Print Friendly and PDF

SANATTAKİ GERÇEK VE “DORİAN GRAY’İN PORTRESİ”NDEKİ LORD HENRY WOTTON’UN DİLİNDEN OSCAR WİLDE'İN FİKİRLERİ

Bunlarada Bakarsınız



Sanatçı güzel şeyler yaratıcısıdır.
Sanatın gayesi sanatı meydana çıkarmak ve sanatçıyı gizlemektir.
Eleştirici, güzel şeylerden aldığı izlenimleri bir başka tarza yahut yeni bir ifade vasıtasına çevirebilen adamdır.
Eleştirinin en aşağı şekli kadar en yükseği de bir çeşit otobiyografidir.
Güzel şeylerde çirkin anlamlar bulan adam şirin olma­dan kötü olan bir adamdır. Bu bir hatadır.
Güzel şeylerde güzel anlamlar bulanlarda olgunluk var­dır. Bunlar için ümit beslenebilir.
Güzel şeylerin kendilerine ancak güzellik ifade ettiği insanlar seçme kişilerdir.
Ahlâka uygun yahut ahlâka aykırı diye kitap yoktur, iyi yazılmış yahut fena yazılmış kitaplar vardır. İşte o ka­dar.
On dokuzuncu yüzyılın gerçekçilikten nefreti, yüzünü aynada gören Caliban’ın öfkesidir.
[Shakespeare'in ,'Tempest'' adlı oyunundaki çirkin ve hayvana benzeyen köle; vahşi tabiatlı insan.]
On dokuzuncu yüzyılın romantizmden nefreti, yüzünü aynada görmeyen Caliban’ın öfkesidir.
İnsanoğlunun ahlâka uygun hayatı sanatçının konusu­nun bir parçasını meydana getirir, fakat sanatın ahlâka uy­gunluğu kusurlu bir vasıtanın kusursuz olarak kullanılma­sıdır. Hiç bir sanatçı bir şey ispat etmek istemez. Hatta kendiliğinden doğru olan şeyler bile ispat edilebilir.
Hiç bir sanatçının ahlâka uygun eğilimleri yoktur. Bir sanatçıda ahlâka uygun eğilim bağışlanmaz bir üslûp yap­macığıdır.
Hiç bir sanatçı hiç bir zaman bozguncu değildir. Sa­natçı her şeyi ifade edebilir.
Düşünce ve dil sanatçı için bir sanatın âletleridir. Er­dem ve kötülük de sanatçı için bir sanatı vücuda getirme­ye yarayan malzemelerdir.
Şekil bakımından müzikçinin sanatı bütün sanatları temsil eder. Duyuş bakımından da oyuncununki...
Her sanat aynı zamanda hem görünendir, hem semboldür.
Bu yüzdekinin altına dalanlar bunu kendi zararlarına yaparlar.
Bu sembole anlam verenler de bunu kendi zararlarına yaparlar.
Sanatın gerçekten yansıttığı şey hayat değil, seyirci­dir. Bir sanat eseri üzerindeki fikirlerin başkalığı gösterir ki o eser yeni, anlaşılması güç ve hayatîdir.
Eleştirmeciler uyuşmadıkları zaman sanatçı kendi ken­disiyle ahenk halindedir.
Bir kimsenin faydalı bir şey yapmış olmasını, yaptığına hayran olmadığı sürece bağışlayabiliriz. Faydasız bir şey yapmış olmanın tek mazereti o şeye herkesin hudutsuz hay­ranlığıdır.
Sanatta hiç bir fayda aranmaz.
Kaynak : Oscar Wilde Dorian Gray’in Portresi Çeviren: Ferhunde ve O. Ş. Gökyay,1968, İstanbul,s.12-13

 “DORİAN GRAY’İN PORTRESİ”NDEKİ LORD HENRY WOTTON’UN DİLİNDEN OSCAR WİLDE'İN FİKİRLERİ

·        « Bu ruha duyularla ve duyulara ruhla şifa vermek, hayatın büyük sırlarından biridir. Sizler (kadınlar) harikulâde bir varlıksınız. Arzu ettiğinizden daha az bildiğiniz gibi, bildiğinizi zannettiğinizden daha çok da biliyorsunuz.»
·        «İnsanlar sadakati büyültürler» «Buna rağmen hattâ aşkta bile bu sırf fiziyolojik bir meseledir. Bizim irademizle hiç bir ilgisi yoktur. Genç adamlar vefalı olmak isterler, fakat değildirler; ihtiyar­lar vefasız olmak isterler, ellerinden gelmez: Bunun üzerin­de söylenecek başka şey yoktur.»
·        «Ben İngiltere’de havadan başka hiç bir şeyi değiştirmeyi arzu etmiyorum» «Ben felsefî düşüncelerle yetiniyorum. Fakat bu on doku­zuncu yüzyıl şefkati, gerektiğinden çok harcandığından dola­yı iflâs ettiğinden belimizi doğrultabilmek için ilme dönme­mizi tavsiye etmek isterim. Hislerin üstünlüğü, bizi yanlış yola götürmeleri, ilmin üstünlüğü ise hissî olmasıdır.»
·        «İn­sanlık kendini çok ciddiye alıyor. Dünyanın bize miras kalan günahı bu. Mağara devrindeki adamlar gülmesini bilselerdi dünya tarihi başka türlü olurdu
·        «Yalnız mukaddes şeyler temas edilmeğe değerlidir.»
·        «İnsanlar doğrudan kendilerine gayet gerekli olan şeyleri başkalarına bırakmaktan pek hoş­lanırlar. Ben buna cömertliğin derinliği derim.»
·        «Hayatta, kendisine önceden verilmiş hü­kümlerinden, prensiplerinden ve sağduyudan başka bir şey kalmıyor. Ancak kötü sanatçılar, insan olarak sevimlidir­ler; iyi sanatçılar, ancak eserlerinde yaşarlar. Ve onun için kişi olarak hiç ilgi çekmezler.
Bir büyük şair, gerçekten bir büyük şair, bütün yaratıkların en şairce olmayanıdır. Fa­kat daha aşağı şairler, mutlaka büyüleyicidirler. Nazımları ne kadar fena ise görünüşleri o kadar pitoresktir. [ Durumu ve görünüşü resim konusu olmaya değer (görünüş)]:
Bir ada­mın sadece ikinci derecede sonelerden meydana gelmiş bir kitap yayımlamak külfeti onu karşı konulamayan bir insan yapar. O, yazmadığı şiiri yaşar, ötekileri, yaşamaya cüret et­medikleri şeyi yazarlar.»
·        «Ben artık hiç bir şeye ne karşıyım, ne de bir şeyi tutuyo­rum. Bu, hayata karşı takınılacak en manasız bir tavırdır. Biz dünyaya, önceden verilmiş ahlâka uygun yargılarımızı bildir­meye gelmedik. Ben sıradan insanların söylediklerine hiç aldırmam ve güzel insanların yaptıklarına da karışmam. Beni bir kişilik büyülerse artık bu kişiliğin seçtiği her ifade yolu kayıtsız şartsız güzel görünür. Mesela birisi, Juliet’i oy­nayan bir güzel kıza âşık olursa, ona evlenme teklif edebilir. 
Ben evlenme taraflısı değilim ama ev­lenmenin gerçek sakıncası insanın bencilliğini yok etmesidir. Bencil olmayan insanlar renksizdirler, kişilikleri yoktur. Fa­kat evliliğin daha çapraşık hale koyduğu bazı yaratılışlar da vardır. Onlar bencillik davalarını yitirmezler ve başka birçok benleri üzerine eklerler. Birden fazla hayat yaşamak zorundadırlar. Onlar daha yüksek bir uzviyet kazanırlar ve daha yüksek uzviyet sahibi olmak ta bana kalırsa insan varlığı­nın hedefidir. Bundan başka her tecrübenin kendine göre bir kıymeti vardır. Ve evlenmeye karşı ne söylenirse söylensin, bunun da bir tecrübe olduğu muhakkaktır. Birisi bir kızla evlenecek, altı ay ona ihtirasla tapınacak ve sonra ansızın başka birinin büyüsüne kapılacaktır. Bulunmaz bir inceleme konusudur.»
·        «Başkaları için bu kadar iyi düşün­mekten hoşlanmamızın sebebi, hepimizin, kendimiz için korkumuz olmasındandır. İyimserliğin temeli hep korkudur.
Komşularımızı bize faydası dokunması ihtimali olan bir ta­kım erdemlere sahip olmakla, övdüğümüz için cömert oldu­ğumuzu sanırız. Hesabımızdakinden daha çok para çekebile­lim diye bankeri (siyasîyi) överiz. Ve ceplerimizdekini kurtarabilmek ümidiyle eşkıyada (terörist) iyi vasıflar buluruz.
Ben iyimserliği çok hor görürüm. Hayatının perişan olmasına gelince ancak büyümesinin önü­ne geçilen hayat perişan olur. Bir tabiatı tahrip etmek isti­yorsan ona başka bir şekil vermen yeter.
(Aşksız) Evlenme işine gelince, şüphesiz budalaca bir iş olur. Fakat kadınla erkek arasında daha başka ve daha ilgi çekici müna­sebetler vardır. Onları elbette teşvik edeceğim. Onlarda çağı­mızın insanı olmanın büyüsü var.»
·        « Orta çağ sanatı güzeldir. Fakat orta çağ heyecanlarının modası geç­miştir. Tabiî insan bunları romanda kullanabilir. Fakat ro­manda kullanılabilen şeyler insanın hakikatte artık hiç kullanamayacağı şeylerdir. Medenî olan hiç bir in­san zevkten dolayı pişmanlık duymaz. Ve medenî olmayan hiç bir insan da zevkin ne olduğunu bilmez.»
·        «Ruh ve beden, beden ve ruh, ne esrarlı şeylerdir! Ruhta hayvanlık vardı, bedenin de ruhu andıran anları vardı. His­ler incelip zekâ hafifleyebilir. Şehvet güdüsünün nerede bit­tiğini, fizik güdünün nerede başladığını kim söyleyebilir?
Birçok psikologların kendi görüşlerine uyarak yaptıkları tarifler ne kadar sığdır. Bununla başka başka, okulların görüşleri arasında karar vermek ne kadar güçtü!
Ruh, günah evinde hapsedilmiş bir gölge miydi?
Yoksa vücut, Giordano Bruno’nun düşündüğü gibi gerçekten ruhun içinde miydi?
Ruhun maddeden ayrılması bir sır ve ruhun madde ile birleşmesi de bir sırdır.
Acaba bir zaman ge­lecek, psikolojiyi öyle mutlak bir bilim haline koyabilecek miyiz ki hayatın ufacık her kaynağı bize ayan olabilsin. Bu­günkü haliyle biz kendimizi daima yanlış anlıyoruz ve baş­kalarını çok seyrek anlıyoruz. Tecrübenin ahlâk bakımından hiç bir değeri yoktu. Bu sade insanların, hatalarına verdiği isimdi. Ahlâkçılar buna çok defa bir uyarma gözüyle baktılar; karakter teşekkülünde bunun belirli bir ahlâkî faydası oldu­ğunu öne sürdüler; neyin ardından gideceğimizi bize öğreten, neden sakınacağımızı bize gösteren bir şey olarak övdüler. Fakat tecrübede hareket ettirici bir kuvvet yoktur. Vicdan ne kadar az hareket ettirici bir kuvvetse tecrübe de öyle idi. Onun gerçekten gösterdiği şey, ancak, geleceğimiz ile geçmişimizin aynı olacağı ve bir defa işlediğimiz günahı hem de nefretle daha birçok defalar işleyebileceğimizdir.
Tecessüs ve yeni deneylere karşı duyulan arzu; bu­na rağmen bu, basit değil, aksine pek çapraşık bir ihtirastır. Mesela, çocuk yaşının sırf şehvet dolu içgüdüsünden ne varsa, bu, muhayyilenin işlemesiyle, delikanlının kendisine bile şeh­vetten çok uzak gibi gelen ve işte sırf bu yüzden daha da tehlikeli olan bir şey haline dönüşür. Kökleri hakkında kendimizi aldattığımız ihtiraslar en mutlak şekilde bize hâ­kimdirler. Bizim en zayıf güdülerimiz tabiatları bize malûm olanlardır. Başkalarının üzerinde deney yaptığımızı san­dığımız zamanlar gerçekte kendi üzerimizde deney yaptığı­mız çok olmuştur. »
·     «Bir adama tesir etmek ona kendi ruhunu ver­mektir. O, artık kendi tabiî düşünceleriyle düşünmez ve ken­di tabiî ihtiraslarıyla yanmaz. Erdemleri kendinin değildir. Günahları, eğer günah diye bir şey varsa, iğretidir. O, kendisine yabancı bir musikinin yankısı, kendi için yazılmamış olan bir rolün oyuncusudur. Hayatın amacı benliğin geliş­mesidir. Yaratılışımızı eksiksiz kavramak - işte dünya­ya gelmemizin sebebi.
Bugün insanlar kendi kendile­rinden korkuyorlar. Onlar, bütün vazifelerin en yükseğini, kendi benliklerine karşı borçlu oldukları vazifeyi unuttular. Şüphesiz onlar iyilikçidirler. Açları doyururlar, çıplakları giydirirler. Fakat kendi ruhları açtır ve çıplaktır. İnsan so­yunda artık cesaret kalmamıştır. Belki biz ona hiç sahip olmadık. Toplum korkusu, ahlâkın temeli; Allah korkusu, dinin sırrı - işte bizi idare eden iki şey. »
·        «Kadınlar tehlikeli şeylere ne kadar düşkündürler.»
·        «Her skandalın temeli ahlâka uygun olmayan bir katiyettir.»
·        «Dünya kendi putlarına isteyerek tapar.»
·        «Şehir dışında iyi olmak marifet değildir, insanı baş­tan çıkaracak bir şey yoktur ki orada, işte bu yüzden şehir­den dışarıda yaşayan insanlar medenî olmazlar ya. Medeni­yet elde edilmesi o kadar kolay bir şey değildir. Ona ulaş­mak için ancak iki yol vardır. Biri tahsilli olmak, öteki soy­suzlaşma. Köyde halk, ne birine ne ötekine fırsat bulur, bu­nun için körleşip kalır.»
·        «Duygunun yeniliği gerçek bir zevkin heyecanını vermiştir. »
·        «Bu, hayatın en önemli sırların­dan biride sık sık yapılan her şey bir zevk halini almasıdır!».
·        «İnsan akşam yemeğinden sonra üzerinde ko­nuşamadığı bir şeyi asla yapmamalı.»
·        «İyi olmak insanın kendisiyle uzlaşma halinde ol­ması demektir,»
·        «Uyuşmazlık insanın, başkalarıyla ahenk içinde olmaya mecbur olması demektir. İn­sanın kendi hayatı - önemli olan budur. Yakınlarının haya­tına gelince, eğer insan erdemlilik taslayan biri yahut bir Püriten (sofu) olmak arzusunda ise bunlar hakkındaki ahlâkî görüşle­rini böbürlenerek meydana koyabilir. Fakat bu görüşler ken­disine ait değildir. Bundan başka ferdiyetçiliğin gerçekten daha yüksek gayesi vardır. Bugünkü ahlâk anlayışı, insanın ya­şadığı devrin ölçüsünü kabul etmesindedir. Kültürlü bir in­sanın zamanının ölçüsünü kabul etmesi en büyük ah­lâka uygunsuzluktur.»
puritan(i.), (s.), b.h. İngiltere'de kraliçe Elizabeth zamanında meydana çıkan ve bilhassa ibadette sadelik taraftarı olan mezhebin bir ferdi, Püriten; (s.) ahlâk ve din hususunda çok sofu. puritan'ic(al) (s.) sofu. puritan'(i.) - cally (z.) sofucasına. Puritanism (i.) sofuluk.
·     «Hiç bir şey tam doğru olamaz»
·     «Put veya portre, insanın kendisiyle aynı kan ve ayni etten midir?»
«Bu önemli bir sorudur.» «Fevkalâ­de önemli bir soru. Zannederim en doğru izah şudur. Çoğu zamanda böyledir.
Hayatta gerçek trajediler, o sanattan o ka­dar yoksun olarak kendini gösterir ki onların kaba şiddeti, mutlak insicamsızlığı, saçma manasızlığı ve baştan sona üslûpsuzluğu dolayısıyla bizi incitirler. Onlar bizde, bayalığın uyandırdığı tesiri uyandırırlar, üzerimizde bir kaba kuvvet izlenimini uyandırırlar ve biz buna isyan ederiz. Lâkin güzel­liğin sanatkârca unsurlarını kendisinde toplamış olan bir tra­jedi de hayatta karşımıza çıkabilir. Eğer görünen güzellik gerçek ise bunlar bizim dramatik tesir hissimize hitap eder. Birden farkına varırız ki artık oyunun aktörleri değil, seyircileriyiz. Daha iyi hem aktörleriyiz, hem de seyircileri. Kendi kendimizi seyrederiz ve salt bu manzaranın eşsizliği bizi kendimizden geçirir.
Bu olayda gerçekten olan nedir?
Bir insan, aşkın­dan, kendini öldürebilir. Dönüşü olsaydı her insanın başından buna benzer bir tecrübe geç­mesini isteyebilirdik. Bu duygular insanı, ömrümün sonuna kadar, aşka âşık ederdi. »
·     Kadının korkunç hafızası! Ne korkunç bir şey! Ve bu, nasıl zihnî bir durgunluğu meydana koyar!
·     İnsan hayatın renklerini sora­bilmeli, fakat onun ayrıntılarını hiç hatırlamamalı. Ayrıntılar daima bayağıdır.»
·     «Dinin esrarı, vaktiyle bir kadının flörtün bütün büyüsünü taşırmış; buna aklım erer. Bundan başka günahkâr olduğumuzun söylenmesi kadar bizi gururlandıran hiç bir şey yoktur. Vicdan, bizim hepimizi bencil yapar. »
·     « Kadınların bugünkü hayatta bulduğu avunma­ların sonu yoktur. »
·     «Korkuyorum ki, kadınlar zulmü, doğrudan doğruya zul­mü başka herhangi bir şeyden fazla takdir ederler. Onların ilkel eşsiz içgüdüleri vardır. Biz onları azat ettik, fakat onlar yine de efendilerini arayan köleler olarak kaldılar. Boyunduruk altında olmayı severler. Bugün bunun hakikat olduğunu anlıyo­rum. Ve herşeyin anahtarı onlarda.»
Kaynak :
Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi Çeviren: Ferhunde ve O. Ş. Gökyay, 1968, İstanbul,
----------------------------
GİORDANO BRUNO YAŞAMI VE ESERLERİ (1548 – 17 Şubat, 1600).
İtalyan filozof. Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biridir ve şair yönüyle de edebiyata en yakın duranıdır. Ona ‘Doğacı coşkunluğun düşünürü’de denilebilir.
Soylu bir ailenin çocuğu olarak 1548 yılında İtalya’nın Nola kasabasında dünyaya geldi. Onaltı yaşındayken Dominiken adını taşıyan bir tarikatta yer aldı. Kopernilus sistemiyle tanışınca, Bruno tarikat mensubu bir kişi olmaktan sıyrıldı ve buna bağlı olarak Hıristiyan inancıyla arasındaki bütün bağları koparttı. Kiliseye karşı bir sistem içinde yer aldığından din sapkınlığı ile suçlandı. Engizisyondan baskısından kurtulmak için Roma’ya ardından Kuzey İtalya’ya kaçtı.
Dinsizlikle suçlandığı için hiçbir yerde kalıcı olarak yaşayamadı, sürekli gezdi. Cenevre’ye geçti, ardından Güney Fransa, Paris ve Londra’da devam etti yaşamına. 1582 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde bir kürsü elde etti. Londra’da yapıtlarının bir bölümünü bastırdı. Londra’dan kısa bir süreliğine yine Paris’e geçen Bruno, bu defa da Almanya’ya gitti ve eserlerini yayımlatma çabalarını sürdürdü. Daha sonra Zurich’e geçen Bruno, bir İtalyan aristokrat tarafından Venedik’e davet edilince bu daveti kabul etti. Burada Galileo Galilei ile tanıştı. Ama Mocenigo adlı bu aristokrat’la çatışınca, onun tarafından Engizisyon’a teslim edildi. Ona, düşüncelerinden vazgeçmesi ve sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylendi. Ama o, gördüğü bütün işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermedi ve ölüme mahkum edildi.
Ölüm kararını Bruno’ya bildiren yargıç, ondan şu cevabı almıştır: “Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz”. Kilisenin bu kararı, 1600 yılının Şubat ayında, Roma’da Campo dei Fiori meydanında Bruno’nun diri diri yakılması ile yerine getirildi.
Bruno evrenin sonsuzluğu yanında evrenin birliği ilkesini de benimser. Buna göre Ortaçağ felsefesi’nde temel alınan gök ile yer ayrılığını rededer. Bruno; Tanrı’nın ve evrenin birbirinden farklı iki töz olmadığı, ama aynı gerçekliğin iki sonsuz görünümü olduğunu kabul eder. Ona göre her şey Tanrısal kuvvetin görünüşüdür:
“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu aşıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.”
Düşüncelerinin açıklanmasının kendisi için çok tehlikeli olduğunu bildiği halde, yukarıdaki cümlesinden de anlaşılacağı gibi, yazı ve konuşmalarında düşüncelerini hep böyle açıkça ifade etmiştir.
Eserleri
* Il Candelaio (Şamdancı) (1582)
* Della Cause principio et uno (Neden, ilke ve birlik üzerine) (1584)
* De l’infinito universo et mundi (Sonsuz evren ve dünyalar üzerine) (1585)
* De gl’heroici furori (Yiğitçe öfkeler üzerine) (1585)
Hayatını izlemek için bu filme bakabilirsiniz.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar