Print Friendly and PDF

PUTLAR KİTABI-(Kitâb al Asnâm) İBN AL – KALBÎ

Bunlarada Bakarsınız



Hicrî II, yüzyıl Arap aleminin ünlü soy-bilim, tarih ve hadis bilgini İbn al-Kalbî’nin, tercümesini sunduğumuz “Putlar Kitabı”, Arap putçuluğunun menşei hakkında olduğu kadar, en eski dinî münasebetler hakkında da önemli bilgiler ihtiva etmektedir.
İbrahim’in oğlu İsmail'in (Allahtan ikisine de selâm olsun) Mekke’ ye yerleştiğinde pek çok çocuğu oldu ve bunlar Mekke’yi doldurarak Amalikalıları oradan sürdüler, zamanla Mekke kendilerine de dar geldi ve ara­larında harpler, düşmanlıklar çıktı. Bir kısmı diğer bir kısmını sürdüler, sü­rülenler, ülkede yayıldılar, yeni geçimlikler aradılar.
Onları putlara ve taşlara tapmaya sürükleyen sebep şu oldu:
Mekke’ den uzaklaşan bir kimse, Kutlu Eve saygısından ve Mekke’ye olan derin bağlılığından ötürü, yanına kutlu bölge den bir taş almaksızın uzaklaşmaz­dı.
Nerede konaklarlarsa onu bir yere koyarlar ve tıpkı Kâbe’yi tavaf et­tikleri gibi kendilerine uğur getirsin diye ve saygı ve sevgilerini ifade ama­cıyla onu tavaf ederlerdi  (çevresinde dönerlerdi). Kâbe'ye  ve Mekke’ye olan saygıları da devam ediyordu. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'den, öğrendik­leri üzere haccediyor, umre  yapıyorlardı.
Bu davranışları onları, gitgide, hoşlarına giden şeylere tapmaya götür­dü, asıl dinlerini unuttular, İbrahim'in ve İsmail'in dinini (Allahtan onlara selâm olsun) başkasıyla değiştirdiler. Putlara taptılar ve kendilerinden önce­ki toplumların durumuna döndüler. Hz. Nuh'un (Allah’tan ona selâm olsun) kavminin tapmış oldukları putları, hatırladıkları kadar, yeniden ortaya çıkardılar. Aralarında İbrahim ve İsmail (Allahtan onlara selâm olsun) çağ­larının adetlerini devam ettirenler de vardı: Kâbe’ye saygı, onu tavaf, hac, umre, Arafat ta  ve Müzdelife’ de vakfe, kurban sunmak, hac ve umre es­nasında lebbeyk diye çağırış gibi -bu adetlere kendiliklerinden birtakım adetler daha kalarak.
Nizâr kabilesi ihlâl sırasında şöyle derdi:
Buyur Allahım! buyur!
Buyur, Seııin ortağın yoktur!
Ancak bir ortağın vardır, o da senin hükmündedir.
Sen ona ve onun sahip olduklarına hükmedersin!
Telbiye ederek Onu birliyorlardı, ilâhlarını da yanma katıyorlardı, fakat sahipliğini yine Onun eline veriyorlardı. Allah (şanı yücedir) peygam­berine (Allahtan ona selâm olsun) “Onlardan çoğu Allah'a-, ancak Ona ortak koşarak inanırlar ” buyuruyor. Yani onlar Beni, Bana yaraştığı şekilde değil, yarattıklarımdan birini Bana ortak koşarak birlerlerdi, buyuruluyor.
’Akk  Kabilesi telbiye sırasında oğullarından siyah olan ikisini önleri­ne katarlar, bunlar kervanın önünde yürürler ve şöyle söylerlerdi:
Biz ’Akk kabilesinden iki kargayız!
Onları takiben ’Akk kabdesi de şöyle söylerdi:
Akk kabilesi Sana teslimdir, Yemenli kullarındır,
Bize izin ver, ikinci defa haccedelim!
Rabî’ a kabilesi haccettiklerinde, şartlarını yerine getirip durulacak yerlerde durduktan sonra ilk nafrde dağılırlar, teşrikin sonuna kadar bek­lemezlerdi ((müslümanlar gibi)),
İsmail’in (Allahtan ona selâm olsun) dinini ilk değiştiren, putları diken, Sâ’iba, Vasîla , Bahîra  ve Hâmiya yı getiren kişi, 'Amr b. Rabi'a dır ki, o, Luhayy b. Hârisa b. ’Amr b. ’Âmir al-Azdı'dır ve Huzâ'a’ nın babasıdır.
’Amr b. Luhayy’’ın annesi, ’Amr b. al-Hâris ’in kızı Fuhayra idi. Mudad al-Curhumî’nin kızı Kam’a olduğu da söylenir.
Al-Hâris, Kâbe’ııin yöneticisiydi. ’Amr b. Luhayy büyüyünce yönetim işinde onunla anlaşmazlığa düştü, İsmail oğulları ile birleşitı Cürhüm ile savaştı. Onları yendi, Kâbe’den uzaklaştırdı, Mekke’nin dışına sürerek Kut­lu Evin bekçiliğini üzerine aldı.
Sonra ağır bir hastalığa tutuldu, kendisine denildi ki: Suriye’de Balkâsl denilen yerde sıcak bir pınar vardır, oraya gidersen iyileşirsin. Oraya gitti, yıkandı ve iyileşti. Oranın halkının putlara taptığını gördü.
-Bunlar nedir? diye sordu; dediler ki.
-Biz bunların aracılığı ile yağmur ve düşmana karşı yardım isteriz. Bunun üzerine, bunlardan kendisine de vermelerini istedi, verdiler, Onları Mekke’ye getirdi ve Kâbe'nin çevresine dikti.
Abu l-Munzir Hişâm b. Muhammad dedi ki:
((Babam)) Al-Kalbî’nin ((bana)) Abû Salih’ten, onun da îbnAbbâs' tan naklettiğine göre İsâf ve Nâila  (Cürhüm kabilesinden İsâf b. Ya’ lâ de­len bir erkek ve Zayd’in kızı Nâila) vardı. İsaf Yemen’de Nâila'ya aşık ol­muştu. kabileleri hac için Mekke’ye geldiklerinde ikisi Kabe'ye girdiler, insanların gaflette bulunduğu bir sırada evde yalnız kaldılar ve birleştiler, hemen de iki taş haline geldiler." Ertesi sabah onları öylece buldular, çıkar­dılar, durmakta oldukları yerlere diktiler. Daha sonra. Huzâ'a, Kurayş  ve Araplardan Kâbe'ye hacca gelen herkes onlara taptı.
(İsmail oğullarından ve diğer topluluklardan, İsmail'in dinini terkettikleri sırada, onları hatırladıklarına göre ilk adlandıranlar) ve bu putları ilk edinenler Huzayl b. Mudrika idi.
..
Bunlar Nuh kavminin taptığı beş puttur, Allah (şanı yücedir) peygam­berine (Allahtan ona selâm olsun) indirdiği Kitabında ((Kur’an)) onları an­dı:
Kıırayş ve bütün diğer Araplar da ona saygı gösterirlerdi.,
Durum Allah’ın elçisinin (Allahtan ona selâm olsun) H. 8. yılda Medine’den çıkı­şına kadar böylece sürdü. Bu yıl, Allah’ın (Mekke’nin) fethini bahşettiği yıldı. Medine’den çıkalı dört veya beş gece olduğunda, peygamber Ali’yi gönderdi, 'Ali onu yıktı ve orada bulunan şeyleri aldı. Bunları peygambe­rin (Allahtan ona selâm olsun) huzuruna getirdi. Aldığı şeylerin arasında Gassân  kıralı. Haris b. Abû Şamir  al-Gassân’nin hediyesi olan iki kılıç vardı: Birisinin ismi “Mihşam’, öbürününki “Rasûb" idi. Bunlar, Alkarna'  nın şiirinde andığı, al-Hâris'in iki kılıcıdırlar:
Demirden iki göğüs zırhı üstüste ve üzerlerinde
İki kıymetli kılıç: Mihşam ve Rasûb!
Peygamber (Allahtan ona selâm olsun) bu iki kılıcı da  Ali'ye (Allah ondan razı olsun) verdi. Söylendiğine göre, ‘ Ali’nin kılıcı Zul-fakâr bu ikisinden biriydi.
‘Ali’nin bu kılıçları Fals  mabedinde bulduğu da söylenir Fals, pey­gamberin (Allahtan ona selâm olsun) 'Ali'yi gönderdiği ve 'Ali’nin de yık­tığı, Tayy  kabilesinin putudur.
Onlar daha sonra al-Lât'ı ’ put edindiler.
Kurayş kabilesi Kâbe'yi şöyle söyleyerek tavaf ederdi:
Lât hakkı için, 'Uzzâ hakkı için!
Onlar yüksek turnalardır,
Onların şefaatine ümit bağlanabilir!
Üçüncüleri Manât hakkı için!
Derlerdi ki: Onlar Allahın kızlarıdır (hâşâ),  Onun yanında şefaatçi­dirler. Allah, elcisini gönderdiğinde ona şöyle vahvetti:  Al-Lât, al-'Uzzâ ve üçüncüleri Manât hakkında ne dersiniz? Oğullar sizin de kızlar Onun mu? O zaman bu haksız bîr üleştirme olur. Onlar sadece, sizin ve ataları­nızın Allahtan hiçbir selâhiyetleri olmaksızın takmış oldukları isimlerdir.
Hayızlı kadınlar putlarına yaklaşamaz ve onlara dokunamazlardı, ancak belli bir uzaklıkta dururlardı.
..
Mekke’li her ev sahibinin bir putu vardı, evlerinde ona ta­parlardı. Birisi bir yolculuğa niyetlendiğinde, evinde yaptığı son iş, eliyle ona dokunmak olurdu; yoldan döndüğünde de, evine girer girmez, yap­tığı ilk iş, aynı şekilde, eliyle ona dokunmak olurdu.
Allah peygamberini (Allahtan ona selâm olsun) gönderdiği, o da onlara Allah’ın birliğini bildirip, yalnız Ona ibadet etmelerini, ortak koşmamaları­nı söylediği zaman, dediler ki: “Ne o, ilâhları bire mi indirdi, doğrusu bu şaşılacak bir şey! “Putlarını” kastediyorlardı.
Araplar putlara tapmayı çok basitleştirmişlerdi:
Bazıları bir tapınak, bazıları da bir put edinmişlerdi.
Bir puta veya bir tapmağa gücü yetmeyen, Kâbe’nin veya diğer tapı­naklardan birinin önüne hoşuna giden bir taşı diker, sonra tapınağı tavaf eder gibi onu tavaf ederdi. Bu taşlara al-Ansûb derlerdi.
Bunlar heykel şeklinde olursa, yani belli birer şekilleri olursa, bunlara al-Asnâm veya al-Avsân derler, onları tavaf etmeğe de ad-Davâr der­lerdi.
Birisi bir yolculuk sırasında konakladığında, dört tane taş alır, içlerin­den en güzelini seçerek onu ilâh edinir, diğer üçünü de tenceresine pişirme taşı yapardı, ayrılırken onu orada bırakırdı. Başka konaklayışlarında da aynı şeyi yapardı.
Araplar bütün bu taşlara kurban keserler, hayvan boğazlarlardı, böylece onlara yaklaşırlardı, bununla birlikte Kâbe'nin hepsine üstünlüğünü tanırlardı: Hac ve umre için ona giderlerdi.
Yolculukları sırasındaki davranışları da, sırf Kâbe’deki hareketlerini hatırlayacaktı, ona olan derin eğilimlerinden ötürü böyle yapıyorlardı.
..
Biz Allahın elçisinin (Allahtan ona selâm olsun) şöyle söylediğini işit­tik: “Davs’ler, alışık oldukları şekilde, tekrar Zu'l-halasa'ya. taparken, ka­dınlarının kıçları birbirine çarpmadıkça dünyanın sonu gelmeyecektir”.
..
Vadd, Suvâ’, Yagûs, Yaûk ve Nasr, dindar, iyi kişilerdi, hepsi de aynı ayda öldüler. Akrabaları çok üzüldüler, Kâbil oğullarından biri dedi ki: “Ey hemşehrilerim, size onların şeklinde beş put yapayım mı? yalnız ruhlarını veremem?”
-Yap! dediler. O da tıpkı onlar gibi  beş put yapıp dikti.
Artık herkes kardeşine, amcasına,  yeğenine geliyor, ona saygı gös­teriyor, etrafında dönüyordu; Bu bir kuşak boyunca böylece sürdü. Bun­lar, Yarad  b. Mahlâil b  Kaynan b. Anûş b. Şit b. Âdem çağında ya­pıldı.
Sonra başka bir kuşak geldi, bunlara, öncekilerden çok daha fazla say­gı gösterdiler.
Onlardan sonra üçüncü bir kuşak geldi, bunlar dediler ki: Bizden ön­cekiler bunlara muhakkak, kendilerine Allahın yanında şefaat etsinler diye saygı göstermişlerdir, başka bir sebeple değil. Ve onlara taptılar. Yaptık­ları iş büyüdü, küfürleri arttı, Allah onlara İdris’i (Allah’tan ona selâm ol­sun) (O, Ahnûh i b, Yârad b. Mahlâ'îl) [b. Kaynan’dır] peygamber olarak gönderdi. O, onlara doğru yolu gösterdi, fakat onu yalanladılar; Allah onu, yanındaki yüce makamlara çıkardı,
..
Şimdi bana gereken “Her alimin üstünde  Âlim  vardır “sözünü örnek edinmektir, hayır, daha iyisi “Allah en iyi Bilen’dir’ sözüne uymaktır.

Kaynak: İbn Al – Kalbî, Putlar Kitabı, (Kitâb al Asnâm), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 84, Rosa Klinke Rosenberger’in Almancaya çevirisini Arapça aslı ile karşılaştırarak çevirenin girişi ve notları ile birlikte Türkçeye çeviren, Beyza DÜŞÜNGEN, Nisan, 1968, Ankara

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar