ORD. PROF. DR. İSMAİL HAKKI İZMİRLİ
(1869, İzmir, Osmanlı İmparatorluğu
- 1946, Ankara, Türkiye Cumhuriyeti),
Türk felsefeci ve dinler tarihi araştırmacısı
Türk felsefeci ve dinler tarihi araştırmacısı
Üstadın babası yedek yüzbaşısı İzmirli Hasan efendi
olup büyük babası İzmirli Çubukçı Hüseyin efendidir. Yüzbaşı Hasan efendi
Giride gittiği zaman Kandiyeli Hafize hanımı görüyor 18 yaşında sarışın güzel
bir kız olan Hafize hanımı seviyor ve nikâh ederek İzmir’e getiriyor.. Hafize
hanım diğer bir çok giritliler gibi hiç Türkçe bilmiyor, Rumca konuşuyor fakat
Hasan efendi buna yavaş yavaş Türkçe öğretiyor.. Hafize hanım İzmir’e gelince
kız kardeşi Hatice hanımı de İzmir’e getirtiyor ve İzmirde onu da
evlendiriyor...
Hasan efendinin Hafize hanım ile evlenmesinden bir
sene sonra 1285 tarihinde bir erkek çocuğu dünya geliyor bu çocuğun adını
İsmail Hakkı koyuyorlar..
İşte üstat İzmirli İsmail Hakkı 1285 tarihinde İzmirin
İkiçeşmelik semtinde Kıratlı sokağında dünyaya geliyor..
Yetiştiği muhit — İkiçeşmelik semti
İzmir’in o zaman en tanınmış bir semti olup Türk ve müslüman muhiti idi..
Aile hayatı orta halli mütevazi olup babası alaydan
yetişmiş sevimli, ahlâkı mazbut, ailesi efradına bağlı bir yüzbaşı idi.. Hasan
efendinin kardeşi ve kardeşinin de çocukları olup bunlar kendi meslek ve
san’atlarile meşgul bulunurlardı. Hattâ üstadın amucasının oğlu çolak Hüseyin
efendiyi ben bile hatırlarım 1326 da İzmir’e gittiğimiz zaman kardeşim
Necmettin ile beraber İkiçeşmelik de Yağhane sokağında onun evinde misafir
kalmıştık...
Tahsili — Üstat İzmirli İsmail
Hakkı dört yaşında okula başlamıştır okumağa çok hevesli imiş hattâ boş
zamanlarım oyun oynamakla değil çocukları toplayıp ders okutmakla vakit
geçirirmiş.. İlk tahsilini yaptıktan sonra sarık sararak babasının amcası âmâ
hafızdan ders alarak Hıfza çalışmış ve az zamanda hafız olmuştur.. Sonra
rüştiye tahsilini yapmış ve rüştiye mektebinde Ziyaeddin efendinin babası kâmil
efendiden Farisi okumuştur; aynı zamanda medrese derslerine de devam etmiş
hattâ Şazeli tarikatından bile icazet almıştır.. Rüştiyeden mezun olunca
oradaki rüştiye okulunda bir müddet Farisi muallimliği yaptıktan sonra 1308 de
İstanbul’a gelmiş ve imtahanla Darülrnuallimini Âliyeye talebe yazılmış hem
Darülmualliminde okumuş hem de Sultan- selimde meşhur hafız Şakir efendinin
medrese dersine devam etmiştir. Şakir efendinin üçüncü seferki icazetinden
icazet almıştır. 1310 da Darülmuallimini Âliyeden mezun olmuştur..
Tedris hayatı ve
İdarî memuriyetleri - Üstat Darülmualliminden birincilikle mezun olunca o
zamanın Maarif Nazırı olan Zühtü Paşa üstatadın zekâ ve çalışkanlığını takdir
edip İstanbul’da alıkomuş ve Mercan idadisine din dersleri, tarih ve ahlâk
muallimi tâyin ve aynı zamanda kendi çocukları için de hususî hoca tâyin
etmiştir.. Az zaman sonra Mülkiye Âlisinde Manastırlı İsmail Hakkı efendi
yerine usulü fıkıh muallimi olmuş ve meşrutiyetin başlarında Emrullah efendi
Maarif Nazırı olunca onun yerine Darülfünun felsefe müderrisi ve Hukuk
Fakültesinde usulü fıkıh müderrisi bilâhara medresetü’l-mütehassısinde felsefe
müderrisi ve Darülfünun teşkilâtında da Edebiyat Fakültesinde İslâm felsefesi
müdderrisi Üniversite teşkilâtında da ordinaryüs profesör olmuştur. Bu tedris
hayatı esnasında bir çok talebe yetiştiriyor yetiştirdikleri talebelerden
bazılarının adlarını bildiriyorum :
Ezcümle :
Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Millî Eğitim Bakanı Hasan
Âlî Yücel, Milletvekillerinden Reşat Şemsettin, eski Milletvekillerinden Nevzat
Ayaş, eski Milletvekillerinden Sadri Ethem, Zonguldak, milletvekli Mehmet Emin,
Diyanet İşleri reis muavini Aksekili Ahmet Hamdi, Diyanet İşleri
müşavirlerinden Yusuf Ziya, profesör Ragıp Hulûsi,. profesör Nimet Öztürk, eski
İstanbul valisi Süleyman Sami, Muhakemat Müdürlüğü avukatlarından Kadri
Aytaman, talebe müfettişlerinden, Osman Horasanlı, Bakanlık müfettişlerinden
Osman Pazarlı, İstanbul Erkek Lisesi müdürü. Celâl Ferdi, Kadıköy Kız Lisesi
müdürü Cafer Artaç, Pertevniyal Lisesi müdürü Rafet Tok, felsefe
öğretmenlerinden Zekeriya, Hâtemi Senih, Nezahet, Faika Isam Onan, Mahmut
Celâleddin Ökten, İstanbul Millî Eğitim müdürü Murat Uras, tarih öğretmeni
Zekât Konrapa... Konservatuar müdürü. Tevfik Ararat, Kız Lisesi müdürü İffet
gibi,., yüksek mevkilerde bulunan zeval; ile tanınmış öğretmenlerdir.
Üstat derslerini pek heyecanlı anlatır ve gayet güzel
söylerdi onun dersini anlamayan hemen hemen hiç bir talebe yoktu. İslâm
Tarihini anlatırken talebe bütün ciddiyetiyle onu dinler ve bazı vak’alarda
ağlarlardı-
- Hattâ Zekâî Konrapa’nın anlattığına göre
Darülmuallimini Âliye birinci sınıfında İslâm Tarihi okuttuğu zaman talebe
notların daha mufassal olmasını istemesi üzerine üstat «Benden mufassal
istemeyin mevsuk isteyiniz» demiştir..
Şu halde üstat tarihî vesikalara dayanan esaslı
bilgiye çok kıymet verirdi.. Mevsuk [* Sağlam. * Vesikalı. Delile
dayanan hakikat. ] olmayan
bilgilere ehemmiyet vermezdi...
İdarî memuriyetleri — Üstat tedris
hayatında olduğu gibi aynı zamanda bir çok idari memuriyetlerde bulunmuştur.
Maarif Nezaretinde encümen âzâlığı, Darüşşafaka müdürlüğü, Darülmuallimini
Aliye müdürlüğü Salih Zeki beyin müdürlüğü zamanında Edebiyat ve İlahiyat
fakülteleri müdürlüğü yapıyor, müdürlükleri zamanında daima takdirlere mazhar
olmuş iken Maarif Nazın Maslûp Şükrü bey üstadın uhdesinden fakülte müdürlüğünü
alınca o zamanın Şeyhislamı
olan Hayri efendi üstada «sizin vüs’ati
ilminiz vardır hangi dersi ve hangi İdarî vazifeyi isterseniz sizi tâyin
etmekten haz duyarım» diyerek rahmetliyi
İbrahim Paşa Medresesi müdürlüğüne ve az zaman sonra da medâris müfettişliğine
tâyin ediliyor; Meşihatta Darülhikmeti islâmiye teşkil edilince Darülhikme
âzâlığında ve reis vekilliğinde bulunuyor, İstiklâl savaşı nihayetinde
Ankara’ya davet edildiğinden Şer’iye Vekâleti Tetkıkat ve Telifatı İslâmiye
âzâlığmda bulunuyor ve Abdülâziz çaviştan sonra onun yerine reis oluyor.. Bir
müddet sonra da İstanbul’a gelerek İlahiyat Fakültesi reisliğine intihap
ediliyor. Üniversite teşkilâtına kadar reislikte kalıyor son teşkilâtta
kendisine İslâmiyat Enstitüsü müdürlüğü veriliyor- Burada da bir müddet
kaldıktan sonra emekli yaşını doldurduğu halde heyeti vekile kararıyla bir sene
daha temdit ediliyor ; nihayet 90 lira aslî maaş ile ve ordinaryüs
profesörlükle emekliye ayrılıyor..
Evlenmesi — Üstat Mercan idadisinde muallim iken İzmir’de
bulunan annesi Hafize hanımı ve küçük kardeşi Ahmet Refik beyi İstanbul’a getirterek
Şehzadebaşında kiraladığı evde oturuyorlar-.. Bu esnada 1313 yılının
başlangıcında Nakşıbendi tarikatı şeyhlerinden Lüleburgaz kadısı Süleyman
Necati efendinin büyük kızı Nuriye hanımla evleniyor Necati efendinin
Vefadaki evine içgüveği giriyor.. Bu izdivaçtan 1313 rumî ve 1315 Şabanında
Celâleddin adında oğlu dünyaya geliyor ilk erkek evlâdı olan Celâleddinin
doğuşundan fevkalâde memnun kalarak şu tarihi söylüyor
Âmedyekî müjde bidâd
Ferzendı hod Şadanbâd
Eznur kerd zateş zuhur
efşandder herca sürür
Bahşayişı dadârşüd
Tarihi cevher darşiid
Yarab
bisâz sahip
Kemâl
Doğdu o şeb mâhi ceiâl
İmza
Şaban idi seb’a aşar
Hakkı kulu oldu peder.
Hakkı kulu oldu peder.
1316 da da Necmettin adında ikinci oğlu ve 1322 de
Nurettin adında üçüncü oğlu dünyaya geliyor Nurettin on günlük vefat ediyor....
Nuriye hanım da 1325 de verem hastalığından kurtulamayarak İstanbul’da babası
Süleyman Necati efendinin evinde vefat ediyor Nuriye hanımın vefatında üstat
Konya’da olduğundan cenazesinde bulunamıyor.. Nihayet Nuriye hanımın vefatından
9 ay sonra Kadıköyünde mütevelli Aziz efendinin kızı Kadriye hanım ile
evleniyor. [1] Bu hanımdan da 1329 da
Hayrettin adında bir oğlu dünyaya geliyor...
[1]
Burada üstadın her vakit söylediği beyti söylemeden geçemedim :
«Çünkü
vakfeyleyemezdin ciheti aşka tenin
Mütevelli kızı sevmek ne vazifendi senin»
Mütevelli kızı sevmek ne vazifendi senin»
Üstadın eserleri — Üstat eserleri
itibarile de çok velûttur. Basılı olarak elli beş eseri vardır. Basılmamış
eserleriyle beraber yüzü bulmaktadır ; Gazete ve mecmualardaki yazıları bunun
dışında kalırlar; yani hayatta mütemadiyen okuyup yazmıştır- [Beşikten
mezara kadar] eserlerinin çoğu orijinaldir.. Bu eserleri grup itibariyle,
din ilimleri grupu, edebiyat ve tarih grupu, felsefe grupu, tasavvuf grupu
olmak üzere ayırabiliriz.. Eserlerinin birer birer adlarını ve mevzularını
yazmak lâzımgelse yalnız bundan bahsetmek için belki 300 sahifelik bir kitap
yazmak lâzım geleceğinden bu broşürde mühtasar ve müfit olan malûmatı vermekle
iktifa edeceğim. Başlıca eserlerinden:
1 — Mâanii
Kur’an — Bu eser, Kur’an-ı Kerimin tercümesidir, iki
cilttir.. 1927 de basılmış olup ikinci cildin sonunda Kur’an’ın tarihinden bahsedilmektedir;
çok kıymetli bir eserdir.
2 — Yeni İlmi
kelâm —1939 de basılan bu eser iki cilt olup yalnız
İlahiyat kısmını ihtiva etmektedir. Nebeviyat kısmı yoktur.. Bu eserde felsefe
ile kelâmı karıştırmıştır pek çok kıymetli bir eserdir.
3 — Usulu fıkıh dersleri
4 — İlmi HİIâf 1330 da basılan bu eser iki cilttir usulu fıkıhın
şubesinden sayılan bu ilim İslâm mezhepleri arasındaki ihtilâfları bildiriyor
Türkiyede ilk defa olarak üstat tarafından azılmıştır.
5 — Din
dersleri, 1341 de basılmış olup orta okullarda okutulmuştur-.
6 — Siyeri
Nebeviyei Celile —1332 de basılmıştır. Üstat bu eseri Şerif Mecit ile
Şerif Muhittin beylere ithafen yazmıştır.. Kitapta Hadis uyduran Veddâinden,
âlâmatı vaz’dan muteber olmayan kitap ve risaleden zayıf ve mevzu hadislerden
bahseder. Çok kıymetli bir eserdir.. Kitapta yazılı mevzu hadislerden
bazılarını aynen yazıyorum:
1 —Arz kaya üzerinde kaya öküzün boynuzu
üzerindedir. Öküz boynuzunu kımıldatır ise kaya harekete gelir mealindeki hadis
sahih, değildir.
2 — CenabıhakÂdern Aleyhisselâmı halk ettiği
vakit Cibril Aleyhisselâma «bir elma alıp boğazına sıkmağı» emretmiş ilâh.,
gibi sözlerin aslı yoktur.
3 — Cenabıhak Cennetten arza beş ırmak
akıtıyor. Seyhun ceyhun Dicle, Fiat, Nil bunların hepsi Cennetin esfel
derecesinden olan Cennet pınarlarının birinden akıyor mealindeki hadis inkâr
edilmiş haberdir.
4 — Hazreti İbrahimin, oğlu Hazreti İsmaılin
boynuna bıçak urup bıçağın kesmediği sözü yalandır zındıkların mevzuatındandır.
5 —Adem Aleyhisselâm Cennetten Hinde indiği
zaman üzerinde elbisesi olan bir Cennet yaprağı vardı, yaprak kurdu Hinde
yayıldı, ağaçlarına yapıştı ağaçlar telkih olundu işte misk, anber, kâfuru bu
yapraklardandır mea’lindeki hadis inkâr edilmiş haberdir.
6 — Eyüb hikâyesi yani Hazreti Eyuba şeytan
musallat olarak üfürmekle Hazreti Eyüb cüzam illetine tutulmuş bedeninden
kurtlar dökülmüş gibi haller yalan ve iftiradır.
7 — Peygamberimizin sünnetli doğması hakkında
hiç bir şey sabit değildir.
8
— Peygamberimizin möhürü etten bir fındık gibidir üzerinde [Resulullah
«sallialeyhi ve sellem» yazılı idi gibi sözler yalandır.
9 — Eti bıçak ile kesmenin mennedildiğini
bildiren hadis asla sahih değildir.
10 — Peygamberimizin gündüz aydınlıkta nasıl
görürse gece karanlıkta da öyle bakardı haberi sahih değildir...
11 — İnşikaki kamer esnasında kamerin Resul Ekrem
efendimizin yenine girmesi sözü yalandır.
12 — Ceylanın Peygamberimize selâm verdiğinin aslı
yoktur. Hülâsa, üstat bu eserinde bir çok uydurma hâdiseleri belirtmiştir-
7 — Garp
filesoflariyle Şark Filozofları arasında bir mukayese.— Bu eserini
ölümünden üç ay evvel ikmal etmiştir Doğu veya Batı filesofları arasında fikir
mukayeselerini bildirmektedir.
8 — Fenni menâhiç bu eser metodoloji olup Emrullah efendi buna evvelce
inhayı ulum yani ilimlerin nahvi demek istemiş merhum da buna fen menahiç
tâbirini vazetmiştir- Buna sonraları tatbiki mantık ve usuliyat dahi
demişlerdir bu eserinde ilimlerin sınıflandırılmasından, sasata ve mugalata
gibi bahislerden çok güzel bahsedilmiştir.. Mugalatanın envaından olan (Sophisme
de l’accident) a üstat (müşagabe) terimini vazetmiştir.
9 — Şeyh Ebubekiri Razi 1341 senesinde
yazılmış olan bu eser İlâhiyat Fakültesi mecmuasında yayınlandıktan sonra kitap
halinde basılmıştır. Hem tabip hem feylesof olan Razinin hayatından, eserlerinden
bahseden güzel bir risaledir..
10 - Mütesavvife sözleri mi? Tasavvufun zaferleri
mi? — Üstat bu eseri
Darülhikme reisi şeyh Saffet efendinin tasavvufun zaferleri adlı eserine
karşılık olarak yazmıştır.
11 - Gazilere armağan-Birinci Cihan Harbi içinde yazılan bu eser mülga
Harbiye Nezareti tarafından bastırılarak orduya dağıtılmıştır, ahlâkî mahiyette
bir eserdir.
12 — Angilikan
kilisesine cevap— Üstat bu eseri Şeyhislâm Haydarı zade İbrahim efendi
zamanında Darülkikme âzası iken yazmıştır: Türkiyede ilk defa 1335 de İsmail
Hakkı İzmirli tarafından yazılmış ve ikinci defa da 1339 da Abdülâziz çaviş
tarafından daha muhtasarı yazılmıştır... 1335 yılında Angilikan kilisesi
meşihat makamına Londradan bir mektup gönderererek dört sual sormuştu ?
Sualler şunlardır !
1 — Dini İslâm
nedir?
2 — Bu din,
fikir ve hayata neler bahşediyor?
3 — Zamanımızın
mütenevvi zahmetlerini nasıl tedavi ediyor?
4 — Dünyayı
daha iyi ve gerek daha fena bir surette taklip eden kuvâ'i siyasiye ve
mâneviyeye ne diyor
Meşihat meseleyi Dürülkikmeye havale ediyor bunun
üzerine üstat bu mevzua dair bir eser' kaleme alıyor. Maksadı her cihetle kâfi
olan bu eser heyetin mazharı takdiri olmuştur... Üstadın bu eserinin üzerinden
bes sene sonra da Şer’iye vekili Vehbi efendi daha muhtasar ikinci bir eserin
kaleme alınması için Abdülâziz çavişten yine rica ediyor ve 1339 da basılan
Abdülâziz çavişin eseri çıkıyor ve Mehmet Akif tarafından Türkçeye tercüme
ediliyor Bunlardan başka fıkıh grupundan (Kitabülifta velkaza) ve fıkıh tarihi,
felsefe grupundan da (İslâm felsefesi tarihi ve Miyarülulum, İhvanı safa
felsefesi) adlı eserleri ile Sebilürreşat, Sıratımustakim, Edebiyat ve İlahiyat
Fakülteleri mecmualarında İbni Sina, Farabi, Tekâmül nazariye adlı makaleleri
meşhurdur bu makalede 400 hicri tarihlerinde yaşıyan Basrada İhvanı safa
filesoflarının (transformisme) teorisi hakkında malûmat beyan ettiklerini
yazıyor.. Son zamanlarda İslâm - Türk ansiklopedisinde bir çok yazılar
yazmıştır.. Üstadın gazetelerde makaleleri de meşhurdur bilhassa Tasvir gazetesinde
Peyami Safa ile ilmi münakaşaları vardır...
Üstadın din ilimlerindeki mevkiini yazmak çok mühim ve
pek uzun bir iş olmakla beraber esasli noktaları muhtasaran izaha çalışacağım :
1 — İlmi kelâmdaki
mevkii — Üstat Türkiyede yeni ilimi kelâm! yazmakla kelâm ile
felsefeyi mezcetmek suretiyle mühim bir inkılâp yapmış yani vaktiyle Gazalinin
yaptığı inkılâbı, üstat Türkiye’de ilk defa olarak yapmıştır. Bu hâdiseyi
kısaca anlatayım:
İslâm âlimlerinden Gazali, kendinden evevelki kelâm
âlimlerine muhalefet ederek terkib-i
akliyı, mantıkî kabul etmiş hattâ «mantık bilmiyenin
ilmine itimat yoktur» diyerek mantıkî ilimlerin mukaddemesı addetmişti..
Gazali-İnikâsi edilleyı redetmiş ve o tarihten itibare Fahrettini Razi,
Seyfettini Âmidi Gazali’ye önayak olmuşlardır.
İnikâsi: Delilin ademinden
medlulün de ademi lâzım gelir diyorlardı ki buna [İnikâai edille] derler Gazali
bunu kabül etmemiş ise de ondan evvel gelen Eşariye imamı Bakıllâni inıkâsi
edilleye taraftar imiş...
Gazali böylece bir inkılâp yapmış ve kendi tarikatini
kendinden bir asır sonra Fahrettini Razi ikmal etmiştir. Yani Razi kelâm ile
felsefeyi karıştırmış ve bunları tek ilim kılan bir yol açmıştı.. Hattâ bundan
sonra gelen Nasırıddıni Beyzavî kelâm ile felsefeyi o kadar karıştırmıştır ki
kelâm adeta felsefeden ayrılamayacak bir hale geldi.. Nitekim Beyzavinin
(Tevalîi) adlı eseri buna açık bir misâldir.. İşte müteehhirin ilmi kelâmı
Gazali ile başlamış, Râzi ile kemâle gelmiş Seyfettini âmidi ile genişlemiş, Beyzavî ile en yüksek
mertebeye çıkmıştır..
İşte böylece ehli kelâm mesleği bir feisefe mesleği
oldu... Fakat bu kelâm ilminin mütehassısları bin tarihlerinden sonra azalmış
ve domeni dahiline aldığı eski felsefede münkariz olmuş yerine batı felsefesi
kaim olmuş idi- Batı felsefesi sonraları memleketimize girmekle bu günkü
zihniyete göre yeni bir şekil kazanması zarureti hasıl olmuştur- Bu zaruret
karşısında Şer’iye Vekâleti Tetkikat ve Telifatı İslamiye Heyeti yeni ilmi kelâmın
yazılmasını arzu ettiğinden bu işi üstat İsmail Hakkı İzmirliye tevdi etmiş
üstat da Türkiye’de ilk defa olarak yazılan yeni ilmi kelâmi felsefe ile
birleştirmiştir.. Bu itibar ile Türkiye’de yeni kelâm biliminin mübdii, imamı
İsmail Hakkı İzmirlidir.. Şu halde Gazali ve Razî gibi değerli âlimlerin
beşinci ve altıncı hicri asırda yaptıkları inkılâbı üstat bu asırda
yapmıştır...
2 — Hadisteki mevkii — Hadiste, bilhassa nakdi rical ilminde [[]
mahir idi.. Hattâ Taberî tarihindeki mevzu hadisleri bu ilme dayanarak meydana
çıkarmıştır.. Üstada göre Taberî tarihinin aslında gerek sahih ve gerek mevzu
hadisler ravileriyle birlikte yazılı ise de tercümesinde raviler yazılmayıp
vak’aların hepsi olduğu gibi yazıldığından Taberî tercümesinin bir kısım yalan
vak’aları da beraber yazılmıştır. Bu itibar ile Taberî tercümesi mevsuk bir
tarih değildir...
3- İlmi Hilaftaki
mevkii — Üstat İlmi Hilafta
şimdiye kadar Türkçe yazılmamış mühim bir eser yayınladı hattâ denilebilir ki
bu ilmi medreseye o dahil etti.. Usulü fıkıh da gayet mühim bir mukaddeme yazdı
ve esbabı ihtilâfı toplayarak tedris etti., faiz hakkında mühim tedkikatta
bulundu, Türkiyedeki yalnız füruu fıkıh ile meşgul olanların mesleğine
muhalefet ederek zuhur den yeni vak’aları, gerek Hanefi mezhebi ve gerek diğer
mezheplere göre halletmiye, o mümkün olmadığı takdirde usulü fıkıhı rehber
edinerek o meseleler hakkına içtihat edilmesine usulü fıkıhtaki istilısan
kaidesinden istifade edilmesine taraftar idi- Binaenaleyh «Fıkhı İslâm da dumur [Körelmek-içtihatsızlık ] yoktur her asrın ihtiyacına tatbik olunabilecek
ahkâm edille-i şeriyeden istihraç olunabilir ve olunmalıdır» diyordu..
4-Tasavvuftaki mevkii — Üstat tasavvufta da
pek yüksek bir kudreti haiz idi, mutasavvıfların en büyüklerinin
kitaplarını inceden inceye tedkik ettiği gibi batıdaki mutasavvıflarında
eserlerini tedkik etmiş ve mukayeseler yaparak İslâm mutasavvıflarıyla batı
mutasavvıfları arasındaki görüş farklarını birer birer beyan etmiştir,
Türkiye’de şimdiye kadar hiç kimsenin yapmadı bu işi yapmıştır.
Holandalı felesof Mistik Spinoza Panteist’dir. (Âlemde
tek cevher vardır, Allah âlemden hariç değildir) bu Vucudiye [Pautheisme] dir.
Doğu mutasavvıflarından ise (Cüneydi Bağdadî) meşhur olup mükâşefe ile meşgul
olmuştur.
5-Islâm tarihindeki
mevkiine gelince — Bu ilimde kendisi
büyük bir kudret sahibi olup şöyle söylüyordu:
«İslâm tarihinde üç kısım ulema kitap yazmışlardır;
Üdeba, Fukaha, Muhaddisin-. Üdeba, rivayetlerin içinde sahih ve sahih
olmayanlarını tefrik edemediklerinden bunların tarihlerine itimat olunmaz
nitekim Zehebi’nin tarihi Ebulfidanın tarihine itimat cihetiyle müraccahtır
Fukahanın yazdığı tarihe gelince; Banlarda
rivayetlerin sahih ve gayri sahihini tamamiyle tefrik edemediklerinden anların
da tarihlerine o kadar itimat edilmez..
Muhaddisine gelince; Bunlar rivayetlerin doğru ve
yalanlarını pek iyi tefrik ettiklerinden asıl bunların eserleri muteber ve
doğrudur; Maalesef Türkçeye üdebanın tarihleri tercüme edilmiştir...
Üstat hem babam hem de metodoloji ve siyer hocam olmak
dolayısıyla kendisiyle konuşma esnasında, muhtelif zamanlarda din ilimlerine,
ahlâka, mantığa ait bazı sualler sorar ve aldığını cevaplan not ederek istifade
ederdim. Mühim olan bazılarını aynen bildirmeği faydalı buluyorum ;
S — 1 Aklen mümteni olan şeylere kudreti İlâhiye taallûk, eder mi?
C —Aklen mümteni olan şeylere kudreti İlâhiye taallûk
etmez, fakat bu aciz, değildir- Allah müsebbibatı esbabı ile halkeder. Meyvayı
ağaçla yaratır, yağmuru bulutla yağdırır, asarı müesirattan ayırmaz.
S — 2 Fazilet nedir.
C —Fazilet, yalnız vicdanî vazifemizin emrine itaat
ederek hissiyatımızın temayüllerine karşı mukavemet eden bir ahlâk , kaidesidir
ki bunun zıttı rezilettir.. Faziletsiz adam mes’ut değildir, zira hakikî saadet
mal ve mevki ile değildir.
S — 3 Adalet, nedir?
C —Adalet, muamelâtta ifrat, ile tefrit arasında emri
mutavassıttır-. Yani mükâfat ve mücazat da tevazündür; Buna binaen hayıra
mukabil kemiyet ve keyfiyet itibariyle müsavi hayır ile, şerre mukabil de aynı
derecede şer ile muamele edilirse adalete riayet edilmiş demektir-.
Fazla hayır ile muamele edilmeye ihsan, fazl’a, şer ile muamele etmeye de zulüm derler; Çünkü
bir kabahatin cezası anın misli olan cezadır fazlası adaletsizlik olur ki zulüm
demektir. Adalet mekân ile, zaman ile, şahıs
ile muteber değildir.
S — 4 Hak nedir?
C —Hak, hükmün vakıaya mutabık olmasıdır, hüküm
vakıaya mutabık değilse o zaman haksızlık olur ki bu hükmü batıldır. Hükmü
batıl ile. amel kat’iyen caiz değildir.
S — 5 Vicdan nedir?
C -Vicdan, nefsi natıkanın bir hassasıdır ki onunla
insan kendi kendini muhakeme eder; Yaptığı işlerin iyi veya fena olduğunu
takdir eder ve bu muhakemenin
neticesinde sevinç veya teessür duyar.. Akıl ^vicdanın reisi, his onun icra
memurudur. Şu halde vicdan hem akla, hem de hisse merbuttu^. Vicdanın hükmü
(ene - moi) nin dahilinde kalmayıp harice de akar yani diğerlerinin efâlini de
muhakeme eder onların hareketi takdire şayan ise faili hakkında bir muhabbet,
eğer şayanı takbih ise faili hakkında bir nefret duyar.
S — 6 Hayır nedir? Ve kaç türlüdür?
C — 6 Hayır, insanın tab’ında saklı, bir İyilik yapmak
hasleti olup başlıca iki türlüdür.
Birine hayrı mutlak diğerine hayrı ahlâkî derler...
Hayrı mutlak, mahiyeti ef’alde görülür, hayrı ahlâki
ise maksattadır- Meselâ halka gösteriş için sadaka veren adamın hayrı hayrı
mutlaktır çünkü sadaka verilen kimse için faideyi muciptir fakat maksadı
gösteriş olduğu için buradaki hayır, kıymeti ahlâkiyi haiz değildir; Eğer sırf
hayır maksadiyle, fıkaraya hakikaten acıdığından sadaka verirse o hayrı
ahlâkîdir tam mânâsiyle ahlâki kıymeti
haizdir; Doğrusu hayrı mutlaki daima hayrı ahlâki bakımından ifa etmektedir...
S
7— Ahlâkın kuvve-i müeyyedesi nelerdir?
S 8—Kaç türlü imkân vardır?
S
9— İhtimâl kaç türlüdür.
S
11— İlim nedir? İlim metâ olur mu?
S
12— İnsaniyetin mabiiıiiimtiyazı nedir?
S
12 — Mahşer nasıl olacaktır?
S
13 Hüküm verirken nelere dikkat etmelidir?
S
14 — Aşk maddi mi veya mânevi mi olmalıdır?
S
15 — Dünyada yapılacak en mühim iş nedir?
Netice — Şu izahlardan anlaşılacağı üzere üstad, dindar,
mutekid, maneviyatı sağlam olup mutasavvıflarla mütekellimleri, bilhassa selef
mezhebini müdafaa edenleri muhakeme eder, hep zayıf noktalarım ortaya kor ve
kendisi de daha ziyade selef mezhebine meylederdi. Üstad ideal ve rasyonel
düşünen, düalist bir filozoftur, idealizmi daima realizmin üstünde görmüştür;
geniş düşünceli bir Müslümandır- Hatta «İslâm dini maslahat dinidir, maslahat nassa tekaddüm
eder» dediğine göre
muğlak şekildeki dinî meseleleri formüle edebilirdi.. Bundan dolayı tarih
öğretmeni Zekâi Konrapa üstada (zamanın imamı âzami) demiştir.. Siyeri Celile-i
Nebeviye adlı eserini yazdığı zaman tarihi edyan müderrisi Mahmud Esad efendi
üstada «Allah senden razı
olsun, ne iyip ettin de bu kitabı yazdın, mevzu hadislere ben bir türlü
inanamıyordum, fakat bir şey de söylemiyordum, sem benim müşkülümü hallettin» dediğini babam bizzat
bana söylemiştir.. Bazı kimselerin ehemmiyet verdiği (îza fehayyertüm filumuri
festeinu min ehlilkubur) cümlesinin aslı olmadığını ve buna karşı cevap olarak üstad fatiha suresindeki (İyyake
na’ büdü ve iyyake inestain)i hatırlatmış ve ancak ' Cenabı Hakk’dan istiane
edilir ve ancak ona tapılır.. Ölüden yardım istenmez.. Hatta bazı türbelerin
parmaklıklarına bağlanan düğümlü iplerin, türbe örtülerini yüze sürerek öpmenin
ve Eyüp türbesindeki ayak izi olan mahale yüzünü, sürmenin katiyen doğru,
olmadığını, ölünün ancak ruhuna fatiha okunabileceğini ve hayırla yad
edilmesinin doğru olacağını bir çok defalar söylerdi... Babam cidden yüksek
teolog kıymetli bir müverrih Arap âlimlerinden zeki mâgamızın tabiriyle arap
edebiyatının şarihi idi—
Üstat bünye itibariyle sağlam idi
hayatında ancak bir defa tifo gibi bulaşık haslalık geçirmiştir-Ancak 1337
yılında şeker hastalığına tutulmuş ve uzun zaman haftanın belirli günlerinde
kardeşim doktor Necmeddinin tavsiyesi üzerine rejim yapmak suretiyle hastalığın
ilerlemesine mâni olunurdu.. Bu hastalık onu çalışmaktan alıkoymamıştı-Nihayet
ölümünden altı ay evvel dimağına giden şiryanların zafiyeti (Kageksi arteriyel)
görüldü... ve 26 aralık 1945 de Kadıköyünde Cevizlikteki evinden Ankara’da
bulunan küçük kardeşim Hayrettinin yanma gitti-Orada hastalığı artmış
olduğundan kardeşim doktor Necmettin kendisini görmek üzere Ankaraya gitti-.
Hastalığının son derece arttığını görünce bana haber verdiler ben alelacele 30
Ocak 1946 Çarşamba günü akşamı İstanbul’dan Ankara’ya hareket ettim Perşembe
günü Ankara’ya gittiğim zaman babamı, koma halinde buldum beni tanımadı ve
komadan açılmayarak o akşam yani 31 Ocak 1946 Perşembe günü saat 18,30 da
hayata veda etti-
CENAZE TÖRENİ
2 Şubat 1946 Cumartesi günü Ankarada Hacı Bayram camiinde
namazı kılındıktan sonra büyük bir kalabalıkla ve tabutu el üstünde olarak Hacı
Bayram camiinden belediye önüne kadar götürülerek orada cenaze otomobiliyle
Cebecide asrı mezarlığa götürülmüş ve 149 numaralı lahide defnedilmiştir..
Cenazede Millî Eğitim Bakanı
Hasan Ali Yücel, milletvekillerinden Reşat Şemşeddin, Nevzad Ayaş, Emniyet Umum
Müdürü Osman Sabri Diyanet İşleri reis muavini Aksekili Ahmet Hamdi,
müşavirlerden Yusuf Ziya, Radyo gazetesi muharriri Nurettin Artam, yüksek
mühendis Süreyya Serez ve Muhittin Toköz, Nurettin dış ticaret reis muavini
Nejat Aytaman, posta telgraf levazım müdürü Hikmet ve daha bir çok zevat hazır
bulunmuşlardır... Allah gam ganirahmet eylesin..,
Kaynak:
İZMİRLİ İSMAİL HAKKI, Hayatı, eserleri, dinî ve felsefî ilimlerdeki mevkii,
jübilesi ve vefatı, Yazan :Celâleddin İZMİRLİ, Hilmi Kitabevi -1946
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder