OĞUZ ATAY, TUTUNAMAYALAR'YLA SEVİN SEYDİ
"Cennetimizde Cehennemimizde
Havva"
Ali Ünal
19 Mayıs 2012
Türkçe edebiyatın göz nuru, biriciği Oğuz
Atay’ın ne yazık ki hiçbir kitabı şu âna kadar İngilizcede yayımlanmadı.
Türkçede Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar, Korkuyu Beklerken, Oyunlarla
Yaşayanlar, Eylembilim, Bir Bilim Adamının Romanı ve Günlükler adlı kitaplarını
okuduğumuz Atay’ın, Edirne’den veya Kars’tan ötesine taşınamadığını görüyoruz.
Öykülerinden oluşan Korkuyu Beklerken, Fransızca, İtalyanca ve yakın zamanda da
Almancaya çevrilirken, Tutunamayanlar‘ın yalnızca ve yalnızca Hollandaca
baskısına rastlıyoruz. Bir Bilim Adamının Romanı da 2008 yılında Almancaya
çevrilmiş. Tehlikeli Oyunlar? Tutunamayanlar? Oyunlarla Yaşayanlar? Ne yazık ki
bu kitapların hiçbiri, dünya dili olarak kabul edeceğimiz İngilizceye çevrilmedi.
Peki neden?
Oğuz Atay’ın,
neden bir Yaşar Kemal ya da Orhan Pamuk gibi uluslararası edebiyat dünyasına
taşınmadığını sormak, yalnızca bir serzenişten öte bir hesap sormadır da benim
için. Yusuf Atılgan ve
Leylâ Erbil’le birlikte modern Türkçe edebiyatının öncüsü olan Atay’ın,
Tutunamayanlar‘ının ya da Tehlikeli Oyunlar‘ının 40 yıl içinde bir İngilizce
çevirisinin basılmamış olmaması üzüntü verici bir durum. Bu kitapların
yerelliğini ya da çevrilemezliğini gündeme getirmek benim için topu taca atmak
anlamına geliyor, zira ne bu yerellik meselesi (ki bu da tartışılır) sadece
Oğuz Atay’a özgüdür ne de bilinç akışı tekniği daha önce kullanılmamış bir
yazım tekniğidir. “Çevrilmesi elzem yapıtlar” başlığında Türkiye’deki
romanları listeleyen UNESCO’nun sayfasında “günlük dil kullanımı ve kalınlığı
nedeniyle en yetenekli çevirmenler için bile çok büyük güçlükler barındırsa
bile, Türkçe edebiyatı en iyi şekilde temsil eden” kitap olarak tanıtılan
Tutunamayanlar‘ı çevirebilmek için ortada herhangi bir teknik engel olduğunu
düşünmek bana safdillik geliyor. Kaldı ki elimizde halihazırda bir çeviri bile
varken.
Oğuz
Atay’ın, Tutunamayanlar‘ı ve Tehlikeli Oyunlar‘ı ithaf ettiği Sevin Seydi’nin,
Maurice Whitby ile birlikte Tutunamayanlar‘ın İngilizce çevirisini yaptıklarını
biliyoruz. Öyle ki bu
kitapta yer alan DÜN, BUGÜN, YARIN isimli şarkıların çevirileriyle bu
iki çevirmen, 2007 yılında Britanya Karşılaştırmalı Edebiyat Birliği’nin
Dryden Çeviri Ödülü’nü almışlar. Ancak ödül açıklamasında dikkat çekildiği
üzere bu çeviri, telif hakları sebebiyle Birlik tarafından yayımlanamamış. Tam
çeviri eserin de var olduğu ve yakın gelecekte basılmasının umulduğu söylenen
bu açıklama, aynı umudu bizde de doğuruyor. Yıldız Ecevit’in kapsamlı Oğuz
Atay kitabı Ben Buradayım‘da, çevirinin Oğuz Atay’ın kitabı yazarken aynı
anda Sevin Seydi tarafından yazıldığı, çeviri bittikten sonra da bir İngiliz
yayınevine gönderildiği, ancak hiç tanınmayan bu yeni yazarın romanının uzun
bulunarak reddedildiği yazıyor. Acaba, telif hakları konusunda dile getirilen
bu açmazın, Oğuz Atay’ın vasiyeti ya da Sevin Seydi’nin isteğiyle bir ilgisi
olabilir mi? 40 yıl içinde İngilizce baskısının olmamasını, bütün naifliğimle
buna bağlamak istiyorum, zira Oğuz Atay insanlarını herkesin tanıyıp okumasını
büyük bir sabırsızlıkla istiyorum.
Teknik ya da telif hakkı meseleleri
haricinde, Oğuz Atay’ın yerelliği sorununa nasıl bakmalı peki? Yerel olunmadan
evrensel olunamaz, sözünün ışığında yaklaştığımız Oğuz Atay karakterlerinde,
bir Amerikalı’ya ya da bir İngiliz’e hitap etmeyen herhangi bir şey bulabilir
miyiz? Bana kalırsa bu tür soruları yanıtlamadan önce, Atay’ın insanının
özelliğini anlamak gerekiyor. Bu da bizi “insan” meselesinin ortasına
bırakıyor. Tutunamayanlar ilk yayımlandığında, kitapla ilgili yapılan ağır
eleştirilerin birinde, kitapta insan olmadığı eleştirisinin kırk yıl sonra
katılaşıp yoğun bir ironi hâline geldiğini görmek, Atay’ın insanlarındaki
somutluğu ve kanlı-canlılığı da bize bir ders gibi anlatıyor. Atay, çünkü,
bundan 40 yıl önce de olsun 40 yıl sonra da olsun, her toplumda ve her zamanda
kendi varoluş sıkıntılarını birer hayat meşgalesi hâline getirip un ufak olmaya
yazgılı vatandaşları anlatıyor. Bu insan ister üç yanı çevrili bir yarımadada
yaşasın, ister tek bir tepenin bile olmadığı dümdüz Hollanda ovasında. Herkes
kendi yalnızlığının yüksekliğinden düşse de, bu irtifa insanlara hep aynı şeyi
anlatıyor.
Tarkovski, Mühürlenmiş Zaman’da mealen der
ki: “İki insan, ömürlerinin bir ânında, tek bir lahza dahi olsa aynı şeyi
hissederlerse, birbirlerini tümüyle anlayabilirler. İsterse biri tarihin
başlangıcında, öbürü sonunda hüküm sürsün. Biri atom çağında, diğeri buzul
devrinde yaşasın. Tümüyle. Mümkündür.”
Oğuz Atay, kendisinin çizmediği resimde
renksiz birer evcil hayvan gibi dolaşmakta yazgılı insanı anlatıyor. Evinden
çıkıp işine giderken, bir tutsaklıktan diğer bir tutsaklığa yer değiştiren
birikmeyi anlatıyor; birden fazla zorunluluk arasında kendi yaşamını anlamsız
kılan yığınlar arasındaki insanın birikimini. Bunu bir Raskolnikov’da ya da
Samsa’da görebiliyorsak, bunu Işık’ta da Benol’de de görebiliyoruz.
Konuştukları dil farklı olsa da, anladıkları dil hepsinin aynı. Bugün Suç ve
Ceza‘yı en büyük romanlardan biri sayan dünya edebiyatı, Tutunamayanlar‘ı ya da
Tehlikeli Oyunlar‘ı bu mertebeye yükseltmemişse, bunun suçunu dünya edebiyatına
değil bize yüklemek gerekitiğine inanıyorum. Bundan 40 yıl önce insanı (ve
elbette Oğuzcuğum Atay’ı) anlayamamış olmamızın utancıyla hareket edip, bu
kitapları (ve elbette Oğuzcuğum Atay’ı), sanki geç kalmış bir özür gibi dünya
insanlarına anlatmak gerektiğini düşünüyorum. Bu konuyu tartışırken arkadaşımın
dediği gibi, “Atay yalnız insanı anlatıyor,” ve yalnız insan, her yerde
aynı etkiyi bırakıyor. Oksijen alıp karbondiyoksit çıkaran insanın yerelliğini
sorgulamaya kim cüret edebilir ki, Benol’un gecekondu evinin evrenselliğine taş
koysun! Avarelik.
2005 yılında Türkçe eserlerinin yurtdışına
açılmasını kolaylaştırmak için Kültür Bakanlığı bünyesinde kurulan TEDA (Türk
Kültür, Sanat ve Edebiyatının Dışa Açılma) Projesi o tarihten bu yana 800’e
yakın eserin Türkçe dışındaki bir dile çevrilmesinde/yayımlanmasında katkıda
bulundu (Aslında burada bir düzeltme yapmak gerek, zira 800’e yakın eserin
içine aynı romanın farklı dillerdeki çevirileri de dahil). Peki bu proje
kapsamında Oğuz Atay’ın dünya edebiyatına kazandırılması düşünülmüş mü? Evet. Tutunamayanlar
ve Korkuyu Beklerken bu projede yer alan iki kitap. Tutunamayanlar, Hollanda’da
2011 yılında Het leven in stukken (Parçalı Hayatlar) adıyla yayımlanırken,
Korkuyu Beklerken de önce 2010 yılında Fransa’da, sonra da 2011 yılında
İtalya’da okurlara ulaştı. Bu yılın başında da iki kardeş, Selma Wels ve İnci
Bürhaniye Almanya’da Pinooki isimli bir yayınevi kurarak, Warten auf die angs
adıyla bu kitabı Almanca olarak bastılar. Ancak bu kadar. Aradan 40 yıla yakın
bir süre geçmiş olmasına rağmen, Atay’ın kitaplarını çevirmek ancak 2010
yılında aklımıza gelmiş! Kaldı ki, Tehlikeli Oyunlar‘ın herhangi bir dile
çevrilmesi söz konusu bile olmazken, Tutunamayanlar‘ın, dünyaya yayılması için
neredeyse şart olan İngilizcede herhangi bir baskısı yok. Almanca, İspanyolca
veya İtalyancada bile yok. Bunu sadece ilgisizlik olarak görebilir miyiz acaba?
Yurt
dışına kitap ve yazar “pazarlamak”, meşakkatli bir iş. Orhan Pamuk ve Elif
Şafak bunu son zamanlarda oldukça başarılı bir şekilde yapan iki yazarımız. Sema Kaygusuz da son dönemde yıldızı daha
da parlayan uluslararası yazarlarımızdan biri. Tabii İngilizce edebiyat
dünyasına girmek için ille bir Nobel Ödülü’ne sahip olmanız ya da soyadınızı
İngilizce okunuşa göre revize etmeniz yetmiyor, iyi bir tanıtım ve kulis de
olmazsa olmaz arasında. Shafak, kitaplarını zaten İngilizce yazdığı için bu
konudaki birincil sorunu kendisi çözmüş oluyor. Onun kitaplarını bizim
okuyabilmemiz için önce “bize” çevrilmesi gerekiyor. Sema Kaygusuz, son iki
kitabını Avrupa’daki yazarevlerinde, aldığı burslarla yazıyor. Orhan Pamuk, tüm
dünya dillerinde toplam on milyondan fazla kopya satan, Türkiye’nin en çok
satan yazarı. Dolayısıyla buradaki trenler raylarında ilerleyip gidiyor, Türkçe
edebiyatı dünyaya duyuruyor. Sevgi ve saygıyla izliyorum, ancak hep bir
burukluk duyuyorum: Selim Işık’ı neden sadece ben biliyorum? Neden Hikmet
Benol’ü sadece ben okuyorum? Bu daha ne kadar devam edecek? Bunu büyük bir
içtenlikle bekliyor ve istiyorum çünkü,
Oğuz Atay’ın okuyucusu sadece burada
değil, orada da!
http://www.on8kitap.com/blog/oguz-atay-neden-ingilizcede-yok
**
6 Temmuz 2009 Pazartesı
Uzun bir zaman sonra tekrar günlük tutmaya
karar verdiğimde şu cümlelerle başlamıştım yazmaya:
“Kimse
dinlemiyorsa beni –ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka
çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.”
Oğuz Atay’ın 25 Nisan 1970’de günlüğüne
yazdığı ilk satırlardan biriydi bu. Belki hırsızlık diyebilirsiniz siz benim
yaptığıma. Oysa Oğuz Atay, o kadar güzel anlatmıştı ki bir günlüğe sığınma
ihtiyacını benim diyecek fazla bir lafım kalmamıştı. Aslında birçok şeyi çok güzel
yazmıştı Oğuz Atay. İlk kez “Tutunamayanlar” kitabıyla tanıdım Atay’ı. Kitabı
okumamın üzerinden çok zaman geçti ama fikrim değişmedi:
“Okuduğum en güzel
kitaplardan biri.”
Okuduğum her yapıtı, adına yazılmış her
şey beni alıp başka yerlere götürdü.
Bu yazıyı yazarken şunu sordum hep; “Şart
mıydı bu kadar erken gitmek?” Şunu soruyorum size; “Tanımadığınız bir insanı ne
kadar sevebilirsiniz?” ve “Olmayan bir insan ne kadar yakın olabilir size?”
Olmayan bir insan kim mi? Selim… Selim Işık… “Tutunamayanlar’ın baş karakteri.
Aslında Selim karakterinde Oğuz Atay’dan öyle çok iz var ki…
Mesela Oğuz Atay, günlük tutmaya
başladığında kendini Tutunamayanlar’ın kahramanı Selim Işık’a benzetir ve “Sonumuz hayırlı değil herhalde
onun gibi” der. Tutunamayanlar’ın Selim’i de günlük tutuyordu. Selim’in sonu
hayırlı olmamıştı çünkü intihar etmişti romanda. Selim bazı özellikleriyle Oğuz
Atay’a ve Oğuz Atay’da bazen yarattığı karakter Selim’e benzemişti.
1934 yılında doğan Oğuz Atay, İstanbul
Teknik Üniversitesi inşaat mühendisliğinde okudu. Oysa Atay, mühendislik
yapmayı hiç istemedi. Oğuz Atay, Tutunamayanlar’da kendisi yerine Selim’i
konuşturur: “Lisede iyi bir öğrenci olduğum için zor bir meslek seçmeliydim. Bu
nedenle mühendis olmaya mecburum.”
Oğuz Atay’ın ömrü boyunca büyük ilgi
duyacağı bir yazar vardır. Tutunamayanlar’ın Selim’i de aynı yazara karşı büyük
bir sevgi beslemektedir: Dostoyevski. Atay, Selim ve Dostoyevski’nin ortak bir
yönü vardır; mühendis olmaları. Oğuz Atay, kendi düşüncelerini yine Selim’le dillendirir:
“Bütün ümidi, Dostoyevski gibi mühendis olduktan sonra istifa etmekti.
Babasıyla hergün kavga ediyordu. Üniversiteye girişinden onu sorumlu tutuyordu.
‘Dağlara kaçacağım’ diye bağırıyordu babasına: ‘Hepinize bu üniversiteyi
bitireceğimi, hem de kırıntılarımla bitirebileceğimi göstereceğim.”
Oğuz Atay’da mühendisliği babasının isteği
üzerine seçmişti ve gençlik yıllarında babası ile tartışmaları olmuştu. Oğuz
Atay’la Selim arasında daha nice benzerlikler vardır.
Ancak, Selim sadece bir kişi değildir.
Selim Işık tutunamayanların bir bileşkesidir. Selim karakterinde Oğuz Atay’ın
üniversite arkadaşı Ural Özyol’un da katkısı vardır. Atay bunu şöyle
açıklamıştır:
“İntihar eden bir
arkadaşım, Ural var; ama bütünüyle Selim Işık o kadar değil.” Oğuz Atay, “Tutunamayanlar”ı Ural
Özyol’un anısına ithaf etmiştir.
Oğuz Atay’ın yaşadıklarını kitaplarına
yansıtmaları “Tutunamayanlar”la sınırlı değildir elbette. “Tehlikeli Oyunlar”
romanının dokusu içinde Oğuz Atay’ın evlilik yaşantısından anı parçacıkları sıkça
yer alır.
2 Haziran 1961 yılında evlendiği Fikriye
Fatma Gündüz ile olan tanışmasından izler taşır “Tehlikeli Oyunlar”. Romanın
iki kahramanı Bilge ve Hikmet’in tanışması şöyle yansır romana:
“Bilge ile tanışmamak için direnmiştim.
Bir pastanede buluşacaktık. (…) Beni görünce, siz Hikmetsiniz değil mi? dedi
hemen. Bir aksilik hissettim içimde. Nazmi bu buluşmayı düzenlememeliydi;
benden çekinmeliydi. Bilge beni tanımıştı; demek ki, Nazmi beni anlatmıştı ona.
Bilge’yi de bana tarif etmişti ama unutmuştum. Neden gülümsüyordu Bilge? (…)
Sanki benimle buluşmaya gelmiş; benden başka beklediği yokmuş gibi
gururlanmıştım; oturmadan çevremi süzmüştüm. Bu kadınlar, insana ne aptallıklar
yaptırır. Aslında heyecanlıydım, çevremi filan gördüğüm yoktu.”
Fikri’ye Oğuz Atay’dan beş yaş büyüktür,
terzilik yapmaktadır. Oğuz Atay’ın annesi Muazzez Hanım, oğlunun beş yaş büyük
biriyle evlenmesinden hoşlanmaz ve bu evlilik aile çevresinde olumlu yankılar
almaz. Sadece aile değil, Atay’ın çevresi de bu ilişki hakkında pek iyi
yorumlar yapmaz. Endişelerin nedeni ise “sessiz” Fikriye ile “kitap kurdu”
Oğuz’un ilişkilerinin birlikteliği ile ilgilidir.
Fikriye ve Oğuz çiftinin evliliklerinden
bir yıl sonra, 1962’de, Özge isimli kızları dünyaya gelir.
Çiftin arasında kızları doğduktan beş yıl
sonra ayrılılık üzerine bir konuşma geçer.
“1967 yılı
içindeydi. Bir gün Nişantaşı’nda karşılaştık, birlikte eve doğru yürüyoruz. Bir
şeyler söylemek istiyor gibiydi. ‘Ben başkalaştım’ dedi. Ne demek istediğini
sormaya çekindim. Bir terslik vardı. Değişmişti, sanki bir karakter değişikliği
yaşıyordu. Bir süre sonra, ayrılmak istediğini söyledi. Bu konudaki ilk ve son
konuşmamız bu oldu. Ne yanlış yaptığımı sorduğumda, ‘sen bir şey yapmadın, ben
değiştim’ dedi: ‘Değişen benim.’”
Fikriye, Atay’la aralarında geçen
konuşmayı işte böyle aktarmıştır.
Atay, Fikriye ile olan evliliği içinde,
1962 yılında, Betonar Kolektif Şirketi’ni Uğur Ünel’le birlikte kurar. Atay,
“Tutunamayanlar”ın Turgut Özben’ine benzer burada. Ankara’da bürokratik
işlemlerle uğraşır, iş peşinde koşar. Betonar, 1967 yılında fiilen sona erer.
Atay’ın evliliği ve işi bitmiştir, kendini
yazmaya verir. Oğuz Atay, 1968’den öldüğü 1977 yılına kadar olan hayatının orta
noktasında yazma vardır.
Atay’ın hayatında yeni bir kadın vardır artık; Sevin Seydi.
Sevin, Oğuz Atay’ın “büyük aşkı” olarak tanımlanır dostları tarafından.
Sevin Seydi, 1956 yılında Oğuz Atay’ın
hayatına girer. Atay’ın yakın arkadaşı Uğur Ünel’le nişanlanan Sevin Seydi,
sıradışı özellikleriyle adım atar yaşamlarına. 1967 yılında farklı nedenlerle
Oğuz Atay da Sevin Seydi de eşlerinden ayrılırlar. Aynı dönemde yaşadıkları
yalnızlık ve mutsuzluk bir süre sonra bu iki insanı bir araya getirir. Oğuz
Atay’ın yaşamının bundan sonraki on yılında Sevin Seydi hep en önde varlığını
sürdürür.
Oğuz Atay, “Tutunamayanlar”ı Sevin Seydi
ile birlikte olduktan sonra yazmaya başlar. Sevin Seydi “Tutunamayanlar”ın
başarılı olacağından o kadar emindir ki kitabın yazılan sayfalarını
İngilizce’ye çevirmeye başlar. Ancak kitabın İngilizcesi’ni basacak yayınevi
bulunamaz.. Sevin Seydi, kitabı İngilizce’ye çevirmekle kalmaz. Ressam olan
Sevin, Oğuz Atay’ın kitaplarının kapak resimlerini de çizer. Sevin, Atay’ın bir
roman karakterini de yaratmasına yardımcı olanlardan biridir; “Tehlikeli Oyunlar”ın
Bilge’si.
“Tutunamayanlar” Sevin ve Oğuz’un
aşklarının pırıltısıyla (Selim ve Günseli), “Tehlikeli Oyunlar” ise (Hikmet
ve Bilge) ayrılıklarının hüznü ile bezelidir:
“Bilge gitti albayım. Biliyorum, bir daha
geri dönmez. Her şey benim yüzümden albayım. (...) Biraz hava mı alayım
dışarıya çıkıp? Peki albayım. Belki Bilge’ye de rastlarım bu arada. Tam gitmiş
olamaz, değil mi? Hiçbir şey böyle bir anda kaybolamaz, değil mi? Bilge, Bilge,
neden beni yalnız bıraktın? Fakat bizim sokakta göremiyorum onu albayım. Belki
hızlı koşarsam yetişirim ama, değil mi? Bilge, Bilge! Köşeyi dönmüş galiba.
Başım dönüyor, biraz dinleneyim. Beni neden bıraktın Bilge? Şimdi hiç
dönmeyecek misin yani? Seni artık hiç göremeyecek miyim? İmkansız mı? Albayım,
albayım bu oyun çok ciddi, bakın ben bile ağlıyorum albayım. İmkansızlık
duvarının dibinde ağlıyorum. Bu duvar beni çıldırtıyor albayım. Başımı bu
duvara vurup parçalamak istiyorum.”
Sevin Seydi,
Londra’ya gider. 1970’den 1973’e kadar bir ayağı Londra’da bir ayağı İstanbul’da
yaşar. Oğuz Atay mutsuzdur, yalnızdır. Atay, Günlük tutmaya başlar.
Yalnızlığını günlüğü ile paylaşmaya karar vermiştir.
“Artık
Sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter
kaydetsin beni; dert ortağım olsun.”
Sevin’in gidişi Oğuz Atay’ı çaresiz
bırakmıştır. Herşey Sevin’i hatırlatmaktadır. Atay, Günlük’üne şunları yazar;
“Joseph Losey’in Secret Ceremony adlı bir
filminin seyrettim. Yordu beni. Londra’yı, kırmızı iki katlı otobüsleri görmeye
dayanamadım. Garip bir şey: Londra’yı Sevin’le bir tutmaya başladım.”
Oğuz Atay’ın Sevin Seydi’ye sevgisi, biçim
ve renk değiştirerek yaşamının sonuna değin sürer. Ayrılık döneminde çok
üzülmüş olan Atay, farklı şekillerde Sevin’le birlikte olur. Maurice Whitby ile
birlikte yaşamaya başladıktan sonra, yaşamı boyunca hiç kopmayacağı en yakın
dostuna dönüşür Sevin Seydi. Nasıl onunla aynı evi paylaştığı dönemde,
ayrıldığı kocası Uğur Ünel’le dostlukları hiç yara almadan sürdüyse, bu kez
Maurice Whitby ile yakın bir dostluk ilişkisi içine girer Atay.
Atay’ın
hayatına başka bir kadın girer; Yeni Ortam gazetesinde sanat muhabiri olan
Pakize Kutlu. Sevin Seydi’nin
bıraktığı acılar Pakize ile azalır. Pakize ve Oğuz 26 Nisan 1964’te evlenirler.
Atay, 1976 kasım ayında grip olur, ateşi yükselir,
kullandığı ilaçlar baş ağrısını geçirmez. Yapılan iğneler sonuç vermez. Bu
basit bir ağrı değildir. Yürürken ayakta bir sekme başlamıştır. Bir sabah çift
gördüğünü söyler. Aile dostu Dr. Cezmi Kazancıgil için artık şüpheye yer
yoktur, İngiltere’ye gitmek gereklidir. İngiltere’ye giderler.
Oğuz Atay, 1976 aralığında Londra’ya Royal
Marsden Hospital’e gider ve 22 Aralık’ta hastaneye yatar. Ameliyat 24 Aralık’ta
gerçekleşir. İki tümörden yalnız biri alınır, diğerine dokunulamaz. Bu tümör
daha sonra büyür ve Atay’ın ölümüne neden olur. Radyoterapi yapılır. Hastalığın
baş göstermediği ekim ayına kadar her şey normaldir.
13 Aralık 1977 günü arkadaşı Altay
Gündüz’lerin evine gider. Oğuz Atay bir süre onlarla oturduktan sonra uzanmak için arka odaya
gider. Pakize bir şeylerin ters gittiğini anlamıştır. Oğuz Atay, daha sonra
banyoya gider ve Selim gibi kendini banyoya kilitler. “Tutunamayanlar”ın Selim
Işık’ı, “İlaçlarımı alıp banyoya kapanıyorum. Durumumu kimse görmesin diye
kapıyı kilitliyorum” demektedir. Oğuz Atay, banyoda fazla zaman geçirince
huzursuz olurlar, Altay Gündüz kapıyı kırar;
Oğuz Atay ölmüştür!
Atay’ın cenazesi Sultanahmet Cami’nden
kaldırılır. Akademide tören yapılması da tartışma konusu olur. İdareyle
sorunlar yaşamış olan Atay için tören düzenlenmek istenmemektedir ama bu inat
kırılır.
Kimilerine göre Oğuz Atay öleceğini
hissetmişti. Art arda bu kadar eser vermesi kimilerine göre bu nedenleydi.
Günlük’ünde bir yere rüyasını şöyle yazmıştı: “Dün gece bir rüya: saatim
patlıyor, sonsuz küçük çarklar, dişliler ortalığa yayılıyor, toplayamıyorum,
saat camı bir basınçla şişiyor, dağılıyor.” Bu rüyanın yorumu ölüme
işaretti.
Oğuz Atay’ın değeri öldükten sonra
bilinmişti.
“Tutunamayanlar”da Selim şunları
söylüyordu:
“Romancılar için bulunmaz bir okuyucuyum,
birinci sınıf bir okuyucu. Kitaplarının böyle okunduğunu bilselerdi fakirler,
kim bilir ne kadar sevinirlerdi. Durmadan yazarlardı; bir türlü ölemezlerdi.”
Oğuz Atay da kitaplarının böyle
okunacağını, baş tacı edileceğini bilseydi, bu kadar çabuk gitmeye karar
vermezdi belki de.
Kaynak: Ben Buradayım... / Yıldız Ecevit
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
Günlük / Oğuz Atay
KAYNAK:http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=42241
KURULUŞ SONRASI
İLK DEFA SAYIN LOCALARA NUMARA VERİLMESİ VE DÜZENLENEN İLK DİPLOMALARIMIZ
1968 yılında localara numara verilerek
Büyük Locanın kuruluş beratı ve mühürleri, yeni şekilleri tespit edilmek
suretiyle hazırlanıp bastırılmıştır. Loca numaraları ise şöyle düzenlendi; Bir
numara Feza Locasına, iki Namık Kemal Locasına, üç Helikon Locasına, dört Ar
Locasına, beş Nar Locasına, altı Özgür Locasına ve yedi Murat Locasına verildi
Büyük Üstat Osman Edip Seydi kardeşimizin kızı, değerli
ressamlarımızdan Sevin Seydi tarafından grafik dizaynı yapılarak yeniden
düzenlenen ve bastırılan üstat diplomaları, dağıtılmak üzere localara
gönderildi.
**********
Birkaç Sahifede Türkiye`de Franmasonluk
1909-1972Birkaç Sahifede Türkiye`de Franmasonluk 1909-1972
Yazar: Osman Edip Seydi
Sayfa:99 p
Yayın Yeri: İstanbul
Yayın Yılı: 1972
07 no.lu Murat Muhterem Mahfili 31 Mayıs 1966
Üstadı Muhterem Osman Edip Seydi
http://www.insanokur.org/ben-buradayim-oguz-atayin-biyografik-ve-kurmaca-dunyasi-yildiz-ecevit/
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar