OLGUNLAŞTIRICI YÖNÜYLE AŞK ACISI / Peter LAUSTER
Tabiat seni seyrediyor, sen maziye
dönüp bakıyorsun.
Bu durum; içerisinde denendiğimiz, tartıldığımız bir aşk ilişkisidir.
Yaşamak ve bunun farkına varmamak iyi olmazdı. Bu bir başarı değildir, bundan bir çıkar sağlamak için hiçbir umut vermez, maddi servetini çoğaltmaz, fakat sana enerji ve yaşam sevinci verir.
Bu durum; içerisinde denendiğimiz, tartıldığımız bir aşk ilişkisidir.
Yaşamak ve bunun farkına varmamak iyi olmazdı. Bu bir başarı değildir, bundan bir çıkar sağlamak için hiçbir umut vermez, maddi servetini çoğaltmaz, fakat sana enerji ve yaşam sevinci verir.
Bu vadide veya başka bir vadide
otur. Olanca okşayış bütünlüğü içinde geri dönersin. Sevilirsin ve diğer şeyler
bundan daha az şey verdiği halde, bu sevgi sana güç verir. Bu armağan, trampa
etme anlamında kötüye kullanılmaz, gizli bir amaç ve kasıt olmadan oluşur,
özgürdür ve temelde bir çıkar ilişkisi yoktur. Güzelliğin sırrı, kasıtsızlıkta
yatar.
Sh:66
Bugün sözlerime Rainer
Maria Rilke'nin bir şiiri ile başlamak istiyorum.
İnsanların sözlerinden çok endişe duyuyorum.
Her şeyi çok açık söylüyorlar:
Bu köpektir ve şu evdir,
Ve başlangıç buradadır ve bitiş orada
Her şeyi çok açık söylüyorlar:
Bu köpektir ve şu evdir,
Ve başlangıç buradadır ve bitiş orada
*
Kavramları, alaylı oyunları da beni endişelendiriyor
Ne olduğunu, ne olacağını, her şeyi biliyorlar;
Hiçbir dağ artık onlar için harika değil;
Bahçeleri, çiftlikleri Tanrı'ya daha yakın.
Ne olduğunu, ne olacağını, her şeyi biliyorlar;
Hiçbir dağ artık onlar için harika değil;
Bahçeleri, çiftlikleri Tanrı'ya daha yakın.
*
Her zaman uyarmak ve engellemek isterim: uzak durun.
Nesneler şarkı söyler, onları severek dinlerim
Onlara dokunursunuz: onlar sessiz ve hareketsizdir.
Hepiniz onları katleder, nesneleri öldürürsünüz.
Nesneler şarkı söyler, onları severek dinlerim
Onlara dokunursunuz: onlar sessiz ve hareketsizdir.
Hepiniz onları katleder, nesneleri öldürürsünüz.
İnsanlar herşeyi çok
açık, dolaysız ve kestirmeden konuşur. Birçoğu için; düşündüğünü hiç çekinmeden
salt bir kesinlikle yüzüne karşı söylemek, gururunu, benlik duygusunu göstermek
demektir. Fakat bu sırada sözleri ile neye zarar verdiklerini hiç düşünmezler.
Sözcükler kalbe isabet eden ok olabilir; onlar bir rastlantıyı, bir
karşılaşmayı aydınlatan meşale olabilir; onlar ruhsal sıkıntıları, hatta ruhsal
rahatsızlıkları çözüme kavuşturan enerjiyi açığa çıkarabilir.
Eğer Rilke endişeden
sözediyorsa, bununla rasyonalitenin kullandığı aracı kasdetmektedir. Bu araç,
«ne olduğunu ve ne olacağını, başlangıç buradadır ve bitiş orada» sözleri ile
herşeyi bildiğini iddia eder. Bu iddialı kesinlikte herşey açık ve gerçektir.
Rilke, « hiçbir dağ artık onlar için
harika değildir» diyor. Bunu söylerken, son mektubumda konu ettiğim
doğadaki yaşantı ile bir ilişki kuruyorum. Olanca dinginlik ile seyrederken
dilin tutulur. Bu durum sözcüklerle ifade edilemez. Bundan sözetmek; yaşanan
şeyi, sadece sözcükler arasında ortaya çıkarmaya yönelik bir denemedir.
Sözcükler ancak birşeyi ima edebilir; onlar sadece olup bitene aracı olabilir,
somut olayın asla kendisi değildir.
Duygularını uyandıran oluşumlar
gibi, duyguların da kendine ait bir dünyası vardır. Sözcükler olmadan ne olup
bitiyorsa, bu somut bir gerçeklikdir. Sözcüklerin olmadığı bir dünyada
yaşarsın. Nesnelerin dilinde sözcük yoktur. Sona erişinde olduğu gibi aşkta da
biraz söz yoktur. Sözcüklerin olmadığı ruhsal alanda birşey oluşur ve daha
sonra dil bunu ifade eder: «Başlangıç buradadır ve bitiş orada».
Bunun ardından dilin
herşeyi bilerek ifade edebileceği sanılır: «Ne olacağı ve ne olduğu». Bu
sözcüklerle herşeyin açık ve belli olduğu görünür. Sözcükler görünürdeki
açıklığa aracı olur. Bu nedenle şair, insanların sözünden endişe ve korku
duyuyor. O uyarmak ve engelemek istiyor: Sözcüklerden
ve alaylı rasyonel oyunlarımızdan uzak durun. İddialı söylenen, sözcük; inanış
gücü ile enerjiden, canlı biraz zarar görür.
O’nun yakınına sokulur, ona dokunursun. Dolayısıyla canlı hareketsiz
olur, sessizleşir. Konuşma şekline sokmak, canlıyı sessiz ve hareketsiz hale
getirir; yaşayan, canlı olan tüm duygular ölür.
Bu nedenle tekrar tekrar
şunu söylüyorum: Duyguların hakkında o kadar çok konuşma. Duyguların için eğer
bir sözcük bulursan bu (sadece ) bir sözcüktür. Aşk sözcüğü aşkın kendisi
değildir. Ayrılık sözcüğü, ayrılığın özü değildir. Kendini ve birlikte olduğun
insanlarla olan ilişkini sözcüklerle anlatamazsın. Bu nedenle daha başka
konuşmalar yapmamanı sana tavsiye etmiştim; çünkü konuşma, sözcüklerle yapılan
bir oyundur. Bir ayrılık sürecinde, sözcükler, bizi sadece daha fazla
birbirimizden uzaklaştırır.
Sözcükler şüphesiz
sadece ayırıcı olarak etki etmez, yakınlaştırıcı olarak da etkiyebilir. Bu
farkı tanımak çok zor görünüyor. Rilke
sözcüklerden «Uzak durun» der. Sözcüklerle buraya gel, bu da
doğrudur. Sözcüğün bir kez nesneleri öldürebilmesi ve bir kez de nesnelere
hayat vermesi nereden ileri geliyor? Neden sözcük bir kez teori ve başka bir
kez neden hayat veren bir güçtür? Neden bir taraftan nesneleri sessiz ve
hareketsiz hale getiriyor ve neden diğer taraftan aşka fırsat tanıyor?
Sözcüklerle aşkı derinleştirebilir, fakat ayrılığı da ortaya çıkarabilirsin.
Sözcükleri doğru bir
şekilde kullanamayız; çünkü duyarlılık ile rasyonalite arasında sağlıklı bir
ilişki kuramayız. Biz bir bütünlük içerisinde değiliz. Rasyonal düşünen bir
insan sözcüklerle canlıyı öldürür. Rilke bundan söz ediyor. Ruhsal olarak
duyarlı bir insan, oluşan birşeye yanlış sözcüklerle dokunmaz; çünkü «Nesneler şarkı söyler» ye Rilke «Severek» onları
dinler. Rasyonaliteden gelen sözcüklerle o bu şarkıya nasıl müdahale
edebilir? Rilke duyarlılığa müdahale eden, nesnel etiket sözcükten,
rasyonaliteden bahsediyor. Bu rasyonalite duyarlılığı öldürür. Seviyorsan elbette şunu söyleyebilirsin: Seni seviyorum. Doğru sözcükler kalpten, duyarlılıktan dışarı
akar. Aslında sen sadece hissettiğini yorumlar, analiz etmeden konuşursun. Dil,
hissetiğini ve yaşadığın şeyi anlatmada aracı olabilir. Sözcüklerle anlatım
bizi nesnelerden uzaklaştırır. Kesin olan şudur:
Gerçek olan nesnedir, sözcükler değil; onlar eşlik eder. O zaman nesneler engellenmeden şarkılar
söyleyebilir ve sen onlara dokunmazsın.
Fakat sen sözcüklerle
analiz etmeye başladığın an, nesneleri sözcüklerin içerisine sokmaya
çalışırsın; o vakit nesneler bu sözcüklerle hareketsiz hale gelir ve
sessizleşir. Nesneler sözcüklerin örtüsü altında asılı kalır ve burada
tıkanarak ölür.
Sözcüklerin dünyasında
sözcük onurları ile uzman göründükleri sürece, Rilke, insanların sözlerinden
endişe duyuyor, korkuyor. Onlar nesneleri rasyonel bir dünyaya, sözcüklerin
içerisine sokmaya çalışır. Fakat nesneler oraya ait değildir. Hayatta kalmak
için gerekli oksijen eksilir, ve nesneler ölür. Geçip giden duygular hakkında
haftalarca konuşabilirsin. Aşkı anlatır, yüreğini açabilirsin. Eğer aşk hareketsizse, sessizce, sözcüklerle onu tekrar
yaşama döndüremezsin, canlandıramazsın. Gerçi nesnelere dokunursun; fakat onlar
daha da sessizleşir ve hareketsiz hale geçer.
Duyguları boyutlarına
bırak. Nesneler şarkı söyler, onlar sözcük üretmez. Bırak, her nesne kendi
şarkısını söylesin. Açıkça anlatmana gerek yoktur. Sözcüklerin öbür dünyasında,
nesneler kendi dillerini konuşur. Onlara dokunma, onları sessiz hale getirme.
Bu mektup da
sözcüklerden ibarettir. Sözcükler düzeyinde sana sesleniyorum; fakat bunu
söylerken sözcüklerin olmadığı bir boyuta dikkatini çekmek isterim. Sözcüklerin
sadece bir mesaj niteliğindedir; sözcüklerde geçen sözcüklerin ciddiye alınması
ile düzeylerini terketmelerinden yana değilim. Gereğinde sözcüklere ver yoktur;
aksine Rilke’nin dediğine göre: Uzak durun /
Nesneler şarkı söyler, onları severek dinlerim. Neden sözettiğini Rilke biliyor. O bir ömür boyu
sözcüklerle uğraştı, didindi durdu. Bir sözcük ustası böyle bir şey söylerse, o
zaman bu konu hakkında bir kez daha iyice düşünmek gerekir.
Sh:67-72
Şimdiye kadar yazdığım
mektuplarda, kaybedilene ait sende oluşan acının sadece aşka değil, aksine ruh
ve zekanda ortaya çıkan çok daha başka olaylara da bağlı olduğunu sana
anlatmaya çalıştım. Bir ilişki doğdu; karı-koca
birlikteliği, bir eşlik. Fakat aşktaki ilişkiye kıyasla aşk biraz ögeseldir. Aşkla karşılaştıkça herşey açık, özgür ve sadedir. İlişki ile
birlikte, boşveriş başlar. Şimdi birbirimize bağlıyız ve böylece zorluklar
ortaya çıkar. Daha
sonra çok hızlı bir şekilde tutkunluktan veya aşktan artık hiç söz edilmez;
aksine güncel planlama, yıllık izin programı, çevre edinme, ekonomik ve
toplumsal faktörler, birarada yaşama düşleri, evlilik, çocuklar ve mesleki
amaçlar sözkonusu olur.
Yakınlaşma ile
uzaklaşmadan, samimiyet ile yabancılaşmadan oluşan doğal salınım karmaşık bir
hal alır. Rasyonalite planlayıcı olarak duygusallığa karışır. Rilke'nin sözleri
bunu açık bir şekilde şöyle dile getiriyor: « Ne olacak ve ne oldu, başlangıç
buradadır ve bitiş orada». Bu
doğrudur, öbürü yanlış, böyle yap ve şöyle....
Bugün kız arkadaşlarınla
çıkmak mı istiyorsun?
Kıskançlık, bu akşam
beni görmek istemiyor, aksine okumayı mı tercih ediyorsun?
Ve ben nerede kalayım?
Yalnızlık duygusu. Sen bu
grupla tatile çıkmak istiyorsun; çünkü aylar önce kararlaştırılmıştı. Nerede
kalayım?
Kayıp acısı.
İlişkiye girmek; kural
ve standartlarla dolu bir düşünce örneğine ayak basmak demektir. Çabucak
bağımlı oluruz. Bu konuda prensip olarak sadece ilişki düşüncesi yeterli
değildir; aksine aşk duygularını tanırken sergilenen tutum ve davranış sonucu
ilişki ortaya çıkar. Bu konuya daha önce dikkatini çekmiştim: Aşkta
yakınlaştınız, güzeldi, yoğun ve mutluluk vericiydi. Ögesel süreci anlamalısın:
Bir salınım oluştu ve sarkaç birlikte duyulan yakınlığa salınım yaptı. Sarkacın
uzaklaşmaya doğru geri salınım yapması tümüyle doğaldır. Fakat sen sarkacı durdurmak
istiyorsun. Dolayısıyla tüm sorunlar başlıyor. O kadar güzeldi; bu durum böyle
devam etmelidir. Fakat zaman akıp gidiyor ve sen zamanı durduramazsın. Herşey
bir salınımdır; enerjiyi harcıyorsun yorgunsun, uykuya ihtiyacın var. Dolayısı
ile daha şimdiden bir ara verme zorunluluğu ortaya çıkıyor. Salınım bir
çözümdür ve ondan sonra tekrar yakınlaşma başlar. Yaşamın ögesel yasalarını
hükümsüz kılamazsın. Yakınlaşmadan sonra serbest bırakmayı kabullenmelisin.
Hiçbir şeyi yok sayamazsın.
Anılar
uyarır: Güzeldi. Şimdi hasret ve arzu başlar. Tekrar güzel olmalı,
tekrarlanmalı. Arzu iradeye dönüşür. Onu tekrarlamak istiyorum, onu oluşturmak
istiyorum. Herkesin kendine özgü hasreti, arzuları ve düşleri vardır. Bunlar
bağımlılıktır. Tekrarlamak istersen bundan sonra gayret eder ve bu çabaya
bağımlı olursun. Çaban başarılı olursa memnun olur, başarılı olmazsa bundan
hoşnut kalmaz ve dengeni yitirirsin. Korku ortaya çıkar. Arzu ile birlikte
korku oluşur.
Kıskançlık, arzunun çaba
sarfettiği halde istediğini elde edemeden kabullenmesi durumunda ortaya çıkan
korkudan başka birşey değildir. Dolayısı ile kıskançlık aşk değildir. Şimdi bu
psikolojik olanak belli mi? Korku ve bağımlılık aşkın değil, kıskançlığın
nedenleridir. Kıskançlık halinde, genellikle aşkın ne denli güçlü olduğunun
farkına varıldığı söylenir. Hayır, sadece korku ve bağımlılık derecesinin
farkına varılabilir.
Bu nedenle şunu bir kez
daha söylüyorum: Kendini bağımlı hale getirme. Özgür ol. Salınım ancak bu
özgürlükte gelişebilir. Şöyle de ifade edebilirdim: Canlı kal, çözünmüş ol.
Çözünmüşlük içimde başladığı için aşk zevklidir, oldukça güzeldir. Boş vererek
talep ve arzularla, taktik vermek ve yaptırım gücü ile bu güzelliği tahrip
etme. Bunların hepsi korkuyu, kıskançlığı, ısrar derecesine varan düşünceyi,
konuşmayı ve kanıtlamayı yaratır. İstek ve talep temelinde korku, aşkın en
büyük düşmanıdır.
Kendine özgü kişiliği,
duygularındaki özgün ritm ve kendine has salınımı ile sevgilin canlı, yaşayan
bir varlıktır. Genellikle aşk daha çok, saygı duymak ve değer vermekle başlar.
Duyarlılığımız yüzünden aşırı derecede hassaslık ve bu nedenle başlangıçta
birlikte hissederek ortaklaşa bir salınım yapma başarısını elde ederiz.
Yakınlaşmada ortaklaşa salınım yapma gerçekleşirse, salınım hareketinin artık
otomatik bir şekilde yeniden üretebileceğini ve böylece düşüncenin planlaması
ile herşeyin elde edilebileceğini sanırız. Teknik alet ve makinalar bunu
yapabilir. Burada düşüncenin kendine has bir görevi vardır. Meslekle ilgili
terminolojiler irade ile planlanabilir ve elde edilebilir. Fakat duyarlılık
planlanamaz veya manipüle edilemez. O başka bir boyuta aittir. Otomobilille
yolda giderken düşüncenin bir anlamı vardır, amacına uygundur. Hâlbuki
aşk ve duygusal dünyaya giriş, otomobille seyahat etmek değildir. Otomobille
yolculuk etmek yasal ve teknik kurallara bağlıdır. İradeni terk edersen
ve kendini yaşama verirsen, ancak bu şekilde gerginlikten uzak ve mutlu bir
şekilde yaşayabilir ve sevebilirsin. Bunu bir kez kitabımda yazmıştım. Bu
çözünme anlamında, bir dinginliktir.
Burada hiçbir şekilde
monotonluk, cansıkıcılık, hatta ilgisizlik söz konusu değildir. Bütünle ilgili
ol, fakat bu sırada gerginliği at, serbest bırakma anlamında çözünmüş yaşa ve
çözünmüş hisset. Bir düşünce sorunun olursa yoğunlaşabilirsin; bu sana yardımcı
olur. Duygusal alanda yoğunlaşmana gerek yoktur. Salınım halinde
yoğunlaşabilirsin, bu sana yardımcı olur. Duygusal alanda yoğunlaşmana gerek
yoktur. Salınım halinde yoğunlaşman gerekmez. Nefes almak ve nefes vermek
ögesel bir salınımdır. Nefes almak ve nefes vermek için yoğunlaşmak zorunda
olduğunu bir düşün! Ne korkunç olurdu, nasıl bir yük olurdu! Nefes almak yorucu
değildir ve enerjiyi biriktirir; çünkü yoğunlaşamazsın, çünkü nefes almak
çözünmüş bir halde sade ve basit ve şekilde oluşur. Hiçbir bağımlılık ve korku
duymazsın. Eğer nefes almak ve soluk vermek hep bir iş, bir yükümlülük olarak
algılanmış olsa idi; yani sen yoğun bir şekilde bunun bilincinde olsaydın bu
stres içinde çoktan ölmüş olurdun. Nefes almak ve nefes vermek
kendiliğinden oluşur; doğa bunu sağlamış, yoluna koymuştur; herkes bundan
arınmıştır, özerktir. Kalp ışını sağlamak zorunda olduğunu düşün! Stresten
başka birşey değil ! Tanrı'nın bir planlaması
anlamında doğa (yaşam kuralları) bundan seni kurtarmıştır. Kalbin çarpıyor ve
sen nefes alıyorsun. Bundan sonra buna özen göstermene gerek yoktur, o sade bir
şekilde yaşam halindedir; sağdır, hayattadır.
Bu çözülmüşlüğü
kastediyorum. Burada büyük bir bilgelik yatmaktadır. Onu sevgiye, aşka uygula.
Düşünmekten, planlamaktan ve kendini yoğunlaştırmaktan vazgeçebilirsin. Nefes
almak ve kalp atışı gibi kendini yaşama ver. Olup biten şeylere aldırma, herşey
aynen oluşsun. Yoğunlaşmana
gerek yoktur. Yoğunlaşma, yapma isteği üstünde bir engeldir. Şu halde salınım oluşmasına izin ver ve birlikte
salınım yap. Sokulganlığa salınmak, fakat tekrar yabancılaşmaya da salınmak,
salınım yapmak demektir. Hiçbir arzu, istek ve talepte bulunmadan kendini ver.
Bir istek veya yükümlülüğe bağımlı olma. Kendini yaşama verebilirsin. Ne sen
karar verebilirsin, ve de birşey elde edebilirsin.
Yaşam bunu kendiğinden
yapar. O zaman arzu, istek, düşünce, plan ve tasarılarla birlikte her
bağımlılık halinde ortadan kalkar, görünmez olur. Korku hiçbir şeyde çözülmez.
Korkmak zorunda olduğun hiçbirşey yoktur. Aşkın ve sevecen oluşun salınımla
gelir ve salınımla birlikte kaybolur gider.
O gelir, gider ve tekrar
gelir. Hiçbir şey istememeli veya arzu etmemelisin. Gerçekte o tekrar geri
gelir. Yaşam sana umulmadık, bir yakınlaşma verir ve onu senden tekrar geri
alır. Karşı durma, direnme, o gelir, köpürür. Seni mutlu eder ve tekrar seni
terkeder.
Onu öldürmen dışında,
yaşayan hiçbir şey yok sayılmaz. Fakat ölüde hiçbir neşe ve sevinç duymazsın. O
seni terketti, senden ayrıldı. Oluşmaya bırak. Bu
çözünmüşlük sevindirici ve mutlu edicidir. Hiçbirşey basit ve kolay değildir. Çocuk
salıncakta yükseğe doğru salınır ve sonra büyük bir istekle kendini karşı
salınım derinliğine bırakır. Bu; karşı salınımı da, kendini de karşı saliminin
derinliğine bırakır. Bu; karşı salınımı da beraberinde getiren bir zevk alma
hissinden oluşur. Bu nedenle: Ayrılığı kabul et ve
kendini yaşama ver. Bu anda dirilir, canlanırsın ve herşey açık olur. Pencereden
dışarı bakarsın, bağımlılıktan, korku ve arzudan arınır, özerk olursun.
Sh:73-78
Kayıp acısı yüzünden
hala acı çektiğini biliyorum. Sen bir kez olanın sadece tekrarlanmasını ümit
ediyor, kaybolan ve geçip giden mutluluğa üzülmüyor, kendinden bile
şüpheleniyorsun. Kendi kendine şunu soruyorsun: Neden hiç çekinmeden beni terketti ? Onun için değerim yeterli değil miydi de bana
bağlanamadı? Seni sevdiğini söyleyince değerli olduğunu hissettin. Ve şimdi
seni terkedince onun için değerinin yeterli olmadığını ve değerinin düştüğünü
hissediyorsun. Kendine olan değer duygusu anlamında, kendine olan güvenin
zedelenmiştir.
Sevilmek,
kendine olan değer duygusunu artırır. Takdir edilme duygusu sana ayağın yerden
kesilerek bulutların üzerinde dolaşma enejisi vermişti. Artık seni terketti ve
sen değerinin düştüğünü hissediyorsun. Onun için daha fazla değerli değilsin, o
seni artık görmek istemiyor. Kendine olan değer duygun yaralanmıştır. Bu
incinme açılıdır, üzüntü vericidir.
Aslında neye üzülüyorsun?
Bu soruyu yoğun bir şekilde kendine sor. Onu insan olarak
kaybettiğine mi üzülüyorsun?
Yüzeysel bir şeyin; yani kendine olan değer duygunun
gerçekleştirilmesinde ortaya çıkan kayba mı üzülüyorsun? Şimdi yine yalnız
kaldığın için yitirilen arkadaşlığa mı üzülüyorsun?
Yatağın boş kaldığı için yokluğunu hissettiğin cinselliğe mi
üzülüyorsun?
Seni şimdi hiç kimse sevip okşamadığı için noksanlığını duyduğun
takdir edilme duygusuna mı üzülüyorsun?
(Seni yaratan) Takdir ve hayranlığı daha fazla alamadığına mı
üzülüyorsun?
Sevdiğin insanları artık daha fazla sevemeyeceğine mi
üzülüyorsun?
Neyi sevdin?
O seni sevdiği için mi onu sevdin?
Veya bundan tümüyle bağımsız olarak mı onu sevdin?
Senden uzaklaşsa ve değer duygunu artık daha fazla desteklemese
de onu sevebilir misin?
Bencilliğinde oluşan incinmeyi aşabilir ve sonra onu hala
kabullenebilir misin?
Bencil arzular olmadan da onu sevebilir misin?
Onun özgürlük içinde
gelişmesine izin verecek kadar özgür müsün?
Eğer o; o kadar özgürse
sen bundan incinir misin?
Bencillik (entereso) aşk
mıdır?
Aşkımızda çok dar görüşlü
ve bencil ruhluyuz.
Hepimiz aşkı özleriz; fakat aşkta büyüyüp gelişemedik. Aşk ateşi
tutuşur tutuşmaz kendimize olan değer duygusu araya girer. Bu çok bencilce
değil mi?
Bu bencillik, bireysel
olgunluğun bir işareti mi?
Bundan dolayı endişe
duymalısın; acaba öyle mi veya değil mi?
Bu konuda bana açıklama
yaptırma! Söz konusu olan sensin. Acaba bencilce düşünmeden sevebilir misin?
Söz konusu olan budur.
Gerçekten aşkta büyüyüp geliştin mi?
Belki sadece kendini
onaylattırmayı özlüyorsun. Bu olgun bir aşk mı?
Sana geldiğini, sonra
istek ve arzularını sıraladığını bir düşün. O seni terketti; çünkü herhangi
birşey onun hoşuna gitmedi. Şimdi bu durum değişmeli: Nasıl hoşuna giderse sen
şimdi öyle olmalı, öyle davranmalısın. Bunu gerçekten ister misin?
Bencil düşüncelerle dolu
olgunlaşmamış bir kişilik, belki başka birine ait olmaz mı?
Bunların hepsi, aşk
kavramına göklere çıkarmak uğruna ortaya çıkmıyor mu?
Fakat bu aşk mı?
İlginç ve onun
bencilliği, senin değerinin yükseltilmesi ve onun değerinin artırılması — bunda
uzlaşabilirseniz de, bu nereye götürür?
Bencil değer duygusundan
kurtulabilirsin. Bu durum gerçekleşince aşkta büyüyüp gelişir ve daha sonra
değer duygusunu beslemeden sevebilirsin. Bencillik; bu hastalık sürekli büyümek
ister. Şimdi şunu açıkça görürsün: Bencilleşir ve sahiplenmeyi ister istemez
şimdi yakalanmış olduğun bu hastalığı beslersin. Onu ve kendini serbest bırak.
Bencillikten tümüyle çözünmek suretiyle bu anda aşka karşı olgunlaşırsın.
Manevi bir gelişim sıçraması yaparsın. Bu anda düşünme hastalığından
kurtulursun. Artık bencillik virüsü saldırı alanı bulamaz. Aşkın saf, açık ve
masumdur. Bu bir püf noktası değildir. Çözünmüşlük yardımı ile salt bir püf
noktası arama çaban devam ettiği sürece işler ters gider.
Nasıl isen, ne isen, son olduğun için değerlisin. Hiçbir
şey eksik değil. Yaşam neyi ortaya koyuyorsa, ne oluyorsa onun oluşmasına izin
ver. Bol bol armağan alır ve pek çok da geri verebilirsin. Verirsin; çünkü bu
seni mutlu eder. Hiçbir şey geri almasan da olur. Aşk;
alışveriş yapılan bir ticarethane değildir. O mutlu edici, sevindirici bir
varoluştur. Bu varoluş her an yenidir; çünkü geçmiş artık yoktur ve gelecekte
de henüz oluşmamıştır. Bu nedenle
büyük yaşam filozoflarının tümü bu varoluşa işaret etmişlerdir. Yaşamda olmak,
beğenilmek, kabul edilmek demektir. Hiçbir şeye kenetlenmez ve hiçbir şeye
üzülmezsin. Artık daha fazla bencillik yoktur. Hiçbir şey istemezsin ve hiçbir
şeyi zorlamazsın. Hiçbir şey olmak zorunda değildir; çünkü herşey zaten
oradadır. Eğer aşk varsa hiçbir şey için gayret etmeye ve planlamaya gerek
yoktur. Sen mutlu ve rahatsan yüzme hakkında hiçbir teori okumana ihtiyacın
yoktur. Seviyorsan hiçbir şeyi sıkıca tutmak istemezsin. Sarkaç yakınlaşmaya ve
uzaklaşmaya doğru salınım yapar ve tekrar geri ve böylece sürer gider. Hayatta
kalmak için nefes alırsın ve yaşam gelişmek için seni aşarak senin sayende ve
seninle birlikte nefes alır. Üstünde durmak istemeden sen kabul edildin,
beğenildin.
Sh:84-87
Dün bana hala onu sık
sık düşündüğünü, üzüntülü bir kalp ağrısı ve hissedilir bir kalp çarpıntısı ile
bağlantılı bir melankoli duygusunun ortaya çıktığını anlatmıştın. Endişeleniyor
ve acaba kalbim bundan zarar görür mü diye soruyordun. Bu amaçla bugün sana
bazı fikirlerimi açıklamak istiyorum.
Elbette hala onu
düşünüyor ve onun şimdi ne yaptığını kendine soruyorsun. Acaba mutlu mu?
Seni unuttu mu?
Bu durum açıkça anlaşılıyor. Birlikte ne kadar
güzel saatler geçirdiğinizi, bir yaz gecesinde bir ot yığınında nasıl
yattığınızı ve gökyüzünü nasıl seyrettiğinizi de düşünüyorsun. Planlanan ortaklaşa
bir gezi hakkında sevinçle bekleyişinizi de düşünüyorsun. Çevrenizde tüm
dünyayı unuttuğunuz küçük İtalyan lokantasında mum ışığında geçen akşamlan da
düşünüyorsun. Sizler son konuktunuz; sizi tatlı, fakat enerjik bir şekilde
uğurlamak gerekmişti. Elbette cinsel yaşantıları da düşünüyorsun. Birlikte
geçirdiğiniz cinsel saatlerin senin için ne kadar güzel olduğunu bana
anlatmıştın.
Geçmişte geçen bu
saatleri düşünürsen bir melankoli duygusu ortaya çıkar. Artık tekrarlamadığı ve
geçmişe karıştığı için acı verir. Melankoli gerçekten kendine has üzüntü ve acı
verici bir duygudur. Psikosomatik esasa göre, yani zeka, ruh ve beden
arasındaki dar bağımlılık (korelasyon) sonucu bu kalp çarpıntısı oluşur.
Bununla beraber seni sakinleştirebilirim: Eğer bu amaçla kendini açık ve samimi
bir şekilde yoğunlaştırırsan kalp bundan zarar görmez. Ne kastediliyor?
Kalp duyumlarını
(empresyon) ve bu melankoli duygusunu tümüyle çözünmüş bir şekilde karşıla,
bunlarla yüzyüze gel. Bu melankoli duygusunu kabul et, buna karşı direnmeye
çalışma, arzu ve istekle kalp atışını etkilemeye girişme. Nasıl çarpıyorsa
bırak kalbin öyle çarpsın. Şu halde bu hisleri ve duyumları uzaklaştırmaya
çalışma; aksine bunları oluşturmaya bırak. Bu doğal bir süreçtir. Sen bir
makina değil; canlı, yaşayan bir varlıksın. Ruhen ve bedenen yıpranman ve seni
tedirgin eden melankoli duygusunu hissetmen doğaldır.
Eğer zeka ve ruhta bir
sorun varsa beden onlarla birlikte çeşitli türde acı çeker. Birçok bedensel
semptomlar, zihinsel ve ruhsal sorunlara dönüşür. Bundan kendini nasıl
kurtaracağını sormuştun. Melankoli duygusunu yakandan silkip atmak istiyordun.
Bunun için kolayca çevirebileceğin psikofizik bir şalter yoktur. Melankoli
duygusunu oluşmaya bırak, ona karşı dur. Kalbin çarpsın. Bu güçlü kalp atışından
dolayı korku duymana gerek yoktur. Eğer kalbin sevinç ve mutluluktan hoplayıp
sıçrarsa bu normaldir; eğer o melankoliden dolayı daha çabuk ve daha güçlü
atıyorsa bu da normaldir. Sadece hoşa gideni, makbul olanı elde etmeye çalışma;
can sıkıcı olanı da durdurma. Hangi yöne doğru olursa olsun, yapılan her
engelleme zararlı olurdu.
Melankolik
ol.
Hüzün ve acınla ne kadar yoğun bir şekilde
tanışırsan kim olduğunu daha iyi anlarsın. Kendini araştır, incele ve bu
duyguyu keşfet. Ancak dikkat: "Keşfetmek" sözcüğü çok
yanlış anlaşılabilir. Bu sözcükle kendine muhatap olmak değil, "sadece
kendini görme”, anlamı kastedilmektedir. Duygularını incele, araştır; onların
gelişmesine izin ver. Yol kenarında duran bir sonbahar yaprağını nasıl
incelersen onları da öyle incele. Sende oluşan tüm nüansları, ince
farklılıkları iyice araştırır. Melankoliyi nasıl hissediyorsun?
Bu arada hangi duygu nüansların oluşuyor?
Kederin de tüm bu geçici, ölümlü şeyleri aştı
mı?
Bir saldırı hissi de duyuyor musun?
Çünkü sana o kadar acı ve üzüntü çektirildi.
Bu konuda belki ortaya çıkmış olan bir şaşkınlık, bir karmaşanın farkındasın.
Belki herşeyi geride bırakacak enerji ve gücü de kendinde hissediyorsun.
Bilinçli olarak bununla uğraşmak cesaret vericidir. Belki bu anlamdan şu birleşik
sözcük ortaya çıkar: Melankoli; özleme (yadetme). Melankoliyi kabullenmek için
cesaretle keder ve acının üstüne gitmek; onlarla uğraşmak gerekir.
Bir kez nedenleri
soralım. Sen onu, geçmişi düşünüyorsun. Bir çağrışım (asosyasyon), bir düşünce
geçmişte kalanı şimdiki zamana aktarır: Bu ve şu güzeldi. Bu geçmiştir, geçip
gitmiştir. Bir daha hiç o kadar güzel olabilir mi?
Dolayısıyla düşünce ile korku ortaya çıkıyor.
Bununla da uğraşmalısın. Geçmiş artık geri dönülemez bir şekilde geçip gitmedi
mi?
Günlük, saatlik ve dakikalık olmak üzere
vedalaşırız. Güzeli sıkıca tutmak isteriz, o geçip gitmemelidir. Çirkin, can
sıkıcı ve hoşa gitmeyen çabucak kaybolup gitmelidir. Burada bir çelişki yok mu?
Bütünlüğü kabullenmek zorundayız. Bu nedenle
sana bütünlüğü göstermeye çalışıyorum.
Sana hiçbir öğüt
vermiyorum; tekrar tekrar şunu söylüyorum: Psikolojik hiçbir püf noktası
yoktur. Bütünlüğü benimsemek zorundayız; bütünlük bölünemez. Kavrama yeteneğini
açarak yaşantını genişletmeye çalışıyorum. Böylece melankolide de büyük bir
güzellik yatmaktadır. Bu durum, ruhsal acılara bir tür mazoşizm aranması
anlamına gelmez. Acı acıdır. Kendimizi bu acıya bırakmak istemeyiz. Fakat onu
da kesin olarak reddedenleyiz. Acıyı, üzüntüyü de denemeliyiz; çünkü o da
bütünlüğe dahildir. Kendimizi aldatamayız, kandıramayız: Eğer sadece olumlu
olana sarılırsak bu yalan ve rizikolu bir hayat olurdu. Burada şimdiki zaman
ile gelecek zaman sözkonusudur. Melankoli ile şimdiki zamanı yaşıyorsun.
Objeleri olduğu gibi kabullenmen için senin güç kazanmanı istiyorum. Şimdi şunu fark ediyorsun:
Sana acı
veren şeyi şimdi bir tarafa bırakır; daha önce güzel olan ne varsa şimdi onu
severek tekrar elde ederdin. Gelecekte de artık bu tekrarlamaya son verir,
üzüntü veren bu acıyı bir tarafa bırakmak istemez ve hiçbir şeyi tekrar
etmezsen, bu süreçten geçip gitmiş olursun. Karşı salınıma başlamak üzere
enerjin birikir ve büyür. Şu halde melankoli içinde kendine eziyet ederek
kendini yitirme. Kederi kabul et, kederin gelişsin. Bu kederden oluşan enerjiyi
memnunlukla karşıla. Daha fazla endişe duymana gerek kalmadan bu durum oluşur.
Kendini melankolinin derinliğine bırak - ve bundan büyüyüp gelişen enerjinin ta
kendisi seni buradan çekip çıkaracaktır.
Sh:88-92
Bedenine özen gösterdin,
antrenman yaptın, boş zamanlarında bile iyi bir tenis oyuncusu oldun. Zekan da
eğitildi ve düşünme yeteneğini geliştirdi. Fakat insan olmanın bütünlüğü içinde
en önemli kısmı, yani ruhunu (psişe) ihmal ettin. Şimdi ruhsal yaşantınla da
ilgilen; çünkü ruh, kişinin en değerli bir parçasıdır; o daha şimdiden sana
insanca bir kişilik kazandırır.
Ruhunla ve bunun sonucu
olarak kendini geliştirme ile uğraş vermenin bencillikle bir ilgisi yoktur
(bunu daha önce ifade etmiştim). Ruhsal yaşantınla ilgilen; ancak o zaman
rahatlaman, mutlu olmak için neye gereksinim duyduğun, nasıl ve kim olduğun
hakkında bir duyarlık kazanırsın. Birlikte olduğun insanlara; duygularını nasıl
hissettiklerini, daha doğrusu duygularını hangi anlamda önemsediklerini, asla
sorma. Terkedilme sürecinde sevgilinle yaptığın konuşmalarda birçok eleştiriyi
sineye çekmek zorunda kalmıştın.
Her şeyden önce neden
terkettiğini öğrenmek istedin ve bu durum ister istemez şu yanıta neden oldu:
Sende olan bazı şeyler o'nun hoşuna gitmedi. Onun gözünde yanlış yaptın: Ona karşı çok
kapalıydın, yeterli bir şekilde sorunlarına eğilmedin; beklediği halde arada
sırada onu övdün; belirlenen günleri iptal ettin; arzuladığı şeylere ilgi
duymadın; yeter derecede hoşsohbet değildin; burada çok özensizdin ve orada çok
boşvermiştin; sözünü bitirmesine izin vermedin; bunu çok inceledin ve şunun
farkına varmadın; aceleciydin, fakat yine de çok gerçekçiydin; seninle
tartışmak istediği zaman romantiktin; seni okşamak, sevmek istediğinde ise çok
gerçekçi idin. Bununla beraber karar veremediğin, bocaladığın çok açıktı.
Kişiliğindeki özellikleri ondan aldın- bir ayna gibi yansıtılmış! Büyülenmiş
gibi seni nasıl yansıttığına bakıyorsun. Şüphesiz sen de aynı oyunu oynadın,
senin hoşuna gitmeyen şeyi ona söyledin mi?
Karşılıklı olarak bu yansıtma işleminin hiçbir
anlamı yoktur.
Dolayısıyla bugünden
itibaren, senin hakkında biraz bilgi almak üzere, seni nasıl gördüğüne dair hiç
kimseye soru sorma. Aşkın ruhsal alanında buna gereksinim yoktur; bir antrenman
yaparsan, kişilik tiplerini ayrı ayrı nasıl etkilediğini görmen, ticari yönden
sana faydalı olabilir. Şunu unutma: Gerçekte nasıl olduğun değil, nasıl
etkilediğin! Kadın ve erkek ilişkisinde, aynı zamanda bireyden bireye, etkileme
şeklini ön plana alan davranışlardan kaçınmalı ve hiç çekinmeden olduğun gibi
başkasının alanına girmesine izin vermemelisin. Gerçek olarak ne olduğunu ancak
sen kendin bilebilirsin. Bunun için bu içebakış gereklidir. Bu içebakış kendini
beğenme anlamında kendine bir prestij kazandırmak değildir. Açık
yüreklilikle ve hiç sakınmadan iç dünyana gir; nasıl hissettiğini ve ne
düşündüğünü de cesaretle ifade et. Başkaları nasıl isterse veya nasıl arzu ederse
öyle olmana gerek yoktur. Bu aşk değil; aksine bencil bir bastırma. Baskı altına alınmana izin verme ve sen de hiç
kimseyi baskı altına alma. Aşk ancak değer vermekten ve sevinçten yanadır.
Başkası nasıl ise olduğu gibi kabul edilmelidir, başka türlü değil! Bir aşk
ilişkisine girer girmez maalesef çoğu zaman bu baskı süreci başlar. Bu süreç
olgunlaşmamıştır ve bunun aşkla hiçbir ilgisi yoktur. Her ne kadar diğeri aşkı
bahane ederek seni baskı altına almayı arzu ederse de, bu durum zorbalığın
acımasız bir eylemidir. Kendine dön, açık ve dürüst ol, nasıl isen öyle kal ve
kendini sevilmeme riskine sok. Baskı arzularına uyarak aşka layık olmaktansa,
reddedilmek daha iyidir. Benimsenmiş olmakla birlikte aşk yine de tümüyle bir
mucizedir.
Bütünüyle vazgeçerek
artık âşık olmak istemediğini söylemiştin; çünkü bu durum seni acıklı bir
reddedilme riskine sokuyor. O kadar sıkıntı çektikten sonra reddedilmek
acıklıdır. Kendini öğesel kabul et; o zaman başkasının da nasıl öğesel olduğu
hakkında bir duyarlık elde edersin; o da çelişkilerle mücadele etmek
zorundadır; o da senin gibi aynı haklara sahiptir. O zaman aşk artık riskli
değildir. Kendini tanımış olmaktan dolayı bir mükemmellik, kibirli bir kendini
geliştirme anlamını çıkarma; bu durum inatçılık ve saldırıyı davet eder. Nasıl isen öyle ol
ve bunun parlak bir başarı olmadığının bilincine var. Maske takan diğer insanların değerini düşürme;
eğer diğeri henüz buna hazır değilse onun maskesini çıkarmaya çalışma. Aşk, maskesini çıkarmak istemez. Aşk verir, fakat almaz,
diğeri bunu istemiyorsa psikoloji yapma. Aşka verir, fakat almaz. Diğeri bunu
istemiyorsa psikoloji yapma. Aşkta eleştiri yoktur. Bir sanat eseri
eleştirilebilir, fakat sevilen bir insan (sözde) eleştirilemez.
Kendine yabancılaştın ve
kendini ne kadar az tanıdığının bilincine vardın. Kendini tanıyacaksın; bu
şimdiye kadar öteye ittiğin bir görevdir, bir misyondur. Kendilerini tanımayan,
fakat senin özelliklerin hakkında değer yargıları vermeye kalkışan birçok
insana da rastlayacaksın. Şimdikine kıyasla gelecekte bunu daha açık, daha
belirgin bir şekilde göreceksin. Büyük bir adım attın ve aşkın daha özgür, daha
hoşgörülü, daha açık ve daha duygusal olacaktır. Almadan verebileceksin, karşı
eleştiri yapmadan eleştiriyi hazmedebileceksin. Aşkın gelecekte korkuyu ortadan
kaldıracaktır. Senin için eleştiri sadece ilgi çekici olacak; fakat sen o zaman
değişmek zorunda kalmadan artık paniğe kapılmayacaksın. Nereye, ne tarafa doğru
değişmen gerekiyor?
Herkes sana sitem eder. Daha önce kısasa
kısasla karşılık vermek eğiliminde idin. Olduğun gibi kabul edilmemek,
benimsenmemek şimdi artık sana acı vermiyor. Kendini benimseyecek ve başkasını
da benimseyebileceksin, onu kabul edebileceksin. O zaman refüze edişin, bir
reddedilişin üstesinden gelebileceksin. Değer yargılarında oluşan dar görüşlü
dünyayı yavaş yavaş terkedeceğinden, gücün daha fazla artacaktır. Varoluş içinde
daha fazla olacak ve gerçeklerle uğraşacaksın. Sen
bir bireysin; fakat artık bencil bir bireyciliği temsil etmiyorsun.
Sh:99-103
“Nerdeyse bir haftadan
beri sana yazmadım. Duygularını, ayrılık acısını ve bununla ilgili diğer
duyguları benimseyip kabul ettin. Sağlığının daha iyi olduğuna seviniyorum.
Herşeyden önce bir bilinç açıklığı kazandığını söylemen beni sevindirdi.”
Doğada çok gezdin;
ağaçları, fundaları ve yol kenarında duran yosun tutmuş taşları seyrettin. Daha
dikkatliydin ve özellikle hoşuma giden birşey söyledin. Şöyle söylemiştin: «O
sırada ne hissettiğimi sözcüklerle anlatamam. Daha aydınlık ve açık olarak
gördüm. Bunu sözcüklerle seve seve anlatmak istiyorum, fakat olmuyor. Ruhumda
oluşan duyguları anlatamıyor, tarif edemiyorum. Ayrılıkla beni bir şekilde
barıştıran enerji ve güzellikle bunun biraz ilgisi vardı. Ne kadar denedimse de
bu duyguları kolayca ifade edemiyor, bunları anlatamıyorum.»
İyileşme yolundasın. Bu
mektubumda bu konuda sözcükler yardımı ile sana bazı fikirlerimi ve duygularımı
açıklamaya çalışacağım. Bu bir denemedir; çünkü bu ögesel nesneler, sözcükler
sisteminde çok dar anlamda bir kalıba sıkıştırılır. Bunun
olanaksız olduğunu söylemek istemiyorum; çünkü nazım sanatında bu konunun bazı
metinlerde ve şiirlerde başarıya ulaştığına inanıyorum Rainer Maria Rilke bu
büyük lirik şairlerden biridir. Sözcüklerle olan ilgisi onun günlük
ekmeği idi; yani o dilden biraz anlıyordu. Bu konu hakkında bir şiir yazmıştı.
Bu şiiri daha önce sana göndermiştim. Bundan başka bir iki şeyi daha sana
bildirmek isterim. Konuşulan (ve de yazılan) sözcük risklidir; eğer dilsel
vurgu sokulursa bundan korkmanın bir nedeni vardır. "Bu
köpektir ve şu evdir, bu aşktır ve, şu aşk değildir, duyarlığın başlangıcı
burada, ve sonu oradadır". Cümle ilişkisinde
her sözcüğün özel bir anlamı vardır. Ruhsal açıdan bakıldığı zaman hiç belli
olmayan şev, dil mantığı ile açık ve belli görünür.
Birçok insan için dil,
diktatörce emredişin bir türüdür. Bu budur ve şu öyledir; sözcük sayesinde
sanki o öyleymiş, öyle olmak zorundaymış gibi. O halde ne dağlar ve ne de
çiçekler onlar için artık harika değildir. Dağın ismi "Reidkohf" ve
çiçeğin ismi Yıldız çiçeğindir. Aşk sözcüğü aşk değildir. Sanki öyle
düzenlenmiş ve sonuçlandırılmış gibi herşey sözcüklerle etiketlendirilmiştir.
Sözcüklerin amacı "Ne olacağını ve ne olduğunu" bilmektir. Sözcüklerle ortaya konan bu bilgi sadece yüzeysel
bir birikimdir ve düşünce yolu ile bunu onaylamaktan ibarettir. Bunların hepsi
düşünce düzeyinde oluşur. Sözcük sadece nesnelerde, olaylarda ve ilişkilerde
sözlü iletişime olanak sağlayan anlamsal bir belgedir.
Şiirin üçüncü kıtasında
Rilke işin özüne geliyor: - Daima uyarmak ve
engellemek isterim: Uzak durun. «Halbuki sözcükler gerçeklikten uzaklaştırır.
Lirik şair bu konuda bizi uyarıyor. Aslında onun yerinde kim bunu ondan daha
iyi bilebilirdi?
Dilsel olarak düşünmekten uzak durmalı; buna
rağmen yakınlaşmalıyız, fakat ruhumuzla: «Nesneler şarkı söyler ve seve seve
dinlerim.» Her nesne kendine özgü şarkısını söyler. Eğer biz kulak verirsek
bu şarkıyı duyarız. Bu şarkıya ait hiçbir sözcük yoktur. Nesnelerin şarkısı,
sözcüklere kıyasla çok daha yücedir; bu kendine özgü bir enerjidir. Dolayısı
ile hep bunu söylüyorum ve bunu tekrarlamaktan da yorulmayacağım. Burada önemli
olan nokta; duyarlı oluşta (aşırı hassasiyet) tüm dikkatini vererek duygulara
kapılmaktır. Burada herşey istek ve çabalarımıza bağlı olmadan özgürce yaşar. Mantığımızla
bu nesnelere dokunduğumuz; zaman, bunlar «hareketsiz» ve «dilsiz» olur. Rilke
burada psikolojide şimdiye kadar araştırılmayan bir olayı (fenomen) eleştirir:
Hergün bizi çepeçevre saran yaşamdaki nesneleri ruhsuz ve sessiz bir hale
getirmemek için dilsel düşüncelerle onlara dokunmamalıyız. En sonunda
Rilke; son mısralarında bizi uyararak, engelleyecek ve bilerek şöyle diyor: «Siz,
hepiniz nesneleri öldürüyorsunuz.». O burada; bakış, dinleyiş, yaşantı ve
sözcüklerle anlatım arasında oluşan bir ilişkiden sözediyor. Biz ancak
duyarlığı aşarak sakin bir şekilde yaklaşabiliriz; fakat mantıktan uzak durmak
zorundayız.
Lütfen beni şimdi yanlış
anlama: Sözlü iletişim için sözcüklerin dilini kullanmak elbette yararlıdır.
Rilke, konuşmayı ve birbirine bağlı olmayı reddetmiyor. Dil; semboller yardımı
ile bir anlaşmadır; o genel bir düzenlemeye yardımcı olur ve günlük yaşantıda,
meslekte, anlaşmalarda ve teknikte anlamını bulur. Modern sivil toplumumuz, bu
farklı dile ayrılmıştır.
Matematiksel semboller
de bir dildir; kimyasal formüller de aynı şekildedir. Formül dilinde suyun
etiketlenmesi H2O dur. H2O denilen su, ruhsal olarak
yaşanan su değildir. Eğer güz mevsiminde bir öğleden sonra dere kenarında
oturur ve suya bakarsan, yaşadığın şeyle H2O denen suyun hiçbir
ortak yanı yoktur. H2O tanımı bilimsel olarak ne kadar doğru
tınlarsa da, suyun ruhsal yaşantı kalitesi hakkında hiçbir şey bilmezsin.
Her bilim alanının
kendine özgü yetkisi vardır. Söylenenden, bilim karşıtı bir düşünce türetmek
akılsızlık olurdu. O bunu biliyordu, eğer o şöyle dediyse: «Beni
korkutuyor……….Alaylı, ikiyüzlü oyununuz». Bu anda, aydınların
ikiyüzlülüklerini çabucak kışkırtan nesnelerle uğraşıyoruz. Bilim adamlarının
formül dilinde, bu rasyonalistler «her şeyi, ne olacağını ve ne olduğunu»
bilir; onların formül dili görünüşte olanı ve olacağı açık ve belli bir şekilde
anlatır. Fakat matematiksel olarak veya başka sembollerle anlatılamayan bir
gerçek daha vardır. Bu konuda Rilke'nin şiirine dikkatini çekmek isterim.
Ölçülemeyen ve hiçbir
ismi olmayan bir enerji vardır. Zeka ve mantığa bağlı olmadan algılarsan,
aklında bir örnek veya bir şekil olmadan, yani sadece farkına varırsan, olunca
duyarlılık ve ruhunla bilincine varırsan yaşamdaki konuma ulaşırsın. Bu anda
sembollerden, dil, bilgi ve belli sözcüklerden arınmış olarak gerçeği
yakalarsın. Hiçbir ismi olmayan bir enerji ile temasa geçersin. Bu dokunuşta;
bilinmeyen bir deneyim, enerji ve güç elde etme olanağı vardır. Bütünü ile bir
duyarlılık açılır. Sadece bu dokunuşa açık olanların elde edebileceği birşey
sana ulaşır.
Bu aralıkta aydınlığı,
hayatı ve özgürlüğü tadarsın. O zaman artık: «
Başlangıç buradadır ve sonu orada » deyişi yoktur. Yaratıcı bir
enerji ile bu dokunuşu yaşarsın-Bu enerji senden akarak geçer. Sana şifa veren
ve tedavi edici olarak senin başkalarına verebileceğin bir salınım elde
edersin. Bunun yerine «aşk» sözcüğünü kullanmak gerekli değildir.
Sh:104-108
Acılı
deneyimler, kişiliğin gelişmesinde ruhsal anlayışın yoludur. Psikolojik
olarak bakılırsa ayrılığın yaşanmasında duygusal büyüme ve olgunlaşma şansı
vardır. Peter Lauster; ayrılık acısının yeni bir başlangıcı, ruhsal gelişme
olasılıkları hakkında iyice düşünme istemini üstlendiğini kanıtlamaktadır.
Peter Lauster, yirmi
yılı aşkın bir süredir yazar, danışman ve terapist olarak Köln'de
çalışmaktadır. Kitaplarına sıkça başvurulan bir Alman Psikolog'dur.
Sh:109
Kaynak:
Peter Lauster, Olgunlaştırıcı Yönüyle Aşk Acısı, Orjinal adı: Liebeskummer als
Weg der Reifung, Almanca'dan Çeviren: Turan İnceayan Doruk Yayımcılık,
1996-Ankara
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar