Print Friendly and PDF

RUHUN BÖLÜNMESİ




Not: Ruh, nefis ve şeytan üçgeninde birbirine karışmış iç-diyalog. Bazen Ruhumuz diye görünenin şeytan olabileceğini unutmayınız. Aşağıdaki metin bunu anımsatmaktadır.]
"Kırmızı Kitap-Jung"tan
“Cehenneme yolculuk etmek Cehennem’in kendisi olmak demektir. '’
Her yeri bulanık ve iç içe geçmiş. Bu çöl yolunda yalnızca parıldayan kumlar yok, çölde yaşayan korkunç ve karmakarışık görünmez varlıklar da var. Bunu bilmiyordum. Yol yalnızca görünüşte açık, çöl yalnızca görünüşte boş. Anlaşılan bana öldüresiye tutunan ve biçimimi şeytanca değiştiren büyülü varlıklarla dolu. Besbelli bütünüyle canavarca bir biçime bürünmüşüm, kendimi artık tanıyamıyorum. Bana öyle geliyor ki insanlığımı değiş tokuş ettiğim canavarca bir hayvan biçimine dönüştüm. Bu yol cehennemi büyüyle çevrelenmiş, üzerime görünmez kementler fırlatılmış ve kapana kısılmışım.
Oysa derinliklerin tini bana yaklaştı ve şöyle dedi: “Derinliklerine in, bat!”
Bense ona içerlemiştim ve şöyle dedim: “Nasıl batabilirim? Bunu kendim yapamam.”
O zaman tin bana gülünç gelen sözler söyledi ve şöyle dedi: “Otur ve sakinleş.”
Oysa ben kızgınlıkla bağırdım: “Ne korkunç, anlamsız geliyor kulağa, benden bunu mu istiyorsun? Bizim için anlamı en büyük olan [nefis] tanrıları devirdin sen.
Ruhum, neredesin?
Kendimi aptal bir hayvanın ellerine mi bıraktım, bir sarhoş gibi bocalaya bocalaya mezara mı gidiyorum, bir deli gibi budalalıklar mı geveliyorum?
Senin yolun bu mu, ruhum?
İçimdeki kan kaynıyor ve seni elime geçirebilsem boğazlardım. En kalın karanlıkları dokuyorsun sen ve ben ağma yakalanmış bir çılgın gibiyim. Yine de hasretle yanıp tutuşuyorum, öğret bana.” Ruhumsa bana konuştu ve şöyle dedi:
“Benim yolum ışıktır.”
Yine de içerleyerek yanıtladım: “Biz insanların en berbat karanlık dediğimiz şeye sen ışık mı diyorsun? Güne gece mi diyorsun?”  
Ruhumun buna söylediği öfkemi kamçıladı: “Benim ışığım bu dünyadan değil.”
Haykırdım: “Ben başka bir dünya bilmiyorum.”
Ruh yanıtladı: “Sen bilmiyorsun diye var olmayacak mı?” Dedim ki:
“Peki, ya bilgimiz?
Bizim bilgimiz de mi sence yararsız?
Bilgi olmayacaksa ne olacak?
Güvenlik nerede?
Sağlam zemin nerede?
Işık nerede?
Karanlığın geceden kara olmakla kalmıyor, dipsiz de. Bilgi olmayacaksa o zaman belki de konuşmadan ve sözsüz de olur.”
Ruhum: “Söz yok.”
Ben: “Affet beni, belki işitmekte zorlanıyorum, belki seni yanlış yorumluyorum, belki kendimi aldatarak boş işlerle kendimi kapana kıstırıyorum ve aynada kendime gülen serseri bir sırıtma, kendi tımarhanemde bir budalayım. Belki de benim ahmaklığımda tökezliyorsun sen?” Ruhum:
“Kendini kandırıyorsun, beni aldatmıyorsun. Sözlerin sana yalan, bana değil.”
Ben: “Ama ben öfkeli anlamsızlıkta debelenip saçmalık ve sapkın yeknesaklık üretiyor olabilir miyim?”
Ruhum:
“Sana kim düşünceler ve sözler veriyor?
Sen mi yapıyorsun onları?
Sen benim esirim, kapımda yatan ve sadakamı toplayan bir alıcı değil misin?
Ve düşünüp kurduklarının ve söylediklerinin anlamsız olabileceğini düşünmeye cüret ediyorsun, öyle mi? Bunun benden geldiğini ve bana ait olduğunu bilmiyor musun daha?”
Bunun üzerine öfkeyle bağırdım: “O zaman içerlemem de senden geliyor olmalı ve içimde sen kendine içerliyorsun.” Ö zaman ruhum belirsiz sözler söyledi:
“Bu iç savaştır.”
Acı ve öfkeye kapılmıştım ve şöyle yanıtladım:
“Böyle boş sözcükler kullanman, ruhum, ne acı verici; midem bulanıyor. Güldürü ve saçmalık ama hasretle yanıp tutuşuyorum. Çamurda ve en hor görülen bayağılıkta da sürünebilirim. Toz da yiyebilirim; bu, Cehennem’in bir parçası. Teslim olmuyorum, baş kaldırıyorum. Sen işkencelere, örümcek bacaklı canavarlara; ahmakça, iğrenç, korkutucu tiyatro gösterilerine başvurmaya devam edebilirsin. Yaklaş, hazırım. Ruhum, sen bir şeytansın ve ben seninle boğuşmaya da hazırım. Bir tanrının maskesini taktın ve ben sana tapındım. Şimdi bir şeytanın maskesini takıyorsun, korkutucu bir maske; bayağının, ebedî sıradanlığın maskesini takıyorsun! Tek bir şeyi lütfet bana! Bırak bir an geri adım atayım, düşünüp taşmayım! Bu maskeyle mücadeleye değer mi?
Tanrı’nın maskesi tapınmaya değer mi?
Yapamam, kollarım bacaklarım savaş tutkusuyla yanıyor. Hayır, savaş alanından yenik ayrılamam. Seni elime geçirmek, ezmek istiyorum maymun, maskara. Mücadele adil değilse ne acı, ellerim havayı yakalıyor. Yine de senin darbelerin de havadan ibaret ve bu işte bir hilekârlık seziyorum.”
Kendimi yine çöl yolunda buluyorum. Bu bir çöl görümüydü, uzun yollarda gezenin yalnızlık görümüydü. Orada zehirli oklarıyla pusuya yatmış, görünmez soyguncular ve kiralık katiller var. Öldürücü ok kalbime mi saplandı yoksa?
Aç gözlü bir canavara dönüştüğümü hissettim. Tıpkı ulusun adsız olanının cinayet oburluğuyla sevgili prensine saldırması gibi, yüreğim, yüksek ve sevgili olana, prensime ve kahramana öfkeyle dik dik baktı. Cinayeti içimde taşıyordum çünkü bunu önceden görmüştüm.
Savaşı içimde taşıyordum çünkü bunu önceden görmüştüm. Kendimi ihanete uğramış hissettim ve kralımın yanına uzandım. Neden böyle hissettim? O, olmasını dilediğim gibi değildi. Beklediğimden başkaydı. Benim anlamıma göre kral olmalıydı, kendi anlamına göre değil. Benim ideal dediğim şey olmalıydı. Ruhum bana boş, tatsız ve anlamsız göründü. Ama gerçekte onun için düşündüğüm, benim idealim için geçerliydi.
Bu bir  çöl görümüydü, kendi ayna imgelerimle mücadele ettim. Bu benim iç savaşımdı. Ben kendim katil ve katledilendim. Öldürücü ok kalbime saplanmıştı ve anlamını bilmiyordum. Düşüncelerim bedenimin her yanma zehir gibi yayılan cinayetti ve ölüm korkusuydu.
İşte insanların yazgısı buydu: Birinin ölümü insanların yüreklerine fırlatılan zehirli bir oktu ve en amansız savaşın kıvılcımı olmuştu. Bu cinayet yetersizliğin iradeye içerlemesi, bir başkası tarafından yapılmış olsaydı denen bir Yahuda ihaneti.  Hâlâ günahımızı taşıyacak bir keçi arıyoruz.
Sh:131-134
Kaynak: Carl Gustav Jung, Kırmızı Kitap, Liber Novus, Orijinal Adı The Red Book, Liber Novus, İngilizceden Çeviren: Okhan Gündüz Yayına Hazırlayan: Sonu Shamdasanı 2. basım, 2016 İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar