SALÂT-I VİRDİ-Ü NÛR-ÜL ARABÎ
[Mevlâna ve
Seyyidinâ Muhammed Nûr’ul-Arabî Kaddesellâhü sırrahu’l âlî Efendimizin
Sâlât-ı
Virdiyyesi]
بِسْـــمِ اللهِ
الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
الحمد
لله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين
اَللهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ
فِي جَمِعِ
الْمَظَاهِرِ اَلَّذِى هُوَ هَيُولاَهَا
وَ اَوْجَزَهاَ
وَ اَنْـقَاهاَ وَ اَطْنَبِهاَ وَ اَرْقَاهاَ وَعَلَى
الِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمُ
Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin fi cemî-il mazâhiri ‘llezi hüve
heyûlâhâ ve evcezeha ve enkâha ve ednabiha ve erkahâ ve alihi vessahbihi
vesellim.
AÇIKLAMASI
اَللهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ
Manası; Ya Allah! Cemi-i esmanla ulumuz Muhammed (sallallâhü aleyhi ve
sellem)’i tazim eyle[rsin]. [1]
ve
فِي جَمِعِ الْمَظَاهِرِ اَلَّذِى هُوَ هَيُولاَهَا
Cemi-i mezâhirde, gerek âlem-i melekût ve gerek âlem-i mülk, ol âlemlerde
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemi tazim eylersin.
Âlemlerin aslı ve maddesi olandır. Zira nurundan hâsıl oldular.
وَ اَوْجَزَهاَ َ وَ اَنْـقَاهاَ
Öyle Rasûlin ki, cümle âlemlerin zübdesi [öz, kaynak, en halis kısım] ve nekâvetidir.[ Her şeyin
iyisi, seçkini. * Temizlik, paklık.] Zira cümle, andan halk olunmalarından
murad; cesedi pakları ile vücuda gelmekledir. Hadis-i kutsîde buyruldu: (
Levlâke levlâk lemâ halâktül eflâk)
İmdi, şecere-i vücud-i aslı, Muhammed nurudur.
Ve nihayeti, Muhammed vücududur. Meyve ağacının aslı Lübb olup, ahiri dahi
Lübb olduğu gibi.
وَ اَطْنَبِهاَ وَ اَرْقَاهاَ
Yani, âlem tafsili ve âlasıdır. Zira cesedi şerifleri zübde-i hafiye olduğu
gibi, nur-u envarları cümleye tafsil oldu.
وَعَلَى الِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمُ
**
[Seyyid ül Münîr Muhammed Nur’ul Arabî kaddesellâhü sırrahu’l âlî Efendimiz
bu hadisi şerifi ilave kıldı.]
قال رسول الله صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ : اَنَا مِنَ اللهِ وَ
الْمُؤْمِنوُنَ مِنّيِ ( اَىْ مِنْ نُورِى)
Kâle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem: “ene min Allahi vel mü’minune
Minnî: [ey min nurî]
Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Ben Allah Teâlâ’danım, müminler Benden” Yani
benim nurumdan.
*********
EK BİLGİ:
[1] Bu hadisin manasını anlamak için burada geçen مِنْ [min-minnî] hangi manalara geldiğini
bilmek gerekir. Bu bilgilerle ehli tevhid arapçada min مِنْ edatının birçok manalarının ledünnî cephesini bilir.
حرف جر( مِنْ )
يستعمل في اللّغة التركية للمعاني
التالية
Den,
dan, de, da, içinde anlamında gelir.
يستعمل في مواضيع عديدة منها:
Birçok konularda kullanılabilir, bunlardan:
لابتداء الغاية (İbtida) Hedefin başlangıcı :
ـ خرجتُ من البلدِ.
للتبعيض(Tebîz)Azlık, bir bölüm :
ـ أنفقتُ من
الدّراهِمِ. ـ ومٍنَ النّاسِ مَنْ يقولُ آمَنّا
لبيان الجنس (Beyâni cins) Açıklamak, bildirmek :
ـ ثَوبٌ من خزٍّ. ـأخذتُ
قلماً من ذّهبٍ.
للتأكيد (Tekit) Pekiştirme :
ـ ما جاءنا من رجُلٍ. /
يشترط قبلها أداة نفي، نهي ، استفهام.
للبدل (Bedel) Başkasının veya onun
yerine : ـ أرضيتم بالحياة الدّنيا من الأخرةِ.
للتفصيل (Tafsîl) Ayrıntı şeklide
anlatmak : ـ عرفتُ الحقّ من الباطِلِ.
للتعليل (Ta’lîl) Sebep : ـ ماتَ من الرّئةِ.
ملاحظة: وقد يُستعمل حرف
من بمعنى في مثل (إذا نوديَ للصلاةِ من يومِ الجُمُعةِ)
Not:) (في ) : (منAnlamında
kullanılabilir:
***
لأفعال التي تأخذُ حرف جر مِنْ
Harfinin
aldığı Fiiller: مِنْ
1ـ تَخلّصَ من :
Kurtuldu.
2ـ اِقتربَ من :
Yaklaştı.
3ـ اِختطفَ من
Zorla aldı.
4ـ حَذِرَ من :
Hazırlıklı oldu.
5ـ حَطَّ من :
Azalttı, küçülttü.
6ـ طَردَ من :
Çıkardı, kovdu.
7ـ عانى (يُعاني) من :
Acı çekti.
8ـ ربحَ من :
Kazandı, elde etti.
9ـ فرَّ من :
Kaçtı.
10ـ ورِثَ من :من veya عن
Miras aldı.
11ـ تأكّدَ من :
Emin oldu, kanaat
getirdi.
12ـ أمِنَ (يأمنُ) من :
Emniyette oldu.
13ـ يئِسَ (ييئسُ) من :
Umudunu kesti.
14ـ يَنجُو من :
Kurtardı.
15ـ يخرجُ (أخرجَ) من:
Çıkıyor.
16ـ يرجِعُ من :
Dönüyor.
17ـ أقلُّ من
Ondan daha az, daha
küçük.
18ـ أكثرُ من :
Ondan daha çok.
19ـ أكرمُ من :
Ondan daha cömert.
20ـ أشرفُ من :
Ondan daha üstün.
http://fasiharabic.com/arapca-egitim/klasik-arapca-dersleri/harfi-cerler/15863-arapca-fiillerin-harfi-cerlerle-kullanimi-ve-ornekleri
***
1)
( مِنْ )
harficeri, cümlenin başında gelirse “onlardan …
kısmı vardır” anlamını verir ve kısmiyet ifade eder.
Örnek
: 2/78 : (… وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ
الْكِتَابَ ) “Onlardan ümmî kısmı vardır …” Ayet-i Kerimesindeki ( مِنْهُمْ ) car mecrurdan oluşan şibhi cümle haber-i
mukaddem olup, REF mahallindedir. ( أُمِّيُّونَ )
mübtedâ muahhar olup, cemî müzekker sâlim ismin merfu hâlidir.
2)
( مِنْ ) harficeri ve mecrur isim, haber olarak gelirse
“ondaki öncelikli (o olmaz ise, sonrakide olmaz)
olan kısım dır” anlamını verir.
Örnek
: Hadisi Şerif : ( اَلْحَيآءُ مِنَ الْاِيمَانِ
Hayâ, imandandır) Buradaki ( مِنْ )
de; Mübtedâ olan ( اَلْحَيآءُ ) hayâ, imânın
kısımlarından biridir. Diğerlerini siz tesbit edin ve ahlâklanın (mübtedâ
olun). Sadece “inandım” demekle, imân etmiş olmazsınız. ikazı saklıdır.
3)
( مِنْ ) harficeri, alan mecrur isim “ism-i zamanı, ism-i mekânı ve ism-i aleti” saklı
olarak içinde barındırır..
Örnek-1
: 22/75 ( اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ
رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ ) “Allah
meleklerden de, insanlardan da peygamber seçer. Şüphesiz ki Allah hakkıyla
işitendir, görendir.”
Örnek-2
: 2/23 ( فَأْتُوا بِسُورةٍ مِنْ مِثْلِهِ )
“Onun mislinde bir sûre getirin” Ayet-i Kerimesi, müşriklerin “Bu Allah’ın
sözüne benzemiyor. Biz doğrusu onun Allah kelâmı olduğunda şüpheliyiz” demeleri
üzerine nâzil oldu. (Nuzül sebebi)
NOT:
Mahmuzel_fâ ve nakıs” olan ( اَتىَ )
fiili “bi” harfi ceri ile birlikte getirmek
anlamını kazanır ve “Allah’dan bana geleni, aynen aktarın” anlamı
saklıdır.
( تُبْتُ مِنْ كُلِّ
ذَنْبٍ Bütün günahlardan tövbe
ettim.) Buradaki ( مِنْ ) de; Müteallak’ın
(tövbe fiilinin), mecrur’dan (bütün günahlardan)
başladığını ifade eder. Günahların bir kısmını terk etmekle tövbe fiili
(müteallak) oluşmaz. anlamı saklıdır.
( مِنْ اللهِ) şibh-i cümlede hem fiili, hem de fâili görünendir bilgisi
saklıdır. Allah Teala’nın rızası ve lütfu olan fiilleri işaret eder.
( عِنْدَ اللهِ)
şibh-i cümlede fiili görünendir, fakat fâili
görünmeyendir bilgisi saklıdır. Müteallak “mevcud olmadı” fiili hazf
edimiş bir fiil cümlesi olabilir. Çünkü kaide gereği mübteda, müteallak olmaz
-----------------
Temel Kaynak: Hasan Fehmi KUMANLIOĞLU, Muhammed
Nûrü'l-Arabî, Hayatı, Şahsiyeti Ve Bazı Tasavvufî Görüşleri, -Yüksek Lisans
Tezi , 1988, İzmir , sh.120
بِسْـــمِ اللهِ
الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
الحمد
لله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد
وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين
Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah Teâlâ’yadır.
Salât’ın, bütün yaratılmışların en hayırlısı Muhammed’e (sallallâhü aleyhi
ve sellem), âline, arkadaşlarına ve tâbilerinin üzerine olmasını niyaz ederiz.
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ اللَّهُ الصَّمَدُ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
Min haysü aynihî,
yani Ya Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) Sen de; Vücûd-u Hakk, Hakkın
zâtı cihetiyle Ehad‘dir. Gayriden gayridir.
اللَّهُ
الصَّمَدُ
El maksud fî’l-havayici ve’l muhtâcı ileyh min haysü istinadeten ileyh
Yani Allah
Teâlâ havâyicde [ihtiyaçlar] maksududur [kastedilen; yani bütün varlıkların,
rızâsına ermeyi ve cemâlini görmeyi arzuladıkları Allah Teâlâ’dır.] ve muhtâcı
ileyh [Kendisine muhtaç olduğumuz] bizim
âna istinadımız cihetiyle pes İsm-i Samed itibarıyla vücudu Hakk vâhiddir. Yani
esmâdan ganî [ayrı][2]
değildir. Zirâ Samed muhtâc-ı ileyhdir. Muhtâc-ı ileyh olan şey, hariçte
muhtaçsız, mütehakkık [doğrulanan] olmaz. Pes vahidiyyet i’tibârıyle vücud-u
Hakk esmâdan ganî değildir.[3]
لَمْ
يَلِدْ
Min haysü hüviyeti baht [Öz. Hâlis. Saf. Sade]
Hakk vâlid [Doğurtan. Baba]olmadı. Ânın hüviyeti vâcibesi haysiyetiyle
[dolayısıyla, sebebiyle] bizim hüviyet-i mümkinimiz [asıl, mahiyet] haysiyetiyle,
yani bizim hüviyetimizden manaca ittihaz [kabul] edip kendi hüviyetiyle bizim
hüviyetimizden veled [çocuk] intâc [netice verme, doğurma]
etmedi ki, ol vâlid ola; ve ânın için mukaddime [başlangıç, evvel gelen] ola,
ve buna
وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ kavli delâlet eder.
وَلَمْ يُولَد
Kezâlik [Bunun gibi. Böylece.]
وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ
Kezâlik Hakkın hüviyeti haysiyetiyle ki kimseden mevlûdu [çocuk] olmadı. Tâ
ki netice ola. Ve kezâlik bir ehad âna küfüv [denk, eş, benzer] ve mukâbil ve
muâdil olmadı. Tâ ki âna sahib [Yoldaş, arkadaş] ola. Ve mukadimiyyetinden [Zaman ve mekân
cihetiyle daha evvel olan] ‘âm-ı mevcûd [umum varlık] ola, zirâ küldür, itaat
haysiyetiyle..
Allah Teâlâ’nın yardımı ile bu risale bitti.[5]
***
**
*
Kaynak:
Kütüphane İ.B.B. Atatürk Kitaplığı Sayısal Arşiv ve
e-Kaynaklar
Tefsir-i
sure-i İhlas / Muhammed Nur el-Arabi (1228-1305 H.)
Yayın
Bilgisi : :
Fiziksel
Nitelik : 201b yk., 18 st. ; 235x175, 175x100 mm.
Konu
Başlıkları : Tefsir
Notlar:
Sonda 202a yk.da Abd er-Rahim Fedai'nin nutkı var.
Yazar: Kitap
201b (Başlık)
Eser: Kitap
201b (Başlık)
Koleksiyon Osman Ergin Yazmaları
Durum Rafta
Demirbaş OE_Yz_0542/20
Yer Numarası
Kopya/Cilt 1
Sağlama
Şekli Bağış
hzl: Seyyid Muhammed Ibn-i Omer Mahluf-Şarih: S. Mehmed Faik Erbil,
Bismillâhirrahmanirrahim
Takdim
Arûsi-yi
Selâmi Tarîkat-i Şerifi; Türkçe'ye kazandırdığımız "Mevahib'ür
Rahim, fı Menakib-ı Mevlana b. Muhammed eş-Şeyh Seyyid Abdüsselâm
ibn-Selim" kitabının yazan şeyh Seyyid
Muhammed İbn Ömer Mahluf un da kaydettiği gibi, "tarikatlerin
özüdür ve Allah'a ulaştıran yollann en güçlüsü ve en yakın olanıdır."
Arûsi-yi
Selâmi Tarîkati Pîri Gavs-ı Azam Esseyyid Abdüsselâm El-Esmer Efendimiz
Hazretleri ise Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi Bey'in
ifadesiyle;
"...
Gavs-ı Âzam Seyyid Abdülkadir Geylâni Efendimizin barika-ı imdat ve
tasarruflarını, Gavs-ı Azam Hazret-i Pır Seyyid Ahmed El-Rufai Efendimizin hilm
ve harikalarını, Gavs-ı Azam Hazret-i Pîr Seyyid Ahmed el Bedevi Efendimizin
rahim ve şefkâtlerini, Gavs-ı Azam Hazret-i Pîr Seyyid Hasan Şazeli ve Hazret-i
Pîr Seyyid İbrahim Dessuki Efendilerimizin varidat ve sehalarını vücudu
pürsutlarında cem etmiştir" (Hadim-i
hakir Mihr- ü Din Arûsi adıyla, İki Gavs-ı Enam, Abdülkadir ve Abdüsselâm
isimli kitaplarından alınmıştır. İstanbul (1331-1915).
Ayrıca, Hazret-i Pîr İbrahim bin Ethem dahi bu mübârek Tarîkat-ı Şerifin yolu
üzerindedir. Ethemiye, Ceştiye ve Medyeniye tarîkat-ı şeriflerini de câmidir.
Yeryüzüne sayı ile gelmiş en büyük Evliya'dan çok büyük hürmetle yadettiğimiz
Cenab-ı Şeyh-i Ekber Muhiddin-i Arabî Efendimiz Hazretleri de yolumuz
ulularındandır.
Cenab-ı
Pîr Seyyid Abdüsselâm el Esmer bütün Afrika kıtasında ve dünyanın diğer
kıtaları üzerinde birçok milletlerce Allah'ın müstesna velilerinden büyük
keramet sahibi ulu zat olduğu bilinmektedir. Saltanat-i âlileri iki cihanda
yüce olan Hazret-i Pîr Efendimizin kayda sığmaz sayısız harikalarından ve,
keramatlarından bir kaç misal vermek istiyoruz. Şöyle ki:
Cenab-ı Allah'ın kendisine ezel hükümünde denizler
üzerinde ilelebet büyük tasarruf etme hakkı vermesi ile deniz hadisatında hangi
milletten olursa olsun bilcümle gemi kaptanlarının kendisinden istimdat
eylemeleri halinde gemilerinin, mallarının ve canlarının korundukları gibi
onları selamete çıkardıkları ve bu halin kıyamete kadar devam edeceği bir
gerçektir, işte, bu sebeple büyük himmetlerini gören her gemi süvarisi veya
kaptanı, şükranlarıın ifade edebilmek için seyir halinde türbe-i şerifin
karşısına geldiklerinde üç defa boru çalmak suretiyle Hazret-i Pîr'e selâm ve
hürmetlerini arz ederler. Bâlâda kaydedilen bu hakikatlere rağmen Hazret-i Pîr Seyyid
Abdüsselâm el Esmer ülkemizde layık olduğu veçhile tanınmamakta ve
bilinmemektedir. Halbuki, Filibeli Ahmed Hilmi Bey'in
de bildirdiği gibi, Cenab-ı Pîr tavsiyelerinde dervişanına "Türkler, İslam'ın hizmetkân ve İslam'ın muzaffer
askerleridir. Onlara muhabbet ediniz" diye buyurmuşlardır.
(Semsiler ve Sultan Abdülhamid, İstanbul, 1992, s. 25) Osmanlıları Libya'ya
davet eden de bizzat Hazret-i Pîr dir.
Söz
konusu işbu manevi telkinlerin Türk leventlerinin ve özellikle Kaptan-ı Derya
Malta (St. Elmo) Fatihi ve Kuzey Afrika Beylerbeyi Şehid Turgut Reis Paşa'nın
Kuzey Afrika'yı ve Trablusgarb'ı Osmanlı mülküne dahil etmede tesirli olmakla
beraber Hazret-i Pirin büyük himmetini gördükleri de gerçeğin ta kendisidir.
Yine kendisi gibi öz be öz Türk evlâdı ve yardımcısı olan değerli bir kumandan
Trablusgarp Valisi Murad Ağa Hazretleri de bizzat Hazret-i Pîr'in huzurlarında
bulunmuş , halifesi olmuş ve himmetlerini görmüşlerdir. Her iki mübârek zatın
türbe-i şerifleri de Libya'dadır. Buradan da anlaşılıyor ki, Hazret-i Pîr'in
Türk milletine muhabbeti ziyadedir. Mevzu ile alakalı çok daha geniş bilgi "Mir'ât'ül
Hakâik " adlı kitabımızda mevcuttur. Yine bu ulu Pîr'in
himmetleri sayesinde Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa Akdeniz'i adaletle
hükmeden Osmanlı’nın emniyet ve ticaret havzası haline getirdiği açık bir
hakikattir. Ayrıca, Kaptan-ı Derya Piri Reis Paşa ile diğer muasırları da
yaradılıştaki istidatları kadar derece derece Hazret-i Pîr'in himmetlerini
görmüşlerdir.
Bu
sayede hepsi İslam'a ve beşeriyete faydalı hizmetlerde bulunmuşlardır. Allah
hakkı ve İslam Hukuku, aynı zamanda beşeriyetin de hukuku olan Şeriat-ı
Şeriften Hazan ve Seferi olarak ömür boyu hiçbir surette ayrılmayan bu müstesna
amirallerimizi hayırla yadederiz. Allah'ın rahmeti ve selâmı cümlesinin üzerine
olsun.
Arûsi
Tarîkat-ı Şerifi mensuplan Türkler'i kardeş gibi sevip, Osmanlı'ya samimiyetle
bağlanmışlardır. Bu muhabbet halâ devam
etmektedir. Hazret-i Pır'in manevi işaretleriyle Hacı Mesut Çanakkale
Savaşları'na iştirak etmiş, muharebelerin en karanlık devresinde savaşın
kazanıldığını müjdelemiştir. (Bkz. Nezihe Araz, Anadolu Evliyaları...) Ayrıca
bu hususta İslam Ansiklopedisinde de gerekli bilgi mevcuttur. Ve yine Milli
Mücadele sırasında Arûsi Tarîkat-ı Şerifi mensupları, Senusiler gibi Türkler'in
yanında olmuşlardır.
Sene
1974, 20 Temmuz. Savaş
olduğu halde yumuşatılarak adına Barış Harekatı dedikleri deniz ve kara
çıkartmasında adanın tamamının işgali bahis mevzuu iken harekatın bütünü
içerisinde her türlü aksaklığa rağmen Hazret-i Pîr Gavs-ı Azam Esseyid
Abdüsselâm el Esmerin himmetleriyle bugünkü netice alınmıştır. Mevzu ile
alakalı olarak, Rahmetli Alpaslan Türkeş'in
bize naklettiği veçhile, bu harekata Diyarbakır'dan
kalkan uçak filomuzun kumandanı Hava Kurmay Albay Ertuğrul Sabuncu Bey, yüzde altmışımızın döneceğini
sanmıyorum diyerek pilotlarla telsiz vasıtasıyla helalleşmiş ve ada
üzerine geldikleri zaman Kıbrıs Adası büyüklüğünde bir elin aşağıda, yine
Kıbrıs Adası büyüklüğünde bir elin de yukarıda olduğunu ve kendilerinin bu iki
elin himayesi altında bulunduklarını aleni müşahede etmişler ve heyecandan
titreyerek, harekatı hiçbir zayiat vermeden tamamlayarak tekrar üslerine
dönmüşlerdir. Allah'ın selâmeti İlâhi iltifata mazhar olan bu temiz yürekli
kulunun üzerine olsun.
Nûr
içinde yatsın muhterem Alpaslan Türkeş acizâneme üç şeyi heyecanla nakletti: "Birincisi,
11 Aralık 1987'de Hz. Mevlânâ ihtifaline giderken Ankara'da otele ziyaretimize
geldiğinde başbaşa sohbet ederken şöyle demişti: Hakkımdaki
idam fermanı önceden verilmiş ve üç bacaklı sehpa kurulmuştu. Çok büyük bir
Evliya olan Hazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm el Esmer Sultan'ın yüzü suyu
hürmetine bu belânın üzerimden ref-i def olması için Cenab-ı Allah'tan niyaz
ettim. O mübarek zât bir tekme attı sehpaya, üç bacağını birden
kırdı. Kendilerine medyûn-u şükranım. İkincisi: Haksız yere yattığım
hapisten sonra çoluk çocuğumla Avrupa'ya gittim. Alman Hükümeti, yapılan fitne
üzerine, hava meydanından geri dönmemi istedi. Yarım saat içerisinde Seyyid
Abdüsselâm Hazretleri 'nin himmetini gördüm: Alman İstihbarat Başkam benden
özür diledi ve Frankfurt'a girdim. Üçüncüsü: Yine İngiltere'ye gitmek
üzere iken Fransa'ya inmek zarureti hâsıl oldu. Aynı şekilde Paris'e müsaade
edilmedi. Yine o mübârek Pîr'in himmetleri ile onbeş dakika içinde bizzat Paris
Emniyet Müdürü gelerek özür diledi. Paris'e oradan da İngiltere'ye geçtim. Ya
Allahım! Bu büyük Evliya'yı nasıl sevip de ona hürmet etmeyeyim."
Ayrıca acizaneme hitaben şöyle dedi: " Beni herkesin
terk ettiği en kara günlerimde ve en zor zamanlanmda gerçek bir karagün dostu
olduğunu unutmam mümkün değildir." Çeşitli zamanlarda
söylediği bu sözlere ailesi şahittir. " Evlâtlarımın;
katillerin, vatan hainlerinin zalim kurşunlarına hedef olmaması hususunda bize
gösterdiğin alaka beni çok mütehassıs etmiştir. Allah senden razı olsun."
Hususiyle
belirtmek gerekir ki; bu mübârek Tarikat Afrika'da Arûsi Tarikatı ve Türkiye'de
Arûsi-yi Selâmi Tarikatı olarak bilinmektedir. Afrika'daki kolu Pîr-i Sâni
Esseyid Ahmed bin Zerruk Hazretleri'ne nispetle "Zerrukiye"
olarak berdevamdır. Türkiye'deki kolu ise Pîr-i Sâni Esseyyid
Ömer Fevzi Mardin Hazretleri'ne nispetle "Ömeri"
kolu olarak devam etmektedir. 1911-12 Trablusgarp Savaşı'nda Libya'da Gazi
Hamidiye'nin kumandanı iken Hazret-i Pîr'in manevi daveti şöyle
gerçekleşmiştir: Ömer Fevzi Mardin Hazretleri
büyük bir manevi edeple 500 metre kadar uzaktan Hazret-i Pîr'؛ ziyaretleri sırasında devamlı olarak yalnız Cenab-ı Pîr'in
soyundan gelen türbedarlarından o günkü zat-ı şerif aldığı emirle doğruca
kendile- rine gelir ve der ki: "Ömer Fevzi Bey siz
misiniz?". "Evet" cevabını
alınca "Pîrimiz Seyyid Abdüsselâm el Esmer Hazretleri
sizi huzur-u şeriflerine davet ediyorlar. Buyurunuz" demesi
üzerine Ömer Fevzi Mardin Hazretleri, kızgın çölde ve hararetli güneşin altında
500 metrelik mesafeyi dizleri ve dirsekleri üzerinde katederek Türbe-i Şerifin
eşiğine başını koyarlar, vaki davet üzerine de huzur-u şerife dahil olurlar,
iki ulu zatın aralarındaki çok mahrem görüşmenin bundan somaki safahatı
insanların bilgisi dışında tutulmuştur. Cenab-ı Allah'ın Ömer Fevzi Mardin
Hazretleri'ne lütfettiği Pîr-i Sânilik unvanı da bu gizlilik içerisinde
aleniyet kazanmıştır. Demek ki, yüce manevi makamlar ilahi bir nimet olarak
hep bu ve benzeri misulli hallerle elde ediliyor. Cenab-ı Allah sırlarını
takdis eylesin ve âli himmetleri üzerimize olsun.
Ömer
Fevzi Mardin Hazretlerinin Kur'ân-ı Kerîm ve
Hadis-؛ Şeriflerin tasnifli, şerhli Türkçesini
hazırlaması yanında şu eserleri de vardır:
Dinî
Hasbıhâl, Başlangıçtaki Fikir, Allah Mefhumu, Din ve Safhaları, Din ve
Esasları, Din ve Telakkileri, Din ve Hikmetleri, Din ve ilmihal Esasları,
Müslümanlık Esasları, Hıristiyanlarda intibah Hareketleri, Musevilere Çıkar
Yol, Istırab, Ümit, Kurtuluş, Dinde Askerlik Kültürü, Din Dersleri, Hakikat
İlmi: İrfan, Hayat ve Hakikat Münacaat: Çocuk Dilinden Dua, Münacaat: Çocuk
Dilinden Dua (İzahlı), Münacaat: Çocuk Duaları ve ilahileri (manzum) İslam
Muhtırası, Asumanın Münacaatı, A Voice From the East, Kitab Ehli Ailesi, Köylü
Kardeş (2 cilt), Türk ve Demokrasi, Varidat-ı Süleyman Şerhi (3 cilt), Köylü
Kardeşe Din Bilgisi, Muhacirlere ilahi Borcumuz, Kore Savunmasına katılmamızda
Dini ve Siyasi Zaruret İslam'ın Şartlarının Şartları, Dinde Güzel Sanatlar
Telakkisi, Peygamber efendimizin Hayırseverlerden istedikleri, Hazret-i
Muhammed Efendimizin Nebi olarak Geleceği Hakkında, Ölüm ve Ahiret, Müslüman
Olmayanların Din Durum lan, Allah'ın Hilkatte Muradı, God's Purpose in
Creation, Kan Gütme Davası, Allah'ı Tanıtan İsimler/Sıfatlar (Esma-i Hüsna).
Bu
mübârek kitabın temin, tedarik ve neşrinde "Cami ve Türbe Koruma, Yaptırma
ve Yaşatma Demeği" kumcusu ve aynı zamanda Şaldır Şeyh Camii ve
Türbesi'nin inşası ile ibadete açılması yanı sıra alt türbe-i şerifin de
ihyasında öncülük eden emekli lise tarih hocası, edep ve haya timsali sadadtan
olup, aynı mübârek soya dahil Kaptan-ı Derya şehit Turgut Reis Paşa ahfadından
ve Gavs-ı Azam Hazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm aynı zamanda Tarîkat-ı Arûsi-yi
Selâmi meşâyihinden Seyyid Mahmud Murad Tengiz (20.3.1918-11.9.1995) muhteremin
hiçbir masraftan kaçınmayan evlatları Ali Yalçın Tengiz ve
Sündüz Telli ile Yusuf Ziya Tengiz'e bu vesile ile
teşekkür etmeyi vicdani bir borç biliriz. Vesile teşkil etmişken Hazret-i Ali
Efendimizin buyurduğu veçhile ifade ederiz ki, Mahmud Murad Tengiz'in
kalbi irfan nuru ile Hazret-i Pîr Efendimizi görmüştür.
Gerçek
âlim hüviyeti içerisinde bir sayın Profesör bu kitabın içindeki mühim şerhle
alakalı olarak ince bir düşünce ile, acizaneme hitaben "Bu
mübârek şerhin yapılmasını 500 sene önce Hazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm ve 50
sene önce de Pîr-i Sâni Seyyid Ömer Fevzi Mardin Hazeratı size
bırakmışlar" diye ifade etmişlerdir.
Bu
mübârek eser, okuyan herhangi bir Allah kulunun hidayete ermesine ve iki
cihanda itibar kazanmasına vesile-i rahmet olur, inşallah.
"(Üç
şey) yalan ve iftiranın en büyüklerindendir. Kişinin kendisine rüyada
gösterildiğini iddia etmesi, Rasûlullahın söylemediği bir şeyi söyledi demesi
(Hadis-i Şerif)"
Kerbelâ-yı
Şah-ı Şehidan Hazret-i İmam Hüseyin Efendimiz ahfadı olup devamen Kaptan-ı
Derya Şehit Turgut Reis Paşa soyundan 41. Göbek Sâdâd- ı Kiram'dan, Arûsi-yi
Selâmi Tarîkat-ı Şerifi hizmetkârı, Allah Fakiri Es- Seyyid Mehmed Faik
Erbil.
Seyyid
Abdüsselâm el-Esmer’in Soyu:
Baba
tarafından Peygamberin (sallallâhü aleyhi ve sellemin) torunu Hazreti Hasan'a
(aleyhisselâma) bağlanır. Şeceresi sırasıyla şöyle: Seyyid Abdüsselâm el-Esmer,
Selim, Muhammed, Sâlim, Hamîde, Imrân, Muhyî, Süleyman (Yedi Şeyhlerin babası),
Ahmed, Halîfe, Hacı Abdullah (Binbîl), Abdulaziz, Abdülkâdir, Abdurrahîm,
Abdullah, Idrîsü'l-Asgar, Idrîsü'l-Ekber, Haşan el-Müsnî, Hasan (aleyhisselâm),
İmâm-ı Ali (kerremallâhü veçhe ve radiyallâhü anh) ile Peygamberim (sallallâhü
aleyhi ve sellem) kızı Seyyide Fâtıma (aleyhisselâm).
Anne
tarafından ise şeceresi sırasıyla şöyle:
Seyyid
Abdüsselâm el-Esmer, Seyyide Selime Dürriye, Seyyid Abdurramân ed-Dir'î,
Abdulvâhid, Abdülkâdir, Abdulaziz, Ali, Sa'd, Muhammed, Ebû Abdullah, Seyyid
Abdüsselâm, Meşîş, Ebûbekir, Revâh, İsâ, Ebu'l-Kâsım, Mirvân, Hamide, Ali,
Abdülaziz, İdrîsü'l-Asgar, İdrîsü'l-Ekber, Abdullah, Hasan el-Müsnî, Hasan
(aleyhisselâm), Imâm-ı Ali (kerremallâhü veçhe ve radiyallâhü anh) ile
Peygamberin (sallallâhü aleyhi ve sellem) kızı Seyyide Fâtıma (aleyhisselâm)
Kaynak: Seyyid Hacı Sâlim bin Hammûde, Seyyid
Abdüsselâm el-Esmer'in Hayatı (Arapça, Tripoli, 1948.) Sh: 5-11
Kaynak:
GAVS-İ AZAM HAZRET-İ PİR SEYYID ABDUSSELAM kaddesellâhü sırrahu’l âlî,
hzl: Seyyid Muhammed ibn-i Ömer
Mahluf-Şarih: S. Mehmed Faik Erbil,
2000, İstanbul
[1]
Peygamberimizin ismi “Muhammed”dir “sallallahü aleyhi ve sellem”. İle
zikerdilmesi ümmete vaciptir. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemden üçüncü şahıs olarak bahsederken ismini anmıştır.
İkinci tekil şahıs olarak andığında yani, “Ya
Eyyühennebî” veya “Ya Eyyüherrasûl” demiştir. Bize yapmamız gereken husus bildirmek
için ism-i Şerifi “Muhammed’i saygı ifadesi olarak zikretmemiştir.
Bu özel isim, ilk defa söylenince “sallallâhü
aleyhi ve sellem” demek veya salavat getirmek vacibdir. Yazıda (S.A),
(S.A.S) gibi kısaltmalar uygun değildir. Bu kısaltmalar reformistlerin
uygulamalarıdır. Yalnızca Rasûlullâh denince ona saygı gösterilmiş oluyor. Yani
Allah’ın Resulü, peygamberi denmiş oluyor. Bu bir saygıdır. Ancak Rasûlullâh
dedikten sonra salavat, (sallallahü aleyhi ve sellem) denilmesi elbette
gereklidir.
“Aleyhisselâm”
ibaresini kullanmak salavat yerine geçmez. Bazı kişiler ağız alışkanlığı “aleyhissalatü
vesselam” diyorlar. bu ibare içinde Allah lafzı geçmediği için ve
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin tarif ettiği şekilde olmadığından
sünnet üzere olan salavat yerine geçmez. İlk dönem kitabiyatta ve hadis
literatüründe bu ifade şekli yok gibidir. Saygı ifadesi içersede fazilet
yönünden noksan kalmaktadır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin ismi
anıldığında sünnet olan salavat getirmenin yerini de tutmaz.
***************
HAS
İSİM
Varlığın Tâcına dair,
Zonguldak’ta yazdığım yazı şöyle başlıyor:
—
Yâ (M……… !)
Noktalı yerde O’nun ismi,
hâs ismi… Mukaddes hâs isim… Yâni mukaddes isme, nida siygasıyla hitap
ediyordum. Es'Seyyid Abdülhakîm Arvâsi kaddesellâhü sırrahu’l âlî Efendim:
«— Onu çıkar oradan, buyurdular; Allah’ın Resûlüne, hâs ismiyle ve
nida siygasıyla hitap olunmaz.
—
Niçin efendim?
«— Hayâ meselesi!.. Allah bile
Kur’ânında, Sevgilisine, hâs ismiyle nida ederek hitap etmedi.»
Büyük sır karşısında yandım,
kül oldum. Bizzat Allah’ın haya gösterdiği sır…
—
Kur’ânın hiç bir yerinde böyle bir hitap yok mu?
Kısa ve sert:
«— Hiç bir yerinde!..»
Gerçekten «de ki» mânasına
«قـل:gûl»
kelimesiyle başlayan birçok âyette, bu hitaptan sonra isim gelmediği, gözümün
önünden geçiverdi. Buna karşılık, birçok tefsircinin «de ki yâ M….. !»
diye kullandıkları klişelerdeki kabalık içimi burkuttu.
s:
147-148
[Necip
Fazıl KISAKÜREK, “O ve BEN” , Şubat- 1999, İstanbul]
[2] Bütün sıfatları
zatına muhtaçtır.
[3] Abdülkerim El-Cîlî kaddesellâhü sırrahu’l âli “İnsân-ı Kâmil” isimli
eserini tercüme eden Abdulazîz Mecdî Tolun kaddesellâhü sırrahu’l âlî efendinin
tasarrufları hakkında verilen bilgide şu notlar geçer.
"Sıfatlarını künhü ile ihatadan zatı acizdir" cümlesindeki tasarrufudur. Mütercimin ifadesine göre anlam açısından
sakıncalı olan bu cümlenin tashihini, vakıasında bizzat müellifin [Abdülkerim
El-Cîlî ] ruhundan sorduğunu, kendisine "Künh-ı
zatını ihatadan Zat'ı sıfatlarını men etmiştir" ifadesinin doğrusu olduğunu beyan ettiğini belirtmektedir. Sh:
20,
Kaynak: El-İnsân’ül Kâmil -Abdülkerîm
Cîlî, İz Yay. 2002, İstanbul
[4] Not olarak konulmuş
ibare zannediyoruz. Arapça açıklama yok. İhramcızâde İsmail Hakkı
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar