“PROJECT DEMOCRACY” İÇİNDE “ULUSLARARASI DİN HÜRRİYETİ” SENARYOSU
ABD dünya dinlerinin babasıdır
“İlginç olan
şey, bazı batılı aydınların biz Müslümanların zamanda geriye gitmemiz,
köklerimize inmemiz ve gelenekleri elden bırakmamamız gerektiğini düşünmeleri
ve bizim genç insanlarımızın da bu ithal kaynağa dönüş fikrinden oldukça
etkilenmeleridir. (..) Niçin Batı kendi kaynaklarına, bu kaynaklar her neyseler,
dönmüyor?” Amir Taheri
[1]
Olaylardan
bir sonuç çıkarmak gerekirse: İlk anda dünyada yerleştirilmek istenen yeni
düzenin, demokratik bir düzen olacağı sonucuna varılabilir. Bu düze içinde
dünyanın tüm ülkelerinde devletler merkezi otoritelerini yitireceklerdir.
Olabildiğince etnik ayrıma uğramış küçük eyaletlere ayrılmış ülkelerde tarihsel
partiler eriyecek, vakıflardan, düşünce topluluklarından, ticaret odalarından,
insan hakları denetim örgütlerinden oluşan bir siyasal yapı oluşacaktır. Bu
oluşumlar, doğrudan doğruya ABD’nin siyasal partilerine bağlı enstitülere,
konseylere, ABD şirket vakıflarına, bağlanacaktır. Ülkelerdeki eğitim kurumları
da vakıflaşacak ve ABD akademik dünyasıyla organik bağlar kuracaktır.
Merkezi
otoritesini yitirmiş, salt denetleyici kurullara dönüşmüş devlet örgütlerinin
yanı sıra ordular da ulusallığını yitirmiş devletlerin savunma gücü olmaktan
çıkacak ve ortak güvenlik güçlerine katılacaklardır. Herhangi bir bölgesel
başkaldırıya (bu bağımsızlık uğuruna bir başkaldırı da olabilir) karşı anında
silahlı müdahalede bulunularak, öncelikle uzaydan denetlenen, yeryüzünde ve
uzayda konuşlandırılmış kıtalar arası füzelerle noktasal olarak vurulmasından
sonra, ulusal kimliğini yitirmiş paralı askerlerden oluşan ortak güvenlik güçlerince
yapılacaktır. Bu eylem, yönlendirilmiş kitlelerce de içerden desteklenecektir.
Bu son
derece ileri(!) projeye engel olabilecek en önemli kurumlardan biri de dinsel
kurumlardır. Dünya egemenliğinin kurulmasında engel oluşturacak dinsel
çatışmaların önlenmesi için “dinlerarası diyalog”un geliştirilmesiyle birlikte
kurumsal yapının da oluşturulması gerekir. En yaygın ve güçlü dinsel
kurumlardan başlayarak, tüm dinlere bir yeni merkezi eşgüdüm gereklidir.
Eşgüdümün merkezi elbette Washington’da bulunacaktır. Öncelikle Amerikalılardan
oluşturulan bu kurumsal yapı, IRFC(International Religious Freedom
Committee/ Uluslararası Din Hürriyeti Komitesi) dir. Bu komitede şimdilik
belli başlı dinlerin temsilcileri bulunmaktadır. Büyük dinlerin altında bulunan
mezhep, tarikat oluşumlarının da bir araya gelebileceği, demokratik görünümlü
bir ortamda kararlar alabilecekleri kurum ise Dindarlar Parlamentosu’dur.
Uluslararası
komite her yıl ülkeler aleyhinde hazırlanan ßdin hürriyeti raporlarını
görüşmeye başlamıştır. Komite, din hürriyetini engelleyen ülkelere yaptırım
uygulanmasını önerebilmektedir. Parlamento ise, değişik ülkelerde
toplanmaktadır. Parlamentonun güçlendirilmesi için Dinlerarası Diyalog
Uluslararası Kongresi, 2000 yılında Washington da Birleşmiş Milletler çatısı
altında gerçekleştirilmiştir.
Son derece
düşsel görülen bu gelişmeleri biraz daha yakından incelersek, gerçeğe
yaklaşabiliriz. Uluslararası din hürriyeti senaryosunun geçmişi, soğuk savaş
yıllarında komünizme karşı oluşturulan ortak savaşım alanında birbirine
ilişkilendirilen dinsel örgütlere bağlı kurumsal yapılanmalara dayanmaktadır.
Son yirmi yılda bu yapılanma, sosyalist sistemin çökmesiyle birlikte, daha yeni
ve daha gelişmiş bir evreye yükseltilmiştir.
Bundan
sonraki bölümlerde yakın geçmişin olayları içinde gezinirken, kimi kez Amerika
dan, kimi kez de Ankara’dan bakarak bu senaryoyu çözmeye çalışacağız. Konuları
ele aldıkça ve olayları izledikçe, Türkiye’deki gelişmelerin bir rastlantı,
sıradan bir “irtica” hareketi olmadığı görülecektir. İçinde yaşadığımız bu
olayları anımsadığımızda, bizimki gibi ülkelerde birbirine benzer olayların
sonuçlarını düşünerek, değerlendirme yapıldıkta, gelişmelerin sistem ya da
rejim bozukluğuna dayandığı savının gerçeği yansıtmadığı da anlaşılır
olacaktır. Ayrıca, olaylarda, şu ya da bu yönden, ABD’nin ve Batı Avrupa’nın
etkisi de sırıtacaktır. Hele, son yirmi yılın olaylarında “project democracy”
örümcek ağının derinliklerinde, ilginç uygulamalarla karşılaşılacaktır.
Amerikalı
işadamı-misyoner Al Dobra, yabancı ülkede uyguladığı yöntemi şu sözlerle
anlatıyordu:
“Amacım bir Müslümanı dininden döndürmek değil. (..) Hedefim, önce
çürüyecek ve sonra çatlayacak ve büyüyecek , böylece giderek dinlerini
sorgulamaya başlayacaklar.” [2]
Bu sözler,
Batı’nın ve özellikle ABD nin yüzlerce yıllık saldırılarının bir özeti gibi.
ABD, elli yıl demokrasi ve hürriyetin patronluğunu yaptı. Bu demokrasi ve
hürriyet patronluğu, her nedense kendine karşı politikaları kapsam dışı
bırakıyor; gerektiğinde çok partili politik sisteme dahil ülkelerde seçimle
gelmiş yönetimleri güç kullanarak ve kan dökerek devirmeye engel olmak bir
yana, el altından destekliyordu. Bunu kimi ülkelerde demokrasi ve hürriyet
davasına dayanarak ve sözde demokratik sistemi koruma zırhına sığınarak; kimi
başka ülkelerde de dinci örgütleri desteklemeyi, hatta bu örgütlerin eğitim
etkinliklerine arka çıkmayı, onlara dolaylı ya da dolaysız destekte bulunmayı
kutsal bir görev sayıyordu.[3]
1990 dan
sonra, ülkeleri komünizm tehdidi ile korkutarak, onlar üstünde siyasal
egemenlik kurmak olanaksızlaştı. 1980 lerin başlarında “demokrasi projesi”
adıyla başlatılan örgütlenme ve açık müdahale programı, sosyalist bloğun
yıkılması üzerine yeni bir araçla donatıldı: “Din Hürriyeti.”
Kasım 1996
da, ABD’nin devlet sekreteri Warren Christopher, “Din ve inanç hürriyetini
yaygınlaştırmanın Birleşik Devletler in çıkarlarının artırılmasını sağlayacağı”
gerekçesiyle ACRFA (Advisory Committee on Religious Freedom Abroad / Dış
Ülkelerde Din Hürriyeti Danışma Komitesi) yi oluşturdu. Daha sonra devlet
sekreterliği görevine getirilen Madeleine Albrigth, Şubat 1997 de komiteyi
açıkladı. “Dünyanın temel dinlerinin geleneklerini temsil eden önderler ve
hocalardan oluşan,” komitenin görevi; “dış ülkelerde din hürriyetinin
geliştirilmesi, korunması ve tanıtılması (öğretilmesi); bu konularda Devlet
Sekreterine önerilerde bulunması” olarak belirtildi. ABD Başkanı, Danışma
Komitesi ne şu kişileri atadı:
Protestanlar
Ulusal Birliği’nden Don Argue, Hristiyan Kiliseleri Ulusal Konseyi’nden Joan
Brown Campbell, Harvard Üniversitesi’nden Diana L. Eck, Amerika Bahaileri
Müşavirler Kıtasal Yönetim Kurulu ndan Wilma M. Ellis, Öğretim ve Liderlik için
Ulusal Musevi Merkezi’nden Haham Irving Greenberg, Birinci Baptist Kilisesi
Papazı James B. Henry, Afrikalı Metodistler Piskoposluğu Kilisesi piskoposu
Frederick Calhoun James, Amerika Rum Ortodoks Bölgesi’ni temsilen Antonios
Kireopoulos, Amerika Ortodoks Kilisesi’ni temsilen Leonid Kishovsky, Monumental
Baptist Kilisesi’nden Samuel Billy Kyles, Emory Üniversitesi nden Deborah E.
Lipstadt, USIP (Birleşik Devletler Barış Enstitüsü)’den David Little, Newark
Başpiskoposu Theodore McCarrick, Son Gün Havarileri İsa Kilisesi’nden Russell
Marion Nelson, New Meksico Las Cruse piskoposu Ricardo Ramirez, CFR (Dış
İlişkiler Konseyi)’den Barnett Richard Rubin, CIA’nın propaganda aygıtı Freedom
House un Puebla Projesi elemanlarından Nina Shea, İndiana Üniversitesi’nden
Elliot Sperling, Müslüman Kadınlar Ligi başkanı Laila al Marayati ve Müslüman
Amerikalılar Topluluğu başkanı İmam Wallace Deen Mohammed (Wallace Deloney
Elijah) [4]
Adı
“uluslararası” ama, kendisi bir Amerikan yasası olması gereken “Uluslararası
Din Hürriyeti” yasası çalışmaları sürdürülürken, din-inanç koruyuculuğuna
soyunan ABD Başkanı William Jefferson Clinton, Hıristiyan, Musevi, Müslüman,
Bahai, Budist, Hindu temsilcilerle görüşmeler yaptı. ABD’deki cemaat
temsilcileriyle yetinmeyen federal devlet başkanı, Papa ile görüştükten sonra,
İstanbul Fener Rum Ortodoks Kilisesi patriği Bartholomeos ile görüşerek,
kurumsallaşmanın derin temellerini attı.[5] Bartholomeos, sonraki yıllarda ABD
nin Din Hürriyeti yasasından yararlanacağını biliyordu. [6]
Çalışmalarını
bir yıl sürdüren danışma komitesince, 23 Ocak 1998 de, “Din ve inanç
hürriyetinin yayılmasının ABD dış politikasında birincil önceliğe sahip
olmasını,” Dışişleri bakanlığı bünyesinde bir “Uluslararası Din
Hürriyeti Bürosu” kurulmasını sağlayacak yasa taslağı hazırlandı. [7]
Komite yasa
taslağı gerekçelerinde uluslararası din yönetiminin gerekçelerini, örgütlenme
biçimini, kullanılacak araçları belirliyordu. Bir dizi gerekçeden ikisi, din
hürriyeti misyonunu ABD’nin yüklenmesinin gereğini şöyle özetliyordu:
“Din hürriyetinin yaygınlaştırılması ve (bu hürriyetin) baskı altına
alınmasına karşı çıkma görevi temel Amerikan değerini içerir ve Birleşik
Devletler’in uygun, önemli ve gerekli bir dış politika hedefidir. (..) Birleşik
Devletler, evrensel insan haklarına bağlı bir dünya lideri olarak ve değişik
dinsel nüfusa sahip bir ülke olduğundan bütün dinlerin haklarından sorumludur.”
ABD’ni tüm
dünyanın din işlerinde yetkili kılan komite, bu işlerin temelini de belirledi:
“Din
hürriyetini geliştirmenin uygun araçları bir yandan delil toplamayı ve rapor
düzenlemeyi, öte yandan da etkin politik önlemlerin (alınmasını) kapsar.”
“Politik
önlem” teşvikleri
ve caydırıcı yaptırımları içermeliydi. Amerika ile düzenli siyasi-ticari
ilişkilerde öncelikler elde edilmesi, yardım ve destek görülmesi gibi
teşvikler, 1940 ların sonundan bu yana zaten uygulanmaktaydı. “Yaptırım”
ise ABD’nin politik egemenlik kurma girişimlerinde uyguladığı bilinen türdendi:
“..kapalı ya da açık olarak kınama, (ticari – siyasi) önceliklerden mahrum etme
ve caydırıcı ya da zorlayıcı önlemler…”
Komite her
ne denli sert önlemlerden yana görünmüyorsa da, ABD yönetimine açıktan silahlı
müdahaleler için bir olanak da sağlamaktan geri kalmıyordu. Bu olanak, her yöne
çekilebilecek öznel gerekçelerle müdahaleyi de güvence altına almalıydı ki,
egemenlik eylemleri kolaylaşsın. Komite bu olanağı şöyle belirtiyordu:
“Ambargo ve
benzeri önlemler önerilemez, ancak süre giden derin adaletsizliklere karşı ve
yalnızca masum sivillerin temel ihtiyaçlarının karşılanması koşuluyla ambargo
uygulanabilir.”
Yabancı
ülkelerde adaletin sağlanıp sağlanmadığına karar verme yetkisinin bir devletin
bir resmi bürosunda kararlaştırılmasına dayandırılmasının olanaksız olması
gerekirken, özellikle son on yılın uygulamalarında, Birleşmiş Milletler
kararına bile gerek duyulmadan yapılanlar düşünülürse, olsa olsa bir çete
hukukundan söz edilebilir.
ABD, dış
ülkelerdeki misyonlarını, bulundukları ülkelerle ilgili “İnsan Hakları
Raporları”nın yanı sıra, “Din Hürriyeti Raporu” hazırlamakla görevlendirdi.
1998 yılında da Amerikan Kongresi nden devlet sekreterliği (Dışişleri)ne bağlı,
“Uluslararası Din Hürriyeti (IRF) Bürosu” ve “Uluslararası Din Hürriyeti
Danışma Komitesi (IRFAC)” kurulmasıyla ilgili bir karar çıkartıldı. Yeni
kurumlaşmanın gerekçesi olarak ABD nin kuruluşunun temelinde dinsel kurumların
bulunduğunu ve Birleşik Devletlerin dünyada din hürriyetini gözetleyerek
yaptırımlarda bulunma hakkı bulunduğu belirtildi.
Büronun
başına Vietnam’da görev yapmış deniz pilot yüzbaşı Robert Seiple büyükelçi
olarak atandı.[8] Seiple, askerlikten sonra Protestan kiliseler birliğinin
yardım örgütü olan World Relief (WR) in uzun yıllar başkanlığını yapmıştı. Bu
yardım kuruluşunun dünyanın çeşitli ülkelerinde 47 şubesi bulunmaktadır. Örgüt
asıl ününü Güney Amerika da CIA işbirliğiyle yapmıştı.
Danışma
komitesinin başkanlığında Musevileri temsilen Religious Action Center of Reform
Judaism (Musevilik Reformu Dinsel Eylem Merkezi) Başkanı Haham David Saperstein
getirildi. Başkan yardımcılığını George Washington Üniversitesi Hukuk Merkezi
Dekanı Michael K. Young üstlendi. Etik ve Halk Politika Merkezi Başkanı Elliot
Abrams, Bulgaristan ın demokratikleştirilmesine bazı partileri desteleyerek
önemli katkıda bulunmuş olan AEI (Amerikan Girişimciler Enstitüsü) Başkan
Yardımcısı John R. Bolton, Birleşik Devletler Bahai Milli Ruhani Cemaati Dış
İlişkiler Sekreteri Firuz Kazemzade, Newark Piskoposu Theodore McCarrick, CIA
in propaganda aygıtı Freedom House un Din Hürriyeti Merkezi yöneticisi Nina Shea,
Washington Yüksek Mahkemesi yargıcı Charles Z. Smith ve MWL (Muslim Women s
League /Müslüman Kadınlar Ligi) eski başkanı Leyla El Marayati üyeliklere
atandı.[9]/[10]
ABD
yönetimi, “hürriyet” sözcüğünün ad olarak alan özerk komiteler oluştursa da,
denetimi elden bırakmayacağı komite üyelerinin kimliklerinden anlaşılıyor. Din
işleriyle ilişkili olmasından şu ya da bu din adamının, ya da bir hukukçunun
ülkelerin geleceğine yönelik olarak askeri müdahaleyi de kapsayacak kararlar
alacak bu komitede denetimi sağlayacak yetkinlikte, Elliot Abrams gibi
deneyimli bir operatörün bulunması kaçınılmazdır.
Elliot
Abrams, Nikaragua-Iran-Contra operasyonunda ve birkaç yıl süren Venezuela
“project democracy” ön uygulaması sonucunda, 2002 baharında, seçilmiş devlet
başkanına karşı askerlerin de karıştığı darbe operasyonunda hep yönetici
konumda bulunmuştur. Elliot Abrams, Türkiye (1984), Panama (1985), Nikaragua
(1986), Honduras (1986) uygulamalrında görev almıştır.[11]
İran-Contra
operasyonunu yöneten üçlü eşgüdümcüden biri olan Reagan ın Dışişleri Bakan
Yardımcısı Abrams, “gladyatör” olarak ün salmıştır. Onun işi özellikle Orta
Amerika daki ABD bağlısı diktatörleri desteklemek olmuştur. [12]
ABD
tarafından eğitilen ölüm taburları, El Salvador da sivil halkı, silahsız köylü
kitlelerini, işkenceden geçirmiş, ırza saldırmış ve toplu kıyım
gerçekleştirmişlerdi. Birleşmiş Milletler Araştırma Komisyonu, yalnızca El
Salvador iç savaşında 22.000 olay arasında ABD tarafından desteklenen
diktatörün adamlarının yarattığı olayların oranını %85 olarak saptamıştır. ABD
yanlısı katliamcıların silah masrafları büyük oranda kokain ticaretiyle
karşılanmıştır. ABD soruşturma komisyonu ve CIA müfettişlerinin raporlarıyla
ortaya çıkan ve doğrudan Reagan’ın onayını içeren bu kirli işlerle ilgili
soruşturmada yalan ifade veren Abrams’ı George Bush tarafından bağışlanarak
hapis yatmaktan kurtulmuştu. [13]
Cumhuriyetçilerin
en önemli adamı Elliott Abrams, Demokratların Başkanı Clinton tarafından Din
Hürriyeti Komitesi’ne atanmıştı. 2001 yılında George Walker Bush Jr., başkan
olunca, Abrams, Milli Güvenlik Komitesi’nin Demokrasi, İnsan Hakları ve
Uluslararası Operasyonlar bölümünün başına getirilmiştir. Abrams’ın ilk işi
deneyimine uygun olmuş ve Venezuela da askeri darbe örgütlemek olmuştur.[14]
Dünyanın
dininden sorumlu komite başkanı Haham David Saperstein ise, İsrail destekçisi
Yahudilerin en önemli örgütü ADL (Anti Defamation League of Bnai Brith) ve
AIPAC yöneticilerindendir. Reagan demokratlarını barındıran AEI (American
Enterprise Institute) Başkan Yardımcısı John R. Bolton ise 1990 da Bulgaristan
iç siyasetinin yönlendirilmesinde görev almıştır. [15]
Komitenin en
dikkat çekici bir başka üyesiyse Leyla al-Marayati idi. Marayati, ABD yi Pekin
ve Varşova Dünya Kadınları toplantılarında temsil eden delegelerden biriydi.
Leyla El Marayati, bu toplantılarda Türkiye’yi dindarlara baskı uygulamakla,
barbarlıkla suçlamış; Avrupa Güvenlik ve İşbirliği İnsani Boyutlar Konferansı
nda Recep Tayyib Erdoğan ı savunmuş ve Türk Silahlı Kuvvetleri nin Müslüman
subayları ordudan attığını ileri sürmüştü.
Merve Kavakçı olayında
Türkiye’yi kaba bir dille suçlamaktan geri kalmayan Leyla al-Marayati,
kadınları Türkiye’yi protesto etmeye çağırmıştı.[16] Marayati, SUM (Sisters
United for Merve) yani, “Merve için birleşmiş kızkardeşler” örgütünü
kurmuş, Akev (Whitehouse) önünde gösteriler düzenlemiş, direniş çağrısında
bulunmuş ve Batı dünyasını Türkiye ye karşı kışkırtmaya çalışmıştı. Leyla
Al-Marayati nin eşi Salam al-Marayati, Müslüman Halk İlişkileri Konseyi ve
Güney Kaliforniya İslam Merkezi yöneticisidir. Hizbullah’ı destekleyen
çıkışlarıyla ünlüdür. 1998 yılında ABD başkanınca Karşı Terör Komitesi’ne üye
olarak atanmasının hemen ardından başlayan tepkiler üzerine komiteden çıkartılmasıyla
adından çok söz ettirmişti.[17]
William J.
Clinton tarafından Büyükelçi sanı verilen Robert Seiple yönetimindeki Din
Hürriyeti Bürosu, hızla çalışmaya başladı. ABD dışişleri sekreter
yardımcılarından Harold Hongju Koh’un Temmuz 1999 da Türkiye ziyaretinde
belirttiği gibi, din hürriyeti sorunlarını yerinde dentlemekle yükümlü
olan Seiple, Kasım 1999 da Türkiye ye geldi ve Başbakan Yardımcısı tarafından
kabul edildi.
1999 Ülkeler
Din Hürriyeti Raporları, 9 Eylül 1999 da ABD senatosuna sunuldu. Raporlarda,
ABD nin kendisi dışında tüm ülkelerde yapmış olduğu gibi, ülkelerin nesnel
koşullar hiçe sayılarak ülkelerin iç işlerine şu ya da bu şekilde müdahale
etmenin sözde gerekçeleri de yaratılmaya başlanıyordu.
Kendi
ülkelerinin iç düzenine muhalif olan gruplar, ABD gibi bir kurtarıcı bulmuş
olmaktan mutlu olduklarından, yaşadıkları ülkelerini Amerikan misyonerlerine
ihbar etme fırsatını kaçırmamalarının yanında, dünya egemeni olarak gördükleri
ABD devlet aygıtı tarafından desteklenmekten de son derece hoşnut kaldılar.
Amerika da
yerleşik İslam dernekleri’de bu fırsatı kaçırmadılar. Hamas sempatizanı olarak
bilinen ve direktörlüğünü eski IAP(Islamic Association for Palestine)
elemanlarından Nihad Awad’ın üstlendiği CAIR (Councill on American Islam Relations/Amerika
İslam İlişkileri Konseyi)’in başını çektiği diğer Amerikan Müslümanı
örgütlerinin temsilcileri büroyla yaptığı aylık toplantılarda ve Dışişleri
Sekreteri Madeleine Albrigth la yaptıkları toplu görüşmelerde Türkiye de
dindarlara baskı yapıldığını, Merve kavakçı olayını örnek göstererek
belirtmekle yetinmeyip, ABD’nin Türkiye’ye baskı yapmasını, hatta ekonomik
yaptırımlar uygulamasını istemekten geri durmamışlardır. Bu girişimlerin ilk
sonuçları Din Hürriyeti Türkiye Raporu’nda görüldü ve Şubat 2000 de ABD
Senatosu’na sunulan 1999 Türkiye İnsan Hakları Raporu’nda somutlaştı.
İnsan
Hakları Raporu’nda Merve Kavakçı nın izinsiz olarak “başka bir ülkenin
vatandaşı” olmakla suçlanıp T.C vatandaşlığından çıkarıldığı belirtildi.
Birleşik Devletler’in resmi belgesinde, ne ilginçtir ki; bu başka devletin
ABD olduğu yazılmamıştı. Aynı raporda Malatya’daki gösterilere yer
verilerek, göstericilerin sayısının on bini bulduğu belirtilerek dindarların
gerçekten baskı altında tutulduğu ve sayılarının da az olmadığı izlenimi
veriliyor ve olayların çatışmaya dönüştüğü de vurgulanarak devletin baskısının
derecesi gösteriliyordu. Aynı raporda Recep Tayyip Erdoğan’ın, “şiir okuduğu
için” hapse atılan “İstanbul’un ünlü belediye başkanı” olarak
tanıtılması, resmi bir belgede iç siyasete taraf olunduğunu göstermesi
bakımından ilginçti.[18]
Din
Hürriyeti bürosunun etkisinin raporda en ilginç yansımalarından biri de
Fethullah Gülen’den “ılımlı İslami Lider” olarak söz edilmesi ve bu lidere
karşı bir kampanya başlatıldığının belirtilmesiydi.
Türkiye’de
Hıristiyanlık propagandasının polisçe engellendiği, kiliselere baskı yapıldığı
gibi konular ise hazırlanmakta olan kargaşa zemininin ip uçlarını vermektedir.
ABD’ye göre;
bazı ülkelerde, özellikle Türkiye’de, dinsel egemenlik peşinde koşmak, o
ülkenin egemeni olan devleti yıkma etkinliklerinde bulunarak, egemen devletin
sınırlarını, bölgesel din devleti, Osmanlı tipi yeni devlet örtüsü altında
yıkmaya kalkışmak, “Din Hürriyeti” ve dahi “İnsan Hakları” kapsamında
değerlendirilmektedir. ABD bunu yapmakla yükümlüdür; çünkü çıkarları bunu
emretmektedir.
Oysa ABD’yi
ne mahallenin cinsi ve cibilliyeti ne de satılacak salyangozun miktarı pek
ilgilendirmiyor: Bu nedenle Din Hürriyeti Raporu’nun etkisi olmayacağı gibi bir
düşe kapılmak yersizdir. Üç tipik örnek, işin ciddiyetini göstermesi bakımından
ilginç olacaktır:
Haziran 2000
de toplanan Birleşik Devletler Uluslararası Din Hürriyeti Komitesi’nin Rusya,
Çin ve Sudan’ı değerlendirmeye almış ve bu ülkelere yaptırım uygulanmasını
istemişti. ABD yönetimi Çin’e yaptırım uygulanmasını reddetmiş ve Amerikan
Kongresi’de bu isteğe uyarak Çin’e normal ticaret statüsü tanınmasını
onaylamıştı.
ABD
yönetimi, Çin’in cezalandırılmasına karşı çıkarken, Sudan’a ambargo
uygulanmasını onaylıyordu. Bu sonuçlardan mutlu olmayan Amerika da yerleşik
Müslüman Örgütleri bir bildiri yayınladılar ve Sudan’daki durumun din hürriyeti
sorunu olmadığını, sorunların ayrılıkçı güçlerin ABD yönetimince
desteklenmesinden ve ayrılıkçı iç savaşın sürdürülmesinden kaynaklandığını, bu
yüzden Sudan’a ambargo uygulanmaması gerektiğini ileri sürdüler.
Aynı
örgütler, ABD yönetimiyle ters düşmemek için komisyon raporuna karşın Çin’e
yaptırım uygulanmamasından söz etmezken, Türkiye hakkında düzenlenmiş olan “Din Hürriyeti 1999 Türkiye” raporunun
değerlendirilmeye alınmasını ve yaptırım uygulanmasını istediler.
Bu
örgütlerin arasında yer alan AMC (American Muslim Council /Amerikan Müslüman
Konseyi, MPAC (Muslim Public Affairs Councill /Müslüman Halk İşleri Konseyi) ve
CAIR de bulunuyordu. AMC, Fazilet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan’ın, 1999
sonbahar gezisinin ardından, 2001 baharında yaptığı Amerika gezisinde ev
sahipliği görevini üstlenerek, onun konferanslarını düzenlemişti.[19] CAIR ise,
Türkiye’ye karşı oluşturulan kampanyanın başını çekmiş ve özellikle Merve
Kavakçı olayında diğer örgütlerle birlikte ABD Dışişleri Bakanı Madeleine
Korbel Albright ile toplantılara katılmış, ABD’nin Türkiye üstündeki gücünü
kullanmasını ve baskı uygulamasını istemişti. Amerika’da yerleşik örgütler, Din
Hürriyeti Komisyonu’nun Sudan ile ilgili baskı kararlarına karşı çıkarlarken,
onların Türkiye’deki İslamcı dostları sessiz kaldılar. “Amerikan tipi laiklik”
isteyen bu çevrelerin suskunluğunun vefa duygularıyla bir ilgisi olup olmadığı
bilinmez ama yakın geçmişte olup bitenler, bu durumu bir parça aydınlatabilir.
İlginç olan ise,
tam bu dönemde; Türkiye’de müşterek bir problem üretilmişti. Bu problemin adı:
“Türban problemi” idi.
Müşterek
olmasının nedeni; ABD’nin “our boys/bizim çocuklar“ dediği odaklar ile, ABD’ye methiyeler düzen
din(i)darlann ortaklığı çerçevesinde ortaya çıkması hasebi iledir.
Aynı dönem
(2000 yılında) Amerikan vatandaşı Merve Kavak-çı, hilal içinde Amerika bayrağı
olan ve üzerinde;
“Amerika,
İslam ve Yeni Milenyum” yazan bir afişin önünde “Georgetown Üniversitesi”
yetkililerine bir konuşma yaptı. İlginç olan ise, konuşmacılardan birinin de
“Graham Fuller” adlı, CIA Türkiye masası şefinin olmasıydı.
Graham
Fuller adlı emperyalist işgalci ile aynı karede poz veren bu güruh, küresel
çetenin iştahını kabartmış olacak ki, birkaç ay sonra; New York’ta “Twin Tovvers”
saldırıları gerçekleşti. Ki bu saldırılar, bilim insanlarınca “planlı ve
programlı bir ABD operasyonu olarak tarihe geçti.”
Ve yeni
dünya düzeninin pratik “tamamlama” süreci devreye girdi. Çünkü, yeni
müdahaleler “dinsel çerçevede cereyan edecek, bu algı üzerinden hareket
edilecekti.”
Ve ana
slogan; Özgürlük ve Demokrasi oldu…
Bölgede
demokratlaşması gereken “radikal bir tip” yaratıp, akabinde
alternatifini de üretmek kaidesi ile yeni bir paradigma inşa edildi. Bu
paradigmanın ekonomi politiği “Abdestli Kapitalizm”, yarattığı sınıf ise
“Nurjuvazi”dir.
Akabinde,
kapitalizm ile çelişmeyen, emperyalizm ile sorunu olmayan, altı muhafazakar
üstü liberal bir tip ortaya çıktı. Bu tip; programlı biçimde “ABD güdümlü cemaatler” tarafından yetiştirildi.
Bürokratik kadrolar işgal edildi, destekçiler örgütlendi, bir arada tutuldu…
Şimdi bu
kapitalizm nedir diyenler olacaktır. Öyle ki, yıllardır kanını emen virüsü
tanımlayamamış bir toplum olma özelliği taşıyoruz.
“kapitalizm
19 ve 20.yy’ın alnına vurulan damganın ta kendisidir.”
Örneğin;
3-6 Haziran
2004 yılında, Milano’da; Uluslar arası Sermayedarları kapsayan bir toplantı
yapıldı. Bu toplantının adı; “Bilderberg
Toplantısıdır.” Toplantıya katılanlar arasında;
Hasan Cemal,
Mustafa Koç, Kemal Derviş ve Ali Babacan vardı. Kemal Derviş o dönem CHP, Ali Babacan ise AKP
üyesi idi…
***
23 Aralık
1993 yılında, Cem Boyner öncülüğünde kurulan “Yeni Demokrasi Partisinin”
bazı kurucuları şunlardır; Ethem Mahçupyan, Cengiz Çandar, Kemal Derviş,
Kemal Anadol...
TÜSİAD merkezli
kurulan bu partinin ilkelerinden bazıları şunlardı;
- Sermayedarlar
adına Demokrasi kurulacak
- Egemenlik
kayıtsız şartsız halka ait olacak,
- Emperyalizme
karşı mücadele edilecek…
Ki
bildiğiniz gibi Kemal Anadol ilerleyen dönemlerde CHP listelerinden vekil
olmuş, hatta “AKP” karşısında keskin muhalefetin öncülerinden biri olmuştur
(!)
***
2002 Yılında, DİSK
üyelerinin “insan haklarına saygıyı öğrenmesi için”
550.000 Euro “hibe” veren AB, 2 yıl sonra; MÜSlAD’a 173.701 Euro kadar hibe verdi.
Aynı Yıl “Mazlumder ve ÇYDD” de 40.000 Euro civarında hibeler aldılar.
En ilginç olanı ise; Mazlumder’in hibe aldığı “proje” idi; “Din adamlarını, insan hakları konusunda eğitme programı.”
550.000 Euro “hibe” veren AB, 2 yıl sonra; MÜSlAD’a 173.701 Euro kadar hibe verdi.
Aynı Yıl “Mazlumder ve ÇYDD” de 40.000 Euro civarında hibeler aldılar.
En ilginç olanı ise; Mazlumder’in hibe aldığı “proje” idi; “Din adamlarını, insan hakları konusunda eğitme programı.”
***
Bu
topraklarda programlı olacak yürütülen operasyon dahilinde, inancımız yozlaştırılmış;
kapitalizme eklemlenmiştir. Lakin bu duruma tepki gösterenler dahi; meseleyi
“bu noktada ele alamamaktadır.”
DİPNOTLAR
[1]
Sanılanın tersine, Müslümanların eski kurallara uygun yaşamaları önerisi,
radikal İslamcılar tarafından değil, Batı tarafından önerilmeye başlanmıştır.
İran yönetiminin öldürme tehditlerine karşın savaşımını sürdüren ve fakat bu
yolda Batı yalakalığına soyunmamış olan, İranlı Araştırmacı-Gazeteci Amir
Taheri (Kayhan gazetesinin eski Genel Yayın Yönetmeni), 1990 yılında İstanbul
konferansında bu konuyu sorgulamıştı. Amir Taheri, Kadın Hakları ve İran
Deneyimi. Ayrıca, Amir Taheri’nin “Holly Teror” adlı kitabı Türkçe ye çevrilmiş
ve iki bölümü dışında “Kutsal Terörün İçyüzü Hizbullah” yayınlanmıştır.
[2]
Mother Jones, May/June 2002, s.46
[3]
4 Temmuz 1948 tarihli ve 5353 sayılı yasaya göre: AID yardımının amacı:
“Birleşik Amerika’daki hür müesseseleri yaşatmanın ancak bütün dünyaya şamil
bir hürriyet davası içinde mümkün olabileceği inancı ile, az gelişmiş
memleketler halklarına, kendi kaynaklarını geliştirmek, hayat standartlarını
iyileştirmek ve sorumluluklarını anlamış idareler kurmalarını sağlamak üzere
sağlam plan ve programlara dayanan iktisadi kalkınma için kendi kaynaklarını
harekete geçirme çabalarına, sosyal iktisadi alanlarda, ABD’nin öteki görevli
teşkilatı arasında yardımda bulunmaktır.” Bu ABD’nin çıkarlarına hizmet
ettiğini çekinmeden açıklayan sözlerin yazılı olduğu yasa T:C:Meclisinde kabul
edilmiş ve uygulanmıştır. Görülüyor ki, gerçekte ABD bu denli açık oynuyor. TC
Devlet Teşkilatı Rehberi, Türkiye Ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü
Yayını.1978, syf: 872
[4]
www.state.gov/www/global/human-rights
[5]
Fener Rum Ortodoks Kilisesi/İstanbul Patriği raporda dünya
patriği olarak “Ecumenical Patriarch Bartholomeow” açıklamasıyla yer aldı.
Final Report of the Advisory Committee on Religious Freedom Abroad to the
Secretary of State and to the President of the United States, Released by the
Bureau for Democracy, Human Rights, and Labor, U.S. Department of State, May
17, 1999.
[6]
6 Mart 2001 de George Walker Bush Jr. ile görüşmek için
ABD’ye giden patriği F. Gülen’in onursal başkanı bulunduğu TGV Başkan
Yardımcısı Cemal Uşşaklı’da uğurlamıştı. Patrik, Bush’dan Heybeli (onlar
“Halki” diyor) manastırının açılması için Türkiye ile ilgilenmesini de
istemişti. “Bartholomeos, Ruhban Okulu İçin Bush’dan Yardım İstedi- Patrik’e
Fethullah karşılaması” Aydınlık, 17 Mart 2002, Sayı:765. Patrik, bu
girişimlerinde başarılı olmuştur. ABD Büyükelçisi, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetine başvurmuş ve Heybeli Adası’ndaki manastırın açılmasını doğrudan
istemiştir. Turkey- International Religious Freedom Report, s.6
[7]
Final Report of the Advisory Committee.
www.state.goc/www/global/human-rights/990517-report
[8]
White House announcement On R. Seiple Nomination, 01-07-99,
usis.it/usembvat/ Files/ H T/99010707.htm
[9]
“President Clinton names three to the US Commission on
International Religious Freedom” Muslim Women s League, May 1999,
www.mwlusa.org/news-clinton599.shtml.
[10]
Caq, 1990, Number:33, s.26 ve Number :35, s.31.
[11]
Caq, 1983, Number:18, s.4; 27- 1987, s.66 ve 1994, Number:48,
s.61.
[12]
Nikaragua uygulaması hem kanlı hem de kansız, eronin-kokain parasıyla İran a
İsrail den roket satışlarını da kapsayan ilk “project democracy”
operasyonlardandır. Mustafa Yıldırım “Hem kanlı hem de kansız operasyon”
Aydınlanma 1923, Bahar 2003
[13]
David Corn, “Eliott Abrams: It s back!” The Nation, July 2, 2001.
[14]
David Corn, “Our gang in Venezuela” The Nation, August 5, 2002
[15]
caq, 33-1990, s.26; 35-1990, s.31.
[16] Laila
Al-Marayati, “Mockery of Democracy in Turkey” The Religious News Service için
24 Mayıs, 1999 da yazılan yazıdan Muslim Women s League;
mwlusa.org/news_turkey599.shtml
[17]
“Salam Al Marayati & the National Commission on Terorism”
mpac.org/main_frame.html.
[18]
RTE, Kasım 2002 de, dünyanın en büyük devletinin resmi
raporlarında kendisine böylesine önem verilmiş olmasını görmediğinden olsa
gerek, Leyla Zana’yı soran Avrupalı yöneticilere “Ben bir şiir yüzünden hapis
yattığımda benimle ilgilenen olmamıştı,” diye açıklamalarda bulundu.
[19]
“FP, kendini ABD’ye anlatacak” Hürriyet, 25 Ekim 1999. Mustafa
Yıldırım ın “Project Democracy” yayınlarından izniyle alınmıştır.
(Yenilenmeler:Ağustos 1999 – Mayıs 2000 – Kasım 2002) İlk Yayın: Gazete
Mudafaa-i Hukuk, Temmuz 2000.
Kaynak:
Eren ERDEM, Nurjuvazi, 2011, İstanbul, s.19-21
Eren ERDEM, Nurjuvazi, 2011, İstanbul, s.19-21
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar