RUHLAR ALEMİ
"Sana ruh hakkında soru sorarlar.
De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.
Size ancak az bir bilgi verilmiştir."
İsrâ, 85
Ruh ve biz.
Herşey ruhun toprağa karıştırılmasıyla
başladı.
İrade ve emir birleşince ruh kendini
bu dünyada buldu.
Bu gelmenin nedeni iradenin
takdiriyle oldu.
Olması gereken senaryolar zuhur
ettikten sonra ruh yolculuğuna başladı. Dünyada olması istenilen beden
arkadaşlığı içinde sebepler yaratıldı.
Celâlettin Suyuti sahih görüş olarak;
ruh ile nefsi tek bir şey olarak kabul eder.
Ruh yalnız başına ve çoğalma özelliği
yok olduğu halde beden ilişkisinde çoğalan olarak görüyoruz. Aslında ruhda
unuttuğumuz en büyük bir husus onun cinsiyetsiz oluşudur. Ruhun cinsiyeti
yoktur. Ancak bedenle olan ilişkisi sanki bir cinsiyet sahibi gösterdi.
Ruhun en büyük kazancı veya özelliği
onun inançlı olmasıdır. Gelen haberlerde Allah Teâlâ'ya secde ettiği
bildirilir. Fakat kâfir olanların ikili secdeyi yapmayıp bir secde
ettiklerinden bahsedilir. Ancak secde yapıldıysa ve bunun bir ve iki ile
ilişkilendirilme nedeni yoruma açıktır.
İlişkilerde ruhun kendi özelliklerini
araştırmaya koyulduğumuzda hayatımızda kader dediğimiz birçok hususun içinde
kendini kaybetmeye başlarız. Sevdiğimizi neden sevdiğimiz, nefret ettiğimizin
kesin nefreti açık değildir. Bir anne çocuğu için can verirken, üvey çocuğuna
nefretle bakmasının ruhun iyiliği ile alakalı olmayıp bilincin akışındaki
veriler sonucu olmalıdır. Çocuk sevgisi bir ise bu anne neden nefret eder?
Beden bağının ruhla olan ilişkisi
sınırlı olduğu halde bu kısa zaman içerisinde birinin ruhunu kendine çocuk
edinmek veya eş –bu belki ruhun seçimi olabilir- seçmekte ruh kendinde bir
yetki bulmadığı halde neden sorumluluk hissetmektedir.
Aşk, belkide ruhun yaşadığı en büyük
deprasyon.
İstemsiz olarak birine meyletmek.
Bulunduğu hayatın hukuku içinde
kendini birine kaptırıp onun için değer kavramlarından çıkıp nedensiz denecek
kadar sevmek.
Beşeri durumda her kuralın
uygulayıcısı olurken bir türlü vazgeçemediği sevgisini içinde tutunarak
yönlenmiş olan durumunu çözemeden devam etmek.
Düşünün manasını bilmediği bir müziğin
melodisini dinlerken belki de kendi iç dünyasında kızdığı ve nefret ettiği bir
şeye musiki tavırla sevmek.
Açıklamasız, bu sevginin kaynağının
ruh olduğunu düşünmemiz gerekiyor.
Öyleyse ruhumuz denilen şey, neden
birşeye karşı kendinde bir sevgi oluşturur ki.
Düzenli denilen bir hayatı olan insanın
kendini kaptırdığı, bu sevgi ateşi içinde yorumunu dahi yapamadan sürekli o
girdabın içine yönelir.
Bir roman okuyucusu okuduğu kitapta
hayalde olduğunu bildiği halde o güzel gördüğü insana karşı aşırı sevgi besler
ki?.
Bunun bedeni bir tarafı olmadığı
kesin. Ruh, bu sevgiyi her şeye duyamadan bir kanalın darlığı içine sokup orada
sıkıştığı halde çektiği acılara aldırmadan ısrarla yönelişi.
Beden aşkımızın en ileri seviyesi, bir
şekilde cinsellikte sonuçlanırken, ruhunda bu işe karışmasındaki neden, bir
aldatmaca mı yoksa ruhun önceden tattığı arzunun getirisi mi bilmek mümkün
değil. Ancak cennetten kovulma sebebimiz, bedeni bir açlığın sonucu olunca
düşünmek gerekiyor.
Şeytanın topraktaki bedeni kıskanmadığı kesin.
Şeytan Ademin bilgisini kıskanmış
olmalı. Yani Âdem hakkında ortaya sunulmuş bilgi. Bedenin çamur özelliğinin onu kıskandırması
biraz zor görünüyor. Kısıtlı olan toprak mamulü bir beden ateşli daha hareketli
oluşunu gözlere getirmesi karşısında bir yorumlama kaosu yaşadığı kesin. Şeytanın
ruhu kıskanma durumudur. belki bağıntısı
olan beden ilişkisinden dolayı. Çünkü Allah Teâlâ ile aşkında bir sorun yoktu.
Bu nedenle bedenin çekiciliğinde gizlenen esrar devam ediyor diyebiliriz.
Bir köy ağasının zorla marabasının
kızına göz dikmesi ruhun yönelişi ile alakalı diyebilmemiz mümkün mü?
Ruhlarda cinsiyet arandığı konusuna
hiç rast gelmedim. Ademin tek olarak oluşu ve Havva'nın hala ikinci bir
versiyon olarak çıkışının karanlık olması -kaburga ifadesi yeterince yeterli
değildir. Ruhlar arasındaki bu ilişkinin cennette devamı olamayacağı için
yeryüzüne gönderildik. Allah Teâlâ'nın Âdem'in isyan etmesi diye belirtilen
hususta ruhun ne derece bir etkisi vardır? Bilmesekte, iradenin yönlendirici
tarafında bazı şeyler karanlıkta tutulmaktadır.
Dünyaya geldik.
Bir beden ile yaşamaya mecbur olduk.
Ancak cinsiyetsiz olan ruhun kimlik
seçiminde hangi kriter esas alındı dediğimizde ne cevap vereceğiz? Günümüzde
üçüncü cinsiyet –biseksüel/ nêremok tiplerin çıkışında ve ilmi faaliyette
yükselmiş kişilerin, genelde cinsiyet özelliklerini kaybedişlerinde veya
nötürleşmelerinde, ruhani yöne daha doğrusu melekiyyet yurduna yakınlaşması
artması mıdır? İnce çizgideki sırrı kaybetmeleri midir?
Aziz Mahmut Hüdayi (kuddise
sırruhu'l-âlî) riyazat günlerinde çarşı pazarda gezerken daha çok ölmüş
insanları gezer görmesi, yaşadığını bildiği insanları görmemesi budur. Çünkü
nice yaşayan insanlar vardır ki onlar ölü gibidirler.
Ruhani kimliğin sevgi alanında duyduğu
yüksek meziyet yani beden isteklerinden uzaklaşmadaki mesafe arttıkça vücuttaki
enerjilerin süfliyete çeken kısmından kopan bağlar tekrar bir daha geri gelmez.
Bunun en bariz örneği canımızı yakanı affedebiliriz, ancak bir daha
sevemeyiz. Bunun en güzel örneği peygamberlerde ve velilerde bulabiliriz.
Bedene yakın olan affetmek gönüldeki
sevgiyi tekrar oluşturmaz. Bu nedenle ruhlar kuşlara teşbih edilmiştir.
Meleklerde öylesine. Uçarlar, durmak için bulduğu dalın kırılması nedeniyle
dönüş yapamazlar. Bazı kereler kırgınlık yaşadığımız halde tekrar yöneliyorsa
bu ruhun gerçekte o şeye karşı sevgisindeki bir benzer olan bağıntı ile
ilgilidir, diyebiliriz.
Aşk denilen halde ise ruhun kendisini
ilgilendirdiği için sevgilisine karşı sürekli meylini kesemez.
Bu meyanda inanç konusunda Allah
Teâlâ'ya karşı olan duygularımızın kesilmemesi de budur. Görmediğimiz halde,
isteklerimizin büyük kısmını dünyevi şartlara istinaden koyduğu kurallar
neticesiyle vermediği veya kısıtladığı halde vazgeçmeyişimiz.
ALLAH TEÂLÂ
|
|
RUH
|
Madde değildir ve benzeri yoktur
|
|
Madde değildir.
|
Mekânsızdır
|
|
Mekânsızdır
|
Allah Teâlâ´nın âlem ile beraberliği Ne içindedir, ne
dışındadır.
|
|
Ruhun bedene bağlılığı, ne bitişiktir, nede ayrıdır.
|
Allah Teâlâ,
bilinemez, nasıldır denilemez
|
|
Allah Teâlâ, insanın ruhunu bilinemez, nasıldır denilemez
olarak yaratmıştır.
|
Âlemi varlıkta durduran, Allah Teâlâ´dır.
|
|
Bedenin her zerresini diri tutan ruhtur.
|
Allah Teâlâ
anlaşılamayandır.
|
|
Ruh nasıl olduğu anlaşılmaz olarak yaratılmıştır.
|
Ruh sevgiyi direk olarak içinde
aslıyla bulduğu için kolay gelen bu vasfın karşısında beden çok zaman yetkisiz
kalır. Suskun durur. İlişkilerde
bizlerin erkek ve kadın diye ayırdığımız sevişme kategorisi ruhlar âleminde
yoktur. Sofi bir kadının şeyhine sevgisinde duyduğu hazlarda şehvetin kokusu
bulunmadığı halde çok aşırı bir sevgi duyabilir. Bu sevgi onun diğer olarak
bulunan cinsiyetin özelliğini o kadar aşar ki, vücut bilinçaltında kendi
huzuruna kavuşur. Normalde olan bedeni hazzı aşmıştır. İç huzurunu neden
bulduğunu kendince de çözemez. Ama denize kavuşmuş bir ırmağın sessizliği gibi
onu kaplar.
Burada ruhun aldığı ve duyduğu her şey
bedeni yavaş sarar. Ancak dünyevi şartlarda bulunduğumuzdan ruhbaniyetin terk edildiği ve nesillerin
devamı talep edildiği için bu duygunun üzeri çok çabuk kapatılır. Habersizleşir.
İmam Rabbanî (kuddise sırruhu'l-âlî) buyurdular ki;
Bazı kulların ayrı hususları bulunur.
Bunlar ezelden seçilmiş kişilerdir. Mukarreblerdir. Bunlar için dünyaya gelmek
diğer insanlar arasındaki noksan kalan hususları ikmal içindir. O kişinin bulunuşu ve kendini bilme durumu da
çoklarında sınırlıdır. Bu ruh sahipleri için özel terbiyeciler gelmesi sadece
uyanışlar içindir. Üveysi dediklerimiz bu sınıfa dâhildir.
“Allah Teâlâ dostlarını öyle
saklamıştır ki, zahirleri bile kalplerindeki kemalattan habersizdir. Nerede
kaldı ki, başkaları onların halini bilsin”
Günümüzde ruh sevilerinde yükselen
kişilerin yalnızlaştığını fark edebiliriz. Onlar bizlere çok benzemez. Normal
insanın aldığı zevklerden sınırlanmıştırlar. Büyükler buyururlar ki, Allah
Teâlâ kıskandığı dostlarını yalnızlaştırır.
Örnek, Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu
aleyhi ve sellemin peygamberlikten önceki onbeş yıl inzivası, Hz. İsa
aleyhisselâm çöldeki çilesi ve kayboluşu, Abdulkadir Geylanî kuddise
sırruhu'l-âlînin yirmibeşyıl, ….misaller uzayıp gider. Ancak Kur’ân-ı
Kerim’deki en güzel hikaye diye geçen Yusuf aleyhisselâm kıssası bize bir
nükteyi haber veriyor.
Aşk yolunda olmanın birinci şartı,
zorunlu mahkumiyet, şartsız mecburi kapalı alanda kalmak.
Ashabı Kehf'in ruhsal planda uyku namıyla
üçyüzyıllık esaretleri mağarada bulunmaları bedenin kontrol edilmesinde ruha
yardım olarak verilmiş ikramdır.
Ruh merhametlidir. Ancak çok çok
merhametli olan diyebileceğimiz yakın ve âli dediklerimizin dünya şartlarında
kısıtlansı aşırıya gitmektedir. Bu aşırılık gibi görünen durumlar, hizmetkâr
diyeceğimiz kişilere tahsis edilmiştir. Onlar bu şekilde bulundukları ortamda
dengeleri sağlayacaktır. Onlar sayesinde dünyada irade edilmiş düzendeki
noksanlıklar kalkar. Onların yeri yurdu
bazen tekke, bazen meyhane olur.
Mıknatısın demiri çektiği gibi bu
insanlar etrafını tutmaya sıkıntılarını taşımaya başlar. Günahlar ve sevaplar
onu çevirirken o ruh sahibi etkilenmez. En zirve denilen duygudan haberdar
olmuştur. Anlatması da mümkün değildir. Bilgiler dile gelmesi için isim/müsemma
birlikteliğini bulmalarıdır.
Çocuk dünyaya geldiğinde ruhunda
çocukluk hasleti yokken ruh çocuk gibi bekler. Zamanın akışında kendini
yetiştirir. Bedenin kırk yaşına gelmesi ancak ruhun bazı sırlarına nüfuz
edebilme yaşıdır. Yoksa ruhun kemalatı kendisiyle zaten bulunmaktadır. Burada
nefis denilen kısmın terbiye edilmesi aradaki bağların akıl kemendi ile ruha
ulaştırılmasıdır.
İnsan ne kadar çalışırsa çalışsın bazı
şeylerini değiştiremez. Mesela sesini. Ses normalde ruhun kendisiyle değil,
beden ile alakalı oluşudur. Şu an hali hazırda misafir olduğumuz bedene
ekstradan verilmiş özellikler, ruhun dünyada yapması gereken takdir edenin
iradenin isteğidir. Yani görevli olmak gibi.
Sevgi duyduğumuz bir insanı neden
sevdiğimiz hususuna gelince özellik olarak Rahman'ın zatıyla alakalıdır. Allah
Teâlâ kullarının hepsini aynı seviyede tutmak istemeyişi, adaleti nedeniyle bir
eşitlikte yaratışında noksanlık olmasını istememiştir. Erkek ve kadında eşit
yaratılmıştır. Bedeni farklılıklar türemenin getirisidir. Eğer Meryem Validemiz
çocuğu kendi başına dünyaya getirebiliyorsa bu kapı açık demektir. Ancak
istenilen muhtaçlık zincirine uymadığından bu husus terk edilmiş görünmektedir.
Ancak vardır. Bedenler doğmak için cinsiyet sistemine muhtaçken ruhlar Allah
Teâlâ'nın emriyle yaratılmış bulunmaktadır. Belirlenen vakte kadar dünyaya
gelecek ruhlar doğumsuz beklemektedir. Meleklerde ise sürekli bir yaratılma
mevcuttur. Bugün çocuğumuz olarak gördüğümüz dünya şartlarındadır. Ruhlar
aleminde ise ailevi bağlar yoktur. Ruhlar vardır. Ancak dünyaya geldiğimizde
tevafuk dediğimiz kader gereği sorumluluklar yükleniliyor ve sorumlu
tutuluyoruz. Bu sorumluk belki öteki âlemde lahuti boyutta bir değer ifade
etmiş olması düşünülebilir. Eğer dünyevi alemle birleşme durumumuz olmasaydı,
Öteki alemimiz karanlık olabilirdi. Aramızda sevgiyi oluşturan bağlar ruhlar
aleminde bekleştiğimizde yanyana geldiğimiz ruhlardır. Onlar ile olan
beraberlik bu dünyada devam edecektir. İnsan aklını karıştıran acı ile olan bağımızdır.
Acı.
Yaratılışın temelini oluşturan acı,
ruhlar içinde olsa bir ayrılığın neticesidir. Bazı düşüncelerde yaratılmışlar
tanrının kendisidir denilir. Bu düşüncenin gereği ayrılmış parçanın bütüne
cazibesi vardır. Bu cazibe nedeniyle oluşan hasretin gereği kavuşmak arzusu,
etkilendiğimiz ve bizi sersemleten durumdur.
Paçalanma ve ayrılma için bir küre
düşünün kendi mihverinde dönmeye başlıyor. Bu dönüş o kadar hızlanıyor ki,
uçtan dışa doğru parçalar saçılıyor. Bir uydu kümesi. Ayrılmalar ve uzaklaşmalar
farklılık gibi görünsede aslında aynıdırlar. Bu durum cevher için geçerli
olduğu gibi araz içinde aynıdır. Bazı ruhlar bu lahuti galakside iradenin
verdiği vasıfla kendi çevresinde dönerken o da parçalanıyor. Bu parçalar
koparken aynı ruhun birçok parçası oluşuyor. Buna örnek olarak güneş ve dünyayı
düşünebiliriz. Dünyanın da çok olmasa da bir uydusu var. Onun ayrılmaz parçası.
Dünyada Güneşin devamı. Gelgit dediğimiz sebepler dünyada ay sebebiyle olunca,
bizim de bazı parçalanmış ruhlarımız gibi düşündüğümüz kendimizi birkaç yerde
bulabiliyoruz. Baz velilerin ruhunda bu temaşa edilmiştir Somuncubaba'nın
Bursa/Ulu cami açılışında üç kapıda el öptürmesi.
Bu nedenle sevdiğimiz dediğimiz ve
kopamadan beraber olmayı düşündüğümüz bazı kişiler arasında kendi ruhumuzun
varlık görüntüleri var. Ancak bu farklılık gösterebilir bir yerde erkek diğer
yerde kadın bedeninde bulunur. Reankarnasayon temsilcileri bunu tekamül ve geri
dönüşümler olarak algıladılar. Bu aslında aynı ruhun birçok bedende
bedenlenmesidir, denilebilir. Birisiyle aynı anda düşündüğümüz zaman ben
aynısını düşündüm derken, bu yakınlıktan istifade ederiz. Ancak bazen bunun
zıddı da olur. Nefret edecek kadar uzaklaşmak isteriz. Bunu açıklamakta dolanıklık teorisi ile
ilişkilendirebilirsiniz.
Ayrılmış beraberlikler, neden
birleşemiyor veya mesafeli kalıyorlar?
Bu hususta gizemin oluşu bilgimizin
sınırlı oluşudur. Cep telefonu ile bazı mesafeler kapatmayı başardık. Bu demeki
zamanla ruhlar arasındaki mesafe de kalkacak. Bu mesafeler kalkınca cevherin
bizi yaratma nedeni olan mahluk sıfatımızda bir bulanıklık oluşabilir. Allah
Teâlâ iki denizi birbirine yaklaştırıpta perde koyması gibi tasarrufuyla
karışmaya engel olacak.
Sevdiklerimiz dediğimiz herşey o an
için sevmemiz gerekendir. Yoksa ruhlar aleminde meleklerde olduğu gibi nefretin
karşılığı yoktur. Bizler bir ruhun aslı
ve parçaları olabiliriz. Ancak hangi kategoriye düştüğümüzü bilmekte aciz
kalıyoruz. Hz. Mevlâna kuddise sırruhu'l-âlînin “Kadın, Hak nurudur, sevgili
değil; Sanki yaratıcıdır (doğurgan), yaratılmış değil!” (Mesnevî, 1/2437)
buyurmasında, dünyamızda gördüğümüz bir çok ruhun bir kadın ruhunun
parçalarından diye düşünebilme imkânımız daha çok vardır. Kadın olarak görülen
bedenlerdeki ruhların bünyesine uygun düşen bu sıkı ilişki nedeniyle sevgi
nedeni ve sonucu olan birlikteliklerini kaybetmiş yalnız kadınlar, aslında
vasıflarını aktardıkları ruh sahibi erkeğe ihtiyaç hissetmemektedirler. Bu
nedenle erkeklerden daha sabırlı ve metanetli olarak hayatlarını geçirirler.
Birde parçalanmış ruhların asılları
kendisi diyebileceğimiz kemalattaki olanlar. Bu ruh sahipleri aşkın insan
dediklerimizdir. Onlar toprağa dağılmış mıknatıs parçaları gibi olan kendi
özünden olanları çekmeleridir. Bu ruhlar mele-i alada tavaf ederken etrafındaki
ruhları parçaları gibi çekerler. Birleşme hasıl olur. Garezsiz ve
ivassız.(Karşılıksız) Birleşmeler beden külfetinden çıkmış sadece ruhani
boyutta olur. Birbirleri ile o kadar
yakınlık hasıl olur ki, bir tasın içinde karıştırılan macun gibi. Bir başka
deyişle ışık tayfı renklere kristal cam ile karşılaşınca ayrılırken, bu
birleşmede ruhlar zıll (gölgede) erir gider. Siyahlaşan bu nur diğer boyuttaki
beyaz nurdan daha üstün olur. Sevmek ve nefret durumu bu bağıntı ile ilgilidir.
Karanlık uzaydaki gibi. Uzay aslında
siyah değildir. Teorik olarak hiçbir şeyin rengi yoktur. Işık kaynağından çıkan
ışık ışınları cisimlere çarparlar ve maddenin cinsine göre belli dalga
boylarında yansırlar. Yansıyan ışınlar bizim gözümüze de gelirler. Bize hangi
dalga boyunda geldiyse o dalga boyunda algılarız o cismi. Uzayın siyah değil
fakat karanlık gözükmesinin nedeni ise şudur: Uzayda, ışık kaynaklarından çıkan
ışınları yansıtacak bir tabakanın yitirilmesi. Karşımızda bazen sevgi
duyduğumuz dediğimiz insan, karşı olacak tabakayı kaldırınca sevgi ışığımızın
birden kararmasını da anlamış olalım.
Eskilerin kalpten kalbe sevgi vardır
dedikleri budur. Birini seviyorsanız o da sizi seviyor. Demektir.
Düşünüyorsanız o da sizi düşünüyor. Ancak ruhlar için takdir edilmiş iradenin
sonuçlarında bizim seçiciliğimiz bir yere kadar olunca tıkandığımız noktalar
çıkıyor.
Dışta görünen haller içe tanıktır.
Bir şeyin bir şeye tesir
etmesi ancak karşılık bulununca tecelli eder.
Şimdi bunu çözmek biraz zor olacak.
Bunun yerine ideal denilen umdelere yönelmek gerekiyor. İnsan için verilmiş
fıtratın ve yardım olarak gönderilmiş nübüvvet bilgisi bizi açmazlarımızdan
çıkarmaya yardım edecektir.
Sözü ruhların vasfını okumalarla
bitirelim. Bu konuda sınırlı bilgilerimiz izin verildikçe zamanla artacağına
ayet işaret etmektedir.
İhramcızâde İsmail Hakkı
Allah Teâlâ´nın Zat-ını
tanıttığı ilk mahlûk Hakikati Muhammediye´dir. Sonra saf aşk ve Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem´in
nurunu, Ruh-u ve Akl-ı yarattı.
Saf aşk;
hiçbir bilgi olmayan hale denilir. Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve sellemin Nuru
ve Ruhu, Akl-ı kül ve kalem-i âla olan dört husus aynı şeylerdir. Bu isim
farklılığı bağıntılar yönündendir.
**
Allah Teâlâ insanı
nefisten yaratıp, ruhu ona ikram etmiştir.
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ
وَنَفَخْتُ فيهِ مِنْ رُوحى فَقَعُوا لَهُ سَاجِدينَ
“Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman,
derhal ona secdeye kapanın” (Sâd;72)
Ruh´un yeri kalptir. Ruh, özellik bakımından İlâhî Zat-ın
tecellilerini taşırken, nefis zat-î sıfatların ve fiillerin tecellisini
taşımaktadır.
Celâlettin Suyuti, sahih görüş olarak; ruh ile nefsi tek bir şey
olarak kabul eder.
Ruh, özü itibarıyla kutlu olmasına rağmen halife sıfatına
erişememiştir. Çünkü halifelik makamının karşılığı ancak nefis taşıması karşılığında
insana verilmiştir. Ruhlar letafet, ihata ve hareket bakımlarından, görünüşte,
kendini yaratana benzer.
“Allah Teâlâ, Âdemi kendi suretinde yarattı” hadis-i şerifi, bunu
bildirmektedir.
Beden, ruh için dikilmiş bir elbisedir. Eğer ki; ruh yalnız
başına yaratılmış kalsaydı, melekler ile arasında bir fark kalmazdı.
Melekler maddeli, mekânlı ve nasıl oldukları
anlaşılabilir oldukları için halifelik sıfatına kavuşamaz. Bu bilgilerden
insanın nasıl Allah Teâlâ´nın halifesi olduğu anlaşılmaktadır.
Bir şeyin sureti, onun halifesidir, vekilidir. Bir şey onun suretinde
yaratılmazsa, onun halifesi olamaz. Halife olmağa yakışmayan, emanet yükünü
taşıyamaz.
Cüneyd-i Bağdadi kuddise sırruhu'l-âlî “Hadis (sonradan
yaratılan), kadime (ezeli, aratılmayan) yaklaşınca, izi, eseri bile kalmaz” buyurdu.
Sultanın hediyelerini, ancak onun
hayvanları taşır.
Allah Teâlâ kararmış
olan bedeni, nurlu olan ruha sevdirdi. Nur karanlığa âşık oldu. Çok severek,
bedenle ile birleşti. Bu bağlantı ile nurun cilası arttı. Ona yakınlaşmakla,
parlaklığı çoğaldı. Nurun bu hali, ayna yapılacak cam gibi oldu.
Parlak olan nur, karanlık cesede bağlanınca, önceden
Allah Teâlâ´ya olan yakınlığını, kendi varlığını ve özelliklerini unuttu.
Karanlık bedene olan sevgisine dalarak ve yalnız bir görünüş olan o bedene
bağlanarak kendini kaybetti. O´nunla bir arada kalınca, değerini kaybedip
kötüleşti/göründü. Ruh bedenden yüz çevirip, unuttuğu Kutsî sevgilinin
müşahedesine dalarsa ve ona bağlanırsa, karanlık bedeni de, o kutsî makama
sürükler. Müşahedesi artınca da, beden de onun nurları ile aydınlanır.
Zevaid-üz Zühd adlı kitapta şu rivayet vardır.
Kalp ve cesedin misali
kör ve kötürümün misali gibidir. Kötürüm köre dedi ki;
Ben meyve görüyorum,
fakat ulaşamıyorum. Beni yüklen. O da yüklendi. Sırtına aldı. Köre yedirdi.
Bu nedenle nefsin ruh ile olan arkadaşlığı neticesi kutsi
makamlar insana hediye edilmiştir. En büyük ikram da sonsuz hayatın ruh
sebebiyle insana ihsan edilmesidir. Çünkü ruhun özünde sonsuzluk işaretleri
vardır.
Pis olan meni rahme düşünce can olup
temizlenmesi gibi, nefiste ruhun etkisine girince temizlenir.
Bundan dolayı insanda
terbiye edilme ve yol göstermenin gerekliliği duyulmuştur. Çünkü yaratılışı
maddî itibarıyla zayıf, manevî yönden yüksek yaratıldığından dengelerin sağlanması
için ilâhî yardıma ihtiyaç vardır.
Ruh, Allah
Teâlâ´nın mahlûkatına benzemeden yaratıp yüceliği tarafından bildirilmiş hususi
bir mahlûktur.
Ruh, Allah
Teâlâ´nın bir emridir veya bizlerin melekleri görmediğimiz gibi, meleklerin de
göremediği nasıl olduğu anlaşılamayan, anlatılamayan âlemden olan bir mahlûktur.
Ruh, cesedin
hayatının devamına sebep olan sır, Allah Teâlâ´ya mahsus, ilişkisi en kuvvetli
bir mahlûktur.
Ruhun en büyük
özelliklerinden biri, mekânsız olmasıdır. Gerçi Allah Teâlâ´nın mekânsız
olmasına nispetle mekânlıdır. Allah Teâlâ´nın varlığı mertebesindeki
bilinmezliğe göre ruh bilinenin ve anlatılabilinenin ta kendisi olmaktadır.
Sanki ruhlar âlemi, bilinmeyen mertebesi ile âlem arasında bir geçittir.
Bu ilmi bilenler, az
olmakla beraber, kendilerine açılmış olan ruh bilgisini de, açıkça anlatamayıp,
insanların yanlış anlamasından korkarak toplu ifade ile yetinmişlerdir. Çünkü
ruhla ilgili mertebe ilâhi görünüşlere benzer olduğundan, arasındaki fark çok
incedir. Bu konuda doğru olan öz olarak beyan etmektir. Ruhun hakikatini olduğu gibi
açıklamak inkâr ehline benzemek gibi olur. Çünkü dünya âlemi
bilgileri bu konuda yetersiz kalmaktadır.
Allah Teâlâ hissiz,
hareketsiz olan, hiçbir şeye yaramayan, karanlık ceset ile maddesiz, zamansız
ve mekânsız ruhu, birleştirip ve bir arada bulundurdu.
Ruh bu bedene gelmeden önce,
mukaddes âlemi biliyordu. Bedene gelince, bu bilgisi kalmadığından, yolun
büyükleri, ruha eski bilgisini hatırlatacak bir yol aradılar. Bu şekilde ruh,
bedende kaldıkça, o ilâhî makama yönelen kalple olmuştur. Ruhun hedefe
yönelmesi, kalbin yönelmesine yerleştirilmiştir. Kalbin yönelmesiyle, nefis ve
ruh da yönelmiş demektir. Ceset ruhtan sayısız
kemalat edindiği gibi, ruh da cesetten büyük menfaatler kazanmıştır.
Buna göre ruhun da beden
sayesinde işitmesi, görmesi, konuşması, bedenî hale girmesi ve madde âlemine
uygun olan işleri yapmasıdır.
Ruh, bütün mertebe ve
ona tabi olanlarla birlikte yükselme kabiliyeti olsa da, bedenin terbiyesi çok
zor olduğundan, maddi âleme ihtiyacı vardır. Bunun için ruhun, madde ve mana
âlemine de yakınlığı olmaktadır.
İnsanın ruhu, bu gördüğümüz ceset ile birleşmeseydi,
terakki edemez ve ilerleyemezdi. Kendine mahsus makamda, derecede bağlı kalırdı.
Cesetle birleştikten sonra, yükselebilmek özelliği ve kuvveti kazanmıştır.
İnsan bu özellikleri ile melekten üstün ve şerefli olmuştur.[1]
Fakat nefis, terbiye olduktan sonra, beşeri sıfatlar kaybolmayıp kendisinde
bırakılmıştır. Çünkü bunda birçok fayda vardır. Eğer sıfatları yok olsaydı,
insan, yüksek derecelere ilerleyemezdi. Ruh, melek gibi olur ve sabit makamında
kalırdı. Ruh, ancak nefse uymamakla yükselebilmektedir.[2]
Nefiste azgınlık olmasaydı, ruh nasıl
ilerleyebilirdi.
Ruh, her şeyden daha latif ve madde bile olmadığından,
her ne ile birleşirse onun haline, şekline ve rengine girer.[3]
Ruhlar bedenler yüzünden aşağılanırken, bedenler ruhlar ile
yücelmektedir. Ancak eşlerin birbirine benzemesi lazımdır. [4] Biri
farklı olursa ikisi de işe yaramaz.
Ruhun bedenle olan ilişkisi, ceset için düzelmenin ve
iyiliğin kaynağı, ayrıca yaşam kaynağını teşkil etmektedir. Bu ilişki
olmasaydı, beden tamamen şer ve noksanlık yeri olurdu.
Çünkü dünyevî haller iki türlüdür:
Birisi bedenin, ikincisi ruhun halleridir.
Binaenaleyh, ruh ile ceset, birbirinin aksidir. Bedene
hoş gelen her şey, ruha elem verir. Bedeni inciten her şey, ruha tatlı gelir.
Ancak dünyada ruh, beden derecesine düşmüş ve cesetle birleşmiş, kendini bedene
kaptırdığından bir karmaşa meydana gelmiştir. Ruh, nefis halini almış, ona
lezzet veren şeylerden lezzet duymağa ve cisme acı gelen şeylerden elem duymağa
başlamıştır. İşte cahil halk böyledir.
Bu anlatılanlardan, ruhun, nefisle birleşmiş olduğu,
hatta kendisini unutup, nefis halini almış olduğu anlaşılır. Ruh, bu halde
kaldıkça, nefsin bütün halleri ile hallenir. Eğer, ruh, nefisten yüz çevirip
Allah Teâlâ´yı severse, nefsin kötü hallerinden kurtulur.
Ruh, ölümden önceki
ölümle cesetten ayrılınca, terbiye olmuş kimse ruhunu ne bedeninin içinde, ne
dışında, ne bedenine bitişik, ne de ayrı olarak bulur.
Beden terbiye olunca, diğer unsurlar ile[5],
Allah Teâlâ´ya yönelerek, bütün varlığı ile cesedin aşağılık sıfatlarından yüz
çevirir. Bedende bütün varlığı ile kulluk makamına yönelir. O halde ruh, mertebeleri
ile birlikte, Allah Teâlâ´dan başkasını
görmekten ve bilmekten tamamen ayrılır. Bedende dolayısıyla tamamen kulluk
makamında kuvvet bulur.
Ruh her iki âlem
açısından incelenebilir. Hiçbir şeye hiç benzemeyen Allah Teâlâ ise böyle
değildir. Bundan dolayı kul, ruhun bütün makamlarını geçmedikçe, hakikate
varamaz. Büyüklerinden birçoğu, ruh makamına varınca, onu Arşın üstünde
bulmuşlar. Ruhun maddelere benzememesini, Allah Teâlâ´nın varlığına
karıştırmışlar. Ruh makamının bilgilerini, marifetlerini, ince, gizli şeyler
zan edip, Allah Teâlâ´nın Arş üstünde istivasını anladık demişlerdir. Hâlbuki
onların gördükleri nur, ruhun nurudur. Fakat o halin yanlış olduğu da sonradan
anlaşılır.
Eğer Allah Teâlâ doğru yolu insana göstermezse kendini bu
makamdan kurtaramamaktadır.
[Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve sellemin
mübarek göğüsleri üç kez yarıldı.
Birinci yarılışı dört yaşında Halime (radiyallahü anha) Validemiz
yanında olmuştur. Bu yarılmada şeytan ve nefsin istekleri çıkarıldı. Bununla
şeytana uymak, emirlere itaat etmemek ve yasakları yapmak arzuları alındı.
İkinci yarılışı on yaşında oldu. Bu defa ise kötü düşüncelerin aslı
çıkarıldı. Çünkü çocuklarda şahsiyet gelişimi, soyut ve somut kavramların başladığı
yaştır. Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem için olmasa bile çocuklar
şeytanın hilelerinden kendini koruyamadıkları kaçınılmaz bir hakikattir.
Üçüncü yarılışı İsra gecesinden önce
oldu. Bu defa ise şaşkınlık ve korku damarları alındı. Çünkü Allah Teâlâ´yı
müşahede makamında meydana gelecek ağırlığın zarar vermemesi içindir. Bu
yarılmalar acı duyulmadan kansız ve aletsiz oldu.
Böylece
Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem ruhen takviye edilmiş şeytan ve nefisten
gelecek saptırma ve korkulardan emin kılınmıştır. Çünkü hataların başında
korkuların sebebiyeti vardır. Eğer Allah Teâlâ´nın korkusu diğer korkuları
yenmezse, insan hemen isyana ve dünyaya yönelir.] (Muhammedî Dua-İsmail Hakkı)
**
Şeyh´ül Ekber Muhyiddin
Ârâbî (ks) Hazretleri Fusus-ul Hikem kitabından anlaşıldığına göre cehennemde
kalışın sonsuz, azabın sonsuz denilebilecek kadar uzun olacağıdır.
“Bir zaman gelecek ki
cehennemin dibinde suteresi bitecektir.” Hadisi şerif, orada bir
alışılacak bir yaşamın başlayacağıdır. Buna göre cehennemde negatif ama normal
bir hayat oluşacaktır.
Alıştıkları şeyden ayrılanların yaşayamadıkları ve azap çektikleri
bilinen gerçektir. Allah Teâlâ cehennemlikleri cehenneme ülfet edecekleri
şekilde yaratmıştır.
[Dürr-ül Fahire´de İmam Gazali (ks) buyurdu ki;
“Müminin ruhu arı suretinde, kâfirin ruhu çekirge suretindedir.”] Çekirge sıcak ortama daha iyi uyum
sağlar.
Cehennem ehli ateşle ve cehennemle
ülfet edip mutlu olacaklardır. (Haki´nin Gülnâmesi)
[1]—Ruh ile ceset, her bakımdan,
birbirinin zıddı olduğundan, bunların bir arada kalabilmesi için, Allah Teâlâ,
ruhu nefse âşık etti. Bu sevgi, bunların bir arada kalmasına sebep oldu.
Kuran-ı Kerim´de;
“Biz insanın ruhunu, güzel bir suretle yaratıp,
sonra en aşağı dereceye indirdik”
(Tin,4) buyurarak bu hali bize haber vermiştir.
Aslında ruhun aşağı dereceye düşürülmesi ve bu aşka
tutulması, kötülemeğe benzeyen bir yüceltmedir. Ruh, nefse karşı olan bu aşkı
ile kendini nefis âlemine attı. Kendinden geçerek ve unutarak onun esiri oldu.
bir türlü nefis halini aldı. Sanki kötülüğü isteyen nefis gibi oldu.
[2]—Ruh kendini unuttuğu için, önce kendi âleminde,
derecesindeki Allah Teâlâ´ya olan bilgisini de unutup cahil ve gafil oldu.
Nefis gibi karardı. Fakat Allah Teâlâ çok merhametli olduğu için, rasüller
gönderip, büyükler vasıtası ile ruhu kendine çağırdı, sevdiği nefse uymamasını
ve dinlememesini ona emretti. Ruh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir
ise, ancak felaketten kurtulabilmektedir. Yok, eğer, başını kaldırmaz, nefisle
beraber kalmak, bu dünyadan ayrılmamak isterse, yolunu şaşırır, saadetten
muhakkak uzaklaşır.
[3]—Ruh su gibidir. Dolduğu
kabın şeklini alır. Dürr-ül Fahire´de
İmam Gazali (ks) buyurdu ki;
“Müminin ruhu arı suretinde, kâfirin
ruhu çekirge suretindedir.”
Aslında ikisi de ruhtur.
Kur´an-ı
Kerim´de “Mezarlarından donuk ve ürkek bakışlarla çıkarak çekirge sürüsü gibi
etrafa yayılırlar.” (Kamer,7) gelmesi kâfirlerin durumuna delil kabul
edilmiştir.
[4]—Ruh,
bazen beden hükmünü alır ve bedene tabi olur. O hale varır ki; beden hazır ise,
ruh da hazır olur. Beden gafil ise, ruh da gafil olur. Ancak namaz kılarken
ruh, bütün mertebeleri ile birlikte Allah Teâlâ´ya yönelir. Beden gafil olsa
da, ruhun yönelişine mani olamaz. Çünkü namaz, müminin miracıdır.
[5]— Ruh (sır, hâfi, ahfâ), kalp, nefis ve akıl;
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar