Print Friendly and PDF

ORD. PROF. DR. İSMAİL HAKKI İZMİRLİ



(1869, İzmir, Osmanlı İmparatorluğu - 1946, Ankara, Türkiye Cumhuriyeti),
Türk felsefeci ve dinler tarihi araştırmacısı
Üstadın babası yedek yüzbaşısı İzmirli Hasan efendi olup büyük babası İzmirli Çubukçı Hüseyin efendidir. Yüzbaşı Hasan efendi Giride gittiği zaman Kandiyeli Hafize hanımı görüyor 18 yaşında sarışın güzel bir kız olan Hafize hanımı seviyor ve nikâh ederek İzmir’e getiriyor.. Hafize hanım diğer bir çok giritliler gibi hiç Türkçe bilmiyor, Rumca konuşuyor fakat Hasan efendi buna yavaş yavaş Türkçe öğretiyor.. Hafize hanım İzmir’e gelince kız kardeşi Hatice hanımı de İzmir’e getirtiyor ve İzmirde onu da evlendiriyor...
Hasan efendinin Hafize hanım ile evlenmesinden bir sene sonra 1285 tarihinde bir erkek çocuğu dünya geliyor bu çocuğun adını İsmail Hakkı koyuyorlar..
İşte üstat İzmirli İsmail Hakkı 1285 tarihinde İzmirin İkiçeşmelik semtinde Kıratlı sokağında dünyaya geliyor..
Yetiştiği muhit — İkiçeşmelik semti İzmir’in o zaman en tanınmış bir semti olup Türk ve müslüman muhiti idi..
Aile hayatı orta halli mütevazi olup babası alaydan yetişmiş sevimli, ahlâkı mazbut, ailesi efradına bağlı bir yüzbaşı idi.. Hasan efendinin kardeşi ve kardeşinin de çocukları olup bunlar kendi meslek ve san’atlarile meşgul bulunurlardı. Hattâ üstadın amucasının oğlu çolak Hüseyin efendiyi ben bile hatırlarım 1326 da İzmir’e gittiğimiz zaman kardeşim Necmettin ile beraber İkiçeşmelik de Yağhane sokağında onun evinde misafir kalmıştık...
Tahsili — Üstat İzmirli İsmail Hakkı dört yaşında okula başlamıştır okumağa çok hevesli imiş hattâ boş zamanlarım oyun oynamakla değil çocukları toplayıp ders okutmakla vakit geçirirmiş.. İlk tahsilini yaptıktan sonra sarık sararak babasının amcası âmâ hafızdan ders alarak Hıfza çalışmış ve az zamanda hafız olmuştur.. Sonra rüştiye tahsilini yapmış ve rüştiye mektebinde Ziyaeddin efendinin babası kâmil efendiden Farisi okumuştur; aynı zamanda medrese derslerine de devam etmiş hattâ Şazeli tarikatından bile icazet almıştır.. Rüştiyeden mezun olunca oradaki rüştiye okulunda bir müddet Farisi muallimliği yaptıktan sonra 1308 de İstanbul’a gelmiş ve imtahanla Darülrnuallimini Âliyeye talebe yazılmış hem Darülmualliminde okumuş hem de Sultan- selimde meşhur hafız Şakir efendinin medrese dersine devam etmiştir. Şakir efendinin üçüncü seferki icazetinden icazet almıştır. 1310 da Darülmuallimini Âliyeden mezun olmuştur..
Tedris hayatı ve İdarî memuriyetleri - Üstat Darülmualliminden birincilikle mezun olunca o zamanın Maarif Nazırı olan Zühtü Paşa üstatadın zekâ ve çalışkanlığını takdir edip İstanbul’da alıkomuş ve Mercan idadisine din dersleri, tarih ve ahlâk muallimi tâyin ve aynı zamanda kendi çocukları için de hususî hoca tâyin etmiştir.. Az zaman sonra Mülkiye Âlisinde Manastırlı İsmail Hakkı efendi yerine usulü fıkıh muallimi olmuş ve meşrutiyetin başlarında Emrullah efendi Maarif Nazırı olunca onun yerine Darülfünun felsefe müderrisi ve Hukuk Fakültesinde usulü fıkıh müderrisi bilâhara medresetü’l-mütehassısinde felsefe müderrisi ve Darülfünun teşkilâtında da Edebiyat Fakültesinde İslâm felsefesi müdderrisi Üniversite teşkilâtında da ordinaryüs profesör olmuştur. Bu tedris hayatı esnasında bir çok talebe yetiştiriyor yetiştirdikleri talebelerden bazılarının adlarını bildiriyorum :
Ezcümle :
Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âlî Yücel, Milletvekillerinden Reşat Şemsettin, eski Milletvekillerinden Nevzat Ayaş, eski Milletvekillerinden Sadri Ethem, Zonguldak, milletvekli Mehmet Emin, Diyanet İşleri reis muavini Aksekili Ahmet Hamdi, Diyanet İşleri müşavirlerinden Yusuf Ziya, profesör Ragıp Hulûsi,. profesör Nimet Öztürk, eski İstanbul valisi Süleyman Sami, Muhakemat Müdürlüğü avukatlarından Kadri Aytaman, talebe müfettişlerinden, Osman Horasanlı, Bakanlık müfettişlerinden Osman Pazarlı, İstanbul Erkek Lisesi müdürü. Celâl Ferdi, Kadıköy Kız Lisesi müdürü Cafer Artaç, Pertevniyal Lisesi müdürü Rafet Tok, felsefe öğretmenlerinden Zekeriya, Hâtemi Senih, Nezahet, Faika Isam Onan, Mahmut Celâleddin Ökten, İstanbul Millî Eğitim müdürü Murat Uras, tarih öğretmeni Zekât Konrapa... Konservatuar müdürü. Tevfik Ararat, Kız Lisesi müdürü İffet gibi,., yüksek mevkilerde bulunan zeval; ile tanınmış öğretmenlerdir.
Üstat derslerini pek heyecanlı anlatır ve gayet güzel söylerdi onun dersini anlamayan hemen hemen hiç bir talebe yoktu. İslâm Tarihini anlatırken talebe bütün ciddiyetiyle onu dinler ve bazı vak’alarda ağlarlardı-
- Hattâ Zekâî Konrapa’nın anlattığına göre Darülmuallimini Âliye birinci sınıfında İslâm Tarihi okuttuğu zaman talebe notların daha mufassal olmasını istemesi üzerine üstat «Benden mufassal istemeyin mevsuk isteyiniz» demiştir..
Şu halde üstat tarihî vesikalara dayanan esaslı bilgiye çok kıymet verirdi.. Mevsuk [* Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat. ]  olmayan bilgilere ehemmiyet vermezdi...
İdarî memuriyetleri — Üstat tedris hayatında olduğu gibi aynı zamanda bir çok idari memuriyetlerde bulunmuştur. Maarif Nezaretinde encümen âzâlığı, Darüşşafaka müdürlüğü, Darülmuallimini Aliye müdürlüğü Salih Zeki beyin müdürlüğü zamanında Edebiyat ve İlahiyat fakülteleri müdürlüğü yapıyor, müdürlükleri zamanında daima takdirlere mazhar olmuş iken Maarif Nazın Maslûp Şükrü bey üstadın uhdesinden fakülte müdürlüğünü alınca o zamanın Şeyhislamı olan Hayri efendi üstada «sizin vüs’ati ilminiz vardır hangi dersi ve hangi İdarî vazifeyi isterseniz sizi tâyin etmekten haz duyarım» diyerek rahmetliyi İbrahim Paşa Medresesi müdürlüğüne ve az zaman sonra da medâris müfettişliğine tâyin ediliyor; Meşihatta Darülhikmeti islâmiye teşkil edilince Darülhikme âzâlığında ve reis vekilliğinde bulunuyor, İstiklâl savaşı nihayetinde Ankara’ya davet edildiğinden Şer’iye Vekâleti Tetkıkat ve Telifatı İslâmiye âzâlığmda bulunuyor ve Abdülâziz çaviştan sonra onun yerine reis oluyor.. Bir müddet sonra da İstanbul’a gelerek İlahiyat Fakültesi reisliğine intihap ediliyor. Üniversite teşkilâtına kadar reislikte kalıyor son teşkilâtta kendisine İslâmiyat Enstitüsü müdürlüğü veriliyor- Burada da bir müddet kaldıktan sonra emekli yaşını doldurduğu halde heyeti vekile kararıyla bir sene daha temdit ediliyor ; nihayet 90 lira aslî maaş ile ve ordinaryüs profesörlükle emekliye ayrılıyor..
Evlenmesi — Üstat Mercan idadisinde muallim iken İzmir’de bulunan annesi Hafize hanımı ve küçük kardeşi Ahmet Refik beyi İstanbul’a getirterek Şehzadebaşında kiraladığı evde oturuyorlar-.. Bu esnada 1313 yılının başlangıcında Nakşıbendi tarikatı şeyhlerinden Lüleburgaz kadısı Süleyman Necati efendinin büyük kızı Nuriye hanımla evleniyor Necati efendinin Vefadaki evine içgüveği giriyor.. Bu izdivaçtan 1313 rumî ve 1315 Şabanında Celâleddin adında oğlu dünyaya geliyor ilk erkek evlâdı olan Celâleddinin doğuşundan fevkalâde memnun kalarak şu tarihi söylüyor
Âmedyekî müjde bidâd
Ferzendı hod Şadanbâd
Eznur kerd zateş zuhur
efşandder herca sürür
Bahşayişı dadârşüd
Tarihi cevher darşiid
Yarab bisâz sahip
Kemâl Doğdu o şeb mâhi ceiâl
İmza
Şaban idi seb’a aşar
Hakkı kulu oldu peder.
1316 da da Necmettin adında ikinci oğlu ve 1322 de Nurettin adında üçüncü oğlu dünyaya geliyor Nurettin on günlük vefat ediyor.... Nuriye hanım da 1325 de verem hastalığından kurtulamayarak İstanbul’da babası Süleyman Necati efendinin evinde vefat ediyor Nuriye hanımın vefatında üstat Konya’da olduğundan cenazesinde bulunamıyor.. Nihayet Nuriye hanımın vefatından 9 ay sonra Kadıköyünde mütevelli Aziz efendinin kızı Kadriye hanım ile evleniyor. [1] Bu hanımdan da 1329 da Hayrettin adında bir oğlu dünyaya geliyor...
[1] Burada üstadın her vakit söylediği beyti söylemeden geçemedim :
«Çünkü vakfeyleyemezdin ciheti aşka tenin
Mütevelli kızı sevmek ne vazifendi senin»
Üstadın eserleri — Üstat eserleri itibarile de çok velûttur. Basılı olarak elli beş eseri vardır. Basılmamış eserleriyle beraber yüzü bulmaktadır ; Gazete ve mecmualardaki yazıları bunun dışında kalırlar; yani hayatta mütemadiyen okuyup yazmıştır- [Beşikten mezara kadar] eserlerinin çoğu orijinaldir.. Bu eserleri grup itibariyle, din ilimleri grupu, edebiyat ve tarih grupu, felsefe grupu, tasavvuf grupu olmak üzere ayırabiliriz.. Eserlerinin birer birer adlarını ve mevzularını yazmak lâzımgelse yalnız bundan bahsetmek için belki 300 sahifelik bir kitap yazmak lâzım geleceğinden bu broşürde mühtasar ve müfit olan malûmatı vermekle iktifa edeceğim. Başlıca eserlerinden:
1  — Mâanii Kur’an — Bu eser, Kur’an-ı Kerimin tercümesidir, iki cilttir.. 1927 de basılmış olup ikinci cildin sonunda Kur’an’ın tarihinden bahsedilmektedir; çok kıymetli bir eserdir.
2  — Yeni İlmi kelâm —1939 de basılan bu eser iki cilt olup yalnız İlahiyat kısmını ihtiva etmektedir. Nebeviyat kısmı yoktur.. Bu eserde felsefe ile kelâmı karıştırmıştır pek çok kıymetli bir eserdir.
3       — Usulu fıkıh dersleri
4   — İlmi HİIâf 1330 da basılan bu eser iki cilttir usulu fıkıhın şubesinden sayılan bu ilim İslâm mezhepleri arasındaki ihtilâfları bildiriyor Türkiyede ilk defa olarak üstat tarafından azılmıştır.
5  — Din dersleri, 1341 de basılmış olup orta okullarda okutulmuştur-.
6  — Siyeri Nebeviyei Celile —1332 de basılmıştır. Üstat bu eseri Şerif Mecit ile Şerif Muhittin beylere ithafen yazmıştır.. Kitapta Hadis uyduran Veddâinden, âlâmatı vaz’dan muteber olmayan kitap ve risaleden zayıf ve mevzu hadislerden bahseder. Çok kıymetli bir eserdir.. Kitapta yazılı mevzu hadislerden bazılarını aynen yazıyorum:
1   —Arz kaya üzerinde kaya öküzün boynuzu üzerindedir. Öküz boynuzunu kımıldatır ise kaya harekete gelir mealindeki hadis sahih, değildir.
2   — CenabıhakÂdern Aleyhisselâmı halk ettiği vakit Cibril Aleyhisselâma «bir elma alıp boğazına sıkmağı» emretmiş ilâh., gibi sözlerin aslı yoktur.
3   — Cenabıhak Cennetten arza beş ırmak akıtıyor. Seyhun ceyhun Dicle, Fiat, Nil bunların hepsi Cennetin esfel derecesinden olan Cennet pınarlarının birinden akıyor mealindeki hadis inkâr edilmiş haberdir.
4   — Hazreti İbrahimin, oğlu Hazreti İsmaılin boynuna bıçak urup bıçağın kesmediği sözü yalandır zındıkların mevzuatındandır.
5   —Adem Aleyhisselâm Cennetten Hinde indiği zaman üzerinde elbisesi olan bir Cennet yaprağı vardı, yaprak kurdu Hinde yayıldı, ağaçlarına yapıştı ağaçlar telkih olundu işte misk, anber, kâfuru bu yapraklardandır mea’lindeki hadis inkâr edilmiş haberdir.
6   — Eyüb hikâyesi yani Hazreti Eyuba şeytan musallat olarak üfürmekle Hazreti Eyüb cüzam illetine tutulmuş bedeninden kurtlar dökülmüş gibi haller yalan ve iftiradır.
7   — Peygamberimizin sünnetli doğması hakkında hiç bir şey sabit değildir.
8 — Peygamberimizin möhürü etten bir fındık gibidir üzerinde [Resulullah «sallialeyhi ve sellem» yazılı idi gibi sözler yalandır.
9   — Eti bıçak ile kesmenin mennedildiğini bildiren hadis asla sahih değildir.
10 — Peygamberimizin gündüz aydınlıkta nasıl görürse gece karanlıkta da öyle bakardı haberi sahih değildir...
11 — İnşikaki kamer esnasında kamerin Resul Ekrem efendimizin yenine girmesi sözü yalandır.
12 — Ceylanın Peygamberimize selâm verdiğinin aslı yoktur. Hülâsa, üstat bu eserinde bir çok uydurma hâdiseleri belirtmiştir-
7  — Garp filesoflariyle Şark Filozofları arasında bir mukayese.— Bu eserini ölümünden üç ay evvel ikmal etmiştir Doğu veya Batı filesofları arasında fikir mukayeselerini bildirmektedir.
8  — Fenni menâhiç  bu eser metodoloji olup Emrullah efendi buna evvelce inhayı ulum yani ilimlerin nahvi demek istemiş merhum da buna fen menahiç tâbirini vazetmiştir- Buna sonraları tatbiki mantık ve usuliyat dahi demişlerdir bu eserinde ilimlerin sınıflandırılmasından, sasata ve mugalata gibi bahislerden çok güzel bahsedilmiştir.. Mugalatanın envaından olan (Sophisme de l’accident) a üstat (müşagabe) terimini vazetmiştir.
9  — Şeyh Ebubekiri Razi 1341 senesinde yazılmış olan bu eser İlâhiyat Fakültesi mecmuasında yayınlandıktan sonra kitap halinde basılmıştır. Hem tabip hem feylesof olan Razinin hayatından, eserlerinden bahseden güzel bir risaledir..
10 - Mütesavvife sözleri mi? Tasavvufun zaferleri mi? — Üstat bu eseri Darülhikme reisi şeyh Saffet efendinin tasavvufun zaferleri adlı eserine karşılık olarak yazmıştır.
11 - Gazilere armağan-Birinci Cihan Harbi içinde yazılan bu eser mülga Harbiye Nezareti tarafından bastırılarak orduya dağıtılmıştır, ahlâkî mahiyette bir eserdir.
12 — Angilikan kilisesine cevap— Üstat bu eseri Şeyhislâm Haydarı zade İbrahim efendi zamanında Darülkikme âzası iken yazmıştır: Türkiyede ilk defa 1335 de İsmail Hakkı İzmirli tarafından yazılmış ve ikinci defa da 1339 da Abdülâziz çaviş tarafından daha muhtasarı yazılmıştır... 1335 yılında Angilikan kilisesi meşihat makamına Londradan bir mektup gönderererek dört sual sormuştu ?
Sualler şunlardır !
1   — Dini İslâm nedir?
2   — Bu din, fikir ve hayata neler bahşediyor?
3   — Zamanımızın mütenevvi zahmetlerini nasıl tedavi ediyor?
4   — Dünyayı daha iyi ve gerek daha fena bir surette taklip eden kuvâ'i siyasiye ve mâneviyeye ne diyor
Meşihat meseleyi Dürülkikmeye havale ediyor bunun üzerine üstat bu mevzua dair bir eser' kaleme alıyor. Maksadı her cihetle kâfi olan bu eser heyetin mazharı takdiri olmuştur... Üstadın bu eserinin üzerinden bes sene sonra da Şer’iye vekili Vehbi efendi daha muhtasar ikinci bir eserin kaleme alınması için Abdülâziz çavişten yine rica ediyor ve 1339 da basılan Abdülâziz çavişin eseri çıkıyor ve Mehmet Akif tarafından Türkçeye tercüme ediliyor Bunlardan başka fıkıh grupundan (Kitabülifta velkaza) ve fıkıh tarihi, felsefe grupundan da (İslâm felsefesi tarihi ve Miyarülulum, İhvanı safa felsefesi) adlı eserleri ile Sebilürreşat, Sıratımustakim, Edebiyat ve İlahiyat Fakülteleri mecmualarında İbni Sina, Farabi, Tekâmül nazariye adlı makaleleri meşhurdur bu makalede 400 hicri tarihlerinde yaşıyan Basrada İhvanı safa filesoflarının (transformisme) teorisi hakkında malûmat beyan ettiklerini yazıyor.. Son zamanlarda İslâm - Türk ansiklopedisinde bir çok yazılar yazmıştır.. Üstadın gazetelerde makaleleri de meşhurdur bilhassa Tasvir gazetesinde Peyami Safa ile ilmi münakaşaları vardır...

Üstadın din ilimlerindeki mevkiini yazmak çok mühim ve pek uzun bir iş olmakla beraber esasli noktaları muhtasaran izaha çalışacağım :
1 — İlmi kelâmdaki mevkii Üstat Türkiyede yeni ilimi kelâm! yazmakla kelâm ile felsefeyi mezcetmek suretiyle mühim bir inkılâp yapmış yani vaktiyle Gazalinin yaptığı inkılâbı, üstat Türkiye’de ilk defa olarak yapmıştır. Bu hâdiseyi kısaca anlatayım:
İslâm âlimlerinden Gazali, kendinden evevelki kelâm âlimlerine  muhalefet ederek terkib-i akliyı, mantıkî kabul etmiş hattâ «mantık bilmiyenin ilmine itimat yoktur» diyerek mantıkî ilimlerin mukaddemesı addetmişti.. Gazali-İnikâsi edilleyı redetmiş ve o tarihten itibare Fahrettini Razi, Seyfettini Âmidi Gazali’ye önayak olmuşlardır.
İnikâsi: Delilin ademinden medlulün de ademi lâzım gelir diyorlardı ki buna [İnikâai edille] derler Gazali bunu kabül etmemiş ise de ondan evvel gelen Eşariye imamı Bakıllâni inıkâsi edilleye taraftar imiş...

Gazali böylece bir inkılâp yapmış ve kendi tarikatini kendinden bir asır sonra Fahrettini Razi ikmal etmiştir. Yani Razi kelâm ile felsefeyi karıştırmış ve bunları tek ilim kılan bir yol açmıştı.. Hattâ bundan sonra gelen Nasırıddıni Beyzavî kelâm ile felsefeyi o kadar karıştırmıştır ki kelâm adeta felsefeden ayrılamayacak bir hale geldi.. Nitekim Beyzavinin (Tevalîi) adlı eseri buna açık bir misâldir.. İşte müteehhirin ilmi kelâmı Gazali ile başlamış, Râzi ile kemâle gelmiş Seyfettini âmidi  ile genişlemiş, Beyzavî ile en yüksek mertebeye çıkmıştır..
İşte böylece ehli kelâm mesleği bir feisefe mesleği oldu... Fakat bu kelâm ilminin mütehassısları bin tarihlerinden sonra azalmış ve domeni dahiline aldığı eski felsefede münkariz olmuş yerine batı felsefesi kaim olmuş idi- Batı felsefesi sonraları memleketimize girmekle bu günkü zihniyete göre yeni bir şekil kazanması zarureti hasıl olmuştur- Bu zaruret karşısında Şer’iye Vekâleti Tetkikat ve Telifatı İslamiye Heyeti yeni ilmi kelâmın yazılmasını arzu ettiğinden bu işi üstat İsmail Hakkı İzmirliye tevdi etmiş üstat da Türkiye’de ilk defa olarak yazılan yeni ilmi kelâmi felsefe ile birleştirmiştir.. Bu itibar ile Türkiye’de yeni kelâm biliminin mübdii, imamı İsmail Hakkı İzmirlidir.. Şu halde Gazali ve Razî gibi değerli âlimlerin beşinci ve altıncı hicri asırda yaptıkları inkılâbı üstat bu asırda yapmıştır...
2 — Hadisteki mevkii Hadiste, bilhassa nakdi rical ilminde [[] mahir idi.. Hattâ Taberî tarihindeki mevzu hadisleri bu ilme dayanarak meydana çıkarmıştır.. Üstada göre Taberî tarihinin aslında gerek sahih ve gerek mevzu hadisler ravileriyle birlikte yazılı ise de tercümesinde raviler yazılmayıp vak’aların hepsi olduğu gibi yazıldığından Taberî tercümesinin bir kısım yalan vak’aları da beraber yazılmıştır. Bu itibar ile Taberî tercümesi mevsuk bir tarih değildir...
3- İlmi Hilaftaki mevkii — Üstat İlmi Hilafta şimdiye kadar Türkçe yazılmamış mühim bir eser yayınladı hattâ denilebilir ki bu ilmi medreseye o dahil etti.. Usulü fıkıh da gayet mühim bir mukaddeme yazdı ve esbabı ihtilâfı toplayarak tedris etti., faiz hakkında mühim tedkikatta bulundu, Türkiyedeki yalnız füruu fıkıh ile meşgul olanların mesleğine muhalefet ederek zuhur den yeni vak’aları, gerek Hanefi mezhebi ve gerek diğer mezheplere göre halletmiye, o mümkün olmadığı takdirde usulü fıkıhı rehber edinerek o meseleler hakkına içtihat edilmesine usulü fıkıhtaki istilısan kaidesinden istifade edilmesine taraftar idi- Binaenaleyh «Fıkhı İslâm da dumur [Körelmek-içtihatsızlık ] yoktur her asrın ihtiyacına tatbik olunabilecek ahkâm edille-i şeriyeden istihraç olunabilir ve olunmalıdır» diyordu..
4-Tasavvuftaki mevkii — Üstat tasavvufta da pek yüksek bir kudreti haiz idi, mutasavvıfların en büyüklerinin kitaplarını inceden inceye tedkik ettiği gibi batıdaki mutasavvıflarında eserlerini tedkik etmiş ve mukayeseler yaparak İslâm mutasavvıflarıyla batı mutasavvıfları arasındaki görüş farklarını birer birer beyan etmiştir, Türkiye’de şimdiye kadar hiç kimsenin yapmadı bu işi yapmıştır.
Holandalı felesof Mistik Spinoza Panteist’dir. (Âlemde tek cevher vardır, Allah âlemden hariç değildir) bu Vucudiye [Pautheisme] dir. Doğu mutasavvıflarından ise (Cüneydi Bağdadî) meşhur olup mükâşefe ile meşgul olmuştur.
5-Islâm tarihindeki mevkiine gelince Bu ilimde kendisi büyük bir kudret sahibi olup şöyle söylüyordu:
«İslâm tarihinde üç kısım ulema kitap yazmışlardır; Üdeba, Fukaha, Muhaddisin-. Üdeba, rivayetlerin içinde sahih ve sahih olmayanlarını tefrik edemediklerinden bunların tarihlerine itimat olunmaz nitekim Zehebi’nin tarihi Ebulfidanın tarihine itimat cihetiyle müraccahtır
Fukahanın yazdığı tarihe gelince; Banlarda rivayetlerin sahih ve gayri sahihini tamamiyle tefrik edemediklerinden anların da tarihlerine o kadar itimat edilmez..
Muhaddisine gelince; Bunlar rivayetlerin doğru ve yalanlarını pek iyi tefrik ettiklerinden asıl bunların eserleri muteber ve doğrudur; Maalesef Türkçeye üdebanın tarihleri tercüme edilmiştir...
Üstat hem babam hem de metodoloji ve siyer hocam olmak dolayısıyla kendisiyle konuşma esnasında, muhtelif zamanlarda din ilimlerine, ahlâka, mantığa ait bazı sualler sorar ve aldığını cevaplan not ederek istifade ederdim. Mühim olan bazılarını aynen bildirmeği faydalı buluyorum ;
S  — 1 Aklen mümteni olan şeylere kudreti İlâhiye taallûk, eder mi?
C —Aklen mümteni olan şeylere kudreti İlâhiye taallûk etmez, fakat bu aciz, değildir- Allah müsebbibatı esbabı ile halkeder. Meyvayı ağaçla yaratır, yağmuru bulutla yağdırır, asarı müesirattan ayırmaz.
S — 2 Fazilet nedir.
C Fazilet, yalnız vicdanî vazifemizin emrine itaat ederek hissiyatımızın temayüllerine karşı mukavemet eden bir ahlâk , kaidesidir ki bunun zıttı rezilettir.. Faziletsiz adam mes’ut değildir, zira hakikî saadet mal ve mevki ile değildir.
S — 3 Adalet, nedir?
C —Adalet, muamelâtta ifrat, ile tefrit arasında emri mutavassıttır-. Yani mükâfat ve mücazat da tevazündür; Buna binaen hayıra mukabil kemiyet ve keyfiyet itibariyle müsavi hayır ile, şerre mukabil de aynı derecede şer ile muamele edilirse adalete riayet edilmiş demektir-.
Fazla hayır ile muamele edilmeye ihsan, fazl’a,  şer ile muamele etmeye de zulüm derler; Çünkü bir kabahatin cezası anın misli olan cezadır fazlası adaletsizlik olur ki zulüm demektir. Adalet mekân ile, zaman ile, şahıs  ile muteber değildir.
S — 4 Hak nedir?
C —Hak, hükmün vakıaya mutabık olmasıdır, hüküm vakıaya mutabık değilse o zaman haksızlık olur ki bu hükmü batıldır. Hükmü batıl ile. amel kat’iyen caiz değildir.
S — 5 Vicdan nedir?
C -Vicdan, nefsi natıkanın bir hassasıdır ki onunla insan kendi kendini muhakeme eder; Yaptığı işlerin iyi veya fena olduğunu takdir  eder ve bu muhakemenin neticesinde sevinç veya teessür duyar.. Akıl ^vicdanın reisi, his onun icra memurudur. Şu halde vicdan hem akla, hem de hisse merbuttu^. Vicdanın hükmü (ene - moi) nin dahilinde kalmayıp harice de akar yani diğerlerinin efâlini de muhakeme eder onların hareketi takdire şayan ise faili hakkında bir muhabbet, eğer şayanı takbih ise faili hakkında bir nefret duyar.
S — 6 Hayır nedir? Ve kaç türlüdür?
C — 6 Hayır, insanın tab’ında saklı, bir İyilik yapmak hasleti olup başlıca iki türlüdür.
Birine hayrı mutlak diğerine hayrı ahlâkî derler...
Hayrı mutlak, mahiyeti ef’alde görülür, hayrı ahlâki ise maksattadır- Meselâ halka gösteriş için sadaka veren adamın hayrı hayrı mutlaktır çünkü sadaka verilen kimse için faideyi muciptir fakat maksadı gösteriş olduğu için buradaki hayır, kıymeti ahlâkiyi haiz değildir; Eğer sırf hayır maksadiyle, fıkaraya hakikaten acıdığından sadaka verirse o hayrı ahlâkîdir tam mânâsiyle  ahlâki kıymeti haizdir; Doğrusu hayrı mutlaki daima hayrı ahlâki bakımından ifa etmektedir...
S  7— Ahlâkın kuvve-i müeyyedesi nelerdir?
S   8—Kaç türlü imkân vardır?
S  9— İhtimâl kaç türlüdür.
S  11— İlim nedir? İlim metâ olur mu?
S  12— İnsaniyetin mabiiıiiimtiyazı nedir?
S  12 — Mahşer nasıl olacaktır?
S  13 Hüküm verirken nelere dikkat etmelidir?
S  14 — Aşk maddi mi veya mânevi mi olmalıdır?
S  15 — Dünyada yapılacak en mühim iş nedir?
Netice — Şu izahlardan anlaşılacağı üzere üstad, dindar, mutekid, maneviyatı sağlam olup mutasavvıflarla mütekellimleri, bilhassa selef mezhebini müdafaa edenleri muhakeme eder, hep zayıf noktalarım ortaya kor ve kendisi de daha ziyade selef mezhebine meylederdi. Üstad ideal ve rasyonel düşünen, düalist bir filozoftur, idealizmi daima realizmin üstünde görmüştür; geniş düşünceli bir Müslümandır- Hatta «İslâm dini maslahat dinidir, maslahat nassa tekaddüm eder»  dediğine göre muğlak şekildeki dinî meseleleri formüle edebilirdi.. Bundan dolayı tarih öğretmeni Zekâi Konrapa üstada (zamanın imamı âzami) demiştir.. Siyeri Celile-i Nebeviye adlı eserini yazdığı zaman tarihi edyan müderrisi Mahmud Esad efendi üstada «Allah senden razı olsun, ne iyip ettin de bu kitabı yazdın, mevzu hadislere ben bir türlü inanamıyordum, fakat bir şey de söylemiyordum, sem benim müşkülümü hallettin» dediğini babam bizzat bana söylemiştir.. Bazı kimselerin ehemmiyet verdiği (îza fehayyertüm filumuri festeinu min ehlilkubur) cümlesinin aslı olmadığını ve buna karşı  cevap olarak üstad fatiha suresindeki (İyyake na’ büdü ve iyyake inestain)i hatırlatmış ve ancak ' Cenabı Hakk’dan istiane edilir ve ancak ona tapılır.. Ölüden yardım istenmez.. Hatta bazı türbelerin parmaklıklarına bağlanan düğümlü iplerin, türbe örtülerini yüze sürerek öpmenin ve Eyüp türbesindeki ayak izi olan mahale yüzünü, sürmenin katiyen doğru, olmadığını, ölünün ancak ruhuna fatiha okunabileceğini ve hayırla yad edilmesinin doğru olacağını bir çok defalar söylerdi... Babam cidden yüksek teolog kıymetli bir müverrih Arap âlimlerinden zeki mâgamızın tabiriyle arap edebiyatının şarihi idi—
Üstat bünye itibariyle sağlam idi hayatında ancak bir defa tifo gibi bulaşık haslalık geçirmiştir-Ancak 1337 yılında şeker hastalığına tutulmuş ve uzun zaman haftanın belirli günlerinde kardeşim doktor Necmeddinin tavsiyesi üzerine rejim yapmak suretiyle hastalığın ilerlemesine mâni olunurdu.. Bu hastalık onu çalışmaktan alıkoymamıştı-Nihayet ölümünden altı ay evvel dimağına giden şiryanların zafiyeti (Kageksi arteriyel) görüldü... ve 26 aralık 1945 de Kadıköyünde Cevizlikteki evinden Ankara’da bulunan küçük kardeşim Hayrettinin yanma gitti-Orada hastalığı artmış olduğundan kardeşim doktor Necmettin kendisini görmek üzere Ankaraya gitti-. Hastalığının son derece arttığını görünce bana haber verdiler ben alelacele 30 Ocak 1946 Çarşamba günü akşamı İstanbul’dan Ankara’ya hareket ettim Perşembe günü Ankara’ya gittiğim zaman babamı, koma halinde buldum beni tanımadı ve komadan açılmayarak o akşam yani 31 Ocak 1946 Perşembe günü saat 18,30 da hayata veda etti-
CENAZE TÖRENİ
2 Şubat 1946 Cumartesi günü Ankarada Hacı Bayram camiinde namazı kılındıktan sonra büyük bir kalabalıkla ve tabutu el üstünde olarak Hacı Bayram camiinden belediye önüne kadar götürülerek orada cenaze otomobiliyle Cebecide asrı mezarlığa götürülmüş ve 149 numaralı lahide defnedilmiştir..
Cenazede Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, milletvekillerinden Reşat Şemşeddin, Nevzad Ayaş, Emniyet Umum Müdürü Osman Sabri Diyanet İşleri reis muavini Aksekili Ahmet Hamdi, müşavirlerden Yusuf Ziya, Radyo gazetesi muharriri Nurettin Artam, yüksek mühendis Süreyya Serez ve Muhittin Toköz, Nurettin dış ticaret reis muavini Nejat Aytaman, posta telgraf levazım müdürü Hikmet ve daha bir çok zevat hazır bulunmuşlardır... Allah gam ganirahmet eylesin..,
Kaynak: İZMİRLİ İSMAİL HAKKI, Hayatı, eserleri, dinî ve felsefî ilimlerdeki mevkii, jübilesi ve vefatı, Yazan :Celâleddin İZMİRLİ, Hilmi Kitabevi -1946

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar