Print Friendly and PDF

PEYÂM-I SABAH TEFRİKALARINDA “SONUN BAŞLANGICI”NI GÖRMEK



İkinci Abdülhamid, bir cuma gecesi bir rüya görür. Ertesi gün se­lâmlıktan sonra Şeyhülislâm Efendi ile Namık Paşayı Yıldız Sarayı'na davet ettirir ve huzuruna kabul ederek der ki:
"Hayırdır inşallah, ben oturuyormuşum, bilmediğim şürefâ' [1]dan bir zat geldi. Yanımda Nusret Paşa ayakta duruyordu. Elinde bir keman vardı. Şerif bana Estaüzibillâh (Allah’a sığınarak): " Kulillâhumme mâlikel mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâ’(teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’(teşâu, bi yedikel hayr(hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr [2] âyeti kerîmesini okudu. Nusret Paşa keman çalmaya başladı."
Uryanizade Efendi, Nusret Paşa'nın şeriata aykırı bir harekette bulunması ihtimaliyle rüyayı ta'bir etmiş, Namık Paşa ise hayırdır inşallah sözüyle sükût eylemiş.
Bu rüyanın tarihi, adı geçen Nusret Paşanın İran Şahına nişan götürmesinden biraz evvel olup, Paşa'nın vazifesini yaptıktan sonra dönüşü sırasında Bağdat'da ikâmete memur edilişinin de işbu rüya­dan doğduğu söylenmişti. Fakat en garibi şu ki, İkinci Abdülhamid, 31 Mart Vak'asını müteakip hal' edildiği zaman, "Zaten ben bunun rüyasını görmüştüm" buyurmuş olmasıdır ki bunu, sözüne tam bir güvenimiz olan bir yakınımızdan işitmiştik.(s.238)
Gecelik Kavuğu Hikâyesi şudur:
Hal ve vakti yerinde, zamanın ileri gelenlerinden bir zat, gayet sevdiği ve saygı duyduğu birini evine davet edip elinden geldiği mertebe izaz ve ikram eder. Yemekten sonra güzel güzel sohbetler ve muhabbetler edilir ve uyku zamanının gelmesi üzerine ev sahibi, misafirini yatak odasına götürür.
Eski usul üzere gecelik entarisi, hırkası, gecelik kavuğu, seccadesi, abdest havlu ve leğeninin tamamen hazırlanmış olduğunu gözden ge­çirdikten sonra misafirine, geceler hayr olsun diyerek veda eder.
Misafir de soyunur, entarisini ve hırkasını giyer, başına gecelik kavuğunu geçirerek yatağa girer. Lâkin kavuk başına büyük gelip çenesine kadar indiği için rahat edemez. Kavuğu yarı yarıya başına geçirmeyi düşünür. Fakat başını oynattıkça kavuk başından düştü­ğünden başı üşür düşüncesiyle yine kavuğu tam olarak başına geçi­rir. Fakat yine kavuk boğazına kadar inerek kendisini boğacak dere­ceye gelir. Fena halde üzülen misafir, yataktan kalkar, biraz dolaşır, biraz düşünür, tekrar yatar ve evvelki tecrübeleri tazeler; yine üzü­lür, öfkelenir, tekrar yataktan fırlar, odanın içinde dolaşmaya başlar, bu durumdan kurtulmak için çareler arar. En sonunda abdest hav­lusu gözüne ilişir ve havlu ile kavuğu ortasından boğarak başına ge­çirir, yatar... Bu sefer de kavuğun tepesi ağır bastığından kavuk yas­tıktan aşağı düşer, başı üşür, yine yataktan çıkar, yine yatar, döner, kalkar, yine yatar elhasıl adam bir elinde havlu ile boğulmuş kavuk, öteki elinde yorgan sabaha kadar odanın içinde çıldırmış gibi dola­şır durur. Ve uyumaklığın artık imkânı olmadığını anladıktan sonra kavuğu odanın ortasına fırlatarak mindere geçer oturur ve uykusuz­luktan kan çanağına dönen gözlerini hasmı olan kavuğa dikip on­dan nasıl intikam alacağını düşünerek sabahı bulur.
Ev sahibi, hizmetçilere itimad etmediğinden muhterem misafiri­nin bütün levazımını bizzat gözden geçirmiş ve noksan bir şey kal­madığına kanaat getirmiş olarak hareme gittiğinden, ertesi sabah dahi mümkün olduğu kadar misafirine uyku uyutmuş olmak için geç vakit haremden çıkıp yavaş yavaş odaya yaklaşır ve misafirin öksü­rüğünü işitip kalkmış olduğunu anlayarak odadan içeri girer ve "Maşallah Efendim, kalktınız mı?" demeğe kalmaz, misafir büyük bir hiddetle
"Yatmadım ki kalkayım" cevabını verir.
Biçare hane sahibi şaşırır, sersem sersem etrafa bakarken ortasın­dan boğulmuş kavuğu yerde görünce, "A, bunu kim boğdu?" diye so­rar ve misafirden, daha ziyade hiddetle ve daha yüksek sesle
"Ben boğdum, çünkü ben onu boğmasa idim o beni boğacaktı" cevabı­nı alır!... (s.248-250)
Terfika Nu : 38
Tarih ; 25 Nisan 1921, Peyâm-ı Sabah
Mustafa Fazıl Paşa, Avrupa'ya gittikten sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ni kurmaya karar verip o vakit gazetelerde muhalif yazılar yazdıklarından dolayı Kıbrıs Mutasarrıflığına tâyin olunan Meclisi Vâlâ Âzasından Şair Ziya Bey ile Erzurum Vali Muavinliğine tâyin edilen Tasviriefkâr Başyazarı Namık Kemal Bey'e gönderdiği davet­namelerde,
"Sizler vatanımızın aydın düşüncelerle şöhret kazanmış kalem sahiplerisiniz. Sizi çekemeyenler, sizi İstanbul’dan uzaklaştırmak istiyorlar. Maksadımızı elde edinceye kadar kalem ve hamiyet erbabını geçindirecek param vardır ve emrinize amadedir."
yolunda dil kullanıp Kemal Bey'e bir defada on bin frank ve Ziya Bey'e yirmi bini evine bırakılmak üzere otuz bin frank ve yine Paris'e davet ettiği Agâh ve Ali Suavi Efendilere de o nis­pette yol parası göndermiştir.
Sonraları Mısır'da veraset usulünün değişmesi cihetiyle Mustafa Paşa için Mısır Hidivliğine geçmek ihtimali kalmadığından Mısır'da­ki emlâkine karşılık Mısır Hazinesinden beş milyon lira almış, fakat bu parayı ölçüsüz sarf ettiğinden on yılda adetâ tüketmiştir. Ölümüne yakın bir hayli sıkıntı çekmiştir. Hidiv İsmail Paşa'ya bu konuda yapılan bir müracaat üzerine Mısır Hidivi tarafından kendisine iki bin lira aylık bağlanmışsa da Mustafa Fazıl Paşa, o maaşı ya hiç almaksızın veya bir defa aldıktan sonra müptelâ olduğu kalb hastalığından 1292 yılında (M. 1875) Bayezit semtindeki Konağında vefat etmiştir. Eyüp'te Bostan İskelesindeki imaret bahçesinde gömülüdür.
O vakitler Yeni Osmanlıların Avrupa'daki neşriyatının vatan­perverlikten Fazıl Mustafa Paşanın çıkarı doğrultusunda olduğu id­dia edenler vardı ve Hıdiv İsmail Paşa'nın bunlardan bazılarını tat­min etmeye bile kalkıştığı söylenmişti.
Mustafa Paşa, Sultan Abdülaziz'in 1284 yılındaki (M.1867) Av­rupa seyahatinde, bazı dostların delaletiyle ve rivayete göre Fransa İmparatoriçesi Ojeninin şefaati ve Ali Paşa'nın da reyi ile, Yeni Osmanlı'ların ağızlarının kapatılabilmesi için affa nail olmuştu. Böy­lece Mustafa Fazıl Paşa tarafından Yeni Osmanlı'lara tahsis edilmiş olan akça kesilmiştir. Bunun üzerine Ziya Bey, artık başka bir lisan kullanarak Mustafa Paşa aleyhinde yayına başlamıştır.
Ayrıca gerek Ali Paşa tarafından Hidiv İsmail Paşa hakkında vuku bulan muamele ve kendisine gönderdiği mektup gerekse Av­rupa kabinelerine tebliğ edilmek üzere Osmanlı Sefirlerine yol­lanan tahrîrâtlarda kullanılan lisan, büyük bir önem taşımaktadır. O sırada Ali Paşa'nın İsmail Paşa için, "Ben kendisini Bursa Valisi derecesine indirmeye muktedirim" dediği işitilip bu söz, kuvvetli bir ihtimalle İsmail Paşa'nın da kulağına gitmiş olmalı ki, İsmail Paşa, Avrupa Basınını kendi lehine çevirmek için var kuvveti ile çaba harcamıştır. Ayrıca İstanbul halkını da kendisine ısındırmak için, özellikle ramazanlarda mahalleler fukarasına, müderrislere ve tekkelere külliyetli ianeler göndermiştir. Bunlardan başka da Mısır Hazinesi adına istikraz ettiği yetmişbeş milyon Frankın yirmibeş milyonunun Nubar Paşa marifetiyle Fransa İmparatoru Üçüncü Napolyon'a ve bir haylisini de İstanbul'da Mâbeyn ileri gelenlerine peşkeş çektiği ağızlarda gezmişti.
1869 tarihinde Süveyş Kanalının açılış töreni münasebetiyle Fransa İmparatoriçesi Ojeni ile Avusturya imparatoru Fransua Jozef, İsmail Paşa'nın daveti üzerine Mısır'a gitmişlerdi.
Ebüzziya Tevfik Bey Merhum, Tasviriefkâr'da yayınladığı "Yeni Osmanlılar tefrikasının 139'uncu numarasında (Gazete numarası: 209) der ki:
"Bu tarihte Süveyş Meselesi başka bir şekil almakta idi. Çün­kü Süveyş Kanalının açılışında bizzat hazır bulunmuş olan Imparatoriçe Ojeni'ye ikiyüzelli bin liralık, yani beş milyon Frank­lık gerdanlık bir gün evvel takdim kılınmış ve imparator Fransua Jozef e de Avusturya malları için gayet müsait bir ticaret muahedesi akdine söz verilmişti. Çünkü İsmail Paşa'yı ingiltere Devleti ve ona uyarak Fransa imparatoru Üçüncü Napolyon, Bâb-ı Ali için şikâyet sebebi olacak hallerden sakınmaya davet etmekte idiler. Zira Ali Paşa 8 Eylül 1869'da Avrupa'da bulunan Os­manlı Sefirlerine çıkardığı umumî tahruratla (yazışma) Hidivin özel niyetlerini gerektiği biçimde izah etmiş ve Londra Sefiri Mozoros Paşa'ya ise İngiltere Hariciye Nazırına sunulmak üzere mahrem olarak verilen talimatta, İmparator Napolyon'un İsmail Paşa tarafında hediyelerle tatmin olunması ihtimalinden bahsedilmişti."
İsmail Paşa'nın Hidiv unvanını alarak bazı imtiyazlara da kavuş­tuktan sonra Mısır'da ıslahat yapacağını ileriye sürüp istikraz ettiği paraları kendi sefaheti uğrunda sarfettiği, Ali Paşa'nın sözü geçen siyasî mektuplarının mütaleasından anlaşılır. (s.261-263)

Kaynak:
Ali Rıza-Mehmed Galib, trc: Turan M. TÜRKMENOĞLU, Sonun Başlangıcı,2002 İstanbul


[1] Şürefâz: Hz. Hüseyin vasıtasıyla Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin soyundan olanlar.
[2] Âli İmrân – 26; (Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar