PEYGAMBER RUHLU OLMAK
İnsanlar vardır. Bir de
gerçekten insan olanlar vardır. Bende bu zamanda bir peygamber ruhlu bir insan
tanıdım. Gerçekten sevilmeye, övmeye layıktı. Ne güzeldi. Hayran olunası. O
güzeller güzeli, Mısrî Niyazi Efendimin buyurduğu üzereydi. Efendim derdi ki;
"İnsanlar birbirleriyle
muamelelerinde dört hal üzeredirler:
Bir kısmı iyilik edene
iyilik eder. Bu, eşek huyludur.
Bir kısmı kötülük edene
kötülük eder. Bu da köpeklerin ve yırtıcı hayvanların huyundandır.
Bir kısmı iyilik edene
kötülük eder. Bu da yılan huyludur.
Bir kısmı da kötülük
edene iyilik eder. Bu da Peygamberlerin, velilerin ve salihlerin ahlakındandır.
Şimdi bu söylenenleri duydunsa artık kendine hangisini uygun görürsen onu seç.
Kötülük, insan sınıfında
olanın yapamadığı/yapamayacağı, zihin ve gönül haritasında adının dahi
anılmadığı, eylemlerinde ise iyilikten başka şey sızmayan, o güzellik insanını,
bulmak ve tanımak benim en büyük şansımdı. O fikirlerin inceldiği noktalarını
bildiği gibi, hareketlerinde, kötülüğe ve eziyete karşı, kendine zarar verecek kıvama
gelsede hep iyilik yapardı. Onun için olacak tek vasfı var. Saf ve aşkın
iyilik.
Zor olanı başaran bu
güzel insan yoksa zamanın peygamberi midir? Aslında Peygamberlik Efendimiz
salla’llâhu aleyhi ve sellem ile bitse de nübüvvet nuru ve ışığı bu insanla/insanlarla
içten içe devam ediyor.
Taif dönüşü bir ağacın gölgesine
oturan Allah Rasûlü’nün ayakkabıları kanla dolmuştu. Sığındığı bağda biraz
dinlendikten sonra kalktı, iki rekât namaz kıldı. Sonra ellerini kaldırarak
Rabbine yalvarmaya, dua etmeye başladı:
“Ya Rabbi!
Kuvvet ve kudretimin en
zayıf hâliyle, elimdeki çare ve vasıtaların en basitiyle, insanların gözünde
ifade ettiğim değersizliğimle Sana yalvarıyor, Sana sığınıyorum.
Ey merhametlilerin en
merhametlisi!
Sen zulme uğramış tüm
mazlumların Rabbisin. Sen benim de Rabbimsin.
Beni kimlerin eline
bırakıyorsun?
Bana kaba ve sert
davranan bir yabancıya mı, yoksa bana üstün kılacağın bir düşmana mı?
Eğer Sen bana dargın
değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Ancak Senden gelecek bir
himaye ve koruma çok daha hoştur. Öfke ve gazabına uğramaktan; karanlıkları
aydınlatan, dünya ve ahiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım!
Sadece Sana sığınır ve Senin rızanı dilerim. Senden başka kuvvet ve kudret
yoktur!”
Bu sözler Allah’ın
salih ve sevgili kulunun samimiyet ve duygu yüklü sözleriydi. Bu dua hiç bir
dünyevi menfaat gözetmeksizin, gece gündüz insanları Allah’a çağıran,
fakat horlanan, üzerine taşlar yağdırılan mazlum bir davetçinin duasıydı. Allah
celle, sevgili kulunun duasına icabet etmez miydi!
O gün Nebi
aleyhisselâm’ın yaşadığı en acı gündü. Yıllar sonra hanımı Hz. Âişe; Uhud’dan
daha şiddetli bir zorluk yaşayıp yaşamadığını sorduğunda, Rasûl-i Ekrem Tâif’te
başına gelenleri hatırlamış ve en büyük sıkıntıyı o gün çektiğini söylemişti.
Yaşadığı bütün
sıkıntılara, çektiği acılara rağmen Allah Rasûlü’nün yüreği hala sevgi ve
merhamet doluydu. Rabbine durumunu en samimi şekilde arz ettikten sonra
Mekke’ye doğru yola çıktı. Karnu’s-Seâlib mevkiine geldiğinde gökyüzüne baktı. Bir
bulutun içinde Cebrail’i gördü. Cebrail, Efendimize bir başka meleği, Dağlar
Meleği’ni gösteriyordu. Dağlar Meleği, Efendimizin mübarek dilinden çıkacak bir
söze bakıyordu. Eğer isterse Ebû Kubeys ve Kuaykıan Dağları’nı harekete
geçirir ve zalimleri yok ederdi. Ama âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili
Nebi, bunu istemedi ve şöyle buyurdu:
“Ben onların
soylarından yalnız Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan bir
neslin yetişeceğini ümit ediyorum.”
On yıl boyunca
kavminden eza ve cefa gören davetçi, üzerine yağan taşlardan, vücudundan akan
kanlardan sonra hâlâ kavminin hidayetini istiyor; onların helâkine, azaba
uğramalarına gönlü razı olmuyordu.
Benim tanıdığım
peygamber ruhlu insan da Efendimiz gibi eziyet edene karşı merhamet etmenin
gereğini bizlere içinden gele gele dilemiştir. Ancak anlamadığım bir nokta
olmuştu. Kulun sahibi Rahman bu kötülüklere razı oluyor muydu?
Bu düşünceler ile bir
hikmet bana kendini açığa vurdu.
"Küfre sapanlar,
onlara süre tanımamızın kendileri için hayırlı olduğunu asla düşünmesinler.
Onlara, biraz daha günah işlesinler diye süre veriyoruz. Yere geçirecek bir
azap var onlar için." Âl-i İmran, 178
Eziyet gören peygamber
ruhlu o güzel insan, derdine dert katana karşı sabrını bazen yitirse de
yaratılışının güzelliği ile hep iyi olmayı kendine vazgeçilmez bilirdi. Son
çaresi kalmadığında, bir hikmeti hep kendine yakın ders tutmuştu. Çünkü O hep
yüksek aliyyünun bilgisine sahipti. O kötüyü/kötülüğü benliğine kendisinin
yaklaştırdığını ve yolverdiğini kabul etti. O affedecekti. Derdi ki
"kendimi affetmem gerekiyor" "ben kendimi affedersem, o kötüyü
de unutmuş olabilirim"
"Unutmak" açık
kapıları kapatmak değil mi?
Peygamber ruhlu insan unuttuğu zaman
bir şey yapmıştı. O kötüyü varlıktan silmişti.
Peygamber birini unutsa?
Unutulmak, yok gibi görmek kötüye
karşı verilmiş en büyük cezadır. Değerli bir şeyi kim terk eder ve unutur ki?
İyi bir insanın kalp dünyasında
unutulan tek bir husus olabilir. O da kötü/kötülerden olmaktır.
Ey Allah Teâlâm, celalinden cemaline
sığınırız. Peygamber ruhlu o güzel insanın/insanların yanında bize de yer
vermeni, gönüllerine girmeyi diliyoruz.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar