Print Friendly and PDF

ÖLESİYE SEVMEK





Kötü kullanılan her şey kirlenir. "Sevgi" sözcüğü de son zamanlarda iyiden iyiye kirlendi. Birileri durmadan bir şeyleri sevmemizi öneriyor. "Sevgi" sözcüğü gelişigüzel kullanıla kullanıla kirlendiyse "sevgi" kavramı da kirlendi mi?
Hayır, kirlenmedi, çünkü kavramlar kirlenmezler, dönüşürler, bölünürler, silinirler ama kirlenmezler. Kavramlar bize bir kirliliği anlatabilirler ama kirlenmezler. Her kavram bir gerçekliği karşılar. Bir bilinçte kavram içerikleri yanlış olabilir, ama bu yanlışlığı kirlilik olarak belirlemek doğru değildir. Çok zaman sözcükleri gelişigüzel kullanıyoruz, onların hangi kavramları karşıladıklarını düşünmeden onlara acele anlamlar yüklüyoruz. Bilincimizdeki kavramlar çok zaman bulanık ve hatta yanlış içerikli olduğu için sözcükleri iyi seçemiyoruz. Sözcükleri bazen de bile bile kötü kullanıyoruz. “Sevgi" sözcüğü de kötü kullanıldı, hatta kötüye kullanıldı. Bir takım sevgisiz adamlar ve sevgisiz kadınlar toplumsal kargaşanın giderilmesi çaresini sevginin yayılmasında bulmuş olacaklar ki durmadan "birbirimizi çok sevelim" çığlıkları atıyorlar. Unuttukları bir şey var: sevgi ha deyince oldurulan bir şey değil olan bir şeydir, varsa vardır yoksa yoktur. Birini ya da bir şeyi seviyorsak gerektiği için değil sevdiğimiz için seviyoruzdur. “Sevgi” kavramı gerekliliklerin dışında bir kavramdır.
Yaşamı kolay yoldan düzenlemeye kalkan üstün akıllılar ara sıra sevme buyrukları verirler: babanızı sevin, ananızı sevin, yurdunuzu sevin, okulunuzu sevin... Bizim için sevimli olmayan babamızı, bizim için sevimli olmayan anamızı, bizim için sevimli olmayan okulumuzu nasıl seveceğiz? Yurt sevgisini ayrı tutun, o her sağlıklı insanda zaten vardır. İnsan doğal bir varlıktır ve doğal ortamına doğal olarak bağlıdır. Bir zamanlar “yurtsever” diye bir sözcük uydurmuşlardı. “Yurtsever” bana her zaman yurduna kötülük etmeye hazır birilerini duyurmuştur. Özel olarak yurt sevmekte bir domuzluk olmak gerekir. Okulumuzu da sevmemiz isteniyor. Duvarları çingene pembesine boyanmışsa, sınıflarında çerçeveler çürükse ve bu çerçevelerden kış boyu soğuk hava giriyorsa, öğretmenlerinizin çoğu ilgisiz, bilgisiz ve acımasızsa okulunuzu nasıl seveceksiniz?
Sevgi ilişkisi önkoşulsuz bir ilişkidir. Buna göre sevme duygusu her durumda gerekliliklerin dışında gelişir. Bilinç kendi yapısına uygun ya da yatkın olanı çerçeveye alır ve sarar. Sevgi duygusu doğrudan doğruya bir birolma duygusudur. Temelinde cinsellik olduğu zaman ve yoğun heyecanlarla belirgin olduğu zaman onu aşk diye adlandırırız. Aşk sevginin özel bir biçimidir. Gerçek anlamında sevgi insan ilişkilerinin en kökten ve en ödünsüz olanıdır. Bu yüzden yöneldiği özneyi ya da nesneyi kendinin kılmadan kendi için özel kılmaya yönelir. Sevgiler sınıflandırılabilseler de her sevgi kendi özel özellikleriyle vardır yani özeldir. Zaten sevgi her zaman özel olana yönelir. Genel olan bizim sevgi yönelimimizden kaçar ya da onunla bağdaşmaz. “Gazetecilik” mesleğini sevebilirsiniz, gazeteci Yusuf beyi de sevebilirsiniz, ama gazetecileri seviyorum derseniz kimseyi inandıramazsınız. Kabzımal Zülküf bey sizin için çok sevgili olabilir, ama kabzımalları seviyorum derseniz yalan söylemiş olursunuz.
Sevgi yoluyla bilinç dünyayla özel ilişkiler kurar, öznelliğini gerçekleştirir. Çünkü bilinç kaba bir şema değildir, bir kavrama ya da anlama makinası da değildir, bir dünyaya en iyi koşullarda yerleşme düzeneği hele hiç değildir. Bilinç hem onaylar hem yadsır, o hem uyumdur hem uyumsuzluktur, kendini uyuşumları kadar karşı duruşlarıyla var eder. O dünyada hem bir yerleşik hem bir iğretidir, iğretiliklerini sevgiler yaratarak aşmak ister. Sevmek bir bağlanma biçimidir, bir dünyaya yerleşme biçimidir, bize uygun olanı saptayarak onunla dünyayı yeniden kurma biçimidir. Gerçek bilinç her şeyi değil ama bir şeyleri sevebilen bilinçtir, sevgiye yatkın bilinçtir, çünkü onun dünyayla ilişkisi yalnız karşıtlıklar adına değil aynı zamanda ortaklıklar adına kurulmuştur. Her gerçek bilinç ya da her sağlıklı bilinç seçen bilinçtir. Bilincin temel özelliği seçim yapabilme özelliğidir. Bilinci eksikli ya da sakat olanlar seçim yapmakta güçlük çekerler ya da zaten seçim yapamazlar. Bilinç üst düzeyde seçici oluşuyla yetkinliğini ortaya koyar. Hangi elmayı önce yemesi gerektiğine karar veren insan gerçek anlamda seçim yapıyor değildir. Önümüzdeki zeytini seçe seçe yeriz ama sonunda hepsini bitiririz. Seçmek demek bir şeyleri öncelikli kılmak adına bir şeyleri aralamak demektir. Seçmek demek, öte yandan, özgürlüğünü gerçekleştirmek demektir. Özgür olduğumuz için seçeriz ve seçerek özgürlüğümüzü gerçekleştiririz. Seçmek, Epiktetos’un deyişiyle, hamama gidecekken değirmene gitmemek demektir.
Yetkin bilinç üst düzeyde seçimler yapabilen bilinçtir. Mimar tasarımını seçimler yapa yapa oluşturur. Yargıç falanca kişinin suçlu ya da suçsuz olduğuna seçimler yapa yapa karar verir. Siz manavda domateslerin orta boyunu seçerken arkadaşınız küçüklerini seçer. İnsanın dünyayla ilişkisi kaba bir ilişki değildir, bu yüzden zorla yapılmamış istekle yapılmış her seçim bir duygulanım nedenidir. Zorla yapılmış seçimler de bize olumsuz duygular verirler. Zor altında seçim olabilir mi? Elbette olur ama o seçime seçim dememek gerekir. Her gerçek seçme edimi özgür bilinç koşullarını gerektirir. Seçmek demek her şeyden önce seçmeme hakkını elinde bulundurmak demektir. Evleneceğim kişi konusunda şimdilik üç seçeneğim varsa ve bu seçeneklerden hiçbiri içime sinmiyorsa benim yapacağım şey seçme işini ertelemektir. Ama babam bu üçünden birini hemen seçmek zorunda olduğumu bildirirse ve ben babama hayır diyemi- yorsam benim o koşulda yapacağım seçim gerçek anlamda seçim olmayacaktır. Bu da bize şunu gösteriyor: ancak gönülden yapılan seçimlere seçim diyebiliriz.
İnsanoğlu yaşamını ya da yaşamla ilişkisini duyum-duygu-düşünce boyutlarında kurar. Yetkin bilinç her üç boyutu da geniş çerçevede ve derinlemesine yaşayacaktır. Yaşamak duyumsamaktır, yaşamak duygulanmaktır, yaşamak düşünmektir. Duyum olgusu başlangıçta yalnızca bedenle ilgili bir işlevi duyurur. Ancak sorunu algı ve üstalgı çerçevesinde ele aldığımız zaman duyumsamanın kabasaba bir iş olmadığını görürüz. O yüzdendir ki kimimiz gözümüzün önünde olanı görmezken kimimiz görülmezi görüveririz. Duyguları kabaca sevgi ve nefret diye iki sınıfta toplayabiliriz. Ama her sınıfın içinde duruma ve kişisel özelliklere göre sayılamayacak kadar çok duygu çeşidi bulunacaktır. Hatta sevgiyle nefretin birbirine karıştığı duygular da vardır. Sevgi bizi dünyaya yönelişte etkin kılar, nefret sevginin karşıtı olarak bizi bir takım dünya nesnelerinden uzaklaştırır. Bu çerçevede sevgi de nefret de bilinçsel gelişimin temelinde yer alan iki karşıt belirleyendir. Bilinç kendini kurarken hem bir şeylerle bütünleşir hem bir şeylerle karşıtlaşır. Bütünleşme kadar karşıtlaşma da önemlidir. Bizim özel bilinç renklerimizi oluşturan, bir başka deyişle ortak bilinç özellikleri yanında ayrı bilinç özelliklerini oluşturan bu ikili yönelimdir.
Bilincin sağlıklı oluşumunda nefret kadar sevgi ve sevgi kadar nefret belirleyicidir. Buradaki sevginin sıradan herhangi bir duygusallık düzeyinde olmaması gerekir. Bilincin kendine ve kendi dışına her gerçek yönelişi sıradan bir duygusallıkla değil de yoğun heyecanlarla gerçekleşir. Bilinç nefret ederken tam bir dışlayıcı ve severken tam bir benimseyici tutumunu alır. Gerçek anlamda kendi gelişim koşullarını yüksek düzeyde tutmaya eğilimli bilinçler her türlü yönelimlerinde tutkulu olacaklardır. Bu yüzden kendini sevgiyle ve nefretle kuran bilinç her iki karşıt duyguyu ne ölçüde yoğun yaşıyorsa kendini kurma konusunda o ölçüde istekli demektir. Öyleyse bir şeyleri sevme konusunda bizlere buyruk verenlerin ya da bizleri etkilemeye çalışanların çabası boşunadır. Bir şeyleri ölesiye sevmeyi bilmiyorsak dünyayla ilişkimiz cılız, dünyayla ve kendimizle ilgili bilgilerimiz pek sıradan olacaktır. Bu sıradanlıkta bilinç kendini elbette yetkin bilinç olarak kurma gücünü elde edemeyecektir.
Sevgiyi bu çerçevede ele alırsak onun insan yaşamı için ne kadar önemli ama ne kadar zor olduğu hemen kendini gösterir. Gerçek insan uğrunda ölebileceği bir şeyleri olan varlıktır. Sevmek ve adanmak, gerçek anlamda kendini sevgiyle adamak yalnızca üst düzeyde bilinç etkinliğine ulaşmış kişilerin işidir. Sıradan bilinç adanmayı bilmez, çünkü onun için dünyada çok özel şeyler, özel önem taşıyan şeyler yoktur. Çocuğunu cami avlusuna bırakıp kaçan anne yalnızca iktisadi anlamda yoksul ve toplumsal anlamda yoksun bir kişi değildir, o aynı zamanda tam anlamında bir bilinç yetmezliği yaşamaktadır. Bu çerçevede sevmek denilen şeyin içeriksiz bir kavramı karşıladığını söyleyebiliriz. Gerçek sevgi acı çekmeyi bilen sevgidir, çünkü her adanmışlıkta acı çekmeye hazır bir bilinç yatkınlığı sözkonusudur. Ancak kendilerini başkalarına verebilenler gerçek insan olmanın hazzını yaşayabilirler. Bu yüzdendir ki bencil kişi yani ölesiye sevmeyi bilmeyen kişi tam tamına bir zavallıdır. XIX.yüzyılda Auguste Comte bize özgeciliğin yetkin insan yaşamı için ne kadar büyük bir önem taşıdığını gösterdi. Özgecilik bize yalnızca gözümüzle gördüğümüz şeyler için değil hiç görmediğimiz ve göremeyeceğimiz şeyler için de kendimizi adayabileceğimiz duygusun verir. Kant’ın çok güzel saptadığı gibi yalnızca insan kendini gelecek zamanlara adayabilir. Gelecek kuşaklar için eylemde bulunabilen tek varlık insandır.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar