Print Friendly and PDF

PSİKOPATOLOJİ’DE DİNİ BELİRTİLER

Bunlarada Bakarsınız




Kişinin her yönden olumlu gelişmesiyle toplumun iyileşmesini elele, birbirine bağlı gören ve buna inanan bir eğitimci, genel olarak fertle ilgilenme gücüne daha çok sahiptir. Kişiliğin yükseltilmesi yolundaki ilk çaba, ferdin ruh ve beden bütünlüğü içinde onu iyi tanımak ve bu bütünlüğe etki yapan türlü faktörleri göz önünde tutmakla başlar.
Bir insanın normal ve anormal ruh gelişimi bakımı da prenatal, neonatal, okul Öncesi ve sonrasının tartışmaları yanında oldukça değişmez bir karakter taşıyan organizmada belirleyici eğilim (tendence determinat) ya da (set), reaksiyon üzerinde doğrudan doğruya etken olmaktadır. Reaksiyon, ferdin hayatını kuran olayların, etkilerin tümünün belirtisidir. Bu gelişim ve biçim almada, genetik potansiyel ile birlikte hemen belü*tmemiz gereken ve aynı tarzda çok erkenden rol oynayan ekstrensek (extrinsic) çevre faktörü ve onun önemidir. Eğer ferdin normal dışı davranışları fizyolojik ve organik sebeplere dayanmıyorsa burada çevrenin etkisini dikkatle incelemek gerekir. Ancak düşüncedeki morbit değişiklik veya ruhi (moral) dejeneresans'da, çok defa bir faktörden ziyade; kalıtsal, nörolojik bioşimik, psikolojik yahut bozuk strüktürasyonlu bir zemindeki psikojen etkenlere eklenen sosyokültürel etmenlerin karışımı içinde ağır basanını izlemek mümkündür. Demek oluyor ki, gerek normal gerekse anormal şahsiyetin iki yapıcısı, biyolojik tabiatlı olan beden ile sosyal tabiatlı olan çevrenin etkisi her ferde göre derecelenir ve tartışması yapılabilir. Bunlar arasında dikkate değer sosyokültürel bir etmen olarak din eğitimi de vardır. Bu eğitimin olumlu olduğu hallerde kişiye güç veren din, kişiyle bir çatışma, niza halinde ise türlü olumsuz durumlarla ortaya çıkar. Hiç kuşkusuz, din bilgi ve telkinini doğru ölçülerde alan bir kişi, bundan yoksun bırakılmış diğer bir kişiden daha çok hayata ve çevresine karşı uyum sağlar.
Konu bir başka anlatımla da açıklanacak olursa, diyebiliriz ki; psikefizyolojik faaliyetin tam bir sentezi olan ben ile doğal, sosyal ve kültürel hayatın tamamı olan çevre arasındaki bağlılık kendi öz yaşantılarımız (cxpcrience vecue) olarak değerlenir. Bu karşılıklı ilişkinin uyum (harmonie) içinde oluşu normal şahsiyeti, bu düzen ve dengedeki bir aksama ve bozukluk ise anormal belirtileri meydana getirmektedir. Şahsiyet (kişilik) bu iki temel enerjinin husule getirdiği hiç bitmeyen, sürekli bir yapıdır. Bu öyle bir yapıdır ki, kendisini yaratan güçleri etkilemek onların bünyesini, tabiatını değiştirecek bir özelliğe sahip olmak haysiyetiyle de yüklüdür. Her iki gücün de uyumlu bir örnek (pattern) halinde birleştirilmesi için, bu çatışan kuvvetleri olumlu bir tek güdüye (saike) indirmek gerekir. Özellikle, nevrozlu kimseyi her iki grup da fazla etkiler. Örneğin, böyle bir kişi, yaradılışındaki heyecan ile dinin gereklerine gösterdiği savsaklamalara karşı aklıyla hareket edip sürekli çabada bulunur. Ferdin bu mücadelelerden başarıyla çıkması, ruh sağlığının güvencesi (teminatı) bakımından önem taşır.
Psikolojinin gelişen bölümlerinden biri durumuna gelen din psikolojisi verilerine göre, bir ülkenin sosyokültürel bütünlüğünü oluşturan temel ilkelerden biri de dindir. Din, kişi ve toplum üzerinde oldukça etkilidir. Şöyle ki, meyil ve istekler sırf bize ait görünmekle beraber bunlar bir bir analiz edilip çözümlenince, sosyal hayatın benliğimizde damgasını taşıdıkları anlaşılır. Bedence ve mental (zihinsel) bakımından zayıf ve yetersiz bir kişi, dindar bir toplumda ağır dinî borçları yerine getiremeyince, bunları yapmış görünmeye mecbur olmakta, bu da kendisi vc kendi çevresi arasında bir uyumsuzluk doğurduğu için ruhi aksamalara yol açmaktadır. Zira, sosyal dinî realite ile beraber insanın temel fizyolojik ve psişik ihtiyaçlarını duyan ben, bir   yandan idealin, diğer yandan tabiatın   zıtlığı içindedir. Bugün Freud'u da aşmış olarak iyice anlaşılmıştır ki; psişik hayatımızda şuur dışına ait olan, yani şuur dışından gelen başı boş enerjinin sosyal baskıya dinî sultaya uygun  şekilde dizginlenmesi, eğer arada bir istek   "desire", dilek "souhait" ve bu isteğe bağlılık "volition" ile birlikte  değilse kişide çatışma "confilt" nin şartları kurulmuş olur. Ünlü mistikleri ve martir “martyre" leri alırsak, bu gibi zahit "ascete" lerde biyolojik ihtiyaçlar, önemlilik sırasında başta gelmesine rağmen üstbenin şiddeti ve tam yüklü bir durumda olmasıyla çatışma  üstben'in lehine sonuçlanır. Şöyle ki; bu gibi hallerde ferd seve seve, âdeta zevkle  içben'den gelen ve canlının en başta ihtiyaçları olan ferdin ve nev'in korunmasına yarayan iç güdüleri inhibisyona uğratır ve  Üstben'nin bu intibisyonunu destekleyen emir ve isteklerini ise   ben   seve seve yerine getirir.
Üstben'in değil de içben'in baskım olduğu psikopatoloji alanında toplanan gözlemleri düşünecek olursak: Böyle bir hal karşısında, psikanalitik ekolün, morbit davranışı şuur dışında ve ego teşekkülü etrafında nasıl topladığını hatırlarız. Her insanda çocukluk (infantile) arzular canlı kalır. Bunlar şuur dışının nüvesini teşkil ederler. Şuur dışı arzular, aslında sınırsızdır. Bu nedenle eğilimler arasında sadist yahut agressif olanlar ya da ilkel, pervers, cinsî sapık veya çocuksu olan arzular vardır. Buradaki ruhsal çatışmalar, yasak edilmiş olan şeye karşı gelmekle, ona tecavüz etmek, onu yok etmekle çözümlenebilir görüşüne vardırabilir.
Mistik delirli hastalarda açık vc seçik olarak izlenen diğer bir semptomun ise cinsel alanda oluşu, erotik anlamda çeşitli manifestasyona müterafik olarak ortaya çıkışıdır. Şöyle ki: günah işleme kompleksi olanlarda aynı günaha karşı âdeta kaçınılmaz bir meyil uyandırmaktadır. Anatole France'in  Tais  romanında, bu duygu kompleksi (theme) inin  işlenerek ne ince ve zarif edebi   ifadeler içinde varyasyonlar yaptığını hatırlayabiliriz.   Pafnüs ve Tais'in "idee mystique" ve "idee erotique" arasında bocalayan ruh derinliklerinin fantazileri arasında bu patolojik yönü açıkça bulmak olanağı vardır. Bahis konusu olan hastaların yarısından fazlasında belirgin bir erotik reaksiyon kaydedilmiştir. Putperestlikti "phallus" ibadeti ve dinler tarihi içinde geçen çeşitli ilkel dinlerdeki erotizme varan ayinler, inançlar bu bakımdan ayrıca bir etüt konusu olabilir. Esasen psikiyatri literatüründe, mezhepçilik güdenlerle şehvet duyguları arasında yakın bir ilgi olduğu,  çoğunlukla meczuplarda şehvetle ibadetin beraber bulunduğu açıklanmaktadır.
Tarihte saray hayatında, kadını hareme sokma temayül ve fiiliyle orantılı olarak homoseksüalitenin arttığı ve yine kadına karşı tassubun baskül olduğu yerlerde kahvelerin çokluğu ve libido dürtüsüne bağlı vak'aların da çoğaldığı görülür. Zira, gizliye ve kapalıya karşı tabii bir merak ve tecessüs insan ruhunda ilkel olan ne varsa her şeyi tahrik etmeye ve onu aşağı bir yaratık misali davranışlara sürüklemeye yeterlidir.
Burada bir takım daha bazı ince tahlil ve eleştirmelere girmekle "teleoloji ve fatalizm" münakaşalarına kadar varıp teolojiyle psikiyarinin domenine taşmış olmak istemiyoruz. Biz sadece "Dini hezeyanlar"ı determinizm prensibinin ışığı altında incelemeye çalıştık ve bu çerçevede deskriptif bir amaca hizmet etmek istedik.
Türkiye'de modern Psikolojinin kurucusu olan Mustafa Sekip Tunç hocamızın da belirttiği üzere, patoloji alanındaki araştırmaların psikolojide oynadığı rol, tecrübî metodun fizyolojide oynadığı role benzer, şu farkla ki; tecrübî psikolojinin alam tecrübî fizyolojinin alanından çok daha dar olduğu için psikoloji, patolojik hallerin tamamlayıcı tetkikine çok daha fazla muhtaçtır. Bu anlatımlara göre, kitabımızın bütünü içinde belirtmeye çalıştığımız husus, psikiyatri açısından belli bir hezeyan tipini sistemleştirmekten çok, anormal dindarlığın çeşitli yönlerden niteliklerini gösterip, normal dindarın duyuş, düşünüş ve hareketlerini daha fazla aydınlığa kavuşturabilmek ve daha iyi tanıyabilmektir. Ancak, herhangi bir psikolojik araştırmadaki gerçek malzemenin ve buluntuların, diğer bilim dalları üzerinde çalışılan materyelden farklı olduğu teslim edilir. Zira, her sübjektif fenomenin objektif olarak yeterince tahkiki zaten pratik olarak mümkün değildir. " (sh:198-209)

Kaynak: Doç. Dr. Neda Armaner, A. Ü. İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Demirbaş Yayınları, Araştırma Serisi No: 21973

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar