşmüş değildir. O insan ruhu ile o kadar ilgili ve ilişkilidir, yayılan tohumları
orada tutunur ve yüzlerce katını üretir.
Theodore
Parker
**
Evrenin içinde hakikat ve güzellik vardır
ve o bu bakımdan değerlendirilmelidir. Bizim hakikat ve güzelliği bulmak için
göstereceğimiz çaba, doğru olan şeyi yapmak için göstereceğimiz çabadan daha az
kıymetli değildir.
Eğer evrenin hakikat ve güzelliğinin
farkında değilsek, kendi kendimize doğru olan şeyi yapacak bir idrak durumunu
elde edemeyiz.
A. Gluttan
- Brock
Kendi düşüncene inanmak, kendi öz kalbinde
hakikat olan şeyin bütün insanlar için de hakikat olduğuna inanmak... İşte deha
budur.
Kendi içinde saklı kanaatını söyle, o
evransel bir mana taşıyacaktır, çünkü daima en içte olan şeyle en dıştaki
aynıdır ve bizim ilk düşüncemiz mahşer gününün borazanlarından aksederek tekrar
bize geri gelir.
Ralph
Waldo Emerson
**
Hakikat herkes için başka bir yüz taşır.
Herkesin onu kabul etmesini beklemek çok can sıkıcı olurdu. Onun bir kuyunun
dibinde olduğu söylenmişse, belki bu, kim onu orada ararsa, suda kendi hayalini
görsün diye söylenmiştir ve o hakikat tanrıçasını yalnız görmüş olduğuna değil,
hatta onun sanıldığından daha da güzel olduğuna kanidir.
James
Russel Lowell
**
Bir tek ihtiyacımız vardır: Hakikat.
Bir tek kudretin bulunması da bundandır,
Hak. Hakikat ve Hak olmadan elde edilen başarı bir hayaldir. Zalimler uzağı
göremezler ve bu hataya düşerler. Hileli oyunlarda kazandıkları başarı onlara
zafer gibi görünür, fakat bu zafer acı küllerle örtülüdür. Suçlu suçunun bir
başarı olduğunu sanır. Katil, sonunda kendi bıçağı ile kendisini yaralar.
Hainler
meydana daima hıyanet çıkarır. Canileri hiç beklenmeyen bir anda kendi günahlarının görünmeyen
hayaletleri ele verir. Kötü bir hareket hiç bir zaman cevapsız kalmaz.
Victor
Hugo
Türkçeye çeviren : Nüvit OSMAY
Kaynak: Mimar Sinan Dergisi 3.Sayı (1967), sh: 47-49
Kaynak: Mimar Sinan Dergisi 3.Sayı (1967), sh: 47-49
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar