Print Friendly and PDF

OKUMAK VEYA OKUMAMAK; TARİHE KAYIT DÜŞMEK VEYA TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE ATILMAK

Bunlarada Bakarsınız



Metin Murat ARSLAN
 Sosyolog
Yine Şahin Alpay’ın üniversiteler Araştırmasına göre “Ders kitabı dışında kitap okuyor musunuz ?” sorusuna olumsuz yanıt verenler % 12 boş zamanlarında kitap okumadıklarını söyleyenler ise ne yazık ki % 35 i bulmaktadır.
Demirtaş Ceyhun “Ah Biz Şu Kara Bıyıklı Türkler” yazısında bu konuyla ilgili
“ %77.6 sı hiç spor yapmamış, 
% 82 si sinema. tiyatro ve konsere gitmek gibi bir alışkanlığı olmayan, 
% 93.8 i kesinlikle dergi ve kitap okumayan; tüm bunların yanısıra futbol maçları üzerinde konuşmayı kültür sayan, sakal traşı olmayı sevmeyen,  sık sık “param olsa çalışmam”
diyen özgürlüğe meraklı ama eşitlikten de pek hoşlanmayan, sorumluluklarını genelde unutan ama verilen buyrukları derhal yerine getiren; kendi karısına ve eşcinsellere karşı hoşgörüsüz, kadın erkek televizyona düşkün, ama % 60 ının kırk yıldır içinde bulunduğumuz NATO’dan bile haberi olmayın, % 65.5 İBM’in adını bile duymamış ve yediden yetmişe sabah akşam fosur fosur sigara içen, son yıllarda da otomobile aşırı düşkün bir toplum olduğumuzdan da doğrusu kuşku duymamak gerekir”
 demektedir. Bu ifadeler 1992 yılına ait ama adeta günümüzü rahatça tarif etmektedir. Bazen bana hangi takımı tutuyorsun diyorlar; fakat benim böyle bir alışkanlığım olmadığı için “hiç birini tutmuyorum ki rahat oynasınlar” ifadesini kullanıyorum. Küçükken oynayacak top bulamamanın;  dolayısıyla oynayacakta yeteneğim olmadığından olacak ki hiç takım tutmadım,  takımlarla ilgili eleştiriler ve tartışmalara katılmadım ve en önemlisi de hafıza dağarcığımı bu konuya tahsis etmeyerek başka alanlarda kullanma fırsatım oldu. Belki bu yönüm bazılarınca eleştirilebilir ve belki zevksiz bir yaşam gibi algılanabilir. Ama şu bilinmelidir ki,  benim en zevk aldığım kitap okumak ve öğrendiklerimi kıskançlık duymadan mutlaka başkalarıyla paylaşma duygusudur. Takım tutanları, takım tuttukları için eleştirmiyorum;  ama takıma ayırdıkları zaman ve hafıza dağarcığı kadar şayet kitaba,  bilgiye ve paylaşıma da ayırırsalar. Elbette ki,  o dalda zevk almaları kendilerinin en tabi hakkıdır;  dengeler çok iyi gözetilmelidir.
“Kitaplar, ömür boyu yanı başımda elimin altındadır. Yalnızlığımda ve yaşlılığımda avuturlar beni. Sıkıntılı bir avareliğin baskısından kurtarır, hoşlanmadığım kişilerin havasından dilediğim zaman ayırırlar beni. Fazla ağır basmadıkları, gücümü aşmadıkları zaman acılarımı törpülerler. Rahatımı kaçıran bir saplantıyı başımdan atmak için  kitaplara başvurmaktan iyisi yoktur;  hemen beni kendilerine çeker, içimdekinden uzaklaştırırlar... İnsan hayatı denen bu yolculukta benim bulduğum en iyi nevale kitaplardır ve onlardan yoksun anlayışta ki insanlara çok acırım.” (Montaigne)
 Peki, tarihe kayıt düşen isimli kahramanlar nasıl kahraman oldular ve onlar kitaplarla ne kadar haşir neşirdi diye baktığımızda:
Sosyolog Prof. Dr. Gündüz Tüfekçi’nin tespitine göre Atatürk 1800 kitap okumuştur. Ömrünün yarısı savaşlarda geçmiş bir kişinin bu kadar kitap okuması olağanüstüdür. Okuduğu kitaplardan tam 200.000 satırın altını da çizmiştir. (Özen, 2001) İşte büyüğümüzü büyük yapan temel nedenlerden biri. O zamanlarda ki çıkan kitap sayısı ve Atatürk’ün aşırı meşguliyetine rağmen bu kadar okuyabilmesi bizleri düşünmeye sevk etmesi gerekmez mi? Hala kim diyebilir ki “ben unumu eledim, eleğimi astım” diye.
İbni Sina 18 yaşındayken devrinin tüm ilimlerini tahsil etmişti. Öyle ki,  genç yaşında Buhara saray kütüphanesi müdürü olmuştu. 100 den fazla dev esere imzasını atmıştır. Doğu ve Batı da 600 yıl boyunca tıp ilmine ışık tutmuştur.
İbnül Cevzi isimli bir alimin okuduğu kitap sayısının 20.000 i geçtiği, neredeyse eser vermediği hiçbir ilim dalı bırakmadığı bazısı 20 cildi bulan 340 tan fazla eser yazdığı; günde 4 defter doldurarak bir yılda yazdıklarının 50-60 cilt bulduğu; yazarlık sırasında kullandığı kalemlerin yontulmasından ortaya çıkan talaşları biriktirerek vefat ettiğinde suyunun ısıtılmasını tavsiye ettiği ve tavsiyesinin yapıldığı tesbit edilmiştir.
Yine ismini çoğumuzun duyduğu Fahreddini Razi’nin yemek yerken bile bir şeyler okumak istediği çare bulamadığı için de üzüldüğü yazdığı kitapları üst üste konulduğunda boyumuzu bile aşacağı yalnızca Tefsir-i Kebir’inin 20.000 sayfa olduğu düşünüldüğünde günde 15-20 sayfa eser yazdığı anlaşılmaktadır.
Yavuz Sultan Selim’in günde 8 saat okuduğu seferlere giderken bile en az 3 katır yükü kitap taşıttırarak okumakta olduğu, günde bir defa yediği bilinmektedir.
Yine İbrahim Hakkı Bursevi (1652-1715) mum ışığında 161 eser yazmış ve Avrupalılar onun için  “bu eserler bir değil beş ömre sığmaz” diyorlardı.
Ahmet Mithat Efendi (1844-1912) ekmek parasını kitaba verir ve çok okurdu; 226 adet kitap yazmıştı.
Lenin,  Karl Marks’ın kitabını 1000 defa okuduğu bilinmektedir.
Hume, İngiltere tarihini yazarken günde 13 saat yazı yazardı.
“Kesin İnançlılar” kitabının yazarı Eric Hoffer okuma alışkanlığı sayesinde hamallıktan üniversite hocalığına terfi etmiştir.
Amerikan Yüksek Mahkemesi emekli üyesi Oliver Wendel Holmes 94 yaşında ölmüştü. 90 yaşında iken kendisini ziyarete giden Başkan Roosvelt Eflatunu okurken görünce “Hâkim Bey, Eflatunu neden okuyorsunuz? “ diye sorduğunda “Kafamı geliştirmek için okuyorum başkanım.” demiştir. (Akgündüz, 2002)
Evet, işte tüm bu bilgiler ve daha nice zikretmediğimiz bilgiler ışığında hala okumamakta ve tarihe isimli veya isimsiz kayıt düşmeyeceksek; kafamızı geliştirmekten kaçınacaksak bu gidişle tarihin çöplüğüne atılmamız söz konusu ise ne yapmalıyız işte bunu hayati olarak incelememiz gerekiyor.
Nurullah Ataç bir yazısında “İlim bize dışı öğretir, onun öğrettikleri bizim dışımızda kalır. Sanat, edebiyat ise öğretmez sezdirir, kavratır, ahlakın istediği de asıl bu sezme,  kavrama gücüdür. Edebiyattan geçmemiş insanın hayali işlemez ki kendisinden başkasının acılarına, dertlerine ortak olabilsin, onlarla hemhal olabilsin. Çocuklara, gençlere şiirler, hikâyeler, romanlar okutun; onları tiyatrolara sinemalara gönderin. O hikâyelerin, romanların, oyunların insanlarıyla tanışsınlar; onların hayatlarını, hayallerinde yaşasınlar. Öğretmenler öğrensinler onların içlerini; böylece gerçekte ki insanları da daha iyi anlarlar. Çocuğumuz büyüyünce ne olacaksa olsun; küçükken siz ona edebiyatı sevdirmeye bakın. İlim bilgi sonradan gelecektir. Önce insanlığı kurma hayalini işletmek gerekir” demektedir.
Prof. Dr. A. Bican Ercilasun “Dünyanın her yanında öğrenciye tatillerde kitap okuması için destek verildiğini” söylüyor ve devam ediyor “Geçen yıl Kosova’daki eğitim yetkilileriyle karşılaştığımda bana, yarıyıl tatillerinde öğrencilerini en az 15 kitap okumaya şartlandırdıklarını söylediler. Biz de ise sadece ödev veriliyor.”
Talat Halman “Uygar toplumlarda, bireyin kendi uğraş alanında ilerlemesi, önemli görevlere yükselmesi, gelişmiş bir okuma yetisi aracılığıyla kazandığı bilgi birikiminin sonucudur. Herhangi bir bilgi alanında okumayı bir alışkanlık, kendi gündelik yaşantısının bir parçası yapmış kimse, basılı sözcüklerin taşıdığı bilgiyi hiçbir zaman olduğu gibi benimseyemez. Okuduğuna kimi yönden katılır, kimi yönden katılmaz; kitaplarda, dergilerde karşılaştığı her yeni görüşle bir kez hesaplaşır, böylece kendi özgün, bağımsız düşüncesini oluşturur. Kulaktan dolma bilgiyle yetinmez. Bu tür bilgilerinde geçerliliğini/geçersizliliğini yazılı kaynakların tanıklığına başvurarak denetler.” demektedir.(Özen, 2001)
“Kitap okuma alışkanlığımız yok, gençler kitap okumuyor, kitap okumayı sevmiyoruz.” Kitap konusu gündeme geldiğinde ilk kullandığımız cümleler bunlar. Ancak “Neden okumuyoruz, neden okuma alışkanlığımız yok ?” sorularının üzerinde yeterince durmuyoruz. Kampanyalar düzenleyip insanlara “kitap oku” demenin, ucuz kitap satmanın, kütüphaneleri kitapla doldurmanın bu alışkanlığı kazandırmada pekte etkili olduğunu söyleyemeyiz. Öyle olsaydı maliyetinin altında fiyatlarla satılan bakanlık yayınları yok satar, kütüphaneler okurla dolar taşardı diyor Yayıncılar Birliği Başkanı Aygören Dirim. Evet, hakikaten dediği gibi olsaydı kültür bakanlığı yayını olan ve % 50 indirimle 1.450.000 TL olan harika bir kitap olan Türkiye’de Neden Okumuyoruz isimli Ferhat Özen’in kitabı yok satardı. Okuma sevgisi ve alışkanlığı okulda kazanılır. Ancak hiç kitap okumayan öğretmenin öğrencisi, yine hiç kitap okumayan ailenin çocuğu bu alışkanlığı nasıl kazanacak derseniz Türkiye’nin bu konuda acınacak tablosu yanıtı vermektedir. O halde iş başa düşüyor ya okuyacağız, ya da okuyacağız istenmeyen bir şıkta tarihin çöplüğüne atılmak.
Yapılan bir araştırmada;  kitap okumayan, eğitim düzeyi düşük insanlar beyinlerinin ancak % 0.5 ini kullanabiliyor. Kitap okuyanlar ise % 2 sini kullanabiliyor. Beyninin % 3 ünü kullanabilenlere de dahi diyoruz. IQ su yüksek, akademik zekâya sahip kişiler eğer ders dışı kitaplar, romanlar, öyküler,  şiirler okumuyorlarsa, duygusal zekâları gelişmemektedir.
Psikiyatrist Nusret Kaya’nın ifadesine göre: “Gelişmiş alt beyinlere sahip olmayan ve çocuk alt beyinli kalan toplumumuzun beyinsel gelişim yaşının 12 olduğu” dur. “ 12 yaşında bir çocuğu veya toplumu yönetmek daha kolay olduğu için,  iktidar sahipleri toplumun yaşını büyütmek istememektedir. Gelişmiş alt beyinlere sahip olmasa da okuyarak üst beynini geliştirmiş kişilere, bu günkü TV programlarının basit, sığ ve çekilmez gelmesi bundandır.” 
Her gün 15 dakika okumanın, gün aşırı 30 dakika okumaktan daha iyi olduğu ve bunu kural haline getirilmesi gerektiği; bunun düzenli uygulama ve alışkanlık oluşturmak için ön şart olduğu belirtilmektedir.(Özen, 2001)
Okuma alışkanlığı kişiye getireceği yararlarda en başta kişinin kendisini yetiştirmesine aracı olmakta bunun yanı sıra sorunlara çözüm bulabilme yeteneğini kazanmasına,  kendine güven duymasına, kendini ve çevresini daha iyi tanımasına, insanlara daha faydalı insan olma isteğinin artmasına ve bu isteğin aksiyona dönüşebilmesi için araştırma yaparak, uygulamasına, bireysel ve toplumsal hataların yapılışının azalmasına, kör dövüşünün terk edilmesine neden olmaktadır. Bu gün Türkiye Cumhuriyeti tarihinde kuruluşundan günümüze devam eden toplumsal sorunlar varise, bir çok sorun üç aşağı beş yukarı aynı devam ediyor ve kör dövüşüne devam ediyorsak bunun en önemli nedenini yukarıdaki rakamlarda görüldüğü gibi okumamaktan kaynaklanıyor. Yunus’un ifadesiyle “Yaradılanı severim Yaradan dan ötürü” diyebilmek için okumak ve okuduğunu aksiyona, icraata dönüştürmekle olabilir. Yoksa ‘...Sormaz ki bilsin,  sorsa bilir. Bilmez ki sorsun,  bilse sorar...’ demeye devam ederiz.
Dünyada bu kadar gelişime rağmen Türk gençliği hala neden tutucu, dünyanın gittiği noktayı ıskalama, toptancı bakış, ideolojik saplantılar gibi dar kalıplardan kurtulamıyor sorusuna bakınız Taha Akyol nasıl cevaplandırıyor.  ‘Bunun çok derin sebepleri var. Biz okuma yazmaya geç intikal etmiş bir milletiz. Okuma yazmayı sindirmedende seyirci olmuşuz. Yazılı kültürümüz, olması gerekenin gerisinde. Tek parti döneminde yaşadığımız kültür devrimi, çağdaşlaşma açısından yeni ufuklar açma yanında kültürel derinlik bilincinin kaybolmasına da sebep olmuştur. Biz bu sebepleri derinliğine düşünme yeteneği elde edemedik. Diğer zaaf eğitim sisteminin çok ezberci olmasıdır. Medrese dönemindeki ezbercilik, Osmanlı modernleşmesi ve Cumhuriyeti de etkiledi. Düşünce biçim değişmedi; ama yönü değişti. Sorgulama, analiz etme, katkıda bulunma gibi noktalarda zihni melekelerimiz yeterince gelişmedi. Okumaktan sıkılan bir insan kitlesi var. Okuması gerektiğini biliyorlar ama sıkılıyorlar. Bir İsrailli bir Türk’ten 6 kat, bir Yunanlı bir Türk’ten 4 kat fazla okuyor. Buradan da açık toplum ve bireysel özgürlükler ortaya çıkmıyor. Yaratıcı düşünce gelişmiyor.  İşte size bu konuda derin ve isabetli sosyolojik bir tahlil.
Kitap okumanın bu denli milletimizde az oluşu nedeniyledir ki Milli Güç ve Milletleşme Gerçeği isimli makalemizde de ifade ettiğimiz gibi bireysel gelişim tamamlanamadığı; dolayısıyla toplamsal gelişme sağlanamadığı ve bu nedenle toplumsal karışıklıkların oluşmasına, kitle kültürünün hakim olmasına ve milletleşmenin tamamlanamadığına dair dikkatleri çekmiştik.
 Kitle kültürü; gençlik kültürü, yoksulluk kültürü ve zenginlik kültürü gibi problem alanları oluşturmaktadır. Kitle kültürü bir karşıt kültür alanıdır. Bu yüzden, öteki karşıt kültür alanları gibi hâkim kültürü (milli kültürü) tehdit etmektedir. Zevklerde bayağılaşma; demokrasi, gazete ve kitle dergileriyle halkın zihni yaşantısında kitap okuma alışkanlığının atılması; basın-kitle eğitimi ve kitle propagandası yoluyla fertlerin giderek daha az düşünmesi vebasının (TV, radyo ve telekominikasyonun ) sunduğunu giderek daha çabuk kabul etmesi; stadyumlarda ayağın zaferinin aklın zaferinin yerine geçmesi, kitle-toplumun özelliklerini oluşturur. Günümüzde kültürün bir tüketim maddesi  haline geldiğini, çağın insanlarının kullandıkları hayat tarzlarının,  ideolojilerin,  değerlerin ve karizmaların da boş kavramalardan ibaret olduğunu  görülmektedir. Bloom “Ne suçluluk duygusu, ne haya. Cinsellik konusunda çocuklara daha erginleşmeden her şey ayrıntılı olarak öğretiliyor. Üniversite öğrencileri kızlı erkekli birer şirket oluşturmuşlar. Evlenmiyorlar, ama evliymiş gibi yaşıyorlar.”  demektedir. Yaratıcı olan halk kültürü, kitle kültürü tarafından öldürülmüştür.(Arslan, 2002)
 Bu nedenledir ki, BBG (biri bizi gözetliyor) TV programı diye bir program yapılıyor; kitle kültürüne alıştırılan ve hatta emekli öğretmen olduğunu ifade eden kişileri dahi bu programı izlemeye sevk eden bir görüntüyle karşılaşabiliyoruz.
ÖSS 2001 de yayınlanan araştırma sonuçlarına göre104.000 e yakın aday matematikten eksiye düşmüş, 2000 yılı ÖSS sınavında 9322 aday sıfırın altında puan alırken, 1581 lise birincisi üniversiteyi kazanamıyor. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesine devam eden 458 öğrenci üzerinde yapılan kopya çekme araştırmasına göre % 46.5 inin birkaç kez, % 33.8 inin ara sıra, % 5.5 inin sık sık kopya çektiklerini ifade etmişlerdir. Bunun nedenleri olarak öğretmenin sınavlarda kitaptaki bilgiyi noktası virgülüne kadar aynen istemesi, yüksek not alma isteği, hatırlamak için olduğu anlaşılmıştır. İşte ezberci, mantığa vurmadan şabloncu, okumaktansa dinlemeyi ve izlemeyi tercih edici yönlerimizin bizi millet olarak nerelere götürdüğünü rakamlar yardımıyla varın siz düşünün !.
Okumak neye yarayacak, acaba kullanacağımız kadar okumak yeterlimi,  bu dünyayı benim kurtarmam mümkün mü” gibi sorular benim dahi aklıma gelmezi değil. Fakat sonsuz ilim karşısında biz,  öğrendiklerimizin yeterliliğini tartamıyoruz, çünkü hızla bilgi çoğalması ve değişimi karşısında çağın gerisinde kalmamız söz konusu;  bunun yanı sıra bu hayatta bir kez yaşayacak olan bizler Cüceloğlu’nun ifadesiyle sorumluluk bilinci ile her olay ve durumdan sorumluluk duyarak yaşamamızın gerekliliği bizleri okumaya itmektedir. Kütahya Merkeze bağlı Bölcek beldesinde çiftçilik yapan 46 yaşındaki Mehmet Dilek’in felsefe ve sosyoloji alanında okuduğu 1000 den fazla kitapla,  çevresinde filozof olarak tanınıyor. Filozof çiftçi kendisine “bu kitapları sat, yerine iki inek satın al. Kitap karın doyurmuyor, ama inek karın doyurur.” diyenlere ne de güzel cevap veriyor.
Hayatları iki inek ve bir parça toprak parçası üzerine kurulu onların. Ama benim için bu yeterli değil. 110 kiloluk bir yeğenim var. Ona sadece traktör, inek, yemekten bahset yeter. Bazen Nurettin Topçu’yu anlatayım diyorum ama uyuyup kalıyor. İnek alıp satsın yeter. Düşüncesi bu. Kimine inek, kimine felsefe. “ (Zaman, 2002)
Atatürk’ün öğrenememe hastalığına yakalanmış bireylerden oluşan milletlere seslenişi çok manidardır. “Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşama yollarını itiyat (alışkanlık) haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklallerini kaybetmeye mahkumdur.  (Varol, 2002) Çalışabilmek için bilmek lazım; bilmek için öğrenmek lazım; öğrenmek için okumak lazım;  okumak için azim,  irade,  sorumluluk duymak lazım. Yemek yerken bile bir irade, bilgi ve enerji gerektiriyor. Elbette ki, okumak içinde bu ve bunlardan ötesi gerekecektir. Armut piş ağzıma düş diye beklenilirse;  hep dinlemek veya izlemekle yetinilirse insanlar koyunlaştırılmış olur. Margo Kaufman “Bir gün babama, diğer insanlar gibi yapamadığım için üzüldüğümü söyledim.” der ve babasının “Margo, koyun olma, insanlar koyunları sevmezler. İnsanlar koyunları yerler.” Şeklinde nasihatte bulunduğunu söyler. Yine Önder Aytaç’ın anlatımıyla “Okuyun ki,  koyunlaşmayasınız. Koyunlaşırsanız adamı meletirler. Onlar yalnız melerler ve yenilmekten de kurtulamazlar. Yapma bebek kendisini tekmelemem, yerlere atmam halinde hala gülümser ve ses çıkarmaz. Çünkü canlı değil ve aklı yok. Siz de yapma bebek olmak istemiyor ve meletilmek istemiyorsanız bol bol okuyun. “ diyerek yerinde tesbiti ile yol göstermektedir.
Bu gün Türk milleti olarak tarihte olmamız gereken yerde değil de hem içerden hem de dışardan darbeler alıyor ve karıştırılabiliyorsak bunun en temel nedeni milletçe aydın kimliğine sahip olacak konuma ulaşamadığımızdandır. Bu çerçevede Ahmet Altan’ın ifadesi bizleri düşünmeye sevk etmektedir. Siz 60 milyon haşlanmış kurbağa gördünüz mü? Ben gördüm. Bakarsanız siz de görürsünüz. İçine her gün biraz saha sıcak su eklenen bir kapta ölüyorsunuz. Hiçbir şey ilginizi çekmiyor. Kendi hayatınızla,  kendi geleceğinizle bile ilgilenmiyorsunuz. Sizi yavaş yavaş öldürüyorlar. Düşünceler ulaşmıyor size. Duygularınız gevşedi. Sizi bir hamur gibi yoğuruyorlar,  hangi şekli almanızı istiyorlarsa o şekli alıyorsunuz,  baskılara karşı hiçbir direnciniz yok,  ağır ağır haşlanan kurbağalar gibi umursamasızca kendi yok oluşunuza doğru kayıyorsunuz. Bu uyuşmayı kırabilirse etiniz ve azgınlığınızla siz kıracaksınız...’ haklı değerlendirmesinde bulunarak,  önemli mesajlar verir. Bu mesaj yüklü değerlendirmelerden sonra açıklama yapmaktansa ‘...anlayana iğne iplik saz ... ister çal ister oyna...’ demek kanımızca daha doğru olacaktır. (Aytaç, 1999)
Sonuç olarak ya okuyarak aydınlanacak; tüm haksızlıklara, yolsuzluklara içte ve dışarıda dur diyeceğiz, ya da halimizden şikâyet etmeye hakkımız olmadan mağdur ve mazlum yaşamaya devam edeceğiz. Tabi ki buna da yaşam denilebilirse! Tarihe kayıt düşmek isimli veya isimsiz kahraman olmak elimizde ya aydın sıfatıyla tarihte yer alırız ya da tarihin çöplüğüne atılırız. Ümidimiz hep güzelliklerden yana.

KAYNAKÇA
Alvin ve Heidi TOFFLER,  Yeni Bir Uygarlık Yaratmak Üçüncü Dalganın Politikası,  Çev. Zülfü Dicleli,  Türk Henkel Dergisi Yayınları: 3,  İstanbul.
Arslan Metin Murat. Milli Güç ve Milletleşme Gerçeği. Türk Dünyası Araştırmaları Der. Sayı:138. İstanbul 2002.
Akgündüz Abdülkadir. En Etkili Formüllerle Mutlaka Başarılı Olma Sanatı. Genç Beyin Yay. İstanbul 2002.
Akyol Taha. Bağımsız Bir Kişiliğim; Vida Olmadım !..Zaman Gaz. 26.01.2003.
Aytac Önder. Yirmibirinci Yüzyıl Bilgi Çağında Polisin Vizyonu. 21.Yüzyılda Polis. EGM Yay. Ankara 1999.
Cüceloğlu Doğan. Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin Savaşçı. Remzi Kit. İstanbul 2001
Okçabol Rıfat. Öğretmen Profili Araştırma Raporu. Eğt.Sen.Yay.
Özdemir Emin. Okuma Sanatı, Nasıl Okumalı, Neler Okumalı. İnkılap Yay.İstanbul 1995
Özen Ferhat. Türkiye’de Okuma alışkanlığı. Kültür Bak.Yay.Ankara 2001.
Varol Metin. Zerdüşt “Yaşamak İstiyorum” dedi. Academyplus Kit. Ankara 2002.
Zaman gazetesi. Annelerimizden Daha Büyük Filozof mu Var ?. 08.09.2002,
Kaynak:
http://www.caginpolisi.com.tr/22/26-27-28-29.htm

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar