SEMAVİ EYİCE (Hayatı ve Eserleri)
***
38 sene Anıtlar Kurulu'nda görev
yaptım ve bu kadar geçmişi olan tek üye bendim.
1958 yılından beri bu görevi
yapıyordum. Altıyüz'e yakın, belki daha da fazla yayınım var. Legion d'Honneur
Madalyası sahibiyim. Alman Arkeoloji Kurumu'nun doğal üyesiyim, Belçika Krallık
Akademisi'nin üyesiyim.
Bu milletin kültürüne bu kadar
hizmet etmenin mükafatını böyle gördüm.
Ben daha ne söyleyeyim. . .
"
SEMAVİ
EYİCE
Bir döneme imzasını atmış Roma İmparatorluğu'nun doğu bölgesi Bizans ve
onun başkenti Konstantinopolis; yine bir döneme imzasını atmış Osmanlı
İmparatorluğu ve onun başkenti İstanbul. . . Tarih derslerinde bu
imparatorlukların askerî ve politik yaşamlarını öğrendik, oysa bize onların
kültürel yapısından çok söz edilmedi. Semavi Eyice, Türkiye'de Bizans sanatının
tanınmasında ve bunun Osmanlı sanatıyla karşılaştırılmasındaki çabalarıyla,
kültürel yapıyı gözler önüne serdi. 82 yıllık yaşamına sığdırdığı çalışmaları,
kitap ve makaleleri, bir dönemin Bizans sanatını ortaya koyduğu gibi, Eyice'nin
tam bir İstanbul âşığı olduğunu da göstermektedir. İstanbul üzerine araştırma
yapmak isteyen, burada bulunan her bir tarihî eser üzerinde çalışmak arzusunda
olanların yollan mutlaka Semavi Eyice ile kesişir. Bu bir rastlantı değildir.
Eyice'nin eski eserlere ilgisi ilkokul yıllarında başlar ve sonraki yıllarda da
devam eder. Ortaokul ikinci sınıftayken boş vakitlerini ve tatil günlerini
İstanbul'u gezmeye ayıran Eyice cami, kilise ve diğer yapıları dolaşıyordu. Bu
sırada elindeki kağıtlara birtakım notlar alıyor ve yapıların fotoğraflarını
çekiyordu.
Eyice'nin eski eserlere ilgisinin başladığı yıllarda İstanbul büyük bir
değişimin içinde bulunuyordu. Yeni kurulan Cumhuriyet idaresi, Anadolu'dan
göçün artması, eski yerleşim yerleri üzerinde büyük bir değişim yarattı. Gerçi
İstanbul Bizans Devleti döneminde bile büyük bir genişleme içine girmiş, ilk
kurulduğu tarihi yarımadaya sığmayıp Boğaziçi'ne, Marmara denizinin kuzey
sahiline hatta Prens Adaları'na kadar yayılmıştı. Bu arada Karadeniz ve Marmara
denizinde aktif ve hareketli ticarî faaliyet gösteren Cenova Cumhuriyeti ile
Venedik Cumhuriyeti kalıcı eserler bıraktılar. Galata yöresinin kurulması Cenova
Cumhuriyeti'nin faaliyetinin bir uzantısı olup, Bizans başkenti sınırlan içinde
Venedikli vatandaşların yarattıklan ticarethaneler, kiliseler, idare binaları
her bir tarih evresinde etkili olurlar. 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşen Türk
fethi bu yöreye bir hareketlilik getirdi. İşte bu gelişme çeşitli
araştırmacılar tarafından detaylı olarak incelendi ise de, bir bütün olarak ele
alma şerefi Semavi Eyice'ye aittir. Ele alınan tarihî kalıntılar ve onlara dair
yayınlar Eyice'nin eserlerindeki zenginliğin göstergesidir. Bu sayede bir
Bizans kilisesi ile ilgili satırları okuyan birisi kendisini zaman tünelinden
geçip, Türk devrinde bulur; özellikle ihtisas sahibi olduğu "Camiye
çevrilmiş Bizans kiliseleri" Türk idaresinde özel bir yer tutan manastır ve
diğer binaları konularını okuyanların hiç ummadıkları bilgiler ile karşı
karşıya kalmalannı sağlar. En sade bir çeşme üzerinde sürdürdüğü araştırmasında
konu ile ilgili en küçük notu ihmal etmez ve dipnotlarında belirtir. Bu aşamada
şahsi görüşlerini hiçbir zaman eksik etmez ve çok sene evvel gördüğü bir
kalıntıyı, inceler ise, kaleme aldığı sırada asla ihmal etmeden yerinde görür
ve en son durumu hakkında bilgi verir.
Semavi Eyice'nin eski eserlere dair ilk çalışması, Reşat Ekrem Koçu'nun
İstanbul Ansiklopedisinde yer alan "Ahmet Paşa Mescidi" başlıklı makalesidir. 1962'den itibaren İstanbul Ansiklopedisinde
İstanbul'un Bizans eserleri hakkında yazdığı maddelerden başka özel çalışmalar
yaparak ilmi makaleler yazmaya başladı. Ve bunlardan ilki İznik'te tesadüfen
ortaya çıkmış olan bir Bizans kilisesi kalıntısı hakkında oldu. Bundan sonra
ilmi çalışmalarına bir taraftan Bizans sanatı üzerinde devam ederken, bir
taraftan da Türk sanatı, bilhassa Osmanlı sanatı üzerinde yoğunlaştı. Semavi
Eyice'nin bu son derece değerli olan çalışmalarında İstanbul Ansiklopedisi'nin
büyük bir yeri bulunmaktadır. Reşad Ekrem Koçu tarafından başlatılan bu
ansiklopedide ilk ürünlerini vermesi, yıllar boyu sürecek bir birikimin
yaratılmasını sağladı. Çok takdir ettiği ve bizlere tanıttığı Koçu'nun bu
çabasının yarım kalmasından epey zaman sonra, Kültür Bakanlığı ve Tarih
Vakfı'nın ortaklaşa olarak yayımladığı "Dünden Bugüne İstanbul
Ansiklopedisi" Semavi Eyice'nin katkıları ile değer kazandı. Eyice,
bitirilen bu önemli eserde elindeki kayıtları değerlendirdi. Bazı konulardan
feragat edip, genç araştırıcıların kendilerini geliştirmesine olanak verdi. Bu
ciltlerde, İstanbul Ansiklopedisi kavramını incelemesinin yanında, Reşad Ekrem
Koçu başta olmak üzere "İstanbul Tarihçilerini"de unutulmaktan kurtardı.
Semavi Eyice, çalışmalarıyla birçok ilke imza attı. Bu çalışmalarında Türk
mimarisi önemli bir bölümü kapsamaktadır.
Türk mimarisi tarihinin bir sentezinin meydana getirilebilmesi için her
şeyden önce Osmanlı devri Türk âbidelerinin imkân nispetinde doğru olarak
tanınmaları gerekir. Türk medeniyetinin en harikulade eserlerini verdiği saha
hiç şüphesiz mimaridir. Osmanlı devri Türk mimarisinin bilhassa başlangıç
dönemindeki bina tiplerini tespit etmek ve bu arada belli başlı tarihî anıtları
yeniden tetkik süzgecinden geçirerek değerlendirmek, nihayet çeşitli tiplerin
sınıflanmasındaki yerlerini bulmak muhakkak ki, bu hayret verici bir canlılığa
sahip mimarinin kudret ve büyüklüğünü anlayabilmek ve tabiatıyla anlatabilmek
için şarttır. Türk Devrine ait eserleri hakkında şimdiye kadar çok sayıda yayın
yapılmış olmasına rağmen, bazı eski anıtlar ile ilgili sorunların hepsi
aydınlanmış değildir. Semavi Eyice'nin profesörlük çalışması olan, zâviyeli
camiler konusu çeşitli yapılarla paralellikler kurulabilmekle birlikte, bu plan
şemasının hangi yapı tipinden kaynaklandığı tartışma konusudur. Bir görüşe
göre, haç planlı Bizans kiliselerinden, bir başka hipoteze göre de Anadolu'daki
kapalı avlulu medreselerden doğmuştur. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesinde
1957 ders yılında Türk sanatı ile ilgili olarak yaptığı derslerde, Osmanlı dini
mimarisinde bir tipoloji denemesi ile ilgilenen Eyice, Osmanlı devrinde, dini
mimaride rastlanan başlıca plan tiplerini ayırıp, bunların kaynaklarını,
sanatsal özelliklerini ve başlıca örneklerini belirtmeye çalışmıştır. Türk
sanatı hakkında en başta gelen çalışmalarından biri ilk Osmanlı kuruluş ve
yayılış devrinde hakim durumda olan bir mimarî tipin , önceleri "Bursa
tipi camiler" denilen, bir süre de "Ters T", veya "_L
biçiminde" garip bir ad verilerek gruplandırılan dinî mimarî tipi üzerinde
yoğunlaştı ve bu konuda "İlk Osmanlı Devrinin Dinî-İçtimai Bir
MüessesesirZâviyeler ve Zâviyeli-Camiler" başlıklı oldukça kapsamlı bir
makale yazdı. Ayrıca İstanbul'un bazı Osmanlı eserlerinin iyi bilinmeyen bazı
özellikleri hakkında araştırmalar yaptı. Hakkında şimdiye kadar hayli çok yayın
yapılmış olmasına rağmen İstanbul'daki Atik Ali Paşa Camii'nde bu bakımdan
üzerinde durulması gereken bir eser olduğunun ve Türk mimarî tarihindeki hakiki
yerini bulmamış olan bu caminin orijinal mimarisinin bazılarının sandıkları
gibi tabhaneli bir cami değil, ilk Fatih Camii'nin bir benzeri olarak
yapıldığını kaynaklardaki bazı bilgilerin yardımıyla ispat etti. Ve bu camii
gibi Türk sanat tarihinde yanlış değerlendirilmiş olan; Afyon Karahisar
yakınında Boyalıköy'de yer alan külliye, Kayseri'de şehir dışında bulunan
Köşkmedrese denilen yapı ve Nilüfer Hatun İmareti örneğinde olduğu gibi birçok
yapıyla ilgili yıllardan beri süregelen yanlışlıklar düzeltildi. Bu yapıların
içinde yer alan büyük Türk mimarı, Koca Sinan'ın yaptığı eserlerden Bâlî Paşa
Camiide üzerinde çözüm bekleyen bir takım tarih problemlerinin toplandığı bir
eserdir. Bazı yayınlarda bu eserin II. Bayezid devrinde yaptırıldığı ve ancak
az sonra Mimar Sinan eliyle yenilendiği ileri sürülmüstür. Fakat Eyice,
İstanbul Vakıflar Tahrir defterindeki kayda dayanarak caminin ILBayezid değil,
Kanunî Sultan Süleyman zamanında Mimar Sinan tarafından inşa edildiğini ortaya
koymaktadır. Bu makale yayımlandıktan az sonra ortaya çıkan Bâlî Paşa'nın
torunu Mehmed Rebii Hatemî Baraz tarafından evindeki eski evrakın arasında
bulunan bu caminin vakfiyesi Semavi Eyice'nin görüşünü tam olarak
desteklemektedir. Ve böylece tarihe mal olan bir hata daha Eyice tarafından
açıklığa kavuşturulmuştur.
Eyice'nin tüm bu çalışmalarının ötesinde İstanbul'un özel bir yeri
olmuştur. Türk devrinde yaratılan Fatih Külliyesi, Bayezid Külliyesi, Haliç,
Telgrafhane, Bedestenler ve bunlar arasında özel bir yer tutan Elçi Hanı,
farklı belgeler ile araştırılmıştır. Bunların hepsinin üstünde Ayasofya'nın
araştırmalar içinde özel bir yeri bulunmaktadır. Bizans sanatı uzmanları
tarafından çok şık ciltler halinde tanıtılan bu sanat abidesinin Türk çağındaki
yeri, Türk İslâm sanatının buraya yansıması, burayı süsleyen sanat eserleri ve
hatta bunların banileri, Eyice aracılığıyla tanıtılmıştır. Müştemilâtında
bulunan yapılar ve bunların Bizans kadar Türk devrinde de nasıl kullanıldığı
incelenirken, hiçbir kayıt gözden kaçırılmamış, depolarda yanlış kodlanmış
eserler yerine konulmuş ve en son basan olarak da mozaikten yapılma bir tuğra
esas yerine konulmuştur.
Semavi Eyice, bilimsel çalışmalarında İstanbul ile sınırlı kalmadı; Türk
sanatının yayıldığı her bir şehri ve Anadolu'nun unutulmuş köşelerindeki
kalıntıları incelerken, erken dönemlerden başlayarak geçirdikleri evrelere
değindi. İznik'te yanlış olarak tekke sanılan bir yapının bütün elemanlarıyla
eksiksiz bir çifte hamam olduğunu tespit edip, planıyla birlikte yayımladı. Bu
vesileyle Osmanlı hamam tipleri sınıflandırılmış bulunuyordu. Diğer önemli
çalışması Osmanlı mimarisinde önemli bir yapı tipi olan bedestenler üzerinedir.
Ve bu konuda konferans ve bildiriler veren Eyice, yaptığı çalışmalarının
özetini yayımlaması mümkün olabil di. Bu özet İslâm Ansiklopedisinde
"bedesten" maddesinde yayımlandı. Araştırmaları neticesinde Osmanlı
bedestenlerinin zengin bir listesi ortaya çıktıktan başka, bunların çeşitli
tiplerini de tespit etmiştir.
Osmanlı devri Türk mimarisinin ilk devrine ait örnekleri eksiksiz bir
şekilde sunmaya çalışan araştırmacılann gösterdiği çabaya rağmen harcanan emek
ne kadar büyük olursa olsun yine de köşede bucakta gözden kaçan bazı eserler
kalmıştır. Eyice, Osmanlı devri Türk Sanatı hakkındaki arastırmalannda, bazı
ileri gelenlerin İmparatorluğun çeşitli köşelerinde meydana getirdikleri
eserleri toplama gayreti içinde, bu eserler ile ilgili bilgileri etraflı bir
şekilde tetkik etmiş ve bu çalışmaları toplu olarak sunma gayreti içinde
olmuştur. Eyice tarafından tanıtılan Türk âbideleri de bugün artık milli
sınırlarımızın çok uzağında kalmış, hakkında yayınlar yeterli olmayan veya
unutulmuş olan eserlerdir. Sofya Yakınında İhtiman'da Gazî Mihaloğlu Mahmud Bey
İmaret-Camii, Akyazılı Tekkesi, Batı Yunanistan'da yer alan Faik Paşa Camii,
diğer yandan Sofya'da kiliseye çevrilmiş olan Mimar Sinan'ın eseri Bosnalı Sofu
Mehmed Camii ve XVI. Yüzyıl'ın başlannda yapılan Trakya'da bulunan köprüler
içinde en önemli olan Bulgaristan Svilengrad'da Mustafa Paşa Köprüsü(Cisr-i Mustafa
Paşa) bunlardan sadece bir kaçıdır.
Eyice çok yıl önce Beyhan Karamağralı'nın kitabına yazdığı takdim önsözünde
şunları söylemiştir:
"Sanat, bir milletin zevkini geleneklerini ortaya koyduğuna
göre, bunun tarihini araştırırken, çalışmaları yalnız bir yapı çeşidine inhisar
ettirmek yanlış olur. Türk sanatı tarihinde de ilk denemelerde bu yol tutulmuş
, cami mimarisi ve tezyinatı yardımıyla Türk sanatı esasları, gelişmesi,
özellikleri ortaya konulmak istenmiştir. Halbuki Türk sanat tarihi yalnız dini
mimarinin bir yapı türünde değil, fakat daha pek çok başka türlerde de
araştırmak, tarih içinde gelip geçmiş "fani" lerin sanat zevk ve
tutumunu ortaya koymakla, o milletin medeniyet tarihindeki yerini tayinde büyük
faydalar sağlayabilir. " [Beyhan Karamağralı, Ahlat Mezartaşları,
Ankara, 1972. "Eser Hakkında"]
Bir çok farklı konuda eser vermesi bu düşüncesinin ürünüdür. Bu
düşüncesinden hareketle pek çok konuda tarihçi titizliğinde araştırmalar yapan
Eyice, eski Türk hayatını gerçek özellikleri ile bize yansıtan belgelerden pek
azını tanıdığımızı dile getirmekte ve bir rastlantı sonunda karşılaştığı küçük
bir eseri, bu bakımdan değerli bulduğundan üzerine dikkat çekmiş ve bu vesile
ile daha başka benzerlerinin de tespit olunabileceğini umduğunu ifade etmiştir.
Makaleye konu olan eser, Eyice'nin Edirne'deki Yıldırım Bayazid Imareti'nde
(Camii) araştırma sebebiyle bulunduğu bir esnada imaretin tabhânesinin yan
penceresi duvarındaki tespit edilen kara kalemle çizilmiş desendir. Bu tek
unutulmuş desen gibi tek başına Eyice'nin çalışma konusu olan, Kırşehir'deki
709 (1310) tarihli tasvirli bir Türk mezartası, özel bir koleksiyonda rastlanan
tarihi Baltaoğlu Süleyman Bey'in kılıcı ve hatta Romanya'da bir yerli(boyar)
malikânesinin kapısının kenarında yer alan ve üzerinde bir Osmanlı kitabesi
olan çeşme teknesiyle bile sanat aleminde uzun bir yolculuk yapılır. Türk Sanat
ve tarihine tek eserden bile yola çıkılarak yapılan etraflı tetkikler sonucunda
ortaya çıkan sonuçlar bize gösteriyor ki bunlar, eksik kalmış bir bulmacanın
parçaları gibidir.
Devletimizin kurucusu M. Kemal Atatürk, Semavi Eyice'nin kaleminden
incelendiği zaman, tarih, sanat, kültür çalışmalarına katkıları ile tanınır.
Küçük yaştaki Mustafa Kemal'in yetiştiği Selanik bölgesi detaylı olarak
incelenmiştir. Diğer yandan Eyice, M. Kemal'in uğruna savaştığı bayrağımızda
yer alan ay-yıldız motifini Fevzi Kurtoğlu'nun, resmi devlet alâmeti olarak
kabulünü sadece HI. Selim devrine çıkarmasına karşılık Eyice, tarihi vesikalar
ışığında verdiği birkaç örnekle dahi Türklerde ay-yıldız motifinin Osmanlı
tarihinin klâsik çağında da varlığını ispatlamaktadır.
Semavi Eyice, eserler üzerine çalışmalar yapan kişiler için de özel
araştırmalar yayımlamış olup ve halen elinde bu konuda çok zengin bir malzeme
bulunmaktadır. İstanbuFun tarihi geçmişi için yaratmada katkıda bulunan hatta
Mimar Sinan başta olmak üzere, büyük bir monografi hacmindeki Mimar Kasım Ağa
yazısı banileri nasıl takdir ettiğini içerir ve ayrıca bu yapılan incelemiş
olan Emest Mamboury, P. Schweinfurt, Ali Saim Ülgen, Mehmed Ziya, Albert
Gabriel, E. Tekiner, Reşad Ekrem Koçu ve daha birçok kişi onun kalemi sayesinde
yaratılan sayfalarda yaşatılmıştır. Bu çalışmalarında özellikle Türk müzecilik
tarihinin başlarında önemli bir yer tutan Dr. Dethier ve Türk tıp tarihinde
önemli çalışmaları bulunan Dr. Bernard gibi yakın tarihimizin kültür hayatında
temiz bir isim bırakmış olan şahısların çalışmaları sonraki nesillere
aktarılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğunun zayıflaması ile birlikte, İstanbul'da büyük
zararlar veren 1894 depremi ve 1908, 1911, 1918 yıllarındaki korkunç yangınlar
bu büyük şehrin tarihi eserleri arasında büyük boşluklar meydana getirmiştir.
İstanbul tarih boyunca deprem ve yangınlardan muhakkak ki defalarca zarar
görmüş idi. Fakat İmparatorluğun çöküşü, uzun harp yılları ve bunu takip eden
mağlubiyet, şehrin işgali ve bütün bu felaketlerin tabii bir neticesi olarak
halkın imkân ve görüşlerinde meydana gelen değişiklikler, harap olan bir çok
eserin evvelce olduğu gibi, tamir ve ihya edilmelerine imkan vermemiştir.
İkinci Dünya savaşı yıllarından itibaren İstanbul'un yirmi -yirmibeş yıl içinde
yeni inşaatlarla adeta dolması ve bu arada şehrin eski topoğrafik düzenini çok
değiştiren, zaman zaman imar adı altında yapılan bir takım şehir düzenlemeleri,
bu harap veya yıkıntı halindeki eski eserlerin çoğu defa habersizce ortadan
kaldırılıp yok olmasına sebep olmuştur. Diğer yandan, Türk tarihî anıtları
arasında en fazla tahribe uğrayanlar hiç şüphe yok ki eski mezarlıklar ve mezar
taşlarıdır. Osmanlı İmparatorluğu'nun XDC. yüzyılın ortalarından itibaren
topraklarını kaybetmesi, pek çok mezarın gurbette ve korumasız kalmasına yol
açmış, tarihimizde iz bırakmış bir takım şahısların son hatıraları da böylece
unutularak yok olmuştur. Bugünkü millî sınırlarımız içinde kalan mezar ve
mezarlıkların ise durumunun daha iyi olduğu iddia edilemez. Tarihi mezarlıklar
garip gerekçelerle, fakat aslında en "kolay arsaya çevrilebilir" yer
olduklarından ortadan kaldırılmış ve binlerce sanatsal ve tarihi değere sahip
mezar taşı yok olup gitmiştir. Eyice, ortadan kalkan eserler üzerinde durarak
bunlar hakkında toplayabildiği bilgileri bir araya getirmiş ve bu notları elde
edilebildiği resimler ile de zenginleştirmiştir. Bu defa planlar ayrı seriye
devam edecek ve şehrin çeşitli köşelerinden lüzumsuz ve hatta sebepsiz ortadan
kaldırılarak yok edilmiş tarihi eserlerinden bir kaçının daha hiç değilse
hatıralarını makalesiyle yaşatmaya çalışmıştır. Bu eserlerin çoğu kayboldu ise
de, umulmadık bazı eserlerin ihyası, eserlerine yansıyan hususlardır.
Batı ülkelerinde Osmanlı devri boyunca Türkler ve Türkiye ile ilgili pek
çok resim yapılmış ve bunların bir kısmı çeşitli tekniklerde gravürler olarak
Avrupa'nın arşiv ve kütüphanelerinde kendileri ile ilgilenecek bir meraklıyı
beklemektedir. Geçen yüzyıllarda Türkiye'ye gelen Batılı ressamların meydana
getirdikleri resimler, gerek eski Türk dönem güncel hayatını, gerek
şehirlerimizin ve anıtlarımızın eski görünüşlerini en iyi şekilde yansıtan
belgelerdir. Bu resimlerin bir kısmı basılarak geniş ölçüde tanınmış, bazıları
ise özel veya resmi koleksiyonlarda unutulup kalmıştır. Çoğu eski seyahatname
ve tarih kitaplarında olmakla beraber bir kısmı münferit olarak da basılmış çok
sayıda gravür vardır ki, bunlar kültür tarihimiz bakımından eşsiz değerdedir.
Bu grubun içine eski harita ve planlan da koymak mümkündür. Bu sahada şimdiye
kadar yeterli oranda çalışma yapılmadığından bu çeşit eserlerin mahiyetlerini,
birbirleri ile ilgilerini, çeşit emellerini ve hatta yapıldıkları devirleri
bilmemekte ve bu yüzden bunlardan gerektiği gibi faydalanmamız mümkün
olmamaktadır. Bu resimlerden belki en önemlisi sanatkârı bilinmeyen
Amsterdam'da Rijsksmuseum'daki yağlıboya tablonun Halep'i değil Ankara'yı XVII.
veya XVIII. yüzyıllardaki hâli ile tasvir ettiğinin Eyice tarafından yapılan
tespitidir. Bu resim, şehrin bugüne kadar gelebilen topografya özelliklerine ve
eski eserlerine uygun olduğu gibi, şehrin endüstri ve ticaret hayatını ve hatta
etnografyasını da bütün canlılığı ile yansıtmaktadır. Böylece ilk defa Eyice
sayesinde, eski Ankara'nın şimdiye kadar bilinmeyen bir vesikası ilim dünyasına
sunulmuştur.
Eyice'nin esas çalışma sahasının dışında, özel ilgi duyduğu ve üzerinde
araştırmalar yaptığı bir konu vardır. Türkiye'ye gelmiş olan yabancı seyyahlar
ve bunların arasında bilhassa tasvir bırakmış olanlar veya yayınladıkları
seyahatnameleri, gördükleri yerler ile ilgili resimler ile süslemiş olanlar.
Çeşitli tekniklerde yapılmış olan bu resimler değerli birer vesikadır. Maalesef
bugüne kadar bunlar üzerinde çok fazla durulmamış yeterince çalışılmamış ve
bunları bizler bugüne kadar vesika olarak değerlendirememişizdir. Bu yüzden
bazı tarih araştırmalarını daha zenginleştirmek imkânından mahrum kalmışızdır.
Halbuki, bu resimler üzerinde biraz daha derinleşecek olursak, bir çok yeni
bilgiye ulaşmamız mümkün olacaktır. Eyice, İstanbul'u ziyaret ederek kitap
yazan kişileri ve özellikle de araştırıcıları tanıtmıştır. Bu alanda kitap
yazan ve tarih literatürüne "Seyyahlar ve Seyahatnameleri"diye geçen
konu, Semavi Eyice tarafından bir tek dipnotu doldurmak için değildir, her
birisinin Türk sanatına ne gibi bilgiler kattığına da değinir. İncelenmiş olan
seyyahlar bir tek İstanbul ile sınırlı kalmamıştır. Eyice Türkiye ile ilgili
olan ve Anadolu, Trakya topraklarını ziyaret eden gezginlerin bilgilerini
değerlendirdiği kadar, kitapları yayımlanan baskı miktarının azlığı yüzünden az
tanınan kişileri de ilim dünyasına tanıtmayı başarmıştır.
Bütün bu beceriler kısa bir zaman zarfında bir araya getirilen bilgiler
değildir. Bu kalıcı bilgilerin sağlanması, Semavi Eyice'nin kitapseverliğinden
kaynaklanır. Gerçek anlamda bir kitapsever olan Eyice, ilk gençlik yıllarından
itibaren yarattığı özel kütüphanesinde ihtisas ve merakı ile ilgili eserleri
toplamıştır . Bu toplama, gelişi güzel değil, geliştirdiği konular ile sıkı
bağlantılıdır. Bu kitaplar özellikle İstanbul, Bizans tarihi ve sanatı, Osmanlı
Türk tarihiyle ilgili yayınlar olmakla beraber, bunlara ek olarak klasik
arkeoloji ve Türkiye'nin tarihi coğrafyası üzerine, sanat tarihi, genel sanat
tarihi, Türk sanatı gibi Eyice'nin ilgilendiği konuların belli başlı
yayınlarını içermektedir. Bu özelliği şimdi emeklilik yıllarında bile
sürdürmektedir. Eyice'nin yıllarca emek verip oluşturduğu kütüphane bile tek
başına onun Türk kültür ve sanatındaki katkısını ortaya koymaktadır.
Anadoluyu karış karış gezerek incelemeler yapan Eyice'nin elinde daha
yayımlanmamış ve yayımlanmayı bekleyen birçok çalışma mevcut. . . Toros
dağlarında ve Silifke kıyılarında toplanmış olan malzemeler bir kenarda
durmaktadır. 1925-1930 yılları arasında Kağıthane deresinde resimler çekilmiş
bir Alman profesörünün malzemesi, Kağıthanenin o şaşaalı devri geçtikten
sonraki ilk fotoğrafları bir torba doluşu, Kağıthane malzemesi, İstanbul'da
camiye çevrilmiş kiliseler konusu , Amasra , Silifke ve çevresindeki
arastırmalann dosyası , Kırşehir dosyası, Karış karış Trakya gezisi sonucu
oluşan notlar, Türkiye'ye gelmiş Avrupalı ressamlar ve seyyahlar hakkında çıkan
birkaç makale dışında da yazılmayı bekleyen konulardır. Dosya dememek lazım
belki, koca koliler, bunun gibi daha niceleri ve bunların dışında tasarladığı
düşündüğü bazı konularda bulunmaktadır. Bunun ancak bir kısmını yayımlayan
Eyice, elindeki bilgileri kitap yapma hayalini gerçekleştirememiştir. Yıllarını
sanat tarihine vermiş bir bilim adamının, hele hele İstanbul'u sokak sokak
gezmiş, her köşesini çok iyi bilen bir kültür adamının yetişmesi gerçekten çok
zordur. Bütün bu özelliklere sahip olan Eyice, yıllar sonra da İstanbul
dendiğinde ilk akla gelecek bilim ve sanat adamı olacak. Kaleme aldığı yüzlerce
kitap ve makale ise araştırmacıların yıllarca yararlanacağı birer kaynak olmayı
sürdürecek.
Semavi Eyice, ülkemizde
sadece Bizans dönemi değil, ilk kurulduğu günden Cumhuriyet dönemine kadar
tarihi ve sanat tarihi ile özdeşleşmiş bir isim. . . Eyice'nin ürettiği o güzel
eserleri izleyebilmek, kendisiyle birlikte bu dönemlere ulaşabilmek , sanırım
farklı bir ayrıcalık olarak kalacaktır.
Semavi Eyice
Rûmî takvime göre 21 Kânunuevvel 1339 tarihinde İstanbul Kadıköy'de Mehmet
Kamil Bey ile Hatice Hanım'ın ikinci oğlu olarak dünyaya gelmiştir.
Eyice'nin doğum
tarihinin milâdî yılda hangi tarihe rast geldiği konusu, rûmî takvimin milâdî
takvime çevrilmesi sırasında yaşanan karmaşadan dolayı, biraz tartışmalıdır. Bu
karışıklığı ve milâdî takvim de hangi gün doğduğunu Eyice şu şekilde
açıklamaktadır:
"Nüfus
cüzdanım eski nüfusa göre 21 Kânunuevvel 1339 idi. 1339 Osmanlı devleti
sonlarına doğru kabul edilen Rûmî takvimdir. Şimdiki takvime çevrilirken 21
Aralık 1923 diye yazılmış, halbuki 10-15 sene evvel yenileri ile
değiştirilirken Nüfus Dairesi bu kaydı 9 aralık 1923 yaptı. Ancak bu da aslında
doğru değil; şöyle ki Haydarpaşa çayır yangını esnasında bizim evimizde yanmış
ve bu yangın olduğu sıralarda annem bana beş aylık hamileymiş. Bu yangın tarihi
29 temmuz 1922'dir. Şu halde bu tarihe 4, 4-5 ay ilave edilince 9 Aralık 1922
oluyor. Diğer bir husus annemin anlattığına göre İstanbul'daki işgal kuvvetleri
çekilip, Türk ordusu geçit yaparken bütün halk alkış yaparken ben annemin
kucağında "şaşa. . şaşa. . . "diye bağırıyormuşum. Bu dönem 6
ekim 1923 tarihine denk düştüğüne, ben 11 aylık bir bebek olarak şaşa. . şaşa.
. . diye bağırabileceğime göre benim birçok yayında geçtiği gibi 1923 tarihli
doğum tarihine sahip olmam çok yanlıştır. Diğer taraftan evimiz çayır yangını
esnasında yandığı için nüfus cüzdanım 1 yıl sonra çıkarılmış, gerçek doğum
tarihim karmaşık bir hal almıştır. Gerçek doğum tarihim 9 Aralık 1922'dir.
"
Kendisinin de
beyanı ile doğum tarihi 9 Aralık 1922'dir. Fakat Semavi Eyice " Nüfus
kartımda 1923 olduğu yazılı olduğu için bu tarihi esas kabul ediyorum"
demektedir.
Babası Mehmet
Kamil bey Amasra'nın köklü denizci ailelerinden biri olan Eyiceoğulları'na
mensuptur. Baba tarafından dedesinin İstanbul'a yerleşme kararı Semavi Eyice
tarafından şu şekilde anlatılmaktadır:
"Dedem,
'Hanım' diyor, 'bizim üç oğlumuz var; buradan çıkalım. Bu çocuklar burada
kalırsa ya balıkçı olurlar ya da kayıkçı; biz İstanbul'a gidelim. "
Semavi
Eyice'nin dedesi ve babaannesi, üç oğluyla 1890'h yıllarda İstanbul'a gelirler,
Cibali, Küçükpazar yöresine yerleşirler. Dede Eyice marangozluk ve dülgerlik
yaparak ailesini geçindirmeye çalışır. Semavi Eyice'nin babası olan büyük oğul
Mehmet Kâmil Bahriye Mektebi'ne, ortanca oğul Tıbbiye'ye başlar. En küçük oğul
ise bir süre sonra okul çağı geldiğinde bahriyeye girecektir.
Annesi Hatice
Hanım Amasra eşrafından Hacı İbrahim Bey'in kızıdır. Semavi Eyice anne
tarafından dedesini şu şekilde anlatmaktadır:
"Anne
tarafından dedem kafasında sarığı olan, fakat bir o kadar da cumhuriyete destek
veren ve son nefesine kadar o kasabada cumhuriyeti müdafaa eden bir kişiydi.
"
Mehmet Kamil
Bey bir süre sonra Cibali'den ayrılır ve Kadıköy'e taşınır. Eyice burada
Kadıköy'de dünyaya gelir. O günlerde Haydarpaşa'da çıkan bir yangın, ailenin
yeni kurduğu evlerinin yanmasına neden olacaktır; yangını sıkıntılı yıllar
izler. Mehmet Kamil Bey, çocuklarının okuma çağı geldiği yıllarda Deniz
Kuvvetleri'nden emekli olur, deniz işletmeciliği, kaptanlık, liman idaresi,
1928 yılında Van Gölü'ndeki küçük tersanenin amirliği gibi görevler yüklenir.
Kadiköy'de
dünyaya gelen Semavi Eyice çocukluğunu ve gençliğini Kadiköy'de geçirir. Okul
çağı geldiğinde Semavi Eyice Saint Louis ilkokuluna başlar. Ağabeyi ise Saint
Joseph'in İlkokul bölümünde okumaktadır. O günlerde yabancı okullara karşı bir
kampanya başlatılmıştır. Bunun üzerine bir süre sonra kapatılma aşamasına
gelinen Saint Louis İlkokulu'ndan ayrılan Eyice, bir sure Saint Joseph
Lisesi'ne devam eder. 6. sınıftan sonra Galatasaray Lisesi orta kısmına geçer.
Bu yılları Semavi Eyice şu şekilde anlatmaktadır:
"Evimiz
Kadıköy'deydi. Benim çocukluğum ve gençliğim Kadıköy'de geçti. Saint Joseph'te
dersler erken saatte başlardı. Biz, ağabeyimle birlikte Moda'ya yayan giderdik;
öğleyin yemek için eve gelir, sonra geri dönerdik. Akşam eve geldiğimizde hava
kararmış olurdu. Ben dördüncü sınıfa kadar yabancı okulda okuduktan sonra babam
'Bu işin sonu kötü, yabancı okulları kapatacaklar' dedi; ben Galatasaray'a
geçtim ve 1943'e kadar Galatasaray'a devam ettim. "
Semavi
Eyice'nin eski eserlere olan ilgisi ilkokul yıllarında başlar ve sonraki
yıllarda da devam eder. Yedinci sınıftayken bir öğretmeninin sınıfa dağıttığı
"tarihte önemli savaşlar" konulu ödevde İstanbul'un kuşatılması
konusu Eyice'ye düşmüştür.
"Ben
İstanbul'un muhasarasını öğrenmek için kitaplar karıştırmaya başladım. Rahmetli
doktor amcam da tarihe meraklıydı. Doktor olmakla beraber epeyce kitabı vardı.
Ben ondan Mamboury'nin Fransızca Seyahat Rehberi'ni aldım. Surların yapısını ve
mimarisini bu kitaptan tetkik ettim; oturdum bir ödev yazdım. O seyahat
rehberinin sayfalarını karıştırırken camiler ve kiliseler de ilgimi çekmişti. O
günden sonra ben yola çıktım. Nişantaşı'nda oturan Ahmet adında canciğer bir
arkadaşım vardı. Onunla beraber bir tramvaya bindik ve İstanbul'u keşfe çıktık,
cami, kilise, ne varsa dolaşıyorduk. Dolaşırken elimdeki kağıtlara bir takım
notlar alıyordum. "
Semavi
Eyice'nin merakından bir şekilde haberdar olan öğretmenleri de kendisini
desteklemiştir. Fansızca öğretmeni Mösyö Coubert ve tarih öğretmeni Cavit
Baysun kendisini etkileyen öğretmenleridir. Semavi Eyice Fransızca öğretmeni
ile olan iletişimini şöyle anlatmaktadır:
"
Sekizinci sınıftaydık. "Askeri Müzeyi gördünüz mü?" dedi. Askeri Müze
o zaman Aya İrini. Çocuklardan bazıları "gördük" dediler. "Orada
ne var dikkatinizi çeken" diye sordu hocamız. Kimisi "silahlar
var" dedi, kimisi "heykeller var" dedi, ben "apsis kısmında
bir tane mozaik haç var" dedim. Onun üzerine "İşte kültür budur"
dedi hocamız. "Mesele yalnız önünde duran şeye bakmak değil, birazda
etrafında ne var hissetmek görmektir" dedi. " Tarih öğretmeni Cavit
Baysun ile olan iletişimini şu şekilde anlatmaktadır:
"Cavit
Baysun ders sırasında "Bazı tarihçiler ilk Fatih Camii'nin mimarı olarak
bir Rum'u gösterir" dedi. Ben arkadar "Christodulos" diye
seslendim. "Kim söyledi onu" dedi. Onun üzerine arkadar Nejat
"Semavi söyledi" dedi. Hocamız bana döndü ve nereden biliyorsun sen
bunu dedi. Ben hıh mık derken Nejat "Efendim onda İstanbul'daki bütün eski
eserlerin fişleri var" dedi. Bu hocanın bayağı hoşuna gitti, dersten
çıkarken de "sen ne olacaksın" diye sordu. "Pederim mülkiyeye,
siyasal bilgilere gidip hariyeci olmamı istiyor" dedim. "Yok efendim,
işte hepiniz böyle oluyorsunuz, bir işe hevesleniyorsunuz, ondan sonra bırakıp
başka meslekler yöneliyorsunuz" diye söylendi Cavit Baysun".
Semavi Eyice,
uzun seneler sonra profesör olan Cavit Baysun'nun asistanlığını da yapmıştır.
Boş zamanını ve
tatil günlerini İstanbul'u gezmeye ayıran Eyice'ye artık Mamboury'nin kitabı
yeterli gelmemektedir. Mamboury'nin kitabının bibliyografyasını çıkarır ve
almak istediği kitapların bir listesini yapar.
"Bugün
bu kitaplara bakıyorum da dehşete düşüyorum. Şimdi milyonlar değerinde olan
bulunması imkansız kitaplardı. Ben bu kitapların bir listesini çıkardım ve
Hachette Kitabevi'ne gittim. Hachette'deki adamlar bu kitaplar burada bulunmaz
dediler. Bunun üzerine ben Yüksekkaldırım'a gittim. O zamanlar eski kitap
satanlar Yüksekkaldırım'da bulunuyordu; dolaşmaya başladım. Kuledibi'nin
karşısında bir tane bina vardı, onun alt katı kitapçıydı. Orada çıtı pıtı bir
Rum kızı vardı; elimdeki listeye baktı, o da şaşırdı. Biraz daha yaşlıca olan
ağabeyine seslendi. Ağabeyi geldi, listeye baktı; 'Bunları kimin için
arıyorsun?' diye sordu. 'Kendim için' dedim. Sonradan onunla çok iyi dost
olduk. Adı Patriarkhis idi ve o da Bizans meraklısı idi. Hatta sonraları Bizans
üzerine makaleler de yazdı. Ben o gün aradığım kitapların hiçbirini
bulamadım".
Bu tarihten
sonra Semavi Eyice'nin içine bir kitap kurdu girmiştir artık.
Yüksekkaldırım'daki, Bayezîtdaki birçok kitapçıyla tanışır. Sürekli kitap
almakta ve İstanbul'u dolaşmaktadır o günlerde. Bu arada sık sık Hachette
Kitabevi'ne uğramakta ve Fransızca yayınları takip etmekte, elindeki paraya
göre bunları satın almaya çalışmaktadır.
"Bütün
kitapçılar beni tanıdılar. Ben boş vakitlerimde onların dükkânlarına sırayla
giderdim; oturur sohbet ederdik. Hepsi de kültürlü insanlardı- sonradan
birtakım ayaktakımı türedi. Hatta ben bir ara Yapı Kredi için yaptığım bir
konferansta bu kitapçıları anlattım. İçlerinde bir Yerasimos vardı, dükkânı
Alman kulübü Teutonia'nın karşısındaydı. Ben o sıralarda Patrik Konstantin'in
İstanbul üzerine olan bir kitabını arıyordum. Kitabın aslı Rumca'dır, sonra
Fransızca'ya çok sonraları da İngilizce'ye çevrilmiştir. Gittim Yerasimos'a,
'Sende Constantiniade var mı?' diye sordum. 'Yok ama bakarız' dedi. O günlerde
kitap meraklısı bir hocamız vardı; bana Constantiniade'a bir liradan fazla
verme dedi. Bir gün yine Yarosimos'a uğradım, bana Constantiniade'in tertemiz,
pırıl pırıl bir nüshasını gösterdi. 'Kaç para?' dedim, '3. 5 lira' dedi. Kafam
kızdı. 'Sen benden bu kitabı istiyorum diye çok para istiyorsun almıyorum!'
dedim kızdım ve bir daha onun dükkânına gitmedim. Aradan aylar geçti. Bir
yılbaşı gecesi ben bir akrabamızda misafir kalmıştım. Önce sinemaya gitmiştik,
sonra da ben orada kalmıştım. Ertesi sabah, İstiklâl caddesinde vitrinlere baka
baka eve dönüyordum. Yılbaşı ertesi olduğu için her yer sessizdi. Draperi
Kilisesi önündeki fotoğrafhanenin vitrinlerine bakıyordum ki biri bana 'Yeni
yılını tebrik ederim' dedi ve elini uzattı. Döndüm baktım, Yerasimos'tu.
İhtiyar adam, elini sıktım. . . Ondan sonra dükkânına gittik. Bana, 'Ne
istiyorsan ver' dedi ve o kitabı verdi. Kitap sağlamak hususunda hiçbir vakit
unutamayacağım biri de Bayezit’da Elektrik İdaresi yanında dükkânı olan
Nişanyan idi. Bizleri ilgilendiren yerli ve yabancı her yeni çıkan kitaptan
birkaç nüsha getirtir ve meraklısı dükkânına girdiğinde hiçbir şey söylemeden
önüne koyardı. Müşterilerden peşin ödeme de istemezdi. Beğendiğiniz kitabı
hiçbir şey ödemeden alır götürürdünüz. Bir daha gidildiğinde, Nişanyan mazlum
bir edayla 'Acaba bugün bir şey verebilecek misin?' diye sorardı. Türkçe eski
kitaplar hususunda İsmail Efendi, Raif Yelkenci Bey ile ünlü Nizamettin Aktuç
Bey'in yaptıklarını unutamam. Rahmetle andığım bu kitapçılar ve daha birçokları,
son derece tok gözlü satıcılardı, eski kitapları arayan ve okuyanlara yardımdan
zevk alırlardı. O devrin esnafı da başka türlüydü".
Semavi Eyice
1943 yılında Galatasaray Lisesi'nden mezun olur. Babası hariciyeci olmasını
istemektedir. Semavi Eyice'nin arkeoloji, sanat tarihi okuma kararını babası
anlayışla karşılar. 1933 yıllarına doğru yayınlanan Atatürk'ün ünlü bir
telgrafı Semavi Eyice'yi etkileyen bir diğer faktördür. Atatürk Ankara'dan yola
çıkıp Konya'ya geliyor ve buradan Başbakan İsmet İnönü'ye bir telgraf çekiyor.
Bu telgrafın birinci maddesi şöyledir "gezdiğim gördüğüm yerlerde bazı
arkeolojik kazıların yabancılar tarafından yapılmakta olduğunu gördüm, bundan
böyle bunları Türk gençleri yapsın. Şu halde Milli Eğitim Bakanlığı bazı Türk
gençlerini Avrupa'ya göndersin, bunlar arkeoloji eğitimi görsünler, kazıları
onlar yapsınlar"; ikinci maddesi ise "gezdiğim gördüğüm yerlerde Türk
eserlerinin harap durumda olduğunu gördüm, bilhassa Konya'dakiler perişan bir
halde. . . Bunların restorasyonu için Vakıflar İdaresi'ne gerekli talimatın
verilmesi fakat ezeli emirde bunlar asker işgali
altında,
bunların asker işgalinden çıkarılmaları gereklidir". Arkeoloji ve sanat
tarihi okuma kararını Semavi Eyice şöyle anlatmaktadır:
"Kafama soktuğum bir husus vardı. Türkiye'de
Bizans sanatını bilen tanıyan yok, hoş Osmanlıyı da bilen yok ya, bu dallarda
ben diplomalı uzman olacağım diyordum. . . ben de tutturdum, dedim ki bu
yabancı konularda da Türklerden uzman çıkması lazım. Bizans sanatı, Yunan, Roma
sanatı eseri bizim yurdumuzda madem var, biz tektik edelim, biz yayınlayalım.
Bunun yüksek tahsilini yapacağım diye ısrar ettim ".
Dönemin
şartları içinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde bulunan arkeoloji
kürsüsündeki eğitimin yetersizliği karşısında Semavi Eyice yurt dışına çıkma
kararını almıştır. O yıllar İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır ve bu tür bir eğitim
için Almanya'dan başka bir yer yoktur. Eyice Almanya'ya gitmeye karar verir.
Almanya'ya gidebilmek için uzun formaliteler sonucu Ankara'dan izin alınır ve
Ekim'in 18'inde yola çıkar.
"Ben
o tarihe kadar Alman kültüründen uzak büyümüştüm. Fransızca eğitim almıştım ve
Galatasaray'dayken ikinci dilim İngilizce idi. Trene bindim ve Berlin'e gittim.
Ama Berlin o günlerde oturulacak gibi değildi. Hava hücumları oluyordu. Bir
süre ufak bir kasabada kaldım ve orada yaşlı bir hanım öğretmenden Almanca
öğrendim. "
Almanca'yı
iyice öğrenen Eyice, Almanya'da ilgi duyduğu konuda eğitim veren bir üniversite
aramaya başlar. Bu yıllar İkinci Dünya Savaşının tam ortalarıdır. Götingen
Üniversitesi'nde Alphonse Maria Schneider olduğu için okumak istemesine rağmen
bütün savaş yaralılarının orada tedavi görmesi nedeniyle okuyamamıştır. Yedi -
sekiz üniversite dolaştıktan sonra Semavi Eyice Viyana Üniversitesi'nde bir oda
bularak yerleşir, ilk sömestri orada okur.
"Ben
orada bir dönem okuduktan sonra, tatilde Türkiye'ye gideyim, denize girerim
diye düşünüyordum. Tam o sırada, 1944 yılında Türkiye bizlere haber vermeden
Almanya ile tüm ilişkilerin kesti. Bereket ben sigara içmiyordum. Bize verilen
karnede ben sigara hakkımı yiyecekle değiştiriyordum. Bir de bize Türkiye beşer
kiloluk yiyecek paketleri gönderirdi. Bu yardım, Türkiye münasebetlerini kesmiş
olmasına rağmen son dakikaya kadar geldi. "
Semavi Eyice
1945 yılında eğitimini sürdürmek için Berlin'de bulunmaktadır. Orada ikinci
sömestri okur. Savaşın son günleri içinde Berlin'in işgali gündeme geldiğinde
Eyice ve arkadaşları Türkiye'ye dönmek üzere Danimarka'ya geçer. Danimarka'da
bir süre tutuklu kalan Türk vatandaşları bu ülkeden İsveç'e geçerler ve bir
Kızılhaç gemisiyle Türkiye'ye doğru yola çıkarlar.
"Gemide
bizden başka Almanya'dan çıkmış ve çeşitli ülkelere dağılacak insanlar da
vardı. Arjantinliler vardı, kendilerini Türk olarak gösterip, toplama
kamplarından canlarını kurtarmış Yahudiler vardı, İtalyanlar, Hollandalılar. .
. O günlerde savaş devam ediyordu, bitmesine az kalmıştı ama sürüyordu. Gemi o
yüzden kıyıları takip ederek ve çeşitli milletlere mensup insanları yollarda
bıraka bıraka bir buçuk ay içinde Türkiye'ye geldi. "
Semavi Eyice,
Türkiye'ye döndüğünde İstanbul Üniversitesi'nin sınavlarına çalışır. Önünde on
gün gibi kısa bir zaman vardır fakat o yine de başarılı olacak ve 1948 yılında
mezun olduğu Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kürsüsü'ne devam etmeye hak
kazanacaktır. Almanya'dan dönmüş olduğu halde hiç sene kaybetmeden mezun
olabilen Semavi Eyice lisans tezinde Alman hoca Ernest Diez ile çalışmıştır.
Kendisi ilk önce Diez'e sebiller konusunda bir seminer ödevi hazırlamış daha sonra
"İstanbul Minareleri" konulu bir bitirme tezi yapmıştır. Bu tezin
hazırlanışını şöyle anlatmaktadır:
"Bütün
derslerimi vermiş olduğum için dördüncü sene serbest kalmıştım. Elimde fotoğraf
makinesi gezmeye başladım, fakat o senelerde de Türkiye'de kesinlikle film
bulunmuyor. Savaş sonrası dönem hiç bir mal
Avrupa'dan
gelmiyor. Elimde birkaç bayat filmle, Zeiss marka bir makineyle sokak sokak
gezip minare tespit ediyordum. Fazla kütüphane de yoktu. Benim tezin baş
kısmında yirmi beş otuz sayfalık etraflı bir giriş vardır".
Semavi Eyice
1948 yılında Sanat tarihi ve Arkeoloji Bölümünden İstanbul minareleri
hakkındaki teziyle mezun olur.
Semavi Eyice
1948 yılının sonuna doğru Sanat Tarihi bölümünde, Avusturya'dan bölüme katılmış
olan, Türk-İslam sanatı dersi veren profesör Ernest Diez'in yanında asistan
olarak çalışmaya baslar. Bir süre sonra Bizans sanatı tarihi öğretim üyesi
Prof. Schweinfurth'un asistanlığını yapar. İslâm sanatı derslerinde Prof. K.
Erdmann'ın yardımcısı olan Eyice, Edebiyat Fakültesi'nde her yıl konferans
şeklinde dersler veren Prof. A. Gabriel'in bu derslerini Fransızca'dan,
Schweinfurth ve Erdmann'ınkileri Almanca'dan Türkçe'ye çevirir. Yaz aylarında
da Türkiye'nin çeşitli yerlerinde incelemeler yapar.
Arkeolojiye
olan meraki nedeniyle 1950-1953 yılları arasında ise Arif Müfit Mansel'in
başkanlığını yürüttüğü Side kazılarına katılan Eyice, bu kazılarda Bizans
eserleri ile ilgilenir. Dört yıl asistanlık devresinden sonra, Semavi Eyice
1952 yılında "Side'nin Bizans Dönemine Ait Yapıları" başlıklı teziyle
doktorasını verir. 1954 yılında eşi Kâmran Yalgın ile evlenir.
Eyice doktora
tezini verdikten sonra doçentlik tezi için çalışmaya başlar. İstanbul'dan bir
konu alarak 1955 yılında doçentliğini verir ve askere gider. Bu dönemi Semavi
Eyice şu şekilde anlatmaktadır :
"Doktoramı
tamamladıktan sonra doçentliğe başvurdum ve bundan sonra ayak oyunları da
başladı; çünkü o zamanlar kadroya bağlıydınız ve kadro bir tane vardı,
başkalarını o kadroya almaya çalışıyorlardı. Askere gitmek üzereyken doçentliğe
müracaat ettim. Bir doçentlik tezi hazırladım verdim ve askere gittim. Ben
askerdeyken İstanbul'da Bizans kongresi yapıldı, ben o kongrenin sekreterliğini
yapıyordum. O sırada 6-7 Eylül olayları oldu. Bunların yanında bir de "İstanbul"
adında Fransızca bir kitap hazırladım. O dönemde hem yedek subaylık yapıyordum
hem de kitabımın baskısı ile ilgileniyordum. Yedek subayken "Son Devir
Bizans Mimarisi" başlıklı tezim ile doçentlik imtihanına girdim. Terhis
olduğum sırada doçent unvanına sahiptim".
Semavi Eyice,
terhis olduktan sonra üniversiteye döner. Kendisi ilk çalışma yıllarını şu
şekilde anlatmaktadır :
"Önceleri hocasızlık yüzünden dersleri aksayan
öğrencilere ben ders veriyordum. Bizans sanatı, hatta Osmanlı sanatı dersleri
bile verdim. Yalnız imza salahiyetim yoktu. Bir de o zamanlar Osmanlı mimarisi
pek okutulmazdı. Sâsânî sanatı diye tutturulmuş gidiliyordu. Birazcık
Selçuklular'a gelinmişti o kadar. Onun üzerine ben bir fikir attım ortaya. . .
İmzasız ve imtihansız Osmanlı Mimarisi dersi, "İsteyen gelsin" dedim.
Onun üzerine bizim Anfi tıklım tıklım dolmaya başladı. Gayet metodik bir
şekilde bu dersi veriyordum. Çocuklar da hakikaten öğrenmek istiyorlar. . .
Esas Bizans sanatının dışında haftada 1, 5 saat bu dersi vermeye başladım.
"
Semavi Eyice,
sivil hayattaki görevinin başına döndükten 1, 5 yıl sonra, 1958 yılında eşi
Kâmran hanimefendi ile birlikte Münih Üniversitesi'ne gider. Humboldt bursunu
kazanan Eyice, 13 ay süre ile buradaki derslere girer. Kitap tutkusu burada da
sürmektedir. Bir yandan dersleri takip ederken boş zamanlarını kitap toplamaya
ayırmıştır. Eyice 1959 yılında Türkiye'ye, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi
Kürsüsü 'ndeki görevine döner. Bu tarihlerde Bizans ile ilgili dersler vermeye
başlamıştır.
"Osmanlıya
da merakım vardı. Fırsat buldukça Osmanlı'yı da anlatırdım. O günlerde bir de
baktım ki öğrenciler iyice tuhaf. . . Sâsânî sanatını, ata binişlerini
öğreniyorlar ama Mimar Sinan'ı bilmiyorlar. Ben bunun üzerine kendiliğimden bir
ders koydum. Haftada bir saat devam zorunluluğu, yoklaması ve imtihanı olmayan
Osmanlı Sanatı dersi veriyordum. Katılım oldukça fazlaydı ve en sevindirici
tarafı, katılan öğrencilerin bir kısmının sanat tarihi dalı dışından
olmalarıydı. "
Semavi Eyice
1963 yılında profesörlük kadrosu boşaldığında profesör olmak için çalışmalarına
başlar. Aynı yıl içinde Edebiyat Fakültesi'nde Bizans Kürsüsü adında yeni bir
kürsü kurulmuştur. 1964 yılı ise onun, "İlk Osmanlı Devrinin Dinî- İçtimaî
Bir Müesesesi: Zaviyeler" başlıklı takdim tezi ile profesör olduğu yıldır.
YÖK'ün kuruluşuna kadar bu kürsüde çalışan Eyice, YÖK'ün Bizans Kürsüsü'nü ve
benzeri bazı kürsüleri birleştirip Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü'ne
çevirmesinden sonra bu bölümün başına getirilir.
"Türkiye'de aşırı uçta olan birtakım kişiler her
ne kadar Bizans sanatının bize lüzumu yok diyorlarsa da ben, Türkiye'de
Türk'ten bir Bizans sanatı uzmanı olmasını uygun görüyorum. Ben bu konuda
okumak için gittim yurtdışına, Türkler'den de bu konuyu yapabilecek birinin
olduğunu göstermek için. Ben yalnızca Bizans sanatıyla kalmadım, Osmanlı ve
Selçuklu sanatıyla da uğraştım, seyyahlarla da uğraştım; hatta yakın tarih
üzerine çalışmalarım da vardır. "
İlk maaşını
1948 yılının aralık ayında alan Semavi Eyice, fiilen 43 sene Edebiyat Fakültesinin
çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra 67 yaşına geldiğinde emekli olur.
Prof. Dr.
Semavi Eyice 1991 yılında üniversiteden emekli oluncaya değin birçok yurtdışı
etkinliklere de katılır. Almanya'da Bochum Üniversitesi'nde Fransa'da ise
Sorbonne ve College de France'da, İsviçre'de Geneve Üniversitesi'nde dersler
veren Eyice, Bruxelles, Münih, Mainz,
Münster, Berlin, Roma, Ravenna, Venedik, Ohri, Bükreş, Selanik Belgrad ve Washington'da da konferanslar
verir.
Akademik
kariyeri ve bilimsel çalışmaları Eyice'nin ne kadar iyi bir sanat tarihçisi
olduğunu ortaya koyuyor. Kafasındaki sanat tarihi olgusunu anlatırken şunları
söylüyor:
"
XIX. yüzyılda moda olmuş kötü bir Alman metodu vardır: Şekil analizi. Ben böyle
bir sanat tarihine taraftar değilim. Benim görüşüme göre sanat tarihçisi, bir
tarihçi gibi araştırmak zorundadır. Kültür tarihi genel tarihin bir parçasıdır,
sanat da kültür tarihinin bir parçasıdır. Bütün bunlardan sıyrılıp da bir
tabloya bakarak İsa'nın kaşı şöyle, gözü böyle ile sanat tarihi olabileceğine
inananlardan değilim. Ben Atatürk'ün, eski eserler için düşündüğü ve istediği
şeylerin, yani kendi kültürümüze yabancı olmakla beraber yaşadığımız
topraklardaki tarih ve medeniyet izlerini bir Türkün de tanıyıp
inceleyebileceği ve yine kendi medeniyetimizin eserlerini de yaşatmaya gayret
edebileceği düşüncesini yerine getirmeye çalıştım. Bu iki programı, yıllarca
Trakya ve Anadolu'da Bizans ve Türk eserlerini inceleyip, önemli bulduklarımı
yayınlamak suretiyle gerçekleştirdim. On iki yıl Toroslar'da eski ören
yerlerinde araştırmalar yaptım. Balkanlar'da kalmış Türk eserlerini de derledim. "Kovulduğum"
Anıtlar Kurulu'nda da İstanbul ve İstanbul dışındaki pek çok eski eserin
kurtarılmaları için çabalarım oldu. Hatta bazı çok değerli mimarî eserlerin
mahvına yol açacak girişimlere, Sinan'ın yapısı Mağlova Kemeri örneğinde olduğu
gibi tek başıma karşı çıktım. Fakat artık biraz geç de olsa anladım ki, bütün
bunlar boşunaymış".
Eyice'ye Tarih
Kurumu'ndaki görevi ve buradaki tecrübesini sorduğumuzda biraz kırgın bir
gülüşle yaşadıklarını anlatıyor:
"Ben
yetmişli yıllarda Tarih Kurumu üyeleri tarafından üye olmak için bulunmamı
desteklemişler. Beni kuruma bir daha aldılar. Evvelki seneye teklif edildim ve
seçildim. 14 sene süren üyeliğim sırasında epeyce çalıştım. Konferanslar
verdim, makaleler yazdım; yeni çıkan eserlerin tanıtma yazılarını hazırladım,
yurt dışında Tarih Kurumu adını Türk Kültürünü tanıtmaya çalıştım. Fakat bunun
ardından arkeolojiyle ilgilenenlerin hepsini
Tarih
Kurumu'ndan 1983'te tasviye ettiler. Ben, Ekrem Akurgal, Jale İnan, Afif Erzen,
hepimiz ayıklandık. Aradan dört beş yıl geçti. Oradaki bazı arkadaşlar 'Semavi
olmadan olur mu. ' diye düşünmüşler ve benim orada kadar biraz kırgın olduğum
için hiçbir etkinlikte bulunmadım. Yalnızca genel kurul toplantılarına gittim.
Ben 1983'te niye atıldığımın hesabını sormak istiyordum. Bazı girişimlerde
bulunacak oldum. Ardından benim Tarih Kurumu'ndan çıkarıldığımı bildiren bir
yazı aldım. Tamam bitti. . . "
Prof. Dr. Semavi Eyice'nin doğru bildiklerini söylemesi,
baskılar karşısında yılmaması, buna dayanamayanların onu görevinden almalarıyla
devam eder. Bunun en son yaşananı ise 1997 yılında Eyice'nin Kültür
Bakanlığı'ndaki işine son verilmesidir.
"En sonunda kapının önüne de konuldum.
38 sene Anıtlar Kurulu'nda görev yaptım ve bu
kadar geçmişi olan tek üye bendim.
1958 yılından beri bu görevi yapıyordum. Altıyüz'e
yakın, belki daha da fazla yayınım var. Legion d'Honneur Madalyası sahibiyim.
Alman Arkeoloji Kurumu'nun doğal üyesiyim, Belçika Krallık Akademisi'nin
üyesiyim.
Bu milletin kültürüne bu kadar hizmet etmenin
mükafatını böyle gördüm.
Ben daha ne söyleyeyim. . . "[1]
Sh:6-18
Kaynak:
Yasemin AKÇAOGLU, Türk Sanatı Ve Tarihine Katkılarıyla Semavi Eyice (Hayatı Ve
Eserleri), T. C. Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk
Sanatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2005
[1] Amiral Fahri ADNAN, Türk
Tarih Kurumu Kuruluş Amaçları ve Çalışmaları, Ankara:Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 1983, s. 718-737.
" Semavi Eyice", Ana Britanica, İstanbul: Ana yayıncılık,
C.8, 1987, s.404.
Çağatay ANADOL, " Semavi Eyice", İstanbul dergi, Tarih
Vakfı, S: 12, 1995, s. 16-20.
Oktay ASLANAPA, " Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünün
kuruluşunun otuzuncu Yıldönümü-Prof. Dr. Semavi Eyice'nin Yayınları-, Sanat
Tarih Yıllığı, C.VI , (1974-1975)s. 10-15."
Saadet BAYKAL, "Özyaşamöyküm", Yaşamöyküm-Salı
Toplantıları, İstanbul: YKY(2001- 2002), Haziran 2004, s.73-103.'
" Semavi Eyice", Büyük Ansiklopedi, İstanbul:Milliyet
Yayınları, C.5, Yıl: 1990, s. 1639.
" Semavi Eyice", Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi,
İstanbul.Gelişim Yayınları, C.7,
1988, s.3930. " Semavi Eyice", Büyük Saatli Maarif
Takvimi, 2 Aralık 2003.
"Bizans Sanatı Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Semavi Eyice'nin
Bizans Sanatı ile İlgili Yayınları", Cumhuriyetin 50. yılına armağanı, İstanbul,
1973, s. 421-428.
"Doç Dr. Semavi Eyice'nin biografısi- Doç Dr. Semavi
Eyice'nin başlıca Yayınları", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Kürsü ve Enstitüsü’nün Öğretim ve Araştırma Çalışmaları, 1943-1962,
İstanbul 1962, s. 97-102.
Cemile Garan, "Prof. Dr. Semavi Eyice Kimdir?", Sanat
Olayı, S: 59 , Nisan 1987, s.35.
_________ , "Prof.
Dr. Semavi Eyice ile toprak Üstü Çalışmalar Üzerine" , Sanat Olayı , S:59,
Nisan 1987 (bsk. 4 aralık 2001), s. 35-37.
"Semavi Eyice”, Günümüz Türkiyesinde Kim Kimdir/VVho’s Who in
Turkey, (2.baskı), İletişim yayınları, 1987-1988, s.270-271.
"Semavi Eyice", Hürriyet Gösteri, S:200, Ağustos-Eylül
1997, s.56.
"Anıt tarihçi-Semavi Eyice", Historian of İstanbuPs
Monuments, Kasım 1995, s.37-40.
Alpay Kabaçalı, "Bizans
Sanat Uzmanı, Tarihçi, Arkeolog Semavi Eyice-İstanbul Tutkusu",
Cumhuriyet , 10 Temmuz, 1989, s. 16.
"Semavi Eyice", Meydan Larousse, İstanbul:Meydan
Yayınevi, C.4, Yıl: 1978, s.467 Mahmut Şakiroğlu, Prof.Dr.Semavi Eyice
Bibliyografyası, Ankara:Turhan Kitapevi, 1991.
_________________ , 'Trof.Dr.Semavi
Eyice Bibliyografyası", Semavi Eyice Armağanı,
İstanbul :TTOK, 1992.
N. Uluaba, " Semavi Eyice", Eczacıbaşı Sanat
Ansiklopedisi, C. 1, 1997, s.572.
Emsal Sarıahmetoğlu, "Geçmişten Geleceğe Uzanan Bir
ÇınanSemavi Eyice", Sesamos, y.y.
"Semavi Eyice", Skylife , Yıl:13, S:151, Kasım , 1995, s.37-40.
Gökhan Tok, "Sanat Tarihinden Tarihe Bizanstan Osmanlıya
Bilimden Kültüre Semavi Eyice", Bilim ve Teknik , C. 30, S:353 , Ankara, 1997,
s.82-89.
"Semavi Eyice", Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Anadolu
Yayımcılık, 1983, C.4, s.2065- 2066.
Erdem Yücel
, "Eyice, Mustafa Semavi" , İstanbul Ansiklopedisi, C. V
, 1971, s. 5434-5436.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar