OKULA İSTEKSİZ ÇOCUKLAR VE OKUL FOBİSİ
Okula
isteksizlik ve okul korkusu çocuklar ve yerine göre gençler için ciddi bir
sorun olabilmektedir. Burada duyurmak istediğimiz hususları sunmaya
çalışacağız.
Bedensel,
ruhsal ve sosyal hastalıkların klinik öncesi, klinik ve klinik sonrası
safhaları olmaktadır. Okula isteksizlik ve okul korkusu (fobisi) olayı klinik
öncesi dönemde çok yaygındır. Olayı burada tanıyabilen öğretmen, aile bireyleri
ve giderek toplum gereklidir. Mesele klinik öncesi safhada anlaşılabilirse ve
elbette gerekli tedbirler de alınabilirse görülecektir ki rahatsızlığın klinik
aşamaya gelmeden çoğu zaman ortadan kalkabileceği tesbit edilecektir. İşte
burada büyük ihmaller gözlenmektedir. Olay
klinik boyuta gelene kadar ne tanınmakta, ne bilinmekte ve ne de tedbirler
alınabilmektedir. Genel olarak yurdumuzda gözlediğimiz hal böyledir.
Tedbirde kusur edilmektedir. Klinik öncesi koruma bilinmemekte, tanınmamakta,
bu çok önemli aşama değerlendirilmemektedir. Korumak tedavi etmekten daha kolay
ve daha akıllıca bir iştir. Çok daha ucuz ve zahmetsizdir. Dünya tıbbı 1950 yılından bu yana koruyucu hekimlik çağında
bulunmaktadır. Yani sağlık hizmetlerinde koruyuculuk, klinik öncesi koruma
(primer koruma, özgül koruma, pre-klinik koruma) birinci plandadır. Çağı
yakalamak istiyorsak zaten böyle yapmamız lazımdır. Bu şekilde öğrencilerde
görülebilecek okula isteksizlik ve okul korkusu rahatsızlığı odağında
kurutulmaya çalışılmalıdır.
Çocukların,
öğrencilerin, gençlerin psikososyal özellikleri ve başarılı uyumlarının
esasları bilinmelidir. Örneğin yedi yaş buhran dönemi, oniki yaş buhran dönemi
ile okula isteksizlik ve okul korkusu birleşirse çözüm güçleşecektir. Hâlbuki
bu buhran dönemleri bilinirse, bu çağda bireylere bu buhranlardan en kolay bir
şekilde kurtulabilmeleri için yardım edilirse okula isteksizlik ve okul korkusu
olaylarından da onları önemli ölçüde korumuş olmak sözkonusu olacaktır. Öyle
ise okula isteksizlik ve okul fobisinden çocukları koruyabilmek için onların
normal olarak geçirmekte oldukları psikososyal sağlık evreleri bilinmeli ve
bunlara ilişkin yardım yolları da öğrenilmelidir.
Kız
ve erkek çocukların psikososyal özellikleri ve başarılı uyumlarının esasları
yerine göre farklılıklar da göstermektedir. Bu nedenle bilgili olunmasında
yarar vardır. Kız çocuğunda
psikososyal gelişim, erkeğe göre kabaca söylemek lazım gelirse oniki yaş buhran
dönemleri çağında iki yıl kadar ilerdedir. On yaşındaki bir kız, oniki
yaşındaki bir erkek çocuk gelişimine eşdeğer görülebilmektedir. Tabii
bunlar psikososyal gelişim itibariyle böyledir. Yani erkek çocukların gelişimi
daha çetin ve uzun olmaktadır. Bunu fizyolojik gelişim olarak da söylemek
mümkündür. Öyle ise erkek çocuklar bu manada daha çok sorunlu olabilirler. Bu
bilinerek tedbirler ona göre alınmalıdır.
Okula isteksizlik ve okul korkusu her iki
cinste kız ve erkekte de görülmektedir. Her iki cinsin ruhsal ve sosyal
özellikleri bilinmelidir. Klinik öncesi dönemde koruyucu ruh sağlığı tedbirleri
iyice alınmalıdır. Bunda kusur gösterilmemelidir. Bu elinizdeki kitabın çıktığı
seride kırk kitabımızın halkımızın istifadesine sunulması planlanmış ve bunun
3/4’ü aşağı yukarı basılmış ve piyasalarda bulunmaktadır. Burada gereğini
açıkladığımız pek çok alanda bu yayınlarımızdan da yararlanılması mümkündür.
“Pek iyi de onu nasıl öğreneceğiz” diye
düşünürlerse, elimizden geldiğince buna da cevap vermiş olmaktayız. Bu da ele
aldığımız ve alacağımız diğer meselelerimiz yönünden hatırlar da bulunmalıdır.
Psikososyal sağlığın korunması, koruyucu ruh sağlığı adı altında da bu seride
bir kitabımız vardır. Bu bilgilerin ışığında zamanında gerekli koruyucu
tedbirler alınmalıdır. “Perşembenin
geleceği çarşambadan bellidir” özdeyişimizde de görüleceği gibi gelecek
hakkında bilgili ve hazırlıklı olunmalıdır. Okula isteksizlik ve okul fobisi
olayı ile ilgili olarak da bu kitabımız anneler, babalar tarafından özellikle
iyi değerlendirilmelidir.
Öğretmenlere
göre öğrencilerinin belki pek çoğu okula isteksizdir. Hatta öğrenciler yönünden
de durum böyledir. Öğrencilere de sorulsa, öğrencilerin çoğu yerine göre az,
yerine göre çok okula isteksizlik duyduklarını ifade edebilirler. İnsanın
evinde sıcacık oturup, kendi bildiğine zamanını değerlendirmesi varken giyinip
okula gitmesi, ders dinlemesi, sınavlara tabi tutulması elbette bir
isteksizliği de beraberinde getirebilecektir. Bu doğaldır. Ancak okula isteksizlik
ve okul korkusu olayı bunun dışındadır. Burada okula isteksizlik ve okul fobisi
hastalığı söz konusudur. Bu hastalığın da yukarıda söylediğimiz gibi klinik
öncesi, klinik ve klinik sonrası safhaları bulunmaktadır. Burada mesele normal
ile anormali birbirinden ayırabilmektir. Bir insan bir şeyi çok severek
yapmayabilir ama bunu kafasına takıp da büyük bir sorun da etmeyebilir. Bazı
şeyler vardır ki mecburiyettir. Örneğin işe gitmek. Maişet kazanmak. Kendisine,
ailesine, çevresine faydalı olmaya çalışmak vs. Birey bunları istemeyerek de
yapsa, sonunda görevini yapmanın huzurunu duyarak mutlu olacaktır. Sonuç
şudur: Okula isteksizlik ve okul fobisi olayı normalden sapmadır ve işin
hastalık haline gelmiş olmasıdır. Elbette bunun da bir başlangıcı, gelişme
dönemi ve derecesi olacaktır. Öyle ise bu olayı iyi tanımak lazımdır. Bununla
ilgili koruyucu tedbirleri bilerek, onları alabilmek gereklidir.
Normal,
okuma yazma bilen bir insan bu çalışmamızda konuya ilişkin yerine göre
ayrıntıları bile görebilecektir. Yeter ki iyice anlayarak, düşünerek bu
kitabımız anne babalar tarafından ve halkımızca değerlendirilsin. Amacımız
faydalı olmaktır, hizmettir. Zaten başka ne olabilir ki üzülerek söylemek
gerekirse bugünlerde yurdumuzda bilim serisi kitaplar matbaa masraflarını bile
yerine göre karşılayamamaktadır.
Okula
isteksizlik ve okul fobisinin derecesi çok önemlidir. İleri bir boyuta bu olay
ulaşmışsa, artık çocuk okumaktan iyice soğuyabilecektir. Bunun tedbir alınmazsa
başlıca tehlikesi onun hayatında okul olayını kafasından silmesi ile
noktalanabilir. Birey, tahsil bittiğinde bile yine okula isteksizlik ve okul
fobisi rahatsızlığının verdiği yan tesirlerle yaşamak durumunda kalabilecektir.
Bunlar bireyin kendine güveninin azalması, mutsuzluklar, başarısızlıklar
şeklinde de tezahür edebilecektir. İyi bir tedavi ile bunlar ortadan
kaldırılabilir.
Tedavi
psikiyatri ekibinin işidir. Elbette bu tedavi ekibinde psikiyatrik sosyal
çalışma mütehassası doktoru da vardır. Psikiyatride yirmi civarında mütehassıs
doktorun görev aldığını yeri geldiğince hep söylemekteyiz. Bu uzmanların
çalışma alanları ve yetişmeleri, diplomaları da farklı farklıdır. Böyle geniş
kapsamlı psikiyatri tedavi ve bakım ekibinin Türkiye’mizde de oluşması ve
yaygınlaşması herkesçe arzu edilmektedir ve bu yolda da atılmış çok iyi adımlar
bulunmaktadır (comprehensive psychiatric services).
Bir
öğretmenin belki lüzumsuz bir sözü veya davranışı, okulda baskı, okul ve ders
hayatıyla ilgili olarak öğrencinin kendi kendine çözemediği problemlerinde
yalnız bırakılması, ailenin yerli yersiz ona müdahaleleri, onu bezdirmesi
velhasıl olayların olması gerektiği şekilde gitmemesi elbette bu sorunların
ortaya çıkmasında sebepler arasındadır. Hiçbir şey durup durduğu yerde
olmayacaktır. Her şeyin sebepleri olacağı açıktır. Bizim üzüldüğümüz okula
isteksizlik ve okul fobisi (unwilling to school or
school fobia) olayının
yurdumuzda yeterince genel manada bilinmediğidir, yahut az tanındığıdır, belki
ciddiye yeterince alınmadığıdır. Oysa bu atlanılmaması gereken bir konudur.
Okumak,
tahsil etmek, öğrenmek gibi yüce bir nimeti insanın severek yapmaması
gerekirken bundan ızdırap duyması, hele hele bir de buna karşı korku duyması
hastalık derecesine varmışsa şöyle bir düşünülürse ne kadar acıdır ve üzücüdür.
İllaki bir hastalığın insanı öldürmesi düşünülmemelidir. Onun vereceği
mutsuzluk da az bir bedel değildir. Tedbirleri varsa niçin mutsuz
yaşanacaktır, niçin öğrenmek, okul gibi yüce değerler kendimize zindan gibi
gelecektir. Meselenin özeti budur. Bazı kitaplar okula isteksizlik ve okul
fobisi rahatsızlığına, hastalığına “okulu
red” (School refuse) de
demektedirler mana aynıdır. İnsan kötü şeyi reddeder. İyi şeyi reddetmesi hoş
bir şey değildir. Kaldı ki türlü zararları da beraberinde gelmektedir.
Çocuğun,
öğrencinin, gençlerin tüm olarak insanların psikososyal özellikleri ve
başarılı uyumlarının esasları bilinmelidir. Bu ana baba okullarında,
yetişkinler okullarında da halka yeterince öğretilmelidir. İlkokul, ortaöğretim,
yüksek öğretimde, hele hele sağlıkla ilgili fakültelerde bu konuda dersler
yeter sayıda ve düzeyde olabilmelidir. Okula isteksizlikten önce o bireyin
psikososyal sağlığı yerinde mi bu düşünülmeli, araştırılmalıdır. Eğer onun
psikososyal sağlığında bazı aksaklıklar varsa bu hemen düzeltilmeye
çalışılmalıdır. Zira bu aksaklık üzerine okula isteksizlik ve okul korkusunun
inşa olacağı unutulmamalıdır. Sadece bu durumda bu hal değil diğer başka
psikososyal hastalıklarda bu sağlıksız ortamda yükselebilecektir. Türlü
davranış bozuklukları da ortaya çıkabilecektir. Öyle ise bireyde okula
isteksizlik ve okul fobisi esasen onda mevcut kötü bir psikososyal sağlık
üzerine mi inşa olmuştur bu araştırılmalıdır. Öyle olduğu takdirde ilk önce
onun psikososyal sağlığı düzeltilmeye çalışılmalıdır. Zaten okula isteksizlik
ve okul fobisi olayının tedavisinde bunun rolü açıktır. Böyle değil de çocuğun
psikososyal sağlığı iyi görüldüğü halde onda okula isteksizlik ve okul korkusu
belirmişse, tedavi için bu da mühim bir basamak oluşturacaktır. Bu haliyle
düzelmenin daha kısa sürede olması düşünülebilecektir.
Lakin
ehil bir uzmanın veya en iyisi uzmanlar grubunun bir ekip olarak yerine göre
bu rahatsızlığı olan öğrenciye yardımı sağlanmalıdır. Psikiyatrinin bir ekip
çalışması olduğu zaten belirtilmişti. Demek ki önce zemin iyi bilinmeli ve bu
hal ayırdedilmelidir.
“Aile tipleri ve çocuk”
konusu bilinmelidir. Beş tip aile modeli vardır. Normal aile modeli, ilgisiz
olumsuz aile modeli, titiz üstünlük uman baskıcı aile modeli, aşın düşkün aile
modeli, karmaşık aile modeli (geniş
bilgi için bu ad altında çıkan kitabımıza bakılabilir, Çakmaklı, K: Aile
tipleri ve çocuk, Eramat Matb. İstanbul, 1992). Okula
ilgisizlik ve okul fobisi tesisinde elbette aile çocuk iletişiminin yeri
olacağı da gözardı edilmemelidir. Direk ve indirek olarak bu rol açıktır.
Örneğin aşırı düşkün aile modelinde çocuk evde başartist durumunda
olabilecektir. Evde Onun her dediği yapılabilecektir. Anne onun her istediğini
yapmaya çalışacaktır. Çocuk el bebe gül bebe yetiştirilecektir. Hatta
şımartılacaktır. Evde neredeyse bir numaralı bir kimseyken okula gittiğinde bir
figüran yani sıradan bir insan haline gelen öğrenci haliyle ders çalışmayı,
ödev yapmayı vs. sevmeyebilecektir. Görüldüğü gibi aile modellerimiz de
bilinmelidir. Okula isteksizlik ve okul korkusu meydana getiren koşullar
ameliyat masasına yatırılmalıdır. Zararın neresinden dönülürse kardır. Bir
uzman başkanlığında bu ve buna benzer psikososyal meseleler halledilmelidir.
Batı
okullarında Okul Sosyal Hizmeti (School’s Social Work) birimleri, şubeleri
okulların temel yapılarında bulunmaktadır. Devlet
adına insanın sahibi demek olan sosyal uzmanlık meslekleri yaygın bir şekilde
öğrencinin, öğretmenin de hizmetindedir. Bu uzmanlar çocuğu tüm olarak ele
alırlar ve onun sağlığı mutluluğu için diğer uzmanlara, müesseselere
gerektiğinde onu havale ederler. Yani bu uzmanlar bir müteahhit gibi o öğrenci
ile ilgilenirler. O inşaat için hangi usta gerekliyse, hangi malzeme
gerekliyse onu temin ederler. Öğrenciye aileye her konuda devleti temsilen bir
müteahhit gibi sahip çıkarlar. Bu şube yurdumuzda vardır. Lâkin
anlaşılamamıştır. Alt yapılarının oluşturulması çok gecikmiştir. Çocuk,
aile, öğretmen için ne gerekliyse okul sosyal hizmet şubesi uzmanlan bunu temin
için çalışırlar. Ayrıca da bu uzmanlar ihtisaslarına göre olayın psikososyal
teşhis ve tedavisinde de görev başındadırlar. Dünyanın en ünlü aile
terapistlerinin bu uzmanlardan çıktığını zaten konunun içinde olanlar
bileceklerdir. Yönlendirme teknikleri mütehassıslığı da yine bu sosyal çalışma
bilim sanat ve mesleğinin bir ihtisas alanı olmaktadır. Sonuç şudur:
Okullarımızda Türk kanunlarımızda da bildirildiği şekilde okul sosyal hizmet
şubeleri tesis edilmelidir. Buranın sosyal hizmet mütehassısları o çocuğun
anne ve babasından ailesinden de üst düzeyde devleti temsilen tıpkı bir binanın
tüm inşaatından sorumlu müteahhit gibi görevlendirilebilinmelidir. Elbette bu
binayı müteahhit tek başına yapamayacaktır. Türlü ustalardan vd. yardım
alacaktır. Bunları planlayacaktır. Konuyu yine buraya getirmek istemiyorum.
Fakat çözümsüzlükte bunu gözardı etmek mümkün değildir. Bu şubenin onbeş
civarında ihtisas dallan vardır. Her ihtisas dalında bulunan uzman o konu ile
ilgili olarak yine devlet adına insanın sahibi konumunda hizmet etmektedir.
Örneğin psikiyatrik sosyal çalışma uzmanı devlet adına psikiyatrik sorunu olan
kimsenin sahibidir. O bireyin Annesi babası gibi hatta onlardan da üst düzeyde
o insanın iyi olabilmesi için çalışır ve ilgili müesseseleri, uzmanları arar
meseleyi çözmeye çalışır. Bunun gibi kriminolojik sosyal çalışma uzmanı da
devlet adına suçlunun sahibidir. Suçlunun annesi babası ailesinden de öte,
onun bu durumdan kurtulup hayata başarılı bir şekilde dönebilmesi için vardır.
Yani bu ihtisas alanının iki amacı bulunmaktadır.
1)
Koruyucu amaç, 2) Tedavi edici amaç (geniş bilgi için ilgili ders kitaplarına
bakılabilir) bu ihtisas ve bilim dallarını okullarımıza vd. sokmadıktan sonra
sorunlarımızla mücadele daha zor olacaktır.
Dünyada
ellibeş ülkede bir asrı aşkın mazisi ile bu anabilim dalı vardır. Türkiye’de
ise yeni kurulmuştur. Lâkin bunun anlaşılması ve gün ışığına çıkarılması
beklenmektedir.
Okula
isteksizlik ve okul korkusu olan çocuklarla ilgili yabancı kitaplarda zaten
sosyal uzmanların rolleri açık seçik görülmektedir. Onlar çocuklarla arkadaşlık
ilişkileri kurarak “Sosyal Kişisel
Çalışma (Social Casework)” yapmaktadırlar. Social caseworker’lik rolünün
hiçbir mesleki öne çıkarma duygusu olmaksızın, işin doğrusunu söylemek yönünden
okula isteksizlik ve okul korkusu olan çocuklar sorununda önemli işlevler
üstlendiği de bilinmelidir. Okuyucularımız
tekrar hatırlamalıdırlar ki gelişmiş ülkelerde otuzbin bilim sanat meslek
anabilim dalı tarif edilmiş ve yetiştirilmişken bu rakam Devlet İstatistik
Enstitümüzün rakamlarına göre yurdumuzda beşbindir. Yani daha yirmibeşbin bilim sanat meslek
ve anabilim dalının yurdumuzda tarif edilmesi, yetiştirilmesi, organizesi
gerekmektedir. Bu
sebeplerle yeniliklere karşı çıkıp durmak yerine, bu yenilikleri anlamaya çalışmanın
ve varsa bir itirazın bilindikten sonra yapılmasının daha yararlı olacağı
söylenmelidir. Daima yeniliklere açık olmaktan, araştırıcı olmaktan. toplum
olarak bir an bile geri kalmamalıyız. Biz gelişirken diğer devletler de boş
durmamaktadır, onlar da gelişmektedir. Böylece gelişmişlik ile gelişmekte olma
arasını kapatabilmemiz için haliyle daha çok özverili olunması gereği de
ortadadır. Türk Milli Eğitimimiz ve Türk Sağlık Bakanlığımız olarak elele
vererek bu okula isteksizlik ve okul fobisi denilen olaya birlikte eğilmeleri
çok yararlı olacaktır. Vurgulamak istemekteyiz ki, pek çok konuda olduğu gibi
elimizde resmi istatistiki rakamlarımız olmamakla beraber bu konunun yurdumuzda
da yaygın olduğu bilinmektedir. Okumayı zevkli bir uğraş haline getirmeye
çalışmanın ne gibi bir sakıncası olacaktır ve bu da zannedildiğinden aslında
daha kolay olabilecektir. Yeter ki meseleler iyice önceden incelensin ve
tedbirler de çağın gelişmelerine uygun olarak geliştirilebilsin. Psikososyal
sağlık için klinikten sahaya da inilmesi gerekmektedir. İlgili uzmanların
öğrencilerin evlerine rutin ev ziyaretleri yapması (özellikle okula isteksizlik
hallerinde) ne kadar önemli olacaktır. Okuldan bir yetkili uzmanın öğrencinin
evini ziyaret etmesi, tahminlerin de üzerinde çok yararlı olmaktadır. Amerika’nın
Boston şehrinde asrımızın başında (1905) “ev
ziyareti projesi” adı altında geliştirilen çalışma çok şeyler öğretmiştir.
Bu da okul sosyal hizmet departmanının faaliyet alanlarından birisidir.
Görüldüğü gibi küçük küçük de olsa nice yapılması gerekli hizmetler
bulunmaktadır. Her şey para ile olmamaktadır. Parasız da yapılabilecek nice
güzellikler vardır. Mesele yurdumuz şartlarında okul-aile işbirliği
çalışmalarına daha bilimsel bir şekil vermekle ele alınabilir. Ancak kitabımızın
bu önsöz bölümünde bu konuda detaylara girmemiz mümkün değildir. Burada amacım
okula isteksizlik ve okul korkusu olan öğrencilerimizi el ele vererek bu
sıkıntılarından kurtarmaktır.
Okula
isteksizlik ve okul korkusu olayının tedavisinde ailenin, okulun ve öğretmenin
rolü çok önemlidir. Zaten bu alanda mütehassıs doktor da çok zaman aile ve
okuldan, öğretmenden yardım istemek zorunda kalacaktır. Bu sebeple ailenin ve
öğretmenin psikososyal yardımlarla desteklenmesi gereklidir. Yani aileyi, okulu,
öğretmeni bu anlamda görevlerini daha iyi yapabilmeleri için onlara gerekli
destek, güç verici hizmetler olmalıdır. Aileler için sosyal hizmet, okul sosyal
hizmeti bilim sanat ve mesleği çok büyük bir ihtiyaçtır. Aile terapisi bu
olayın tedavisinde çoğu zaman gerekli olmaktadır. Ailenin güçlendirilmesi için
bu aile danışmanlığı hizmetleri bilimsel temellere oturtulmalıdır. Klinik öğretmen (clinical teacher), çare
bulucu öğretmen (remedial teacher) ünvanları yurdumuzda da verilebilinmelidir. Klinik
öğretmen ve çare bulucu öğretmenler diplomalı ve ruhsatlı olarak çocuk
psikiyatrisi kliniklerine de kazandırılmalıdır. Zira çocuk psikiyatrisi
kliniklerinde de bu ünvanlarda öğretmenlere şiddetle ihtiyaç vardır. Gelişmiş
ülkeler incelenmelidir.
Örneğin
Londra’da çalıştığım çocuk psikiyatrisi kliniklerinde bu ad altında öğretmenler
bulunmaktaydı ve son derece büyük hizmetler ifa etmekteydiler.
Otomobili
oluşturan türlü aletler ve parçalar bulunmaktadır. Bunların hepsi bir araya
geldiğinde otomobil çalışabilmektedir. Bunlar içerisinde tekerin rolü olduğu
gibi, bu tekeri tutan bir vidanın, somunun da aynı derecede önemi vardır. Zira
bu küçücük alet olmaz ise o koskoca teker yerinde duramayacaktır. Öyle ise
burada da durum aynıdır. Çocuk psikiyatrisi bir ekip çalışmasıdır ve bu ekip
üyelerinin her birinin işlevleri sayesinde bunu bir otomobile benzetecek
olursak bu araç yürüyebilmektedir. Okula isteksizlik ve okul korkusu olan
çocuklarda da görüldüğü gibi öğretmenlerden çok yararlanılması gerekmektedir.
Yalnızca bir uzman doktorun ordu komutanı gibi emirler verip durması ile iş
hele böyle bir vakada çoğu zaman bitmemektedir. Bu çalışma ruhu yurdumuzda da
artık benimsenmelidir. İlk önce bunu halk bilmelidir ve bunun talebi
içerisinde olmalıdır. Talep olmadan arzın olması da meseleyi çözmemektedir.
Arz ve talep birlikte mütelaa edilmelidir. Yani okula isteksizlik ve okul
korkusu olayı sosyal yönü ağır basan bir sağlık sorunudur. Çözümünde de sosyal
tıp çalışmaları bilinmeli ve bunların gereği yapılmalıdır.
Çocuğun evde anne ve babası geçimsiz ise,
evde sürekli kavga, huzursuzluk varsa, görüleceği gibi bu hal çocuğun aklını
evde bırakacaktır ve böylece çocuk okula isteksizlik duyabilecektir.
Bunun çözümünde elbette ilk önce problemi odağında çözebilmek için bu karı-koca
kavgalarının problemlerinin halli gerekecektir. Bu da aile terapisi ihtisasını
gündeme getirmektedir. Aile terapisi yoluyla da öğrencideki bu istenmeyen
hallin tedavi edilmesi mümkündür. Böylece çocuğun evden ayrılmamasını
gerektiren bir faktör ortadan kalkmış olacaktır. Her şeyin klinik ortamda,
psikofarmakoloji ile salt olarak çözümlenemeyeceği de hatırlanmalıdır. Elbette
klinik ortam psikofarmakoloji de pek mühimdir. Yine otomobil hatırlanmalıdır.
Onun çalışabilmesi için başka parçalar da gereklidir. Bir cam sileceğinin ne
kadar önemli olduğu, şiddetli yağmurda arabanın yol almak zorunda olduğu
zamanlar anlaşılabilecektir. Camı silen
hareketli parça küçümsenirse, yeri geldiğinde o aranır hale gelinecektir vd.
Okula
isteksizlik mülti disipliner (çok disiplinli) bir tedavi ekibinin daha başarılı
olacağı bir haldir. Uzmanın
aileye “...meli, ....malı”
cümlelerle biten nasihatlar verip durması günümüz bilimi yönünden son derece
tartışmalıdır. Aileye öğrenciye fikir empoze etmeden, onu zorlamadan, onunla
güdümleme değil, etkileşim sağlayarak terapötik yaklaşımın başlatılması ve
sürdürülmesi gereklidir. Burada yönlendirme tekniklerinin o meşhur
kırk prensibine ters düşülmemelidir (bunun için ilgili ders kitaplarına
bakılabilir). Okula isteksizliği olan öğrencinin kendi kendine yapıcı kararlar
alabilmesi için psikososyal çalışma (sosyal kişisel çalışma) vd.
sürdürülmelidir. Aile de bir yardımcı terapist olarak (Co-Therapist) bu
psikiyatri ekibi içerisinde bulundurulmalıdır. Bu sahada tedaviyi yürüten uzman
aile bireylerinden birisini kendisine co-terapist olarak seçmelidir. Kendisi
olmadığı zamanlar da bu aile bireyi, çalışmayı uzmanın adeta yardımcısı gibi
onun tavsiyeleri üzerine izlemeli, götürmeye çalışmalıdır. Uzmana bilgi
vermelidir.
Öğrencinin
yardımcı ders araçları, kitapları, ders çalışma ortamı vd. de dikkatle
izlenmelidir. Öğrencinin ihtiyaçları
ikiye ayrılmalıdır.
1)
Gerçek ihtiyaçlar ve 2) Hissedilen ihtiyaçlar.
Öğrenciyi
harekete geçirebilmek için ilk önce hissedilen ihtiyaçlardan başlanılarak ona
yardım sağlanmalıdır (bu konularda geniş bilgi için de ilgili ders kitaplarına
bakılmalıdır). Burada esas öğrencinin mevcut imkanlarının en akılcı bir
şekilde değerlendirilmeye çalışılmasıdır. Kendi güç ve imkanlarından
kendisinin daha iyi yararlanabilmesini temin esastır. Kabiliyeti oranında
başarı sağlayabilmekte midir?
En
az yorularak en yüksek randımanı alabilmesi için ona yardım edilmelidir. Bu son
saydıklarımız da yurdumuzda pek bilinmeyen sosyal çalışma anabilim dalının
rolleri ile ilgilidir. Bu çok yaygın okula isteksizlik hallerinin
düzeltilmesinde niçin bu anabilim dalından da yararlanamayacaktır. İlimde
bütünlük esastır.
Okula
isteksizlik ve okul korkusu olan öğrencilerde, öğrencinin istekleri ne ise onu
ver de kurtul, tarzında bir yaklaşım düşünülmemelidir. Bu yola girilirse bunun
sonunun gelmeyeceği görülecektir. En iyisi olaya profesyonel bir mütehassısın
başkanlığında el atılmasıdır. Olayların nedenleri bilinerek merhametli, sevgi
dolu, anlayış ve işbirliğine dayalı bir yaklaşım sergilenmelidir. İlkokul birinci sınıfa yeni başlayan daha
önce anaokulu tecrübesi de geçirmemiş kimi öğrenciler, ilkokul birinci sınıfa
hep anneleriyle gitmek isterler, annelerinin de sınıfta yanlarında olmasını arzu
ederler. Böyle
örnekler az değildir. İlk günden “hayır
annen okula gelemez, sınıfa asla giremez” diye çok katı bir kaide koymak,
bu çocukta okula isteksizlik olayını başlatabilir. Flexable
(esnek) olunması ilk anlar için özellikle gereklidir. Sevgi, anlayış içerisinde
okul olayını 6-7 yaşındaki çocuğa yaşına ve durumuna göre anlatarak bir zaman
dilimi içerisinde, kademeli olarak annesiz okula gelmesi konusunda
alıştırılmalıdır. Nitekim usulüne göre olduktan sonra bu 6-7 yaşındaki öğrenci
kısa bir süre sonra “Ben ne biçim bir
çocuğum, kimsenin annesi yanında olmazken, ben sınıfta annemi istemekteyim, bu
olacak şey değildir” diye kendini kendisi değerlendirebilir hale
gelebilmektedir. Böyle bir durumda da uzman ona yine usulüne göre
yaklaşımlarla bu okul olayını en güzel bir tarz da düzeltebilmek için
çalışmaktadır (Okula isteksizlik ve okul fobisi olan çocuklarda sosyal çalışma
bilim sanat ve mesleğinin rolü için ilgili ders kitaplarına bakılabilir). Her
zaman annenin, babanın, öğretmenin ve meslekten olmayanların bu alan da mütehassıs
doktorları adeta bir çanta gibi yanlarında taşımaları elbette mümkün değildir.
Bunun için anne baba okulları, yetişkinler okullarında bu ve buna benzer temel
bilgiler onlara verilmelidir. Tıpkı hekim gelmeden önce yapılacak ilk yardım
dersleri gibi ön ve özet bilgiler halka halk sağlık eğitimi yöntemleriyle
maledilmelidir (sağlık için, halk sağlık eğitiminin rolü hatırlanmalıdır).
Mesela:
İlkokul, ortaokul ve lise yıllarımda hiç sevemediğim ve hep korktuğum,
istemediğim, ısınamadığım iki dersim olmuştur. Beden Eğitimi ve Dilbilgisi
dersi. Beden eğitimi öğretmeni elinde kırbaçla derse gelirdi ve sınıfta
birkaç öğrenci dışında çoğu kimseyi kırbaçlayarak, kasalardan atlatmaya
çalışırdı. Bu dersle tanışmam böyle olduğu için kaç yaşıma gelirsem geleyim bu
dersi sevememişimdir. Ancak üniversite hocası olduktan sonra da özellikle Spor
Akademisine ek derslere gitmeye başladım ve oraya sekiz adet psikososyal
menşeli dersler koydurtarak halen de sekiz yıldır bu dersleri orada
vermekteyim. Dilbilgisi dersiyle ilgili anılarım da buna benzemektedir.
Öğretmenimiz masanın üzerine sandalye koydurtur, onun üzerine bizi çıkarır ve
orada sözlü sınavını yapardı, acı bir hatıradır ki yine kırbaç orada da vardı.
Ben yıllar geçtikten soma dilbilgisi bilinmeden yabancı dil öğrenilemeyeceğinden,
mütehassıs doktor olduktan sonra doçentlik dil sınavım için ilkokul, ortaokul
ve lise dilbilgisi kitaplarını alıp, satır satır okudum, öğrendim ve lisan
bilgimi bu zamanda öğrendiğim dil-bilgisine borçlu kaldım. Yani bu iki dersten
ben de okula isteksizlik duydum. Kısaca öykümü de anlattım. Okuyucularıma
duyurmak isterim ki o günden bugüne artık okullarımız, sağlık hizmetlerimizde
muazzam ilerlemeler olmuştur.
Bu
gelişmelerin ışığında çocuklarımızdaki okula isteksizlik ve okul korkusunu
eskiye göre daha kolay çözmemiz gerekmektedir. Yeter ki olayın toplum olarak
yeterince bilincinde olmamız sağlanabilsin.
Okulun
bir görev olduğu, herkesin görevini yapmak gerektiği, çocuk okula başlamadan
önce fırsat kollayarak, hatta masallarla, öykülerle ona anlatılmalıdır.
Görevden kaçmanın mümkün olmadığı öğretilmelidir. Bu öğrenmelerin üzerine çocuk
okul hayatına başlamalıdır. Çocuğun psikososyal gelişiminde 0-7 yaşın önemi
bilinmelidir. Çocuk yaşına göre bugüne, yarına uygun bir tarzda
hatırlanmalıdır. Okula gideceğini, orada kendisine ödevler verileceğini, evde
birinci planda iken orada otuz küsur öğrenciden birisi olacağı vs. yine
insidantel (küçük harcamalı) eğitim ile yani fırsat kollayarak ona verilmeye
çalışılmalıdır. Velhasıl çocuk okula isteksizlik duyabileceği varsayılarak,
böyle bir olay olmadan eğitilmelidir, öğretmenin icabında onun annesi, babası
olmadığı öğretilmelidir. Hayatın gerçekleri yaşına ve konumuna uygun olarak
eğitim yöntemleri dahilinde işlenmelidir. Keşke bireylerin psikososyal özellikleri
ve başarılı uyumlarının esasları dersleri yurdumuzda da en büyük derslerden
birisi olabilseydi. Esasen bu ad altında bilinmesi, öğrenilmesi gereken çok
değerli bilgiler bulunmaktadır. Çocuk başına geldiği zamandan önce, olayları
mümkün olduğunca önceden bilebilirse, buna karşı belli bir hazırlığı da
beraberinde bulundurabilecektir. Aile buna hazırlıklı değilse, çocuğun nasıl
hazır olacağı ise ayrı bir konu teşkil edecektir. “Yaşam Bilimin Çözümlenmesi” derslerine ağırlık verilmelidir. İlkokullarda
verilmekte olan “Hayat Bilgisi”
dersleri bu manada daha kapsamlı hale getirilmelidir. Okula isteksizlik ve
okul korkusu öyle bilinmeyen bir olay değildir. Tarifi bellidir, hangi yaşlarda
ortaya daha çok çıkacağı bellidir. Öyle ise niçin gerekli tedbirler
alınmamakta, bilinmemektedir. Bu sorgulanması gereken önemli suallerdendir.
Şiddet,
sindirmek, baskı kurmak, korkutmak gibi yöntemler acaba hangi devirde revaç
bulmuştur. Bunların yerine sevgi, anlayış, tolerans, hoşgörü, bilgi, eğitim
yollan benimsenmelidir. İşi yalnızca şiddet, baskı kurmak, korkutmak gibi
yollarla halletmeye çalışan kimi aileleri okuyucularımız da
hatırlayacaklardır. Bunlar bireyi geleceği meçhul karanlıklara
sürükleyebilecektir. Bilimin aydınlık yolu her zaman tercih edilmelidir.
Anne,
baba, öğretmen, çocukla ilgili bireyler ve çocuk, öğrenci belli bir uyum
içerisinde olabilmelidir. Eğitim de fikir ayrılıkları, çocuğun sevk ve
idaresinde aynı paralelde düşünülmemesi beraberinde yanlışlıkları da getirmektedir.
Belli bir konsensüs (ortak görüş) olmalıdır. Burada da rehber bilim
seçilmelidir. Fikir ayrılıkları okula isteksizlik ve okul korkusu olayının
doğmasında ve gelişmesinde etkilidir. Okul ile aile aynı paralelde
birleşmelidir. Doğru bir tanedir. O bir doğru bilinmeli ve herkes onu kendisine
rehber almalıdır. Çocuğu yönetenlerin farklı görüşleri gündeme hemen
getirilmeli ve bilimin hakemliğin de doğru yol bulunulmalıdır. Bundan çocuk,
öğrenci, aile, öğretmen vd. zarar görecektir. Okula isteksizliğin bir sebebi
de budur. Çocuğu yönetenlerin farklı düşünceleri ve bunu ona yansıtmalarıdır.
Anne çocuğun tarafını tutarken, babanın fikir ve davranış farklılığı göstermesi
elbette çocuğu bocalatacaktır. Çocuk bu farklı durumdan da yararlanmasını kısa
sürede öğrenerek, olaylar patolojik yöne doğru seyir takip edebilecektir. Okul
aile işbirliğinin zaten kurulma amacı da buradan doğmuştur. Fakat bizde
çoğunlukla okul aile işbirliği denilince okul için ailelerden para
toplanılması akla gelmektedir. Bu da gerekli olabilir ama okul aile birliğinin
bilimsel yönü de bilinmelidir. Çocuğun bu iki müessesede fikir ayrılığı olmadan
yetiştirilmesinin sağlanmaya çalışılması gerçeği hep yaşatılmalıdır.
Görüldüğü
gibi okula isteksizliği doğuran türlü sebepler bulunmaktadır. Sonunda da tek suçlu
çocuk, öğrenci imiş gibi görülmektedir. Bu hataya da düşülmemelidir.
Okullar
iç hizmet seminerleri düzenleyerek en yeni eğitim yöntemlerini öğretmenlerine
sunmaya çalışmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki hekimlik, öğretmenlik ve uçak
pilotluğu mesleklerinin değişik ülkelerde belli sürelerde (alta ayda bir)
diplomaları yenilenmektedir. Ek eğitimler verilmekte, sınavlar yapılmaktadır.
Bunda başarısız olanların yetkileri, diplomaları ellerinden alınmaktadır. Zira
bu üç meslek diğer mesleklere nazaran daha da hayatidir. Buna ilişkin de
yapısal yaptırımlar olabilmelidir.
Ev ödevi konusu çok iyi
değerlendirilmelidir.
Milli Eğitim Bakanlığımız öğrencilere tatillerde ev ödevi verilmemesi
konusunda zaman zaman bildiriler göndermektedir. Ev ödevi nedir ne değildir.
Konuları iyi ayırt edilmelidir. Çocuk korkarak ev ödevi hazırlamak durumunda
bırakılmamalı, o iyi eğitildiği ve sevdiği için ev ödevi yapmaya doğru
yönlendirilmelidir. Sevilerek yapılan iş insanı mümkün olduğunca az yoracak
belki hiç yormayacak hatta dinlendirecektir. Sebep bireyin o işi severek
yapmasıdır. Bunun sim derin derin düşünülmeli ve araştırılmalıdır. Ev ödevi
konusu bu perspektif içinde değerlendirilmelidir.
Koruyucu
ruh sağlığının altı kalesi olarak sık sık dile getirdiğimiz husus burada, okula
isteksizlik ve okul korkusunu önleme bakımından da olduğu gibi geçerlidir. Bu
kaleler şunlar idi (geniş
bilgi için bakınız, Çakmaklı, K: Psikososyal Sağlığın Korunması, Koruyucu Ruh
Sağlığı Deha Matb. İstanbul, 1997).
1)
Çocuk küçüklüğünden itibaren okuma zevki ile yetiştirilmelidir, 2) Çocuk
küçüklüğünden itibaren sanat zevki ile yetiştirilmelidir, 3) Çocuk
küçüklüğünden itibaren topluma hizmet etme zevki ile yetiştirilmelidir, 4)
Çocuğa küçüklüğünden itibaren düşünme ve anlama zevki kazandırılmaya
çalışılmalıdır, 5) Çocuğa küçüklüğünden itibaren belli bir amaç, hedef,
istikamet, ideal gösterilmelidir, 6) Çocuğa küçüklüğünden itibaren iyi bir boş
zaman faaliyeti kazandırılmalı, öğretilmelidir. Onun bir hobisinin olması
sağlanmaya çalışılmalıdır. Hobi yan meslek ağırlığında bir uğraş türüdür. Boş
zaman faaliyetlerinin daha da ilerisidir. Bu kaleleri çocuğa kazandırmak için
çalışılmalıdır.
Londra’da
çocuk psikiyatrisi klinikleri ile okullar arasında belli bir müşterek çalışma
anlaşması bulunmaktadır. Çocuk psikiyatrisi kliniği ve uzmanları
çevrelerindeki okulların da uzmanlarıdır. Saha çalışması olarak bu klinikler
çevre okullarını almışlardır. Buralarda taramalar yapmaktadırlar. Keza o
okulların öğretmenleri de bu kliniklerin adeta bir elemanlarıymış gibi
buralarla yakınlığı sürdürmektedirler. Bu iki müessese içli, dışlı yani
birbirine çok yakın bir kontakt içerisinde bulunmaktadırlar. Mesela: Çapa Çocuk Psikiyatristi kliniği olarak
yıllardır bu yönde çevreye hizmet vermeye çalışmışızdır. Hatta ilk kurulduğu
yıllarda semt semt, kapı kapı dolaşılarak bu klinik tanıtılmış ve vaka
toplanmıştır. Bu yasal boyutlarda, yaptırımlar da getirerek
yaygınlaştırılmalıdır. Bir diğer deyişle çocuk psikiyatrisi klinikleri
çevrelerindeki okulları çalışma alanları içerisine almalıdırlar. Dolayısıyla
çocuk psikiyatrisi klinikleri de yurt ölçüsünde yaygınlaştırılmalıdır. Böylece
bu iki müessese daha çok ilmi işbirliği yoluna gitmelidir.
Şu
bilinmelidir ki meslek elemanları bu eleştirilerden önce halk sağlık eğilimi
serisinin önemini hatırlamalıdırlar. Ben tüm bilim adamlarım kendi alanlarında
mümkünse halk eğitimi yapmaya ve toplumu eğitmeye davet etmekteyim.
Bilgilerimizi basitleştirerek herkesin anlayabileceği bir tarzda yazmalı
bilgiler topluma maledilmelidir. Halkımızın genel kültür seviyesinin
yükselmesi de çok önemlidir. Bu sebeple üniversite hocaları özellikle bizim
naçizane olarak yapmaya çalıştığımız gibi akademik, bilimsel yayınlarının
yanında bir de halk için eserler vermelidirler. Sözümüz vermemiş olanlar
içindir. Bu hususu bir vatandaş olarak dile getirmeyi uygun görmekteyim.
Kendileri ortaya bir yapıt koymadıkları halde yapılanları insafsızca
eleştirmeyi adet haline getirmiş olmak kanaatimizce normal değildir.
Koruyucu tıp tedbirlerini bir kez
söyleyivermek çoğu zaman yeterli olmamaktadır.
Bunların insanlarda alışkanlık haline getirilmesini sağlamak önemlidir. Örneğin
ağız ve diş bakımı gibi. Dişleri usulüne göre fırçalamanın sağlık için yeri
bellidir. Bunu çok kimse bilecektir. Ama acaba nüfusun yüzde kaçı bu kuralı iyi
bir şekilde hayatında tatbik edebilmektedir. Öyle ise koruyucu tıp
tedbirlerinin yerine getirilmesinin alışkanlık haline getirilmesi de çok
mühimdir. İşte biz burada halk sağlık eğitimi açısından psikiyatrik sosyal
çalışma bilim, sanat ve mesleği bilgileri doğrultusunda okula isteksizlik ve
okul korkusu meselesini değişik boyutlarda ele almaya çalışarak hizmet etmek
istedik. Böylece burada bildirilen bilgilerin halkımız tarafından
kullanılmasının alışkanlık haline gelebilmesi için gayret gösterdik. Bu tür
çalışmalarda olması lazım geldiği kadarıyla, yukarıda da söylediğimiz gibi
bilerek yer yer tekrarlan da eksik etmedik. Temennimiz bugün için yurdumuzda
önemi derecesinde yerini bulamış bir konu olan okula isteksizlik ve okul korkusu
konusunun yeterince toplumumuz tarafından benimsenmesidir.
Görüleceği
gibi, bu alanda klinik öncesi çalışmalar öyle zor ve zahmetli değildir. Adeta
şifreyi bilerek kasayı açmak gibi, işin püf noktalarının bir bakıma
şifrelerinin diyebileceğimiz özelliklerini hatırlamak gerekecektir. Sh:5-19
Okula isteksizlik ve okul fobisi-korkusu kitabımızda da bildirdiğimiz gibi
öğrencilerin baş sorunlarından olmaktadır. Veya onların sorunlarından birsi de
budur. Böyle bir olay durup durulan yerde olmamaktadır. Bunun da oluş
sebepleri vardır. Bunu arzu etmiyorsak bilgili olmak zorundayız. Aksi takdirde
yaşantı tesadüflere terkedilmiş olacaktır. Bunun da tabii bilimsel bir değeri
yoktur. Zar atma gibi, zarın kaç geleceği hiç belli olmayacaktır. Bilgi
kuvvettir. Bilgi ışıktır. Ancak bilgili insanlar tedbirini de almakta
birbiriyle yarış edebilecektir. Bunun için sağlıklı başarılı çocuk sahibi
olmanın ve yetiştirmenin usulleri vardır.
1) Evlenmeden önce yapılacak işler, 2) Evlendikten sonra yapılacak işler,
a) Doğum anı ve çevresiyle ilgili faktörlerin bilinmesi ve gerekli tedbirlerin
alınması bilgisi,
b) Doğumdan sonra yapılacak işler, c) 3 yaş buhran döneminin bilinmesi, d)
7 yaş buhran döneminin bilinmesi, e) 12 yaş buhran döneminin bilinmesi, f) Son
kurtuluş buhran döneminin bilinmesi lazımdır. Bunlar bireyin psikososyal
sağlığının evreleridir (geniş bilgi için bakınız, Çakmaklı, K. Psikososyal Sağlığın Korunması,
Deha Matb., İstanbul, 1997). Bu evreler bilinmeli ve ona göre çocuk iyi
tanınmalı ve yönlendirilmelidir. Mesele bu yönüyle bu kadar basit ve nettir.
Nasıl ki heykeltraş heykel yapabilmek için taşı tanımak zorundaysa, nasıl ki
berber saçı tanımak durumundaysa anne baba da yetiştireceği çocuğun bedensel,
ruhsal ve sosyal (psikososyal) yönlerini tanımak durumundadır. Toprağı, nebatı
bilmeden çiftçilik yapılması mümkün değildir. Şoförlük kursuna gitmeden
öğrenmeden, ehliyet, ruhsat almadan araba kullanmak hem yasaktır hem
tehlikelidir. Herşey açık, seçik nettir. Çocuk için de bilgili olunacaktır.
Bunun başka çaresi yoktur. Şimdide Londra’dan bir örnek vermek isterim. Orada
çocuk psikiyatrisine gelen aileye belli bir program dahilinde aile çalışması
verilmektedir. Haftanın beş günü günde ikişer saat, altı ay, aile çalışması vardır.
Böylece ailede çocuğunu bir miktar tanımak zorundadır. Bunun yanında oralarda
ve pekçok yerlerde anne baba okulları zaten pek uzun zamanlardan beri
mevcuttur. Bu bizde yaygın bir şekilde yoksa aile bunu da bilecektir. Kendisini
mevcut hizmetleri tanımak ve değerlendirmek suretiyle bilgili kılmaya
bakacaktır. Ne aradığını bilmeyen, bulduğunu kıymetini bilemez diye meşhur bir
söz vardır. Öyle ise aile ne aradığını bilecektir. O zaman bulduğunun kıymetini
iyi anlayabilecektir. Özeti şudur: Birey evlenmeden öncede başlamak üzere
kaliteli çocuk yetiştirebilmenin ilmi usullerini etap etap öğrenmek durumunda
olacaktır. Bundan kaçış söz konusu değildir. Çocuk Tanınacaktır.
Bu tür sosyal hizmetler memleketimizde yaygın bir şekilde yoksa da halkımız
bunların olması için de usulüne uygun olarak taleplerde bulunmalıdırlar. Bu
bilinç insanımızda olmaz ise, böyle hizmetlerin varlığı bile ilgi
göremeyecektir. Bu mühimdir. Bunun örnekleri yurdumuzda da yoktur. Önce
halkımızın yeterli bilgi talebi olacaktır. Herşey arz ve talep kanununa göre
işlemektedir. Talep edilmeyen mal arzedilirse, bu mal satılamayacaktır. Önce bu
malın önemi anlatılmalı ve halkın bu mala ilgisi çekilmelidir ve sonra o mal
imal edilmelidir. Bu iktisadın meşhur kanunu elbette burada da geçerlidir. Önce
halkımızın bu tür bilimsel hizmetleri ister, arar duruma getirilmesi gereklidir
ki böylece bu anlamda sunulan çalışmalar değer bulabilsin. Örneğin tıbbi sosyal hizmet uzmanının işlevlerini ve hasta bakımında
kendisine olacak yardımlarını iyi bir şekilde bilen hekim böyle uzmanı yanında
görmek için çaba sarf ederken, aksi halde de mevcut uzmandan bile yararlanamama
söz konusu olacaktır. Nereden bakılırsa bakılsın, birey olarak annelerin,
babaların, herkesin çocukların psikososyal sağlıkları konularında da asgari
bilgiyi almaları şarttır. Böylece okula isteksizlik ve okul korkusu gibi
hallerin nedenlerinin doğması bile mümkün olamayabilecektir. Çünkü böyle bir
hastalığın hangi şartlarda ortaya çıkacağını bilen öğretmen aile elbette o
duruma kendilerini düşürmeyeceklerdir. Araştırmalar göstermiştir ki okula
isteksizlik ve okul korkusu olan çocukların çoğunda öğretmen ve ailesi bu halin
bir psikiyatrik hastalık olduğu konusunda bilgisiz çıkmışlardır (geniş bilgi
için ilgili ders kitaplarına bakılabilir öğretmen ve aile istediği kadar
bilgili olsun bu takdirde de çocukta okula karşı isteksizlik ve okul korkusu
yine de gelişebilir. Yani çevre bilgiliyse her şey tamam diye de bir kural
yoktur. Çünkü bu hali yaratan faktörler sadece kitabımızda da görüldüğü gibi
yalnızca öğretmen, aile değildir. Ama ne olursa olsun, öğretmen ve de ailenin
bilgili olması hastalığa karşı en büyük korunma sebeplerinden olmaktadır.
İngiltere anne baba okulu yayınlarını sürekli olarak yapmaktadır. Yeni
gelişimler yeni yayınlarla halka duyurulmaktadır. Bu yayınlardan bazıları
yurdumuzda da çeviri kitaplar olarak yayınevlerinde sıkça vardır. Ancak sadece
kitap okumak da yeterli değildir. İnsan hukuki meselesini hukuk kitapları
okuyarak çoğu zaman çözemeyecektir. Bir insan hekim değilse hekimlik kitapları
okuyarak kendisini veya başkasını tedavi edemeyecektir, ameliyat
yapamayacaktır. Güzel olanı anne baba
okulu, evlilik okulu, yetişkinler okulu gibi müesseselerde sıralı bilgi öğrenmektir.
Bu alanda bir uzmana bağlı olmak gereklidir. Yasal, ruhsatlı alanında
mütehassıs kimselerden yardım alınması, en azından onların kontrolünde
kalınması uygun olacaktır. Bedensel, ruhsal ve sosyal sağlığımız ve huzurumuz
için bu alanlarda uzman doktorlarımızın olması, zaman zaman da olsa onlardan klinik
öncesi, klinik, klinik sonrası aşamalarda yardımlar istememiz doğaldır. Tabii
halkımız da haklıdır. Psikososyal-teşhis ve tedavi alanları henüz yurdumuzda
açık seçik tarif edilmemiştir. Bu dal
mütehassıslıklarının ayrı ayrı tarif edilmesi ve Sağlık Bakanlığı tarafından
ruhsatlandrılması gereklidir. Velhasıl arz talep kanunu bu alanda da iyi
değerlendirilmelidir. Psikososyal alanlarda dünyada kendisini kabul ettirmiş
niçe alim Türk soydaşlarımız vardır ki, yurdumuzda iş bulamamışlardır.
Görüldüğü gibi arz talep çok önemlidir. Bu konuyu artık herkes iyice
düşünmelidir. Hedef çocuğu, psikososyal sağlığı için yeter şekilde öğretmenin,
anne, babanın vd bilmesidir. Anne Baba Okulların vd yaygınlaşmasıdır.
Yurdumuzda Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu 1991 yılında kurulmuştur. Çok güzel programları ve çalışmaları
olduğu halde daha sonra gelen hükümetler tarafından fazla rağbet görmemiştir ve
şimdi tekrar başa dönülmektedir. Aileler için Sosyal hizmet diye devletin yapması
gereken çok önemli hizmetler ve programlar olmalıdır. Dünyada bu manada bizden
daha gelişmiş olan ülkeler de 1924 yılında çalışma başlatılmışken bizde 1991
yılında kurulmuş olan Aile Araştırma Kurumu vardır. Dünya tarihi bu konuda
araştırılacak olursa, uluslararası düzeyde bu tarihlerde aile meselesine
devletlerin el attığını görmekteyiz. Demek ki 1924’den 1991 tarihine kadar ki
zamanda devlet olarak aile meselesine “Aileler
İçin Sosyal Hizmet” işlevlerini bu derece yüksek anlamda almamış
olmaktayız. 1991’de başlatılan o güzel çalışmalarda söylediğimiz gibi ne yazık
ki devam ettirilememiştir.
Sonuç şudur. Halkımız çocuğu daha iyi tanımalıdır. Bunun için de devlet aileler için
sosyal hizmet programlarına 1991 yılında başlattığı hızı yeniden verebilmelidir
ve bu hız da muasır ülkelere ulaşabilmemiz için artırılmalıdır. Zira ‘Aileler
için sosyal hizmet’ adı altında devlet hizmetleri de çok gereklidir. Aslında
halkımızın bu anlamda yeterli talebinin olması halinde bugün için bile pek çok
yerde İl Sosyal Hizmet Müdürlükleri kanallarıyla, aileler için sosyal hizmet
programlan canlandırılabilir. Pekiyi bunlar yapılmıyor mu?
Yeterli ilgi görülmediği içi gaye hâsıl olamamaktadır. Pek büyük
masraflarla emekle düzenlenmiş böyle bir seminere koskoca İstanbul’dan
katılımın söylenemeyecek kadar az olması, bunu düzenleyenleri de zaman zaman
ümit kırıklığına uğratmıştır. Tabii mesele çok yönlüdür. Biz burada okula
isteksizlik ve okul fobisi adlı kitabımızda özet ve sonuç bölümünü yazmaktayız.
Bir başka platformda bu konular tekrar ele alınacaktır.
İnsana yatırım yapılması fikrinin de olduğu hatırlanmalıdır. Yatırımın en
büyüğü insana olmalıdır. Yani o insanın iyi yetiştirilmesine, sağlığına,
mutluluğuna, tahsiline vs. İnsana yapılan yatırım genel manada söyleyecek
olursak, yurdumuzda azdır. Bu benim kendime göre genel bir
düşüncemdir. Bireyler çocuklarının istikbali için para, ev, mal, araba, arsa,
tahsili (iyi bir okulda okuması, meslek kazanması yönünden) elinden geldiğince
gayret sarfederken o çocuğun insan olarak yani psikososyal sağlığı yönünden ne
derece vasıflı olmasını belki de düşünmekte ancak bunun için yatırım
yapmamaktadır. Elbette istisnalar vardır. Bu genel olarak yurdumuz halkının
bir görünümüdür, bize göre. Örneğin psikososyal sağlığın ilgili bölümlerde ve
yukarıda da saydığımız basamakları olduğundan kaç kişi haberdardır ve bu basamaklarda
neler yapacağını bilmektedir. Buhran dönemleri nedir, yönlendirme teknikleri
nedir, okula isteksizliği doğuran sebepler nedir, insanı diğer canlılardan
ayıran özellikler nedir, psikomotor güçlerimiz nedir, müşterek insan
ihtiyaçları nedir, kadın psikolojisi, çocuk psikolojisi erişkin psikolojisi,
sevme sanatı, evlilik sanatı, yaşam bilimin çözümlenmesi gibi konularda kaç
kişi planlı, örgün eğitim almıştır ve bu derslerin sınavlarını vererek, bir
şeyler okuduğunu, öğrendiğini ispat edebilecektir. İnsanda sekiz adet
psikomotor güç vardır. Bunların diğer adı akıl ve ruh sağlığı melekelerimizdir.
Bunlar sadece insanlarda vardır. Bunları tanıtan bilime psikoloji, tedavi eden
bilime de psikiyatri denilmektedir. Genel anlamda. Pekiyi hangi bir meslekten
olmayan birey, bu konularda bir sınava tabii tutulsa geçer not alabilecektir.
Oysa bu kendisinin, eşinin, çocuğunun, ailesinin sağlığıdır. Bunun adı
psikososyal sağlıktır. Öyle ise bu konularda da bizden daha çok gelişmiş
ülkelerde gördüğümüz gibi derslerin alınması lazımdır. Tıp
fakültelerinde de eğitimin 1/4’ü psikososyal derslere ayrılmalıdır. Bu çağdaş tıp fakültelerinin müfredatı itibariyle böyledir.
İnsan dünyanın her yerinde aynıdır. Medeniyetler kuran ise disiplini
çalışmadır. Bu da insan denilen yaratığın iyi tanınması ve değerlendirilmesiyle
mümkündür. İnsana yapılan yatırım bu anlamdadır. Niçin cep telefonunu, radyoyu, televizyonu, uçağı vd pekçok yeni buluşu
bulan ecnebilerdir. Elbette bizlerin Türklerin de buluşları vardır. İşte
burada mesele insana yatırım yapılmasıyla ilgilidir. Her insan bir değerdir.
Mühim olan onu keşfetmektir. Çok değerli olanlar, bunu zekâ yaşı olarak ifade
etmek istemekteyim. Deha mertebesinde dediğimiz kimseler her ahval ve şeraitte
başarılı olabilirler. Ancak o düzeyde kimseler tüm dünyada son derece seyrek
olarak yetişmektedir. Öyle ise önemli olan ona yakın kimselerin, teşvik ve
destekle bulundukları yerden daha ötelere, götürülmesine çalışılmalıdır. Bu da
tabii insana yapılacak psikososyal yatırımlarla olacaktır. Bedensel sağlığı
için hamile kalındıktan itibaren annenin yahut anne adayının hekime gittiği
bir gerçektir. Hekim bulamazsa da ebeye vs. Doğacak çocuğun bedensel sağlığı
için bu tedbirler mevcuttur, çocuk doğduktan sonra da bu devam ettirilmektedir.
Elbette bunlar çok güzeldir. Lâkin insan sağlığı üç yönlüdür. İnsan biyo-psikososyal yapısı olan
kainatta tek yaratıktır. Niçin onun bu biyo sağlığının yanında diğer ikinci ve
üçüncü sağlığı için de özen gösterilmemektedir. İşte bu insana yatırımın bir başka türlü izahı olmaktadır. Meslek
hayatımızda görmekteyiz ki sosyoekonomik bakımdan ve de mevki olarak en iyi
durumlarda olan kimi aileler bile çocuklarının bu psikososyal bakımdan
sağlığıyla ilgili olarak ne bilgi almaktan hoşlanmaktadırlar ve ne de onlar
‘çocuğumuzun bir insan olarak iyi gelişmesi için bize düşen bilimsel hizmetler
nedir’ diye sormaktadırlar.
Şüphesiz istisnalar olacaktır. İnsana yatırımın her yönüyle değerlendirilmesi
lazımdır.
Yarınlarımızı bırakacağımız çocuklarımız bedensel sağlıklarının bilinmesi,
korunması yanında ikinci ve üçüncü sağlıkları konusunda da tedbirler elden
bırakılmamalıdır. Örneğin Batı da
Yönlendirme Teknikleri Uzmanı (Social Caseworker) diye bir meslek daha vardır
ki, bunların seans ücretleri hayli yüksektir. Londra’da Oxford Street’da,
A.B.D.Miami’de bu ünvan altında çalışan meslekdaşlarımı bilmekteyim.
Oranın halkı ‘bu kimse yönlendirme
teknikleri mütehassısı, bana çocuğuma bir yön verse bu benim belki bir
okyanusta kayıp olup gitmemem gibi değerli olacaktır’ diye
düşünebilmektedir. Oysa yurdumuzda böyle uzmanlar diğer meslek mensupları
tarafından değerlendirilmelidir. Devlet her uzmanın rolünü belirlemelidir.
İlk olarak da alt yapının oluşması son derece önemlidir. Kimi zamanlar
yurdumuzda alt yapı olmadan üst yapı yapılabilmekte, üst yapı için alt yapı
düşünülmemektedir. İşte profesörü bulunduğum sosyal çalışma bilim sanat ve
mesleğinin, anabilim dalının bizdeki görünen manzarası budur. Bu sebeple vatanımızın bugüne kadar
üçbin küsur bu alanda yetiştirdiği üniversite mezunlarının yüzde doksanaltısı
mesleklerini bırakmak durumunda kalmışlardır. Sebep alt yapı düşünülmeden ve diğer sebeplerle bu önemli ihtisas
alanlarının bize getiriliverilmesiyle ilgilidir. Sadece okul açmakla mesele
bitmemektedir. Sonuç: İnsanın psikososyal sağlığı da ciddiye alınmalı her
seviyede bunun için de gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
Okullarda ‘Okul Sosyal Hizmeti (School’s Social
Work)’ departmanları şubeleri kurulmalıdır.
Buranın uzmanı devlet adına öğrencinin sahibi durumunda olacaktır. Sosyal
çalışma uzmanı devlet adına-ihtisaslarına gire-kişinin sahibidir. Bu mesleğin
15 civarında ihtisas alanı vardır. Okul sosyal hizmet uzmanı devlet adına ele
aldığı kişinin sahibi demektir. Psikiyatrik sosyal çalışma uzmanı da
psikiyatrik vakanın devlet adına sahibi olmaktadır. Bu şekilde bu uzmanlar ele
aldıkları kimseleri baştan sona kadar tüm olarak değerlendireceklerdir.
Yani bu meslek müteahhit bir meslektir. Bu dal yurdumuzda hemen
geliştirilmelidir. Birisi çıkıp okulunda böyle bir çalışma yapsa ne çok alkışlanacaktır.
Zira devletimizin yasalan teşkilatı buna müsaittir. 7355 Sayılı Kanun, 2828
Sayılı Kanun ve diğerleri buna amirdir. Bakanlıklar arası ufak bazı
çalışmalarla bu okul sosyal hizmet şubeleri kurulabilir. Tıp yönünden de
devletimiz birinci beş yıllık kalkınma planında bundan otuz küsur yıl önce
‘sosyal bilimler sağlık hizmetlerine dâhil edilmiştir’ demiştir. Ama bunu
uygulayacak olan insanlardır. O insanın psikososyal alanlardaki bilgisi bunda
yön verici olmaktadır. Velhasıl okullarımızda okul sosyal hizmet daireleri
olmalı ve geliştirilmelidir. Bugünkü şekliyle rehberlik bürolarında birkaç genç
psikoloji mezununun çalıştırılması ihtiyaca cevap verememektedir. Tabii bu
sözümüz de genel mahiyettedir. Elbette bunun altında ve üstünde durumlarda olabilecektir.
Bizden daha çok kalkınmış ülkelere baktığımızda zaten bunları görmekteyiz.
Esasen yurdumuz kalkınma hedefi olarak o programlan kendisi için örnek
almıştır. Nitekim kanunlarımızın hemen hepsinin batıdan aynen tercüme yoluyla
alındığı bilinmelidir. Hatta askeri yönetmeliklerin hepsinin de veya çoğunun,
yedek subaylığımdan bildiğim kadarıyla söylüyorum, dışarıdan alınan tercüme
edilerek kullanılsın şekilleridir. Dünya artık küçülmüştür. Gelişme nerede var
ise oradan alınıp ondan yararlanılması lazımdır. Yine devlet İstatistik Enstitümüzün bir
tarihte bildirdiğine göre gelişmiş ülkelerde otuz bin küsur bilim, sanat,
meslek, iş kolu varken tarif edilmişken, bunun yurdumuzda beşbin olması
manidardır. Demek ki daha yirmibeşbin bilim, sanat, iş kolu, meslek vd tarif edilmeyi
beklemektedir. Okula isteksizlik ve okul korkusu olayının bakımında da
yurdumuzda henüz pek bilinmeyen yeni ihtisas alanlarına ihtiyaç vardır. Örneğin Meşgale Terapisti (Occupational
Therapist), Müzik Terapist (Music therapist) Sanat terapisi, relaxation terapist vd bu alanda ne kadar faydalı olabilecektir. Nitekim ben yurt dışında bu uzmanlarla birlikte de çalıştım ve faydalılıklarına
tanık oldum. Öyle ise ailelerimizin tek başlarına yapabilecekleri işler olduğu
gibi bir de memleket olarak yapacağımız işler bulunmaktadır. Tek başımıza
yapmamız lazım geleni yaparken, yurt olarak yapmamız lazım gelenler konusunda
da özverili olmamız doğaldır. Öyle olmaz ise o hizmetler olsa bile onları
tanımadığımız için dışlayabiliriz. Tarih bunun her yerde örnekleriyle doludur.
Yeterli örnekler yukarılarda verilmiştir.
Okula isteksizlik ve okul korkusu olayını herkes ciddiye almalıdır. Bunun
bazı ihmallerle de yakinen alakalı olunduğu bilinmelidir. Tedbirde kusur
edilmemelidir. Çocuklar psikososyal özellikleri ve başarılı uyumlarının
esasları itibariyle iyi tanımalıdır. Bu alanda türlü uzmanlık alanları da
devlet tarafından tarif edilerek halkın istifadesine sunulmalıdır. Öğretmenler
için ücretli, iç hizmet seminerleri düzenlenerek bu konudaki son bilgiler
kendilerine aktarılabilinmelidir. Londra’daki
şu durum çok güzeldir. Orada tüm okullar bir psikiyatri kliniğine organik bir
bağla bağlanmıştır. Psikiyatri kliniğindeki uzmanlar aynı zamanda o
okulunda uzmanı sayılmaktadırlar. Aralarında yasal bağ bulunmaktadır. Bu
çalışma çocuk psikiyatrisi için geçerlidir. Yani çocuk psikiyatrisi
kliniklerine okullar organik bağ ile bağlanmıştır. Benim çalıştığım kliniğin
uzmanları çevre okullarında uzmanları olarak rutin hizmetler vermekteydiler.
Oranın öğretmenleri de o çocuk psikiyatrisi kliniğinin adeta tabii üyesi
durumundaydılar. Rutin olarak haftada bir yarım gün mütehassıs doktorlar
kendilerine bağlı okulu ziyaret ederek, çalışmalarını orada sürdürmekteydiler.
Sosyal Kalkınmanın, medeniyet
seviyesinin de elbette ölçütleri vardır. Örneğin bir devlette ilk harcama
eğitime, sonra savunmayadır. Üçüncü
sırada da sağlık bulunmaktadır. Böylece önem sırasına göre bakanlıkları da
belirlemek mümkündür. Görüldüğü gibi ilk harcama eğitimedir. Eğitimi olmayan
insan ne kendini koruyabilir ve ne de sağlığına bakabilir. Demek ki eğitim ilk ve birinci sıradadır.
Hal böyle olunca okula isteksizlik ve okul fobisi olayı ne kadar büyük bir
talihsizliktir. Okumayı, okulu, eğitimi herkesin de öncelikle sevmesi
gereklidir. Nasıl olur da bu istenmez, üstelik de reddedilir. Ondan
korkulur. Görü öldüğü gibi bu mantık bakımından da hastalık işaretidir.
Bununla mücadele de bu kitabımla halk sağlık eğitimine katkıda bulunabildimse
kendimi bahtiyar sayacağım. Sh:157-164
Ocak
2000 Erenköy/İstanbul
Prof. Dr. Kemal Çakmaklı
Prof. Dr. Kemal Çakmaklı
Kaynak:
Prof. Dr. Kemal Çakmaklı, OKULA İSTEKSİZ ÇOCUKLAR VE OKUL FOBİSİ, Unwillingly
to School, School Phobia or Schood Refusal,İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Nobel Tıp Kitabevleri
2. Baskı, İstanbul-2003
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar