ŞEHBENDER-ZÂDE FİLİBELİ AHMET HİLMİ VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Atatürk’te toplumsal ve devrimci görüşlerin oluşmasında etkili olan Türk
düşünür ve yazarları arasında Şehbender-zâde Ahmet
Hilmi’nin de yer aldığını sanmaktayız.
Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye [1861 de Münif Paşa taralından
kurulan ve Mecmua-i Fünün adıyla ülkemizde ilk bilim dergisi denilebilecek olan
dergiyi çıkaran dernek. ] üyelerinden, Tasvir gazetesi yazarlarından ve Hikmet gazetesi sahibi olan A. Hilmi, ayrıca Tahlili ve Tenkidi Tarih-i
İslâm ile Allahı İnkâr Mümkün müdür ? Yahud Huzur-ı Fende Mesâlik-i Küfr
(Felsefe-i Mafevku’t-iabı’a Mebâhisi) adlı yapıtların yazan olarak ün yapmıştı.
Mustafa Kemal’in 1327 (1911) de basılmış olan bu ikinci eseri 1916’da
Silvan’da ‘3’ gün içinde dikkatle okuyup değerlendirdiğini biliyoruz. Aslında
Tanrının varlığını kanıtlamak ve felsefede küfr’ün niteliğini belirtmek
amacıyla yazmış olduğu bu metafizik kitabında Ahmet Hilmi, birçok filozofların
bu konudaki görüşlerini aktarmakla kalmamış, “Kariin ile Hasbıhal” başlığını taşıyan Önsözünde konunun da dışına çıkaraktan Türkiye’nin içinde
bulunduğu durumu eleştirmek ve kurtuluş için oldukça ilginç kimi görüşlerini
açıklamak yoluna gitmiştir.
Osmanlı toplumunun Ortaçağ hayatından çağdaş yaşama geçmek zorunda
bulunduğunu öne süren A. Hilmi, bunun uzun sürecek yavaş bir gelişme ile
gerçekleşemiyeceğini de belirterek hızlı bir ilerlemeyi, yani bir devrimi
zorunlu görüyordu :
[Günümüz Türkçesine göre yalınlaştırdığımız metin:]
“Ortaçağ hayatından çağdaş hayata geçmek zorunluluğunda kalmış bir
milletiz. Pek küçük bir azınlık bakımından bu hüküm doğru olmasa bile
genellikle doğrudur. Şurası da var ki, yukarıda bahsettiğimiz ‘Geçit geçme’
ağır bir gelişme ile, uzun bir süreç ile yapılamaz. Çünkü uygarlık, bizim
hatırımız için ve bizi beklemek üzere ilerlemeden vaz geçip
duraklamıyacağından, öyle kaplumbağa gidişiyle biz hiç bir vakit uygarlık
kafilesine yetişemeyiz”
İlerlemeğe engel olan nedenleri ‘2’ grupta toplayan Ahmet Hilmi bunları, “İlerlemeye düşmanlık, Gelişme düşüncesine karşı cahilce bir tutuculuk, Çok
zorunlu gereksinmeleri değerlendirememekten doğan durağanlığı sevmek” ve “Derinliğe inmeyen
bir taklitçilik ile yüzeysel bilgi ile yetinmek” olarak özetliyordu.
İlerleme ve gelişmenin koşullarını, “ Ulusumuzu
meydana getiren temelleri düzeltme, kuvvetlendirme, güçlendirme ve onarma” da bulan Şehbender-zâde, bu temelleri yıkım halinde
bırakıp ta yeni temeller yapmağa kalkışmanın tam anlamıyla toplumsal bir
intihar girişimi olacağını öne sürüyordu. Maneviyatımızın da salt inançlar
açısından olmasa bile telkin ve anlayış bakımından yeniliğe muhtaç olduğunu
savunan yazar, toplumu kurtaracak toplumsal sınıflar olarak öğretmenleri,
düşünürleri ve teknik elemanlarla din hizmetlilerini görüyordu.
“Acaba mesail-i mühimme-i milliyemizin, içtimaiyemizin ruhu olan maneviyat,
teceddütten müstağni midir? Akaid-i asliyenin safiyet-i esasiyesi itibariyle
'Evet’, lâkin telkin ve telâkki itibarıyla “Hayır! Bu hikmeti anlamamak,
maneviyatın lâkaydi ve metrukiyet altında sürünüp kalmasına cevaz vermek
demektir.’’
Aynı zamanda ateşli bir özgürlükçü olan A. Hilmi, özgürlüğü “insanlığın
temel koşullarından biri” olarak değerlendirmekte, Osmanlı
toplumunda da herkesin er-geç söz ve vicdan özgürlüğüne sahip olacağına
inanmaktadır. Ancak özgürlüğün “hayvansal
bağımsızlık,”la karıştınlmamasını vurgulamakta ve dünyada her düşünce
gibi özgürlük kavramının da uygulamada yararlı olduğu kadar zararlı sonuçlar da
doğurabileceğine değinerek, böyle aşırı ve zararlı düşüncelere gene düşünce ile
karşı koymak, “bilim ve görüş
meydanına zoru ve zorlayın davranışı sokmamak” gerektiğini savunmaktadır.
Kolayca anlaşılacağı gibi Meşrutiyet döneminin en çok okunan yazar ve
düşünürlerinden olan Ahmet Hilmi’nin Ortaçağ hayatından çağdaş yaşama geçme
ve özgürlük gibi ana sorunlarla ilgili görüş ve düşünceleri ile Atatürk’ün
düşünce ve uygulamaları arasında genelde bir uyum bulunmaktadır.
Atatürk’ün, A. Hilmi’nin Allahı inkâr Mümkün
müdür ? adlı kitabından
başka, onun İslâm Tarihi’m de dikkatle okuduğu ve yazarın kimi
görüşlerini paylaştığı, onları değişik biçimlerde kullandığı anlaşılmaktadır.
Özel kitaplığında bulunan nüshaya koyduğu işaretlere göre M. Kemal’in üzerinde durduğu konulardan birkaçını
şöyle sıralıyabiliriz :
a)
İslâmiyet’in ulusal
bir olay olmayıp, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin kişiliğinden
kaynaklandığı :
“İşte bir kere daha sabit olur ki, İslâmiyet, arablarda hasıl olan
tekâmül-i milli neticesinde meydana gelmiş bir şey olmayıp, sırf zuhur-ı
Muhammedi’nin eseridir” [Tarih-i Islâm,
İstanbul, 1326-1327, I, 131]
b)
Hz. Ebubekir’in
devlet hâzinesinden ayrılan ödenekle geçindiği, kendisine verilen kölenin ve
devenin geri verilmesini vasiyet ettiği :
Beytülmalden kendisine verilen nafaka ile yaşardı. Vefatında hiç parası
çıkmadı. Emval-i miriyeden kendisine bir deve ve bir köle iade edilmişti,
onların iadesini vasiyet etti” . [A.g.y., II, 354.
Kırmızı kalemle çizilmiş]
c)
Bilimde, teknikte ve
tarihte duygunun ve sanmanın yeri olmadığı :
“Hissiyat ve zanniyatın ise ilim ve
fende, bilhassa tarihte yeri yoktur” .[ II, 368. Satır altı kurşun kalemle çizilmiş.]
Şehbender-zâde A. Hilmi’nin Tarih-i İslâm’ında Mustafa
Kemal’in işaretlediği bir başka yer, O’nun ele aldığı kitapları nasıl
eleştirici bir gözle okuduğunu ve katılmadığı görüşleri açıkça belirttiğini
göstermektedir.
Ahmet Hilmi, Türkler ve İslâmiyet bahsinde İslâmiyetin Ortaasya’ya yayılışından
sözederken, o dönemdeki Türk yaşayışına değinerek şöyle diyor :
Türkler, daimi seferberlik halinde bir kavm-i asker ve cengâver idi;
maişetleri sade ve ahlâkları medeniyetin verdiği rüsubat-ı mülevveseden âzade
idi” [“Türkler sürekli seferberlik durumunda olan bir asker ve savaşçı kavim
idi, yiyecekleri basit ve ahlâkları uygarlığın pis tortularından arınmış idi”
(s. 538).]
Uygarlığın toplumların ahlakını bozan kötü tortular getirdiğini öne
süren ve VII. yüzyılda Türklerin yalnızca askerlikle uğraşıp uygarlık dışı bir
hayat yaşadıklarını, hem de öğünerekten belirtmeğe çalışan bu satırlar, Türk
topluluklarının şimdi olduğu gibi geçmişte de uygar olduklarına inanan ve bunu
kanıtlamağa çalışan Atatürk’ün düşüncesine aykırı düştüğü için, o, bu cümlenin
son kısmının altını mavi kalemiyle çizerek yanına kocaman bir ünlem ve bir de
soru işareti koymaktan kendini alamamıştır.
Kaynak: Şerafettîn TURAN, Atatürk/ Ün Düşünce Yapısını Etkileyen
Olaylar, Düşünürler, Kitaplar Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kuru Türk
Tarih Kurumu Yayınları , 2006, Ankara
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar