Print Friendly and PDF

SAPIK TARİKATLARIN KIYAMET PROVASI




22 Nisan 2000 / MURAT UÇAR
Hz. İsa'nın (AS) yer yüzünden alınıp gök yüzüne yükseltilmesinin kutlandığı yıldönümünden bir kaç gün önceydi. HaleBopp kuyruklu yıldızının dünyaya en yakın olduğu gün. HaleBopp kuyruklu yıldızının arkasında gizlenen UFO'lara binip bu dünyadan ayrılmalarına çok az zaman kalmıştı.
Yapılması gereken tek şey onları bu dünyaya bağlayan etten ve kemikten yapılmış kabdan (vücuttan) kurtulmaktı. Tarikatın karizmatik lideri, gün batarken içine zehir karıştırılan üzüm sularını içmeleriyle yolculuklarının başlayacağını söyledi. Ertesi gün eve gelen polis aralarında çocuk ve hamile kadınların da bulunduğu yüzlerce kişinin cesediyle karşılaştı.
Hikaye hiç de yabancı gelmiyor değil mi?
En dehşet verici olanı 18 Kasım 1978 yılında Guyana'da gerçekleşen toplu intihar vakalarından bir kesitti yukarıda yazılanlar. En son Uganda'daki olaylarla gündeme gelen, kendilerine çoğunluka tarikat adı verilen grupların toplu intiharı gerçekten tüyler ürpertici safhaya ulaştı. İnsanların böylesine dehşet verici bir şekilde canlarına kıymaları sizce de çok garip değil mi?
Tarihin en büyük toplu intiharı 18 Kasım 1978 yılında Guyana'da meydana gelendi. "Halkın Tapınağı" tarikatının lideri Jim Jones'in müritlerine verdiği emir üzerine 912 kişi siyanürlü üzüm suyu içerek hayatlarına son verdiler. 1970 yılında ABD'nin San Fransisco kentinde kurulan tarikat 1976 yılında lideri Jim Jones'in hakkında çıkan yolsuzluk iddiaları nedeniyle Guyana'ya taşınmıştı. Jones, bütün kimliklerini aldığı müritlerine sürekli toplu intihar provaları yaptırıyordu. Hakkında açılan bir soruşturma için Guyana'ya gelen Amerikalı görevlileri ve tarikattan ayrılan 14 kişiyi öldürten Jones baskın korkusuyla müritlerine intihar emri verdi. Toplu intiharda ölen 912 kişinin 276'sı çocuktu. Müritlerini birer zombi haline getiren Jim Jones daha sonra kafasına bir kurşun sıkılmış halde bulundu. İsa'nın ruhunu taşıdığını iddia eden Jones'ın Amerikan İstihbarat Teşkilatı CIA adına çalıştığı ve CIA'nın bir zihin kontrolü projesinin üyesi olduğu iddia edildi.
19 Nisan 1993 tarihinde Teksas'ta 51 gün süren FBI kuşatmasına rağmen teslim olmayan "Davidiyen" tarikatı üyeleri, teslim olmak yerine kendilerini yakarak intiharı seçtiler. Akli dengesinin bozuk olduğu söylenilen tarikatın lideri David Coresh müritlerine kendisinin Hz. İsa olduğunu söylüyordu. İntiharda 83 müridi ölen Coresh'in tarikat içinde 20 karısı ve 40'tan fazla çocuğu vardı.
İsviçre, Kanada ve Fransa'da müritleri olan "Güneş Tapınağı" isimli tarikatın bazı üyeleri 1994 yılında kendilerini yakarak, toplu olarak intihar ettiler. Ölenlerin boyunlarında bulunan madalyonlarda iki başlı kartal, tarikatın baş harfleri ve Mahşerin Dört Atlısını'nın (ölüm, savaş, veba, kıtlık) isimleri bulunuyordu. Dr. Luc Jouret tarafından kurulan tarikat kıyamet günü hazırlıkları yapıyordu.
Amerika'nın Kaliforniya eyaletinde "Yüce Kaynak" isimli tarikatın 39 üyesi topluca intihar etti. Rancho Santa Fe kentinde, bir milyon dolarlık malikânede bulunan cesetlerin hepsinde siyah pantolon ve koyu renk tenis ayakkabıları bulunuyordu. Vücutlarının üst tarafında başlarını da örten piramit biçimin mor renkli kefene benzer bir örtü vardı. Kolları açık, sırt üstü yatıyorlardı. Tarikatın üyeleri başka bir gezegenden geldiklerine ve dünyaya melek olarak gönderildiklerine inanıyorlardı. Asla içki, sigara kullanmıyor ve birbirlerine "kardeşim" diye hitap ediyorlardı.
İntihar olaylarının en sonuncusu 17 Mart 2000'de Uganda'da meydana geldi. Ülkenin güney batısındaki Kanungu kentinde toplanan "Tanrının 10 Emrinin Restorasyonu Hareketi" tarikatı üyesi 500'ü aşkın insan kilisede kendilerini ateşe verdiler. Yetkililer tarikatın başka evlerinde de cesetler buldular. Dehşetin bilançosu evlerde bulunan cesetlerle birlikte toplam 952'ydi. Katolik Rahip Paul İkazire tarafından 1980'li yıllarda kurulan tarikatın başlangıçtaki amacı tanrının 10 emrini insanlara hatırlatmaktı. Daha sonra gruba girip tarikatı ele geçiren Credonia Mwerinde ve Josep Kibwekere, Ruhul Kudüs'ten mesaj aldıklarını, Hz. Meryem ile konuştuklarını iddia ederek insanları etkilediler. İntiharın ardından ortadan kaybolan Mwerinde ve Kibwekere sırra kadem bastı.
Tüyler ürpertici bu intiharlar listesini daha da uzatmak mümkün, ama insanlar niçin intiharı seçiyor, inançlar bu konuda nasıl kullanılıyor?
Uzmanlara göre insanların böyle toplu şekilde intiharlarının psikolojik alt yapısında bir çok etken bulunuyor. Psikiyatristler intihar eden insaların kültürel, ekonomik, dini, sosyal, ruhsal yapılarının bu girişimlerinde önemli rol oynadığını söylüyor. Psikiyatrist Dr. Mecit Çalışkan, kişisel depresyonlarla kitlesel depresyonların birbirinden çok farklı olduğunu, toplu intiharların altında yatan asıl nedenin, üç büyük ilahi dinin dışındaki küçük dinlerin veya tarikatların kendi içindeki iç dinamizm olduğunu belirtiyor. Dr. Mecit Çalışkan; "Telkine yatkın insanlar bir cemaat bağı adı altında bir araya geldiklerinde birbirlerini etkilerler. Eğer bunlardan biri çıkıp da şeyh, lider, peygamber ya da adı her neyse birtakım telkinlerde bulunursa, bu telkinlerin dozu da çok yüksek olursa toplu intiharların olması mümkündür. Bu tür telkinlerin İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilikte etkisi çok olmaz ama mümkün olmayacağı anlamına da gelmez. Ben ABD'de yaşanan toplu intiharların kaynağını Hıristiyanlık'tan almadığını düşünüyorum" diyor.
Telkinlerin etkisi zeka seviyesi yüksek olmayan veya ruhsal bunalımda olan insanların üzerinde daha fazla görülüyor. Ruhsal bunalımın içerisinde yaşadığımız toplumda da çok sık görüldüğünü önemle vurgulayan uzmanlar, üyeleri intihar eden tarikatlarda yapılan şeyin bir çeşit beyin yıkama olduğunda birleşiyorlar. Kendini öldürdüğü takdirde daha iyi bir dünyaya gideceğine inanan insan tereddüt etmeden ölümü tercih edebiliyor.
Allah'ın insana verdiği değer bilinmiyor
İntiharların temel sebeplerinden birinin de dini eğitim yetersizliği olduğunu söyleyen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Celal Yeniçeri; "İnsanlara iman ve ahlak eğitiminin yeterli seviyede verilmesi gerekiyor. Manası olmadan verilen dini eğitim insanı intihardan kurtarmaz. Semavi dinler intiharı yasaklasa da Hıristiyan ülkelerde bu görülüyor, aynı şey Müslüman ülkelerde görülmez diye bir şey yok. Tarikat mensupları kilisede de intihar ediyorlar. Bana göre Batı medeniyetinin tamamiyle sorgulanması gerekiyor. Hırisitiyanlık eğitimi yetersiz olabilir veya gelişen teknoloji karşısında Hıristiyanlık insanlara cevap veremiyor olabilir. Konuya ferdi mükellefiyet açısından bakmak da yeterli olmaz. Toplumun bütün yönleriyle sorgulanması gerekiyor. En önemlisi, Allah'ın insana verdiği değerin insanlara anlatılması gerekiyor. İnsanın kendi değerini, kendinin sadece kendine ait olmadığını bilmesi gerekiyor" diyor.
Yeryüzündeki üç büyük semavi din de insanın kendi canına kıymasını yasaklıyor. İntihar eden insanın cennete giremeyeceği inancı bu dinlere mensup kişiler için caydırıcı bir etken. Peki buna rağmen neden Hıristiyan ülkelerde toplu intihar vakaları görülüyor?
İçinde bulunduğumuz çağda hangi semavi dine mensup olursa olsun insanlar kendi dinleriyle çok fazla ilgilenmiyorlar. Düşülen manevi boşluk art niyetli ve ekstrem kişilikli fakat hasta ruhlu insanlar tarafından dolduruluyor. Dr.Mecit Çalışkan: "Allah'ın veya peygamberin yerine artık bu boşluğu dolduran lider konulmuşsa her şey yapılabilir. Bir süre önce ortaya çıkan, edep yerini öptüren şeyh meselesine bakın. Şeyh'in edep yeri öpülürse cennete gideceğine inanıyor insanlar ve bunu özel bir törenle yapıyorlar. Küçük ve dışa kapalı topluluklarda Müslüman dahi olsa toplu intiharlar da mümkün olabilir. Bu Türkiye'de olmaz diyemeyiz" diyor.

Dikkat, yakın zamanda bizde de olabilir
Uzmanların insanların giderek manevi boşluğa düştüğü Türkiye'de de benzer girişimlerin olabileceği konusundaki uyarıları çok havada kalmıyor aslında. Geçtiğimiz yılın Ekim ayında sokaklarda yatan tinerci çocuklar toplu intihar girişiminde bulunmuşlardı. Kadıköy'de toplu intihara kalkışan altı tinerci çocuk polis ve itfaiye görevlileri tarafından zorlukla ikna edilmişlerdi. Yaşları 14 ile 18 arasında değişen bu altı çocuğun zorlukla engellenen girişimi uzmanlara göre kötüye işaret.
Uzmanların dikkatle üzerinde durduğu bir diğer husus sapık tarikatların liderleri. Normal olmayan bu insanlar çok ilginç kişiliklere sahipler. Bir çoğu akıl hastası, Allah'tan vahiy aldıklarını, Hz. İsa olduklarını veya bazı üstün güçlerin kendilerine yardımcı olduklarını iddia ediyorlar. Böyle insanların mesajlarına gruptaki insanlar inanıyorlar. Allah inancı olsa dahi eğer mensup olduğu din ile ilgileri yeterli değilse liderden gelen mesajların doğru olduğunu kabul ediyorlar. O insana teslim oluyor ve istediklerini yapıyorlar. Bu tür insanlar sahip oldukları yetenekleri insanları etkilemekte kullanıyorlar. Mesela etkili bakışlar, yakışıklılık, kuvvetli bir zeka gibi özellikler böyle insanların elinde güçlü silahlara dönüşebiliyor.

İntiharın şekli de önemli
İntiharın şeklinin intihar aletinin ulaşılma kolaylığıyla bağlantılı olduğu söyleniyor. Toplu intiharlarda en çok tercih edilen yöntem toplu uyuma yöntemi. Zehirin doğrudan içilmesi mümkün olabileceği gibi yemeğe de karıştırılarak intihar edilebiliyor. Toplu olarak yakma da kullanılan yöntemlerden biri. Bu tür vakalarda asıl espri herkesin aynı şekilde, aynı metod ile ölmesi. Gruba dahil insanlar bunu bir ayin veya tören şekline dönüştürerek intihar ediyorlar, kişi o an yapılan ayinin etksi altında oluyor.
Binlerce insanın ölümüne neden olan sapık tarikatlar hakkında bir çok söylenti dolaşıyor. Söylentilerden en kayda değeri tarikatların çoğunun büyük istihbarat teşkilatlarının kontrolünde olduğu ve bazı deneyler için kullanıldıkları savı. Aum Shinrikyo Tarikatı istihbarat örgütlerinin sapık tarikatları desteklediğine dair delil olarak gösteriliyor. Çalışmalarını ABD'de sürdüren Dr. Ümit Sayın konuyla ilgili bir açıklamasında; "199495 yılında Japonya'da kurulan tarikatın üyelerinin çoğu bilim adamı ve üniversite öğretim üyelerinden oluşuyordu. Liderliğini yarı kör, Hitler hayranı, Budist Shoko Asahara'nın yaptığı tarikatın 30 bin üyesi bulunuyordu. Dünyanın sonunun yaklaştığını, büyük bir savaş yaşanacağını söyleyen Asahara müritlerine tonlarca zehirli sarin gazı imal ettirdi. Tarikatin 1995 yılında Tokyo Metrosunda gerçekleştirdiği sarin gazı saldırısı büyük ihtimalle, olayı yakından izleyen başka istihbarat örgütleri tarafından kültün bazı üyelerine düzenlettirildi ve Asahara'yı ortaya çıkarmayı hedefliyorlardı" diyor.
Benzer şekilde kurulan Reverend Sun Myung Moon'un kurduğu Uniterian Church'ün de 1970 yılında yaklaşık birkaç yüzbin müridi vardı. En büyük amacı bütün dinleri birleştirmek olan Moon diğer bir çok tarikat lideri gibi ikinci İsa olduğunu iddia ediyordu. Fakat tarikatın bir CIA projesi olduğu iddia edildi. Deniz Baykal, CHP Genel Başkanlığı döneminde bu grubun davetlerine katıldığı için büyük eleştiri aldı.
Baş döndürücü bir hızla ilerleyen teknolojinin beraberinde getirdiği yalnızlık, inanç eksikliği gibi olumsuzluklar insanları derinden etkiliyor. İnsanlar teknolojinin gelişimiyle içine düştükleri boşluğu bu tür sapık tarikatlar aracılığıyla doldurmaya çalışıyorlar. Görünen o ki inanç zayıflığı devam ettiği sürece daha birçok intihar vakası göreceğiz.

ek yazı
Meselenin iki cephesi vardır. Birisi müspet, diğeri ise menfidir. Günümüzde modernist akımların etkisinde olanlar, kadınların da şeyh olabilirliğini ispat etmeye çalışırken, gelenekçiler ise olumsuz kısmında yer almayı uygun görmektedirler. Meselenin hakikate bakan cihetine ve umumun görüşüne göre, batı memleketlere yaklaşıldıkça, kadın karakterinin baskınlığı göze çarparken, doğuya doğru meyledildikçe erkek karakteri galip olmaktadır. Bu nedenle, bir meselenin içinde iki doğruluğu varsayılan bir sonuç çıkabiliyorsa, merkezinde yanlışlığın da bulunacağı bir hareket noktası var demektir.
Kulluk teklifi dünyada kadın ve erkeğe şamil olarak gelmiştir. Ancak Allah Teâlâ bir meselede bazen açık yerler bırakıyorsa, bu benî âdemin karakter yapısındaki kuvvet ve zafiyetlerin, sorumluluk tabanında ağır cezadan müstağni olunması için müphem bırakılmıştır. Zamanımızın karakter yapısı trans-kimliklere yönelmede ve barındırmada üstün kabiliyetler izhar etmesinden mütevelli, kadın ve erkekte kâmil olma vasfının aranmasından çok, tepkisel/art alandaki zarar ve faydaya bakış önemli olmaktadır. Zamanımız insanının ekmel olmasının çok bir değer ifade etmediği günleri yaşadığımızı düşünülünce, kadının şeyhliğinde birçok sorunları kendiliğinden getirdiğini görmemek elde değildir. Mürebbiyelikte korunma/koruma açısında kadının erkek gibi olmadığını kabullenmek gerekir. Belki bilgi seviyesi artmış toplumda kadının şeyhliği, kolaylıklar silsilesine haiz olabilirken, cehaletin arttığı mahallerde kat kat zorluklar barındırır. Erkeğin yaratılışındaki kaba kuvveti ve hayatın barındırabileceği vahşete dayanıklılık melekesi terbiye edicilik hususunda daha kavi kılar. Yani kadın için inceliğin önceliği bulunurken erkekte kabalığın vukuu evveliyesi vardır.
Kadın sırlara erkekten daha çok vakıf olurlar. Fakat erkek zahirde etken durumda olması ile kadını fıtrat gereği arka plana isteyerek/istemeyerek kolayca itebilir. Hz Meryem aleyhisselam’ın hayatı incelendiğinde, Hz. İsa aleyhisselâmın tebliğ döneminde yaşadığı çilekeş hayatında pek yanında görülmez. Aslında Yahudi toplumunun azgın duruşuna karşı oğlu İsa’ya çok bir yardımı olamamıştır. Hakezâ Hz. Hatice aleyhisselamın, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin çileli günlerinin en dehşetli ve faal olduğu dönemde ahiret yurduna göçmüş bulunmaktaydı. Bu zaman Taif dönüşüne rastlar. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin Mekke’ye dönüşünde, Faran dağlarından bakarken, gözlerinden ta kalbe inen hüznünde, ancak bir erkeğin sağlam durabileceği zamanlar düşünüldüğünde, gönül darlanmasının şiddetli ızdırabını ancak bir erkek atlatabilirdi… Allah Teâlâ’nın yardımını öylesine bir bekleyişle ki, bu büyük sarsıntıyı atlatmasının kolay olmadığını hissedebiliyoruz. Bir Mut’im b. Adiy isimli vefakâr bir müşriğin himayesi ile Mekke’ye duhul edebildi. Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellemin, mağlubluk hissini derinden hissederken, çektiği acıya dayanacak gücü ve çareyi tek başına bulmaktan başka bir yolu da kalmamıştı. “Hani” lerin cevabını çok zor duymuştu.
Kadınların erkeklerde zor görülen bir kabiliyeti de, sır makamları daha çabuk keşfedebilmeleridir. Ancak bu sırların zahirde ifşa olması, kadının sıkıntıya düşmesine neden olduğu için, ekseri velâyet sahipleri, zuhuratın yönünü ve temsilcisini erkeğe şamil kılmayı yerinde gördüler. Büyüklerin, kadının sır yolunda tasarruf etmesine müsaade buyurması ekseridir. Ancak, zahirde bu durumu yok gibi kabul etmeyi, kabule şayan bilirler. Bu nedenle tasavvufi yolda, meşhur olan kadın sayısı ile erkek sayısının kıyası edilmesi mümkün değildir. Öyle ise zamanımızın ihtiyaçları/fitneleri/zorlukları eskiye göre kıyaslandığında görüleceği üzere, hükmü ekseriyetle erkeğe vermek daha uygundur. Bir meselenin yokluğu/ varlığını kıyas ederken çıkan sonucu çoğunluğun tarafına vermek, doğru yerde durmak ile eşdeğerdir *
*Kuşeyrî’nin Risâle’sinde kadın sûfîlerden hiç söz edilmezken, Ebû Nuaym’ın Hilye’tül-Evliyâ’sı, İbnü’l-Cevzî’nin Sıfâtü’s-Safve’si, eş-Şârânî’nin Tabakâtü’l-Kübrâ’sı, Molla Câmî’nin Nefahâtü’l-Üns’ü kadın sûfîlerden bahseden kitaplardandır ki bunlarda da toplam 34 kadından bahsedilmiştir
Şimdi soru: Kadından şeyh olur mu?
 Olur. Ancak tercih edilen kavil, “olamaz” hükmü kabul edilmiştir.
Umum tarîkatlar, genelde, kadının “erebileceğini ama erdiremeyeceğini” savunmuşlardır. Beşerin tabiatı üzerinden konuya tekrar dönecek olursak, seyr-i sülûk yolunda bazen müridin sevgi çoşkunluğunda/cezbesinde mürşidine meyli zuhur ettiğinde ona dokunmak istemesi halinde (bilenler için) “gülzâr ritüeli”ne müptela olanları hatırlayınca, aşkın fiiliyata dönüşme ihtimalinden hareketle mürşidin eline/ ayağına meyleder; öpmek ister. Bu hareretin sükûnu konusunda savunmasız/kontrolü mümkün olmayan haller zuhur eder. Bu meyanda şeyhin, kadın olduğunu düşündüğümüzde zuhur eden cezbe ile temas iştihası, arzusu harama yönelik şüpheli işlerin kıyısında olduğunu düşündüğümüzde manevi feyzin ıskatına sebep olacağıdır. En basitinden şarkıcıların sahnelerinde yaşanan görüntüleri hatırladığımızda ne denildiğini anlayabiliriz.
 ayrıca, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin kendine bey’at aldığı zamanlarda nikâh düşen kadınlara elini öptürdüğüne dair hiç bir rivayet yoktur.
Temasın şehvetin başlangıcında bulunan doğurgan sebeplerden biri olduğunu bilmeyen yok gibidir. Çünkü seyelanın dehşetli arzusu, şehvet ateşini parlatmaya sebep olup, maddî ve manevi duygu kaosuna sürüklemektedir. Bütün eğitim sistemlerinin temelinde meşru olan temas faktörünün bir bağ olduğunu düşündüğümüzde kadın şeyhin bu hale tahammülü ve korunması çok zor olacağı veya mümkün olmadığı gibi günahın hallerinede müncer olduğunu düşünebiliriz/görebiliriz.
Molla Câmî kadın sûfîleri tebcil [yüceltmek] sadedinde şu ibareyi nakletmektedir:
“Dediğim gibi olursa (eğer) kadınlar,
Ricâl üstüne fazlında ne şüphe var?
Müzekkerlik, değildir ay için iftihar
Müenneslikten dolayı güneşe de gelmez âr.”
“Erkeklerin kadınlara üstünlüğü olsaydı, şemse (güneşe) müennes, kamere (aya) müzekker demek ayıp olurdu. Müzekkerlikte erkeklerde bir üstünlük değildir.” Bkz. Molla Abdurrahman Câmî, Nefahâtü’l-üns -Evliya Menkıbeleri-, ter. ve şerh. Lâmiî Çelebi, haz. Süleyman Uludağ ve Mustafa Kara, Marifet Yayınları, II. Baskı, İstanbul 1998, s. 844.
Güneşin yakınlığına ne derler, o da ayrı bir mevzuyu irdeler.
Manevî terbiye sisteminde kadın elindeki usulün rikkati, erkeğin bünyesinde sertleşme olarak karşılık gösterir. Bu nedenle kadının kümmeli vechesi cemâle dönük olurken, erkeğin ise cemâl ve celale haiz oluşu, talebesindeki kemâlatının yüksek olmasını icap ettirir.
Sonuç çoğunluğa göre olmalıdır. Kadından şeyh olmaz denilmez. Ancak günümüzde bırakın erkek şeyhlerin birçoğunu, kadın şeyhlerin hiçbirisinden kemalat yolu ikmal edilemez.  Hz. Niyazi Mısrî buyurdular ki; Mürşid-i kâmilleri, müridlerinde manevi ihtiyaçları giderdiği gibi maddi sorunlarında gidermede sorumlu tutar. Bu durumların kadınlar için kolay olamayacağı kesindir.
Sırf entelektüel yapay görünümlerle yolun bozulmasına izin verenler için söylenecek düşünce bu konuda İslâm’ın hassasiyetini yıpratmamalarının gerektiğidir. Bazı tariklerde ahiret kardeşliği sistemi (Türkî tariklerde) vardır. Ulaştığımız bir bilgiye göre bu hususun inceliğinde ortalama bin kişiden sadece iki kişi dışında hepsinin fevt ettiği (zina) bildirilmiştir. Bu şu demek oluyor ki, kadın şeyhe bağlanmak zaman ve gayret kaybına neden olmaktadır. Kadın şeyh ve müridlerini hor görmek düşüncemiz olmasa da, zayiat ve telefata sebep olduklarından, kerahatla iştigal ettiklerini belirtmemiz gerekir. İslâm’da fevt etmek ve zayi etmek haramdır.
Günümüzde gerçekten Hakk katından şeyhlik icazeti almış veya mürşid-i kâmil olmuş bir kadın sufinin “görevim var” diye kendini faş etmesi nedeniyle, Allah Teâlâ iki  cihanda yüz karalığının ve mahcupluğunun kendine nasip olarak haşr edeceğini söyleyebiliriz. Ancak sırrını tutan/mahfi mertebelerde duran veliye hanımlarımıza saygı duyup dualarını beklediğimizi de söylemek bizlere bir vazifedir.  Bunun dışında vazifeliyim davasını güdenlerden hazer ederiz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin sünnetini tağyir edenler kıyamet günü fahişler ile haşr olunacağı; iki cihanda yüz karalığı ve mahcupluğun şerrinden, Allah Teâlâ’ya sığınırız.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar