RUHSAL ÇÖZÜMLEMELERLE HİTLER MELEK Mİ, ŞEYTAN MI?
"Ruhbilim
Işığında Adolf Hitler" adlı kitap, İkinci Dünya Savaşı sırasında, 1943'te,
İngiliz Haberalma Örgütü’nün Hitler'in kişiliğini tanımak amacıyla, Dr. Walter
C. Langer başkanlığındaki bilim adamları kuruluna hazırlattığı "The Mind
of Hitler / The Secret Wartime Report" (Pan Books Ltd; 1974) adlı
araştırmadır. Savaş sırasında ve sonrasında yayımlandığını (ilk yayımı 1972) ve
Hitler'i daha iyi tanımaları, onun düşünüş biçimi konusunda bilgi edinmeleri
için yüksek düzeydeki yetkili kişilere verilmek üzere hazırlandığından,
doğruluğu söz götürmez. Kitabın,
İngilizlerce, propaganda amacıyla kullanılmadığını da belirtmek gerekir.
Ancak şu
da bir gerçektir ki, toplumsal bir olgu olan Hitler'in ve onun kişiliğinde
Nazilerin tam bir tarihi değildir bu kitap. Zaten hazırlanışında böyle bir amaç
güdülmemiştir. Okur, bu konuda, Türkçe'de pek çok kitap bulabilir. Elinizdeki
bu kitap, kitleleri peşinden sürükleyerek dünyayı kan ve ateşe boğan bir
insanın, Hitler'in kişiliğinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır, o
kadar.
Kitabın
iki özelliği dikkati çekmektedir. Birincisi, yazar Langer, Hitler'in kişiliğini
incelerken, daha çok Freud ruhbilimi çerçevesinde kalmıştır. Freud'un,
kişiliğini çözümler ve ruhbilimsel açıdan yeniden birleştirirken Freudcu
kanaldan ayrılmamıştır. İkincisi ise, kitabın yazıldığı 1943'e kadar, bir
toplumsal ve ekonomik olgu olan Hitler'i ve Avrupa'nın içinde yanmakta olduğu
savaş yangınını ortaya çıkaran toplumsal ve ekonomik nedenleri gözardı
etmiştir. Kitap bu iki noktadan eleştirilebilir. Ancak kitabın, savaş sırasında
İngiliz Haberalma Örgütü'nün yaptığı çok yönlü birçok araştırmadan yalnızca
biri olduğu unutulmamalıdır. Yazar yalnızca ruhbilim çerçevesinde kalmayı,
bilinçli olarak seçmiştir. O dönemde ise Freud ruhbilimi bütün dünyada ve
kuşkusuz İngiltere'de en görkemli günlerini yaşamaktadır.
*
1936'da, Rhineland'ın yeniden işgali sırasında, Hitler kendisini
yönlendiren etkiyi olağanüstü bir biçimde şöyle açıklamıştı: "İnandığım
yolda, bir uyurgezerin sakınmazlığı ve inadıyla yürürüm ben." Daha o zaman
bile, uluslararası bir bunalımın tam ortasındaki altmış yedi milyonluk bir
halkın tartışmasız önderi olabilmek için yapılan bu konuşma, dünyayı şaşkınlığa
sürüklemişti. İzlediği yolun akla uygunluğundan kuşku duyan ihtiyatlı
yandaşların eleştirilerine karşı verilen bir güvenceydi bu. Gene de bu sözlerde
gerçeğe uygun bir itiraf payı vardı. İhtiyatlı yandaşları, Hitler'in
Rhineland'ı yeniden işgal etme önerisinden yalnızca daha çok toprağa sahip
olma anlamını çıkarmışlardı. Bu uyurgezer yürüyüşü, onu kimsenin ayak basmaya
cesaret edemediği yollara sürüklemiş; sonunda kimsenin erişemediği bir
başarının doruğuna ulaştırmıştı, ama bu yol onu aynı zamanda bir felaketin
kıyısına da sürükledi. Hitler, tarihin sayfalarına dünyanın şimdiye kadar
tanıdığı en sevilen ve en nefret edilen bir kişi olarak geçecektir.
Çoğu kişi duraksayıp, şu soruyu sormuştur kendi kendisine: "Bu adam girişimlerinde gerçekten
inançlı mı, yoksa düzenbazın teki mi?" Geçmişi konusundaki en küçük
bir bilgi bile bizi, böyle bir soruyu sormamıza zorunlu kılmaktadır. Dahası,
onun yaşamına tanık olanların verdiği bilgilerde bile birbirine karşıt pek çok
nokta bulunmaktadır. Bir insanın hem bu denli içten olabilmesi hem de Hitler'in
yaptıklarına benzer işler yapması, inanılmaz gibi görünüyor. Gerek onunla daha
önceleri ilişki kurmuş olan görüşebildiğimiz kişiler, gerekse bu konuda uzman
sayılabilecek yabancılar, Hitler'in, kendi büyüklüğüne kesin bir inancı olduğu
konusunda aynı şeyleri söylediler. Fuchs, Berchtesgaden’de Schuschnigg'ye
Hitler’in şöyle dediğini aktarır: "Gelmiş
geçmiş en büyük Alman'ının huzurunda bulunduğunuzun farkında mısınız?"
Bu sözleri ister söylesin ister söylemesin, şu sıralarda bunun bizim
açımızdan pek bir önemi yoktur. Bu cümlede özetlenen bakış açısı, kişisel
olarak görüştüğümüz tanıkların anlattıklarında da belirtilmişti. Örneğin, Rauschning'e
bir keresinde şöyle demişti Hitler: "Benim
tarihsel açıdan büyüklüğüm, sizin onayınızı gerektirmeyecek kadar
açıktır"(l). Bir zamanlar Hitler'den korktuğunu açıkça belirtmiş olan
Strasser'e göre, onun şöyle dediğini öğreniyoruz: "Yanılmam ben. Söylediğim ve yaptığım her şey tarihtir.(2)"
Bu konuda, daha başka örnekler de verilebilir. Oechsner, Hitler'in bu
düşüncesini, aşağıdaki gibi özetliyordu:
"Alman tarihinde, hiç kimsenin
Almanları kendisi kadar üstün duruma getirememiş olduğu inanandaydı. Bütün
Alman devlet adamları bu sanıya kapılmışlar ama gerçekte başaramamışlardı.(3)"
Bu düşünce onu, bir devlet adamı olarak sınırlamaz yalnızca. En büyük savaş
tanrısı olduğuna da inancı vardı. Örneğin Rauschning'e şunları söylemişti bu
konuda Hitler:
"Bana göre savaş bir oyun değildir.
Generallerin bana emretmelerine izin vermem. Savaşı ben yönetirim. Saldın iç
en uygun anı ben belirleyeceğim. En hayırlı an olacak bu, onu sarsılmaz bir
azimle bekliyorum. Kaçırmayacağım o anı.(4)"
Onun, birçok Alman saldırı ve savunma planlarına katkısı olduğu da bir
gerçektir. Kendisini, yargı konularında da yetkili bir kişi olarak görmekteydi.
Hatta, Reichstag'da bütün dünyaya karşı yaptığı bir konuşmada şunları
söylemekten yüzü hiç kızarmamıştır: "Şu
son yirmi dört saat için Almanya'nın en yüce yargıcıydım ben" (5).
Dahası, kendisini Alman mimarlarının en büyüğü olarak da görür, çoğu
zamanını yeni bina taslakları, yeni kent modelleri çizmekle geçirir. Güzel
Sanatlar Okulu giriş sınavlarında başarı gösterememesine rağmen, kendisini bu
alanda tek uzman olarak görür.
Birkaç yıl önce, bütün sanat konularında son yargıyı vermek üzere üç
kişilik bir kurul atamış, ama vardıkları sonucu beğenmeyerek onları
görevlerinden alıp, bu işi kendisi üstlenmişti, iktisat, öğretim, dış
ilişkiler, propaganda, sinema, müzik ve kadın giyimi konularında da bundan
farklı davranmaz. Her alanda, kendisini sorgusuz sualsiz bir otorite olarak
kabul etmektedir.
Kendi katı tutumu ve acımasızlığıyla da öğünmektedir.
"Belki de yüzyıllardan beri,
Almanya'da gelmiş geçmiş en katı tutumlu Alman'nım ben. Şimdiye kadar hiç bir Alman önderinin sahip
olmadığı yetkilere sahibim. Ama hepsinden öte, kendi başarıma inanıyorum.
Kayıtsız şartsız inanıyorum. "(6)
Kendi gücüne olan inancı, "kaadiri mutlak"lık duygusunun
sınırındadır. Bu konudaki düşüncelerini açıklamaktan da kaçınmaz.
"Son bir yıl içindeki olaylar
boyunca, onun kendi dehasına, içgüdülerine ve rahatlıkla söyleyebilirim ki
yıldızına olan inancının sınırsız olduğu ortaya çıkmıştır. Bütün bunlar,
kendisinin yanılmaz ve yenilmez olduğuna inancını dile getirir. Bu duygu
eleştiriye ya da kendisininkiyle uyuşmayan bir fikre tahammül edemez oluşunu
da açıklar. Ona karşı çıkmak demek, kendi açısından, lése majesté (devlete
karşı işlenen) bir suçtur. Her ne yönden gelirse gelsin, planlarına karşı
çıkmak tam anlamıyla kaadiri mutlaklığının vurucu gücünü gösterir. "(7)
"Onunla ilk karşılaştığımda olaylar
hakkında akıl yürütmesi ve gerçekler karşısındaki
uyanıklığı, beni etkilemişti. Ama zaman geçtikçe, gitgide akıl dışı tutumu
benimsediğini, yanılmazlığı, büyüklüğü konusunda boş bir inanca sahip olduğunu
anladım. "(8)
Görülüyor ki, Hitler'in kendi büyüklüğü ile ilgili bu sarsılmaz inancı
konusunda, küçük bir şüphe kıvılcımı ortaya çıkmaktadır. Şimdi, bu inancın
kökenini araştırmanın sırası geldi. Hemen hemen tüm yazarlar, Hitler'in kendisine
güvenini, yıldız falına olan büyük inancına ve kendisine tutacağı yol konusunda
öğütlerde bulunan falcılarla olan sürekli ilişkisine dayandırırlar. Kesinlikle
söyleyebiliriz ki, bu doğru değildir. Hitler'i oldukça yakından tanıyan,
görüştüğümüz bütün kişiler, bunu saçma olarak karşıladılar. Hepsinin
birleştikleri nokta, Hitler’in tutumunu belirleyen olguların kaynağının yine
kendisinde olduğudur. Hollanda'nın Berlin’deki elçiliğinin bir mensubu da bu
görüşü paylaşıyor ve şeyle diyor: Führer, yıldız falına inanmadığı gibi,
bu gibi şeylere karşıydı da. Çünkü farkında olmadan onlardan etkilenme korkusu
içindeydi.(9)" Oldukça anlamlı bir durum da, Hitler'in, savaştan bir süre önce Almanya'da
yıldız falcılığını ve her türlü falcılığı yasaklamış olmasıdır.
Hitler'in kendi yanılmazlığı hakkındaki kanısının ve duygusunun ona bir
çeşit kılavuzluk görevi yaptığı görülüyor. Yukarda belirtiğimiz aydınlatıcı
bilgiler, olasılıkla, partinin kuruluş yıllarına dayanır. Strasser'e göre,
1920'lerin başlarında Hitler, Hanussen adında, yıldız falcılığı da yapan
birinden etkili konuşma ve kitle ruhbilimi konusunda düzenli dersler almıştı.
Oldukça zeki biriydi bu. Strasser ve Hitler'e, kitleler üzerinde etkili olmak
için, yığınlara nasıl "hitap etmek" gerektiği konusunda epey şey
öğretmişti. Öğrenildiğine göre, Hitler'in nasyonal sosyalist hareketin özü ve
izlenmesi gereken yol konusunda herhangi bir özel düşüncesi yoktu. Hanussen'in
o zamanlar Mühin'te epey etkin olan falcılarla ilişkisi olduğundan söz ediyor
Von Wiegand. Hanussen aracılığıyla, Hitler'in de bu falcılarla ilişkisi
olabilirdi. Von Wiegand şunları yazıyor bu konuda:
"Adolf Hitler'le ilk tanıştığım 1921-22'lerde o,
yıldız falına inanan bir çevre ile ilişkide bulunuyordu. Yeni bir Reich ve yeni
bir Charlemagne'in ortaya çıkacağı söylentileri yaygındı. O günlerde, Hitler,
bu yıldız falı ve kehanetlere, ne dereceye kadar inanıyordu, bunu bilmiyordum.
Ne bunlan yadsıyor, ne de onaylıyordu. Gene de, bu fallardan ve kehanetlerden,
içindeki inanı ve o zamanki yeni, mücadeleci eylemini geliştirmek için
yararlanmaya da karşı değildi."
Başlangıçtan itibaren falcılarla olan yakınlığı söylentisinin gittikçe
arttığı da olasıdır.
Çeşitli konularda epey kitap okumasına rağmen, bu "yanılmazlık"
ve "her şeyi bilirliğinin" kitaplardan doğduğuna inanmaz. Tam tersine
iş, ulusların kaderlerini yönlendirmeye gelince kitapları bile yok sayar.
Gerçekte, akla hiç değer vermez. Bu konuda, çeşitli yerlerde söylediği birkaç
söze bakalım:
"Ussal yeteneklerin geliştirilmesinin önemi
ikincildir."
"Bilgi ve zekâya sahip olan okumuş kişiler,
içgüdülerin yönlendirici gücünden yoksundurlar."
"Herkesten çok şey bildiğini sanan şu reziller
(aydınlar)..."
"Akıl, her şeye hükmedecek bir biçimde gelişti,
yaşamın bir hastalığı haline geldi."
Hitler’in uygulamalarına yön
veren, bütünüyle farklı bir şeydi. Açıkça görüldüğü gibi, Hitler kendisinin,
Almanya'ya kurtarıcı bir Tanrı olarak gönderildiğine, özel bir görevle yükümlü
(mission) olduğuna inanmaktadır. Gerçi, bu özel görevin boyutları konusunda kesin bir
fikri yoktur, ama Alman halkını kurtarmak ve Avrupa'ya yeni bir düzen getirmek
için seçilmiş olduğundan da kuşkusu yoktur. Bu görev nasıl yerine getirilecektir?
Bu konuda açık bir düşüncesi olmamasına rağmen, attığı her adıma yön veren
"içindeki ses"in peşinden gidiyor, onu yalnız bu ilgilendiriyor.
İşte bu içsel ses, onu kendi yolunda, bir uyurgezerin sakmmazlığı ve güvenliği
içinde yürümesini sağlıyor.
"Bana Tanrı'nın yüklediği görevleri yerine
getiriyorum.(10)"
"Dünya üzerinde hiçbir güç Alman devletini
sarsamaz şimdi; Yüce Tanrı, bu Germanik görevi (Germanik
görevi: (Germanic Task) Alman ulusunu öteki uluslardan üstün kılmayı amaçlayan
metafizik inanç. (Ç.N.)) başarıyla yerine getirmemi bu yurdu.(11)"
"Bu ses buyurduğunda, harekete geçmenin tam
vaktidir.(12)"
Bu özel göreve sahip oluş, Tanrı'nın koruyuculuğunu ve kılavuzluğu kanısı
Hitler'e Alman halkı üzerinde bu nitelikleriyle etkili olma sorumluluğunu da
aşılamıştır.
Çoğu kişi, Hitler'deki bu yazgı (kader) ve görev duygusunun, kazandığı
başarılarla ortaya çıktığına inanır. Doğru değildir bu. Sarsılmaz bir inan
durumuna gelmesi çok sonralara rastladığı halde. Hitler'in bu duyguyu uzun
yıllar içinde taşıdığını göstermeye çalışacağız. Bu sarsılmaz inanın, son
savaş (İkinci Dünya Savaşı) boyunca Hitler'in eylemlerine, her zamankinden çok
yön vermesi zorunluydu. Bu konuda Mend (arkadaşlarından biri), şöyle diyor: "Bu hususta, garip bir ’kehânet'i
akla geliyor: 1915 Noeli’nden kısa bir zaman önce, bir gün kendisinin
olağanüstü işler başaracağını söyledi. Yapacağımız tek şey, o zamanın gelmesini
beklemekti.(13)" Daha sonraları da, bizzat kendisinin söylediğine göre, onun
Tanrısal Himaye altında olduğunu kanıtlamaktadır. Bunun en çarpıcı örneği
aşağıdaki sözleridir:
"Birkaç arkadaşla siperde yemek yiyordum. Birden
bir ses sanki bana, "Kalk yerinden, öte tarafa geç" der gibi oldu.
Bu da o denli kesin ve açıktı ki, elimde olmadan uydum.
Sanki bir askeri emirdi bu. Önce ayağa kalktım, yirmi
adım kadar, elimde yiyecek olarak verilen konserve kutusu olduğu halde, siper
boyunca yürüdüm. Sonra oturup yemeğime devam ettim. Kafam o anda bomboştu,
yemeğimi yemeği sürdürdüm. Biraz önce terkettiğim yerde, içimdeki sesin sağır
edici somut kanıtı, ani bir patlamayla belirdi; bir top mermisi, biraz önce
birlikte olduğum arkadaşlarımın başında patlamış, hepsi ölmüştü.(14)"
Gazın sebep olduğu ileri sürülen geçici bir körlükten dolayı Pasewalk’taki
hastanede acılar içinde kıvranarak yatarken, içine doğan başka bir şey daha
vardı: "Yatağa çivilenmiş olarak yatarken
Almanya'yı kurtanp, onu yüce bir devlet haline getirme fikri içime doğmuştu.
Bunu hemen yerine getirmeliydim.(15)"
Anlattıklarının, daha sonra, Münihli yıldız falcılarının görüşleriyle tam
bir uyum içinde olması gerekir, dahası, Hitler bu falcıların kehanetlerinin
altında bir doğrunun yattığına inanıyorsa, büyük bir olasılıkla, onların
kendisinden söz ettiğine de inanıyor olmalıdır.
Ama o günlerde, falcılarla kendisi ya da sahip olduğuna inandığı Tanrısal
önderlik arasındaki bir ilişkinin varlığına da hiç değinmemişti r. Bu tür bir
ilişkinin varlığını açıklamanın, daha işin başındayken, kendisine bir yaran
olmayacağını düşünmüş de olabilir. Gene de, von Wiegand'ın belirttiği gibi,
amacına ulaşma yolunda, bu tür kehanetlerden yararlanmanın da karşısında
değildi. O zamanlar, gerçek kurtancının ortaya çıkışını (zuhur ve huruç)
haberleyen "muştucu" rolü oynamakla yetiniyordu. Hitler'in kafasında,
bu "muştucu" rolü, tahmin edildiği kadar önemsiz ve masum da
değildi. Bu, 1923'teki, Almanya'da Nazi rejimini yerleştirmek için bir
başlangıç olarak Bavyera Eyalet Hükümeti'ni devirmeyi amaçlayan başarısız
girişimin yargılanması sırasında verdiği ifadede de kendisi tarafından
açıklanmıştır. Şunları söylemişti bu konuda:
"Ne koltuk hırsına sahibim, ne de bunun için
mücadele etmek gerektiğine inanıyorum; bunu kabul etmelisiniz. Tarihe, yalnızca
bir bakan olarak adını yazdırmak istemeyen bir büyük adam için, bunun ne
değeri olabilir? Daha ilk günlerden beri aklımdan binlerce kez geçirmişimdir:
Ben, Marksizmi yok edip ortadan kaldırmakla yükümlüyüm. Bu görevi yerine
getireceğim. O zaman, hükümette bir ünvan sahibi olmak, benim gibi bir adam
için, ne ifade edebilir? Richard Wagner'in mezarını ziyaretimde, daha ilk andan
itibaren kalbim övünçle doldu. İşte şurada bir adam yatıyor ki, mezar taşında
şunlar kazılı: Burada Şehir Senatosu Üyesi, Orkestra Başyöneticisi Baron
Richard Wagner cenaptan yatıyor. 'Şununla övünüyorum ki, o ve Alman
tarihindeki nice nice büyük adamlar, gelecek kuşaklara ünvanlarını değil,
sadece adlarını bırakmakla yetinmişlerdir. Beni bir muştucu rolü oynamaya iten
alçakgönüllülük değildi; önemli olan da budur, gerisi hiç!"
Landsberg hapishanesinde geçirdiği günlerden sonra, Hitler, artık kendisini
bir "muştucu" olarak adlandırmayacaktır. Arada bir kendisini
St.Matthew'un deyişiyle "vahşet içinde bir çığlık" ya da görevi,
ulusu güçlülüğe ve zafere ulaştıracak olanın (İsa'nın) hurucu için yol açmak
olan St John the Baptist olarak betimliyordu. Sık sık da, hapisanedeyken Hess
tarafından yakıştınlan "Führer"( Führer (Almanca): Kılavuz, önder. (Ç.N.)) adıyla
anardı kendini(16).
Gittikçe, kaderin kendisini
Almanya'yı zafere ulaştırmakla görevlendirdiği bir Mesih olarak düşündüğü
ortaya çıkıyordu. İncil’den daha sık örnekler getiriyor, böylece giriştiği
eylem dinsel bir görünüm kazanıyordu.
Hitler konuşmalarında, İsa ile kendisi arasındaki karşılaştırmalar gittikçe
çoğalıyordu. Örneğin:
"Birkaç hafta önce Berlin'e gelip
de Kur fuerstendamm'daki bezirgânlığı, şaşaayı, baştan çıkmışlığı,
günahkârlığı, adaletsizliği ayyuka çıkmış görmüştüm. Yahudi maddiyatçılığı beni
o denli iğrendirmişti ki, çıldıracak gibi olmuştum. Bir anda kendimi,
Babası'nın tapınağına girip yağmacı para babalarıyla karşılaşan Hz. İsa gibi
düşündüm. Eline kırbacı alıp yağmacıları tapmaktan atarken, O neler
hissettiyse, ben de aynı şeyleri hissediyordum. (17)"
Hanfstaengl'e göre, Hitler bu sözleri söylerken, elindeki kamçıyı
Almanya'nın ve Alman onurunun düşmanları olan karanlık güçleri ve Yahudileri
yok etmek istercesine, şiddetle sallıyordu. Hitler'in geleceğin önderi olduğunu
ilk anlayan ve bu çabalarına tanık olan Eckart, daha sonraları "Bir
adam kendisini Hz. İsa ile aynı kaba koyarsa, onun yeri tımarhanedir." demiştir. Bu özdeşleştirme işi, Haça Gerilmiş İsa ile değil, öfkeli,
yağmacıları kırbaçlayan İsa ile yapılmıştır oysa. Gerçekte, Hitler'in Haça
Gerilmiş İsa'ya pek takdir duymuyordu.. Bir Katolik olarak yetiştirilmesine ve
savaş sırasında komünyon törenlerine katılmasına rağmen, sonraları kiliseyle
ilgisini kesmişti. İsa'yı yumuşak, zayıf ve Alman Mesihi'ne yakışmayacak
nitelikleri olan biri gibi düşünüyordu. Alman Mesihi, Almanya'yı kurtarıp
muzaffer kılacaksa, haşin biri olmalıydı.
"Hıristiyan olarak duygularım, bana
Yüce Tanrı'nın ve Kurtarıcı'nm (İsa'nın), mücadeleci
varlıklar olduğunu bildiriyor. Yine bu duygularımın bildirdiğine göre, bir
zamanlar çevresinde birkaç kişiden başka kimse bulunmayan yalnızlıklar
içindeki adam, bu Yahudilerin ne mene kişiler olduğunu ortaya koydu ve
çevresine topladığı kişilerle onlara 'cihat' açtı; Tanrı'nın Hakikati (İsa), yalnızca ilahi acı çeken birisi
değil, aynı zamanda bir 'mücahit' olarak da en büyüktü. Sonunda, İsa'nın nasıl
öfkelenip kıyam ettiğini ve eline kamçısını alarak, o engerek ve çıyan
soylarını (Yahudileri) Baba'sının Tapınağı'ndan sürdüğünü anlatan pasajları,
kitabından, sınırsız bir aşkla okudum. Yahudi zehirine karşı, dünyanın selameti
için çarpışmak, ne müthiş bir şeydi!( 18)"
Ve bir seferinde, Rauschning'e Hitler’in söz ettiği gibi "kadınsı duyarlığı ve acıma
ahlakıyla Yahudi tipi Hıristiyan inancı." Yeni devlet dininin Hitler planının bir bölümü mü olduğu, yoksa bunun
gerçekleşebilir duruma girmesinin, gelişen olayların sonucunda mı ortaya
çıktığı sorunu açıklığa kavuşmadı. Bilinen bir şey varsa, bu devlet dini
anlayışını Rosenberg, öteden beri savunmuştu, ama iktidara gelinceye kadar
Hitler böyle sert bir tutum takınmaya eğilimli değildi. Böyle bir değişikliği yapabilmesi
için güçlü bir duruma gelmeyi beklemiş olmalıydı, yoksa, kazandığı başarılar,
kendisine dinsel bir bağlılık duyan halkın gözünde ürkütücü görününüm
kazanacaktı. Bunu yapmadı. Her şeye rağmen, bu Tanrımsı rolü, hiç duraklamadan
benimsedi. White'ın belirttiğine göre, Hitler, "Heil Hitler, kurtarıcımız!" diye
selamlandığında hafifçe eğilir, bu gönül okşayıcı selamlamadan memnun olduğunu
belli eder, buna da inanırmış(19). Gittikçe, Hitler'in, kendisinin gerçekten "Seçilmiş Biri"
olduğuna ve dünyaya, zalimlik ve şiddetten kaynaklanan yeni bir değerler
dizgesi getirmek için görevlendirildiğine inancı artmakta, kendisini ikinci
bir İsa olarak kabul etmektedir. Kendisinin bu rol içindeki görüntüsüne âşık
olmuş, çevresini hep kendi resimleriyle donatmıştır.
Anlaşıldığına göre, bu görevi daha yükseklere tırmanmada ayarlatıcı bir
rol oynuyor ona. Bu, geçici kurtarıcı rolünden pek hoşnut değil, daha yüksek
amaçlar peşinde artık: Gelecek kuşaklar için örnek yaratmak... Von Wiegand,
şöyle diyor: "Hayati konularda, Hitler, başarı ve başarısızlıklarla dolu tarihi,
eksiksiz olarak gelecek kuşaklara bırakmak konusunda titizlik gösterir.(20)" Bu örnek yaratma işinin de, gelişigüzel gerçekleşmesine
karşıdır. Geleceği güvence altına almak için, ilkelere bağlı olmak gereklidir,
bu işi de tek başına yapabileceğini çlüşünür ve bu yüzden, Alman halkı için
kendisinin ölümsüz bir varlık olduğuna inanmaktadır. Her şey, yüce ve Hitler'in
onuruna yakışır bir anıt olmalıdır. En azından bin yıl sürecek sonsuz bir yapı
kurma düşüncesini içinde yaşatır. Yaptırdığı otoyollar "Hitler Otoyolları" diye anılmalı
ve Napolyon'un yaptırdığı yollardan, daha uzun süre varlığını sürdürmelidir. "İmkânsızı mümkün
kılmalı" ve ülkeye damgasını basmalıdır. Gelecek kuşaklar için,
Alman halkının belleğinde uzun yıllar kalabilmek için düşündüğü yollardan
biridir bu. İçlerinde Haffner, Huss ve Wagner'in(21) de bulunduğu birçok
kişinin belirttiğine göre, Hitler, kendi anıt gömütü (mausoleum) için geniş
planlar hazırlamış. Görüştüğümüz, daha önce Almanya'yı terk eden kişiler, bu
bilgiyi doğrulayacak konumda olmamalarına rağmen, gene de bunun doğru
olabileceğini düşünüyorlardı. Bu
anıt gömüt, Hitler'in ölümünden sonra Almanya'nın Kâbe'si olacaktır. Hemen hemen 210 metre yüksekliğindeki bu anıtın her taşı ziyaret
edenlerde ruhsal bir etki yaratmak için, ayrı ayrı ince bir biçimde
işlenecekti. 1940'ta Paris’in işgalinden hemen sonra, Napolyon adına yapılmış
olan Dome des Invalides'e gidip, anıtı incelediği de söylenir. Birçok yönden
hatalı sayılabilecek bir şey bulmuştu bu anıtta. Napolyon'u yer
düzeyinden aşağıda çukur bir yere gömmüşlerdi. Bu durumda, ziyaretçiler,
aşağıdan yukarı bakmak yerine, yukarıdan aşağı bakmak zorunda kalıyorlardı.
"Hitler, birdenbire "Ben, asla
böyle bir yanlış yapmayacağım" dedi. "Ölümümden sonra, halk
üzerindeki etkimi nasıl sürdüreceğimi ben bilirim. Halkın yüksekte yer alan
mezarıma bakıp, beni anımsayacakları, evlerinde daima benim hakkımda
konuşacakları bir Führer olacağım. Yaşamım ölümle bitmeyecektir asla; tersine,
o zaman başlayacaktır.(22)"
Hitler’in şimdiye kadar benzeri görülmeyen ve sonsuza dek yaşayan bir
anıt-gömüt olan Kehlstein'i yaptırdığına, bir süre inanıldı, Hitler’in, bu
konuda benzersiz bir tasarısı varidiyse bile bunu daha görkemli bir tasarıyı gerçekleştirmek
için bırakmış olması da olasıdır. Belki de Kehlstein, büyük halk yığınlarının
"huşûyla ziyaret" edip manevi yönden etkilenmeleri için pek
erişmezdi. Bütün bunlara rağmen, pek çok plan üzerinde çalışıldığı gerçek gibi
görünüyor. Hitler'in planı, bu anıt-gömütle histerik halk yığınları üzerinde
sürekli bir duygusal etki yaratma amacını güdüyor; bu duygusal etkiyle o,
ölümünden sonra, başarılarını pekiştirecek ve son amacına ulaşacak...
"Şuna kesinlikle inandı ki, içinde
yaşadığı ve eylemde bulunduğu o çağ açan atılganlık dönemi (bu dönemi
biçimlendirenin ve harekete getirici gücünün kendisi olduğuna tam olarak
inanıyordu.) ölümünden hemen sonra, başlıca özelliği eylemsizlik olan uzun bir
çözülme sürecine dönüşüp dünyayı sarsarak, kapanacaktı. 'Bin yıllık Reich'ında
Alman halkı, onun adına anıtlar dikecek, bu anıtların çevresinde dolanıp,
yaptığı işleri anımsayacaklar... İşte böyle düşündü Hitler. 1938'de Roma'ya
yaptığı o ihtişamlı ziyaretini anlatırken, bin yıldan yani o görkemli dönemden
de söz etmiş ve bugünün çalkantılarının, gelenek kuşakların ilgisini çekmemesi
gerektiğini söylemişti. (23)"
Birkaç yıl önce Hitler, amacına ulaştıktan sonra dinlenmeye çekileceğinden
de epey bahsetmişti. Olasıdır ki, Berchtesgaden'e çekilecek ve ölümüne kadar
bir Tanrı gibi, Reich'ın kaderine yön verecekti. 1933'teki Birahane
Ayaklanmasıyla iktidara geçişi arasındaki o verimli on yılı nasıl heba ettiğini
acı bir dille anlatmıştı. Çünkü ardılma bırakacağı işlerin tam anlamıyla
olgunlaşabilmesi, onun tahminine göre yirmi iki yıl alacaktı(24). Çekildikten
sonra, Nasyonal Sosyalizmin İncil'i
sayılabilecek ve sonsuzluğu dile getirecek bir kitap yazmak istediği de, kimi
yazarlar tarafından öne sürülmüştür(25). Bu konu, Rohm'ün yıllar önce
yaptığı bir konuşmayı belirtirsek, daha da ilgi çekicilik kazanır(26): "Bugün bile Hitler'in en sevdiği
şey, dağlarda oturup Tanrı rolü oynamaktır." Bütün bu kanıtların incelenmesi bizi Hitler'in, kendisinin, dünyaya yeni
bir toplumsal düzen getiren bir Yapıcı ve Almanya'nın Yeni Kurtarıcısı olmak
üzere Tanrı tarafından seçilmiş Ölümsüz Hitler olarak gördüğü sonucunu
oluşturmaktadır. Bütün dertlere ve belalara karşı azimle yürüyeceğine,
sonunda amacına ulaşacağına kesinlikle inanmaktadır. Geçmişte onu koruyan ve
yolunu gösteren içsel sesin buyruklarını izlemesi, tek koşuludur onun. Bu içsel
sesin kendisine yol göstermesi kanısı, onun fikirlerinin doğru olduğundan
değil, kendi büyüklüğüne olan inancından kaynaklanır. Howard K. Smith ilginç
bir gözlemde bulunuyor: "Ben o kanıdayım ki, Hitler mitiyle koşullanmış milyonların her biri,
kendi içinde birer Adolf Hitler taşıyor.(27)"
Sh:11-24
Kaynak:
Walter C. Langer, Ruhsal Çözümlemelerle HİTLER Melek mi, Şeytan mı?, Kitabın
özgün adı: "The Mind of Adolf Hitler” Türkçesi: ZEKİ ÇAKILALANKEMAL BEK,
Birinci Baskı: Kasım, 1990, İstanbul
Dipnotlar
1. Hermann Rauschning, Gespraeche Mit
Hitler(New York: Europa Verlag, 1940) s. 161.
2. Otto Strasser, Hitler And I (Boston:
Houghton,1940) , s.67.
3. Frederick Oechsner, This Is The Enemy,
(Boston: Little, Brown, 1942), s. 73.
4. Rauschning, Gespraeche Mit Hitler, s. 16.
5. Gegorge Ward Price, I Know These
Dictators, (Londra: Harrap, 1937), s. 144.
6. Adolf Hitler, My New Order.
7. Fransa’nın Berlin'deki elçisi
François-Ponchet'in, Dışişleri Bakanı Georges Bonnet'ye Berlin'de söyledikleri.
Tarih: 20 Ekim 1938. YelIow Book-Diplomatik Belgeler, 1938-39, no.18.
8. Sir Nevil Henderson, Failure of a
Mission, (New York: Putnam's, 1940), s. 177.
9. ABD Dışişleri Bakanlığı, 18 Ocak 1940.
Hollanda ortaelçiliğinin Hitler hakkında hazırladığı gizli muhtıra, The Hague.
10. Kari von Viegand, "Hitler Forsees His
End", Cosmopolitan, Nisan, 1939, s.28.
11. Pierre J. Huss, TheFoe We Face, (New York:
Doubleday, 1942), s.281.
12. Rauschning, Gespraeche.
13. Hans Mend, Adolf Hitler im Felde (Diessen:
Huber Verlagö 1931), s. 172.
14. George Ward Price, I Know These Dictators,
(Londra: Harrap, 1937), s.40.
15. Pariser Tages Zeitungdaki alıntı; "Vom
Wahne Besessen, no. 1212 (23 Ocak 1940).
16. Emst Hanistaengl'den alınan bilgi.
17. Aynı kaynak kişi.
18. Hitler, My New Order, s. 26.
19. W.C. White, "Hail Hitler",
Scribner 9 (Nisan 1932): 229-31.
20. Kari von Wiegand, "Hitler Forsees His
End", Cos- mopolitan, Nisan 1939, s. 28, Mayıs 1939, s. 48.
21. S. Haffner, Germany: Jekyll And Hyde (New
York: Dutton, 1941); Huss, The Foe We Face; Ludvvig Wagner, Hitler, Man of
Strife (New York, Norton; 1942).
22. Huss, The Foe We Face, s. 210.
23. agy. s. 212.
24. Friedelinde Wagner'le yapılan görüşme, New
York City.
25. Will D. Bayles, Caesars in Goose Step (New
York: Harper Bros, 1940).
26. Rauschning’deki alıntı, Gespraeche, s. 144.
27. Dr. E. Bloch’un J.D. Ratcliffe’e
söyledikleri, "My Patient Hitler", Collier's, 15 Mart 1941.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar