PEDAGOJİ TARİHİ BİZE NE ÖĞRETEBİLİYOR?
Bugünkü pedagoji düşüncelerinin
kaynaklarını bulabilmek için eski Yunanlılara kadar uzanmak gerekiyor. Gerçi
Yunanlılar eğitimin psikolojisi üzerine zengin düşünceler bırakmış değillerdir.
Onların eğitim düşünceleri daha çok sosyâl nitelik taşır. Bu düşüncelerinde
bazen ülkücü, bazen gerçekçi oldular. Eflâtun, Aristo ideâl siteler düşündüler. Ancak, eğitim üzerine
zamanımıza kadar yaşayabilecek gerçekler bırakmadılar.
Orta-zaman pedagojisi de öyle. O da bugüne
kadar yaşayabilecek pedagoji bilgisi yaratamadı. Bu çağ, insanlara bazı eğitim
saplantıları kazandırmıştır, o kadar! Bu saplantılardan biri şudur: Çocuğun kafası bir vazo gibidir.
Onun için doldurabilirsiniz. Çocuğun ruhu bir table rase, bir karatahtadır.
Onun üzerine ne isterseniz yazabilirsiniz. Çocuk kendini yetiştiren insanın
etkisi altındadır. Onu istediğiniz gibi yoğurabilirsiniz.
Rönesans devri pedagoji için bir uyanma,
bir kalkınma devridir. Bu devrin düşünürleri kendilerini yunan, lâtin
ideolojisinde bulmuşlardır. Bu devirde Montaigne ile Rabelais insanlara
yepyeni eğitim gerçekleri öğretiyorlar. Montaigne’e göre çocuğun
kafası bir vazo değildir. Bu kafa tıpkı mide gibidir. Aldığım alır, almadığım
almaz. Aldığını sindirmek için de bir zaman ister. Montaigne işte bu
benzetişle, bu anlayışla Orta zaman’ın katı eğitim anlayışını yumuşatmış, bunun
yerine gerçeğe oldukça uygun olan sindirim hayalini koymuştur.
Rabelais, o da Rönesans’ın büyük
devrimcilerinden biridir. Yarattığı masal devlerini yaşatarak Ortaçağ’ın iskolastik
anlayışını yıkar. Rabelais insanı et, kemik, hem de bir bütün olarak anlar. Ona
göre insan ağaç gibidir. Kökleri Tûbâ Ağacı gibi havada değil, kanda, kemiktedir.
Onun
masalının kahramanı olan Gargantua hem
Ortaçağ hem de Rönesans kişiliği taşıyan yamalı bir kişiliktir. Pantagruel ile
Frere Jean ise Rönesans insanlarıdır. Rabelais pedagojide gerçekçiliğin ilk
göstericisi olmuştur.
XV. inci yüzyılda pedagog Rousseau ortaya
çıkıyor. İnsanları tabiata dönmiye çağırıyor. Çocukları eğitmek istiyorsanız
tabiatı incelemekle işe başlayın diyor. Emile adlı şaheserinde ilk olarak eğitimin felsefesini yapıyor.
Ona göre eğitimin amacı homme naturel, tabiî adamdır. Rausseau’nun bu tabiî
adamı adam değildir. İnsanın tabiatı demektir. Eğitim işte bu insan tabiatına
uygun olmalıdır. İnsan her yerde birdir, hep bir olan tabiatı taşır. Eğitim
işte bu değişmeyen tabiatın üzerine kurulmalıdır. İnsanın tabiatı eğitim
ağacının yabanisidir. Eğitim bu yabani üzerine aşılanacaktır. Yabanisi ne
kadar sağlam olursa aşının kendisi de o kadar sağlam olacaktır. Pedogaji
tarihinde ilk olarak tabiatı incelemekle işe başlanmasını isteyen, böylelikle
pedagoji düşüncelerine bilim katan işte bu insandır. Rousseau, eski
Yunanlılardan, Rönesans’tan beri akıp gelen pedagoji ırmaklarını kendinde toplayan
büyük bir göldür. Bu gölde bütün ırmaklar biri birine karışır, göl suyu olur.
İşte Rousseau’nun pedagoji yapısını meydana
getirmek için kullandığı gereç, benzetme, yansıma değil, doğrudan doğruya
eğitim konusu olan çocuğun kendisini incelemedir. Rousseau, çocuğu, çocuğun
kendisini tanımakla işe başlamıştır. Rousseau’nun pedagojisindeki yaratıcılık
da sezgilerini fizik, fizyolojik âlemden alacak yerde, doğrudan doğruya çocuğun
kendisinden, çocuğun ruhundan almasındandır. Rousseau böylelikle gerçekçi bir
pedagojinin temellerini atabilmiştir.
Tabiatı sevmek, tabiatı
saymak, tabiatın iyi olduğuna inanmak, tabiatın işine karışmamak, tabiatın gelişmesini
istemek, gelişmesinin engellerini ortadan kaldırmak, işte Rousseau’nun
pedagojisini üzerine kurduğu temeller bunlardır.
Rousseau tabiatın oluşunu bozan bütün
karışmaları ortadan kaldırıyor. Çocuğu kendi tabiatının oluşuna, gidişine
bırakıyor. Böylelikle kendi kendine işleyen, kendi kendine oluşan, kendi
kendine evrilen bir eğitimin temelini atmış oluyor. Bu eğitim, tabiî eğitim
dediği eğitimdir.
Rousseau’ya göre tabiatın işine
karışmamalıdır. Çünkü tabiat gelişmesinin bütün şartlarını kendinde taşır. Ona
dışarıdan yardım etmek istemez. Onu oluşunda kendi başına bırakmalıdır.
Tabiata karşı davranışımız yalnız onu sevmek, yalnız onu saymak olmalıdır.
Rousseau’ya göre çocuk kendi tabiatının
öğrencisi olmalıdır. Çocuğun bocalamaları, emeklemeleri büyük bir evrim, büyük
bir eğitim değeri taşır. Bu bocalamalar,, bu emeklemeler yalnız düşüncenin,
öğrenmenin değil, işlemenin, yaratmanın da öğreticisidir.
Hürlük gibi zorunluk da
Rousseau’nun eğitim ilkelerinden biridir. Rousseau’ya göre
insanın, çocuğun hürlüğü başı boş olan bir hürlük değildir. İnsan olsun, çocuk
olsun, hem kendi tabiatı, hem de kendini çeviren tabiatın zorunlukları ile
karşı karşıyadır. Bu zorunluklara boyun eğmek zorundadır. Bu zorunluklar
çocukta bir takım acılar, sıkıntılar yaratacaktır. İnsan bütün bu acılara,
sıkıntılara katlanmak zorundadır. Yoksa yaşayamaz. Hür, kendi başına buyruk
olarak yaşamak gibi tabiatın kanunlarına boyun eğmenin de bir tadı vardır. İşte
Rousseau’daki hürcülük başı boş bir hürcülük değil, tabiat kanunları ile
sınırlanmış olan bir hürcülük tür.
Çocuk büyük insan
değildir.
Çocukluk çağının kendine göre hürlükleri, zorunlukları vardır. Çocuk her devrini
bütün hürlükleri, bütün zorunlukları ile yaşamalıdır. Çocuğun vaktinden
önce adam olmasını istemek zararlıdır. Çocuk kendi devrine yakışan
olgunlukları edinmelidir. Çocuklara karşı çocukların yaşma göre davranmalıdır.
Rousseau bu düşüncesini bir paradoks ile açıklamıştır: Eğitimin kuralı vakit
kazanmak değil, vakit kaybetmektir demiştir. Çünkü Rousseau’daki eğitim hayali
bir aşı hayalidir. Eğitim yabani üzerine vurulan ehlî bir aşıdır. Bu yabani ne
kadar sağlam olursa üzerine vurulan ehlî aşı da o denli sağlam olur.
Rousseau’ya göre hayvanlarda olduğu gibi
toplum nedir bilmeyen, yalnız başına yaşayan, fizik çevreden başka çevresi
olmayan tabiî insanda fizik isteklerinden başka istekler yoktur. Tabiî insan
bu isteklerini doğuracak olan araçları tabiat çevresinde bulur. Bunlardan,
başkasını da istemez. Bu istekleri aramaz da. Bu istekleri artıracak olan
muhayyile tabiî insanda yoktur. Tabiî insanın bu durumu mutluluğun kendisidir.
Çünkü sürünme isteklerle yetiler arasındaki denksizlikten ileri gelir. Yetileri
isteklerini karşılayabilenler tabiîdir. Çünkü sürünme nedir bilmezler. Bu
yaratıkların gücü bu denlilikten doğar. İnsandaki yetiler ise
hayvanlardakinden çok artıktır. Bu artıklık insanın felâketine sebep olur.
Muhayyile işe karışınca bu yetiler çalışmaya başlar. Böylece yetilerle araçlar
arasındaki denlilik bozulur. İstekler kabarır. Bunun da sonu acı, şaşkınlık
olur. Bu felâketten kurtulmak için ne yapmalı? İsteklerin artık olanlarını yok
etmeli. Böylelikle isteklerle yetiler arasında denklilik sağlanmış olur. Bu
durum tabiî adamın mutluluk durumudur.
Çocukta bu denklilik yoktur. Çocuk
yoksun, arık olarak dünyaya gelir.
Kendinde olmayan her şeyi eğitimle alır. İnsanın çocukluk durumu güçsüzlük,
yetisizlik durumudur. Çocuk istekleri ile yetileri arasında denklilik olmayan
bir yaratıktır. Onun için çocuk gerçi tabiî olan bir yaratıktır. Ancak,
Rousseau’nun düşündüğü tabiî adamın kendisi değildir.
İsteklerini azaltmak mı? Bu doğru değildir.
Böyle olunca çocuk insan soyunun yaşayışından tam olarak yararlanamayacaktır.
Yetilerinin artık olanlarını atmak da olmaz. Çünkü çocuk yetisizdir. Yapılacak
olan yalnız şudur: Çocuğu bütün isteklerini, doyurmakta büsbütün serbest
bırakmak.
Rousseau’ya göre
eğitimin beşinci ilkesi karışmazlıktır. Tabiatın işine karışmamalıdır. Çocuğun
yoluyla oluşup gelişmesine engel olan nedir? İnsanın karışması, tabiatın işini
bozması! Çocuğun bu hürlüğünü yok eden insandır. Çocuğun eşyanın zorunlukları
ile karşılaşmasına engel olan da insandır. Çocuğa acı, sıkıntı çekme yerine
yorgunluğu, korkuyu öğreten de insandır. Organlarının, güçlerinin dilediği
gibi gelişmesini önliyen yine bu insandır. Öyleyse, bundan önceki ilkelerin
bir sonucu olarak ortaya konulacak ilke, şu olabilir: Tabiatın işine
karışmamak!
Bu karışmazlığın yerinde olduğunu gösteren
gerçekler nelerdir? Bir kere tabiat kendine yeticidir. Tabiat kendinden başka
hiçbir varlığı gereksemez. Sonra insan hayatının en tehlikeli devri, doğumdan on iki yaşına
kadar olan kısımdır. Sapkınlıkların,
yamuklukların çimlendiği, yetiştiği devir, bu devirdir. Bunlar bir kere
kökleşti mi artık söküp atmak elden gelmez. Onun için bu devirde eğitim,
toplumun etkileri dışında kalmalıdır. Çocuk, adam olmadan önce, bir hayvan olmalıdır.
Bu devirde insan yavrusu olgun bir adam
olamaz. Ancak olgun bir hayvan olabilir. Onun için çocuk, toplumla illintisi
olan her şeyden uzak bulundurulmalıdır. Çünkü henüz bu gibi şeyleri
anlayabilecek yaşta değildir. Bu türlü eğitim gerçi erdemleri öğretmez. Ancak,
içi kötülüklerden, kafayı da yanlışlardan korur.
Çocuk toplum hayatından
niçin uzaklaştırılmalıdır?
Bir kere toplum oluşu tabiat oluşundan başkadır. Hattâ olmakta olan
toplumlardaki oluş, tabiattaki oluşun karşıtıdır. Aile, okul, meslek hep birer
toplum çevresidir. Çocuk bütün bu çevrelerden uzaklaştırılmalıdır. Emile’in
eğitiminden din de uzaklaştırılmalıdır. Çünkü bu eğitimi alabilecek yaşta
değildir. Bilimi de uzaklaştırmalıdır. Kitapları da uzaklaştırmalıdır. Çünkü
kitaplar insanlara bilmedikleri şeylerden söz açarlar. Emile yalnız bunlardan
değil, bunların ruhlarda bıraktıkları kalıntılardan da uzaklaştırılmalıdır. Çünkü
alışkanlık makineliktir, hürlüğü sınırlar, bilinci paslandırır. Alışkanlık
tabiat olur da asıl tabiatın yerine geçer. Onun için Emile, alışma nedir
bilmemelidir. Emile’in kazanacağı tek itiyat, itiyatsızlıktır.
Bu eğitimin verilebileceği
çevre nedir?
Çocuğu ay küresine mi götürmeli, yoksa boş
bir adaya mı? İkisi de elde değil. Rousseau’nun bu eğitim prensibi saltık bir
prensip değildir. O, bu prensibin her yerde uygulanabileceğini ileri sürmüyor.
Rousseau, bu teorisinin uygulanmaktaki güçlüğünü de biliyor. Onun bu teori ile
yapmak istediği, yalnız bir yol göstermektir. Bu yoldan amaca ne kadar
yaklaşılabilirse, o kadar başarı elde edilmiş olur. Onun için bu eğitimin
çevresi olarak şehirleri değil, köyleri seçiyor. Çünkü
köyde eğiticinin yetkesi en yüksek kerteyi bulacaktır. Böylece çocuk, toplumun
etkilerinden kurtulacak, yalnız tabiatın, eşyanın etkisi altında kalacaktır. Böylelikle çocuk, birçok
duyular, deneçler kazanacak, toplum içinde yaşamakla, bilim eğitimi almamakla
birlikte hem toplum içinde yaşamaya, hem de bilim edinmiye dolayısıyla hazırlanmış
olacaktır. Rousseau bu eğitimde Emile’i insanların etkisinden uzaklaştırmakla
birlikte, eğiticinin rolünü de kabul ediyor. Ancak, bu rol doğrudan doğruya
değil, dolayısıyla olacaktır. Eğitici eşyanın arkasına gizlenecek, eşya gibi
etki yapacaktır.
Rousseau’nun bütün bu
prensipleri tabiî adamı dediği organik, fizyolojik adamı yetiştirmeye yarar.
Eğitimin bütün amacı bu mudur?
Gerçi eğitim bu gerçeğin gelişmesidir.
Ancak, eğitimin bütün amacı bu gelişme midir? Rousseau’ya göre tabu eğitim
herşey değil, yalnız bir evredir, daha doğrusu bir temeldir. Çocuk toplum
içinde yaşayacaktır. Rousseau da pedagojisini hayvanlar için değil,
insanlar için yazmıştır. Çocuğun sosyâl bir çevreye uyarlanması gerektir.
Çocuğun alacağı eğitim ister istemez sosyâl bir eğitim olacaktır. Ancak, bu
sosyâl eğitim herhangi sosyâl eğitim olmayacak, tabiî olan, tabiî eğitim
şartlarına uygun olan bir sosyâl eğitim olacaktır. Bu sosyâl eğitimin
prensipleri yine tabiî eğitiminkiler olacaktır.
Rousseau
gibi bir dehayı yetiştirmek her milletin, her yüzyılın işi değildir. Rousseau’dan sonra
gelenler, onun ne sezgisini, ne de tümleme gücünü taşımadılar. Rousseau gölü
taşınca kollara ayrıldı. Herbiri bir yana akmaya başladı. Böylece
Rousseau’culuk yirminci yüz yılın pedagoji ülkelerine kadar yayıldıkça yayıldı.
Kant, Pestalezzi, Froebel, Tolstoy, John Dewey, Montessori hep o kaynaktan
geldiler. Ancak, hiçbiri onun gibi diri
genç kalamadı.
Kant pedagoji tarihinde disiplinin,
baskının en büyük örnekcisidir. Kant’a göre akıl yönetmeli, duygu da ona boyun
eğmelidir. Ceza eğitimin aracıdır. İnsan ancak böylelikle olgunlaşabilir.
Kant’ın baskıdan anladığı tabiatı zorlamaktan başka birşey değildir. Kant’ın pedagojisinde
bu zorlama ilk günlerden başlar. Onun için Kant, eğitim aracı olarak oyunu
değil, cezayı kullanır.
Kant baskısız eğitim
olamayacağına inanır. Yanlış değil. Toplum
olmasaydı da insan kendi başına kalsaydı, eğitim olmayacaktı. Ancak, baskıdan
baskıya fark vardır. Hangi baskı?
İnsanı
isteklerinin tersine zorlayan baskı mı, yoksa hür olarak benimsenen baskı mı?
Birincisi insanı bozar. İkinci baskı insanı yamultmaz. Baskının bu türlüsü hem
zorlayıcı, hem de çekicidir.
Kant, Rousseau’nun bir artçısı olarak da
gösterilebilir. Ancak, yakından incelenince görülecektir ki bu iki düşünürün
düşünceleri arasında bir hayli ayrılık vardır. Rousseau hürlükten yanadır.
Ancak, disipline düzene karşı değildir. Endurcissement, [sertleştirme
duygusuzlaşma; duygusuzluk] onun bir yolda mıdır? Zaruret, zorunluk onun eğitim
ilkelerinden biridir. Rousseau Emile’e hem hürlüğün tadını, hem de
yoksunluğun acısını tattırır. Rousseau hep iyi olan tabiatın hem hürlükle, hem
de düzenle gelişebileceğine inanırken, Kant bu tabiatın yalnız baskı ile,
zorla gelişebileceğine inanır. Rousseau’ya göre iyilik tabiattan gelir. Kant’a
göre iyilik dışarıdan gelir.
İşte Kant, Rousseau’nun yalnız sertlik
yanını almış, bununla yetinmiştir. Kant’m pedagojisi hürlük pedagoji değil,
yalnız düzen pedagojisidir. Bu düzen de Rousseau’daki düzen değil, baskının
kendisidir. Bu baskı aklı sağlayacak, gönül de ona boyun eğecektir.
Pestalozzi, Rousseau’nun
manevî öğrencisidir. Pestalozzi
de Rousseau gibi tabiatadır. Pestalozzi de, Rousseau gibi tabiat kanunlarına
boyun eğer. Rousseau’suz Pestalozzi anlaşılamaz. Pestalozzi’nin Rousseau’dan aldıkları
vardır. Pestalozzi’de Rousseau ile bağdaşamıyan anlayışlar da vardır.
Pestalozzi’nin pedagoji tarihine yaptığı
büyük hizmet, Rousseau’nun hürlük ilkesini bir örnekle açıklamasıdır.
Rousseau’nun anladığı evrim içeriden dışarıya doğru olan hür bir evrimdir.
Rousseau ilkelerinin en temelli, en önemli olanıdır. İşte
Pestalozzi bu ilkeyi bitki hayaliyle açıklamaktadır.
Pestalozzi’ye göre
çocuk, bir tohum gibidir. Önce yeşerir. Sonra gövde olur. Sonra dal, yan dallar
olur. Sonra tomurcuklar olur. Sonra bu tomurcuklar yaprak, çiçek olur. Sonra
çiçekler, yemişler olur. En sonra da bu yemişler olgunlaşır. Bitkilerin evrimi
organik bir evrimdir. Çocuğun evrimi de tıpkı bitkilerin evrimi gibidir.
Çocuğun evrimi bitkilerin evrimi gibi içeriden dışarıya doğru olan hür bir
evrimdir.
Böylelikle Pestalozzi XVI’ncı yüzyılda Montaigne’in bu evrim için kullandığı
mide, sindirim hayali yerine, bu bitki, bitme hayalini koymuştur.
Pestalozzi’de hiçbir eğitim düşüncesi
yoktur ki bu bitki, bitme, yetişme hayalinden esinlenmiş olmasın. Pestalozzi
böylelikle Rousseau’nun ana ilkesini, hürriyet ilkesini benimsemiş oluyor.
Pestalozzi’nin Rousseau’ya uymıyan yanı
şudur: Pestalozzi evrimin yalnız içeriden dışarıya doğru olacağını değil,
yavaş yavaş, adım adım, basamak basamak, parça parça olacağına da inanıyor.
Evrimde akla, mantığa büyük önem veriyor. Öğretimin yalından bileşiğe,
bilinenden bilinmeyene, soyuttan somuta, parçadan bütüne doğru olacağına da
inanıyor. Böylece intellektçi, parçacı bir pedagoji meydana getiriyor.
Fakat, bu tedriç, bu intizam hayatta var
mıdır? Tekâmül nazariyelerinin tatbikinde görüldüğü üzere, hayat yaratıcı bir
kudrettir. Tedriçten ziyade yenilik, ansızlık mevzuudur. Çocuğun tekâmülünü
derece ve dizi hayaline hapsetmek tekâmülü anlamamaktır. Hayatta sıçratıcı,
şaşırtıcı anlar vardır. Tekâmülü intizamla takyit edecek yerde, intizamı
tekâmüle tabi kılmak en âkilâne bir harekettir.
Pestalozzi’yi bu çıkmaz yola saptıran yine
Rousseau’dur. Çünkü Rousseau Emile’de eğitimi devrelere ayırmıştır. Ancak, bu
ayrılık düşüncesinin Rousseau’ nun felsefesi iJe doğrudan doğruya ilintisi
yoktur. Öyle seziyorum ki Rousseau’nun bu düşüncesi, tabiata karşı duyduğu
sonsuz hayranlığın doğurduğu bir sürgüden başka bir şey değildir. Çünkü
Rousseau’nun eğitim felsefesini tüm olarak aldığımız zaman, görüyoruz ki bu
felsefe aşamalı bir evrim felsefesi değil, yaratıcılığa, sezgiye, orijinalliğe
dayanan canlı bir felsefedir. İşte Pestalozzi, Rousseau’da bir asalak niteliği
taşıyan bu aşamalı evrim düşüncesine asılarak çocuğun evrimini katı, kesin
aşamalara parçalamıştır.
Pestalozzi’den
sonra dünya çapında bir pedagog daha yetişti. Bu pedagog Froebel’dir. Bu adam, mistik bir
feylesoftur. Froebel eğitim anlayışı ile Rousseau’dan
sonra gelen en büyük eğitimcidir.
Froebel, Pestalozzi’de
katılaşan hürriyet ilkesini yeniden ele alıyor, onu canlandırıyor. Froebel
insanı ağaca değil, Allah’a benzetiyor. Allah’ın en büyük sıfatı
yaratıcılıktır. Onun
için Froebel, Pestalozzi’deki aşamalı evrim anlayışını kaldırıp, bunun yerine
yaratıcılığı koyuyor. İnsanın, Pestalozzi’nin anladığı gibi, yavaş yavaş,
basamak basamak, adım adım değil, kendini yarata yarata evrilebileceğine
inanıyor. Froebel’e göre çocuk, en büyük yaratıcılığım oyunda gösterir. Onun
için Froebel’e göre çocuk eğitiminin usulü oyundur.
Froebel çocuğu fidana, eğiticiyi bahçıvana,
okulu da bahçeye benzetir. Onun Kindergarten’ı bahçeli o kul, okul bahçesi
değil, çocuk fidanının içinde yetişeceği bir eğitim bahçesi, bir eğitim
çevresidir.
Ne yazık ki eğitim felsefesinde bu kadar
ileri giden bu mistik feylesof, eğitim uygulamasında başarı gösteremedi. O da
üstadı Pestalozzi gibi sapıttı. Akılcılığa, mantıkçılığa, analizciliğe kapıldı
durdu. Froebel verileri denilen eğitim araçları geometri eğitiminden başka bir
şey değildi.
Rousseau gölünün kurumak
bilmeyen, coşkun ırmaklarından biri de Tolstoy’dur. Tolstoy
XX nci yüzyılda Rousseau’yu ne Pestalozzi’de, ne de Froebel’de olmıyan bir
anlayışla, bütün gerçekleri ile açıklamıştır. Tolstoy, Rousseau’daki
evrim atılımının en canlı, en yaratıcı evresidir. Tolstoy, Rousseau’daki
hürlükcülüğü sonuna kadar açıklamaya çabalamıştır. Böylelikle eğitimde parça
yerine bütünü, zorlama yerine sindirmeyi, sınav yerine evrimi, toplumun
kanunları yerine çocuğun isteklerini, görenekler yerine gelenekleri koymak
istiyor.
Tolstoy’un pedagojisi hür, yaratıcı bir
eğitim işleminin en önemli evresi olan ilk evresini aydınlatmak istiyor. Tolstoy’un
anlayışına göre bu ilk evre den, düzen değil, anarşidir. Eğitim düzenle değil,
anarşi ile başlar, denle, düzenle sona erer. Çocukta yürüme, konuşma,
düşünme, yapma, yaratma hep anarşi ile başlar. Denle, düzenle sona erer.
Anarşi evrimin yaratıcı kaynağıdır. Anarşisiz hiçbir eğitim, hiçbir evrim
olmaz. İşte pedagogların anlamadığı bir gerçek!
Tolstoy’un pedagojisine göre çocuk, hür
olan kişiliğini ancak kendi kendine edinebilir. Çünkü organik tabiatın
iştihaları olduğu gibi, psikolojik tabiatın da iştiyakları, özlemleri vardır.
İştihaların kaynağı gövdedir. İnsan karnının acıktığını başkalarından
öğrenmez. Ne zaman acıkırsa o zaman yer. İştiyaklar, özlemler, istekler için
de böyledir. Çocuk ne zaman isterse o zaman çalışır. Ne zaman isterse o zaman
öğrenir. Çocuk iştiyaklarını, özlemlerini, isteklerini başkalarından öğrenmez,
bütün bunları kendi kendine edinir.
Tolstoy’a
göre anarşi, eğitimin amacı değil, yalnız başlangıcı, yolu, yoldamı (usûl)dır.
Tolstoy’un düşüncesi doğrudur. Tolstoy’un pedagojisinde karanlık kalan nokta,
iştihaların, özlemlerin, isteklerin hangi kaynaktan geldiğidir. Bunlar iştihalar gibi
biyolojik kaynaklardan gelmez. Bunlar sosyâl çevrede yaşıyan, sosyâl etkileri o
lan sosyâl kuvvetlerdir. Toplum yaşayışı olmadıkça bu iştiyaklar, özlemler,
istekler de olmaz. Çocukta öğrenme, olgunlaşma, evrilme isteği ise, iştihalar
gibi, kendi kendine doğmazlar, dışarıdan gelirler. Onun için bunların kendi
kendilerine var olmasını bekleyecek yerde, onları var edecek olan çevreleri,
çevre şartlarını sağlamak ister. Çocuk böyle bir sosyâl çevre içinde yaşatılmalıdır.
İşte Tolstoy’un pedagojisinde karanlık kalan çok önemli nokta budur.
Amerika’da
William James adında bir psikolog çıkıyor. Bu adam pragmatisttir, eylemcidir. Ruh âleminde bütün
yaratıcılığı pragmada, aksiyonda, eylemde bulur. Bu eylemi, aklın, gönülün,
istemin kaynağı olarak anlar. Bu eylemci psikolog ellerle yapılan işlerin, insanın
tinsel oluşunda büyük rolü olduğunu ileri sürdü. Elişleri eğitimi alan yeni
nesil dimağının dokumu bambaşka olacaktır diyor. Oysaki William James de bütün
activiste’ler, eylemciler gibi işe, işçiliğe, sosyâl işlerliğe, değil, yalnız
psikolojik, konusuz, soyuk, verimsiz işlerliğe inanıyordu.
Amerikalı John Dewey yeni
pedagoglar arasında üzerinde en çok durulacak olan bir insandır. Ona gelinceye dek
hiçbir eğitimci eğitimin sosyâl yanı, yönü ile onun kadar yakından
ilgilenmemiştir. Dewey, okulun topluma, toplumun okula girmesini istiyor.
Teori alanında bu denli olumlu görünen Dewey pedagojisini uygulama alanında
randımanını tam olarak veremiyor, aksıyor.
Dewey elişi derslerini ele alıyor. Çocuğun
evrimi ile insanlığın evrimi paralel olduğuna inanıyor. Ağaç, mutfak, dokuma,
terzilik, bahçe işlerini ele alıyor. Bu işleri ilkel şekillerinden başlatıp en
ileri, en yeni şekillerine kadar çocuklara yaptırıyor. Bu işler hep alâka
merkezleri, ilgi ortamları oluyor. Bu ortamlar ile bilgiler veriliyor.
Şimdi bu büyük pedagogun
bazı aksaklıkları üzerinde durabiliriz.
Bir kere teknik işlerin tarihteki evrimi
üzerinde çalıştırmak yalnız tarih bilgisi bakımından yararlı olabilir. Bunun
eğitimle doğrudan doğruya ilintisi yoktur. Batılıların sosyâl sistem adını
verdikleri bu pedagojinin sosyâlliği yalnız konularındadır, pedagojisinde
eğitme tekniğinde değildir. Pedagoji sistemlerini sosyâl yapan, konuları
değil, çocuğun sosyâl bir insan olarak yetişmesini sağlayan sosyâl şartlardır:
Yetişmesi istenilen, çocuğun edinmesi gerekli olan sosyâl kişilik, çocuğun
yetişmesini sağlıyacak olan sosyâl çevre, bu çevre içinde sosyâl kişiliğin
doğmasını sağlıyacak olan sosyâl çalışma, böyle bir çalışmanın vereceği
ekonomik, estetik, teknik, herhangi sosyâl değer taşıyan sosyâl bir randıman,
çocuğun bu randımanını sağlayacak olan başlatıcı, alıştırıcı emeklemeler,
denemeler. İşte bütün bu şartlar olmadıkça kurulan, kurulacak olan
sistemler sosyâl pedagoji sistemleri olamaz. Ateşi ilk bulan insanın işini
tekrarlama, sosyâlleşmek durumunda olan XX nci yüzyıl insanının ne işine yarar?
İçinde
yaşadığımız yüzyılın dikkate değer eğitimcilerinden biri de İtalyalı
Mautessori’dir. Bu
kadında zengin bir evrim sezgisi vardır. Bergson’cudur, yaratıcı bir evrim
pedagojisi yapmak istemiştir. Froebel’deki pedagoji sezgisini daha kolay, daha
açık uygulanabilir bir şekilde yorumlamıştır. Şu güzel düşünce onundur: Kertenkelenin,
kuşun tabiî bir çevresi var da, insan yavrusunun olmaz olur mu? Çocuğun da
tabiî bir çevresi olmak gerek. Bu çevre, Case dei Bambini olabilir. Burası
miniminilerin yuvası olacaktır. Çocuklar burada yaşı yacaklar, burada
gelişecekler, burada adam olacaklardır. Ne yazık ki olmuyor. Çünkü Montessori,
kurduğu yuvada Pestalozzi, Froebel göreneğine saplanıyor. Miniminilerin kişiliklerini
yaratacağına inanıyor. Çocukların gözlerini bağlıyor, kumaş parçalarını
yoklatıyor, takozları birbirinin içine sokturuyor, tek ayak üzeri durduruyor,
iki dakika susmaya zorluyor! İşte o zengin eğitim felsefesinden sonra uygulama
alanında kötürüm olan, sürünen Montessori pedagojisi!
Üzerinde
tekrar tekrar durulması gereken önemli bir nokta da şudur:
Bütün bu eğitimciler zengin sezgiler
taşımakla birlikte, eğitim gerçeğine tam olarak el koymuş değildirler. Çünkü bu
eğitimciler hürlük, işlerlik, kişilik sözlerini söylemekle birlikte, bu
konuların sosyal yüzünü incelemiş, aydınlatmış değildirler. Eğitim konusunu
sosyoloji metodları ile incelemeyi düşünmemişlerdir. Onun için eğitimin
uygulama alanından elleri, boş olarak çıkıyorlar! Bu eğitimcilerin hareket
noktası sosyâl kişilik olmak gerekirken, onlar tek insanın psikolojisini
hareket noktası olarak alıyorlar. Eğitim problemlerini sosyopsikoloji ile
açıklamıya çalışacak yerde, biyopsikoloji ile açıklamaya yelteniyorlar. Bütün
bu eğitimciler, çocuğun hür olarak, kendi kendine çalışmasını, yaratmasını
istemişler, yarattıramamışlardır. Çünkü çalışmaların sosyâl amacını, çevresini,
tekniğini, randımanını bir türlü düşünememişlerdir. Onun için yeni pedagoji,
kökleri havada olan bir pedagojidir. Eskisinden de farklı değildir. İki
pedagojinin de yetiştirdiği insanlar, toplumun ne kültür, ne de teknik çevrelerine
uymayan beceriksiz, aksak insanlardır. Gerçeklere el koymayan, onları
yalnız sezen, sezmekle yetinen bir pedagoji gerçeği, gerçek yaşayışı, okulları,
üniversiteleri, eğitim kuramlarını sarsamaz, yönetemez. Görünüşte parlak,
iyimser olan bu eğitim ideolojisi, eceli gelince kitap mezarlığına gömülecek,
orada çürüyüp kalacaktır. Sh.59-74
Kaynak:
İsmail Hakkı BALTACIOĞLU, PEDAGOJİDE İHTİLÂL, İstanbul 1964
İsmail Hakkı BALTACIOĞLU, PEDAGOJİDE İHTİLÂL, İstanbul 1964
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar