Print Friendly and PDF

ORHAN SEYFİ ARI –[ 12.12.1918-1992]




Orhan Seyfi Arı
Ali Nesim “Batmayan Eğitim Güneşlerimiz” isimli eserinde Akıncılar Ortaokulu’nda uzun yıllar görev yapan Orhan Seyfi Arı’nın anılarını öyle anlattı:
“1953’te Luricina’ya bir yıl önce açılan ortaokula gönderildim. 1959’a kadar orada kaldım. İlk gittiğimde okulda 30 öğrenci vardı. Ayrıldığımda ise 60–70 öğrenci olmuştu. Köyün Muhtarı Ali Rauf Efendi okulun sürdürülmesi ve kalkınması için çalıştı. Luricina’da o zaman iki bin nüfus vardı. Ancak çocuklarını okula yollamazlardı. Kapı kapı, tarla tarla dolaşıp öğrenci toplardım. Hatta iki üç yıl önce ilkokulu bitirenleri. Fakir çok olduğu için duhuliyeyi ödeyemezlerdi. Bir yardım sandığı kurdum ve okulu sürdürdüm. Akıllı çocuklar vardı. Son ayrıldığımda üç öğretmenlerden ikisi köyden yetişmişti. İlkokula giden çocuklar Türkçe bilirdi. Yaşlılar Rumca konuşmaya devam ederdi. Zaman geldi ki Rumca bilen kalmadı.”
"1953 Baf depreminden dolayı çoluk çocuk hep darda olduğumuz için durum perişandı. Ailemi çadır altında bırakıp Akıncılar’da işe başladım. Yaşamaya alışkın olduğum yerlerden çok farklı bir yerdi burası. Bir an ben, suyu, elektriği olmayan, yollar berbat, ağaçtan, çiçekten yoksun bu köyden ailemle nasıl yaşarım diye düşünürken ideal öğretmen Moreket’in 13 yıl önce bana söylediklerini hatırladım. Böylece oraya gitmemek için yaptığım isyandan mahcup oldum ve büyük bir zevkle çalışmaya koyuldum.
O zaman okuması yazması çok az olan Akıncılar köyünün temiz Anadolu köylüsuünden farksız olduğunu gördüm. Akıncılar köylüsü medeni diye bilinen yerlerdeki pek çok insanın sahip olmadığı güzel hasletlere sahipti. Bu yüzden de çalışmaya güç buldum. Akıncılar köyünde de mesleğimin en tatlı anlarını yaşadım. Çok çalıştığıma ve faydalı olduğuma inanıyorum. Köyden ayrıldıktan 30 yıl sonra dahi ben köyden ayrıldıktan sonra doğanların bile beni tanımaları ve benden bahsetmeleri bunun bir kanıtı olsa gerek. Savaş zamanında vatanı korumak elbette ki şarttır. Fakat barış zamanında vatanı korumanın tek silah okumaktır. Böylelikle Moreket gibi daha soz edilmeyen kaç mücahidimiz var kim bilir. Kıbrıs toplumu elli yıl içerisinde sıfırdan bu mutlu yıllara ulaşmışsa elbet bu isimsiz mücahitler sayesinde olmuştur. Yaşayanlara hürmetler, göçenlere rahmet olsun.”
Resimler ve daha fazla için bakınız:

Küçücük bir tozdum, hep uçmak hevesiyle
Yerden yere gezdim, semaları dolaştım
Tekrar o güzelin bir sıcak busesiyle
Bir damla su olup nice deryalar aştım
Taştan taşa çarptı merhamet uman başım
O varlık içinde sade bendim inleyen
Sayısız yaratıktan bir kabuk yoldaşım
Birkaç zerre kumdu şiirimi dinleyen
Yeter bu tahammül, hayat bu ise bıktım
Yeter, gülümseyen bir hayale aldandım
Varsın hak var olsun, itimadımı yıktım
Yetmez mi yıllardır ummanlarda çalkandım


Ben ne bir şehzade
Ne de bir beyzadeyim
Hep serseri gezerim
Her istekten azadeyim
Cefalı ömrüm geçse de
Sen için ağlamakla
Bir isteğim var sanma
Sana yalvarmakla


Deşme yaramı lâlem
Ne irin ne kan kaldı
Bir yarı canım vardı
Onu da canan aldı.

Cana da rağbetim yok
Halim olsa da beter.
Aşıkım ben ezelden
O ıztırabım yeter.

Canımda kanımda hep
Aşk ile ıztıraptır.
Ne varsa yârdan gayrı
Hep hayal hep seraptır.

Sanmayın bu hayatta
Çektiğim hep cefadır
Aşkımla ıztırabım
Benim için vefadır.

Aşıkı sadık olan
Dünyayı yalan bilir
Aşkın tadını ancak
Bu deryaya dalan bilir


Herkes bir maksat için yaratılmış
Ve işini alan almış
Bana da hep seni beklemek kalmış
Aşkınla geçen bir ömür, ömür boyu süren bir rûya
Çok sayılmaz gerçi
Senin için doğmuş, senin için yaşamışım gûya


Daha doğmadın ufkuma
Hayat buz kadar soğuktur
Gül bahcendir gerçi gönlüm
Onda açan gül soluktur

Ne de çok sevmiştim seni
Senin de bildiğin gibi
Yine bana yar olmadın
Önce söz verdiğin gibi

Kalbimde yer yok kimseye
Senin de bildiğin gibi
Orda hep seni sakladım
Tıpkı gizli bir din gibi



Yıllardır ağlarım
Hiç de kâr etmedi
Seni cezbetmeye
Bir ömür yetmedi


Bir ömür boyunca düşündüm
Düşündüm derin derin
Ve anladım ki artık, senin
Aşktır en büyük eserin
Bu dünyada seni sevmeyen sana asıdır
Vadettiğin cennet bile aşk ve şarap deryasıdır
Günahkâr bir kulunum, beni dünyadan kovacaksan kov Allahım
Yeter ki son nefesimde beni şarap çömleğinde boğ Allahım


Tabiatın uyandığı, gönüllerin kandığı, bir Nisandı
Benim de içimde sevmek hevesi uyandı
Görmeden bildiğim, bilmeden sevdiğim
Birisine gönlüm yandı.

Ne melekti o, ne peri, güzellikte onlardan çok ileri,
Hep gönüllerde imiş onun yeri.
Yıllardır bekledim durdum,
Gece gündüz ona tuzak kurdum.

Bir gece sabaha kadar göz yaşlarımla kalbimi yıkadım
Ve aşıklar listesinde yokken adım
O sevgili dayanamadı o gecenin heyecanına
Ve bir anda çekip götürdü beni yanına.


Dün gece gizlice mezarını açtım
Ve uyandıramayınca seni
Bir seyrini edip kaçtım
Saçların aynı siyah saçlar, gözlerin gene siyah gözlerdi
Eskisinden farksızdı her şeyin
Tek eksiğin
Beni aşka çağıran o sihirli sözlerdi
Heyhat!.. Bilirim!
Anladım ki artık, ne sen dirilebilirsin
Ne ben ölebilirim
Ancak, nasıl ki gönlümü
Kafamı da sana vererek seninle bölebilirim


”Bu dünyada ben O'nun için ne mi yaptım. Her vesileyle
gönlünü alıp o çok sevdiği tasavvuf şiirlerinden en
güzellerini okuyarak mistik gönlünü coşturdum, o kadar....”
Var, Var.. Yok, Yok
Bir, varmış; bir, yokmuş
Bu varlıkta olmayan şey yokmuş:
Kulağa gelen bütün sesler, işitilmeyen bütün nefesler
Gözün aldığı bütün renkler, onlardaki ahenkler
Açan çiçekler, uçuşan kuşlar, böcekler
Bütün ötüşler ve nağmeler, ağlayışlar, melemeler
Bütün kahkahalar, yaşlar
Bütün yalvarışlar, döğüşler, yarışlar
İyi, kötü, bütün bakışlar
Hele aşkta boğulup ateşte yanışlar
Ekmeden biçen, doymadan içen
Ölümü hayata dönüştüren düşünen ve düşündüren...
Amma, bunlar, bunlardan evvelkiler
Ve bunlardan sonrakiler
Her ne ki var
‘Hep, hep, bir yokluğa dollar ’
Cünkü:
Dünkü,
Bugünkü,
Ve gelecek
Büyük gerçek,
Dünyalar ve dünyan,
Dünyanın özeti insan,
İnsanın mayası,
O’nun her icadı,
‘Hep, hep.. kendi aynası ’
Bir, varmış; bir, yokmuş
İşte ‘var ’ ve ‘yok ’
Birbirinden ne ayrı, ne az, ne çok!
Yani yokluk yokmuş


Mistik kişi, mistik kişi
Hayal bildiği bu âlemde yok oun işi
Ne şan şeref, ne altın gümüş kaygusu
Kendi emrindedir beş dugusu
Ne korkusu olur ne de kederi
Aranızda yaşıyor gerçi, arşıâlemdir onun yeri
Madde eşittir sıfır onun yüksek katında
Lastik bir toptur dünya ayağının altında
Bir avucunda güneş bir avucunda ay
Ölmekte dirilmekte onun için çok kolay
Kader kılıcının ne kabzasıdır ne kınıdır
O, onu kuşananın en yakınıdır
Ne habercidir ne o haberdir
Her zaman için o her ikisi ile beraberdir
Beş parmağındaki beş anahtar
Mistik âleminin yetmiş bin kapısını açar
Mistik kişi kendi âlemini altıncı bir hisle bilir
Ne mekân darlığı ne zamanın sağırlığı onu ezebilir
Kuşatmaz onu demir parmaklık, beton duvar
Onun için hakiki özgürlük, hakiki mutluluk var

Bir sevdalının buse çalışı gibi
Sevdanın kalbe çöküp kalışı gibi
Bir güzelin şeytana aldanışı gibi
Sönmeyen aşkımın sinemi yakışı gibi
Bir âlem var içimde
Bir bahar sabahı goncaların uyanışı gibi
Körpe gönüllerde sevdanın yanışı gibi
Bir yaz gecesi suların hazin akışı gibi
Bir ceylân gözlünün masum bakışı gibi
Dalgalanır gönlüm her biçimde

Kaynak: Orhan Seyfi Arı, Gönülden Çizgiler


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar