Print Friendly and PDF

ŞEN MEMED AMCA [Mehmet Veli Şen]






Sivas, Şah Dedemin yadigârı. Gönlümde Sivas’a biraz sevgi kaldıysa, sebebi O’nun varlığı ve emanet bıraktığı hatıralarıdır.  Romalılar döneminde Tanrı Şehri[1] diye anılan ve Şah Dedemin “Dünyada Türkiye, Türkiye’de Sivas, kıymetini bilin, Gardaşlarım” dediği bu sırlı yurt , bizim için çok kıymetli oluyordu. Çocukluğumuzun geçtiği bu güzide yurttan, ayrı kalsakta ve dönüldüğünde çokta vefalı bulamamışız olması, bizi çok üzmedi. Çünkü şehrin   İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendimle Medine –i Münevvere timsali bir hal ile bize ünsiyet etmesi hep vakidir.[2]
İnsanın çocukluk dönemlerinden kalan unutulmayan hatırası çok olur. Ancak biz hiç çocuk olduğumuzu hissetmedik, diyecek kadar büyükler içinde olunca, hatırlarımızda toplu, oyuncaklı hiç olamadı.  Hayata kırk yıllık adam haliyle başladık dense sezadır. İhvanlar arasında doğmak ve bu hayattan hiçbir şekilde uzak kalamayınca, anlatacaklarımızda yine onlar olacağından, size sohbet şeyhim Şen Memed Amcayı anlatmak ve hatırlatmak istedim.
Bu meyanda ailecek biz her zaman Hacı Hasan Akyol Efendiyi ziyaret ederdik. Gölgesi üzerimizde her zaman vaki olmuştur. Bayram tebriklerine onunla başlamak, önemli hususları danışmak Sivaslının ve bizim adetimiz olduğunu söylersem, kıymetini daha iyi değerlendireceğinizi düşünüyorum.
Hazreti, gördüğümüzde dedem İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiyi hatırlamadan edemezdik. Çünkü onun arada bir Şen Mehmed Efendi ile bize gönderdiği kutu kutu helvaların tadı unutulacak gibi değildi. Ulu Camii Hadimi Hacı Murat Amca[3], Marangoz Rauf Usta Efendi [4] ile bir sohbet olsa önce dedem, sonra Hacı Hasan Efendim gelirdi. İhvanlığın inceliğini ve edeplerini öğrendiğim büyüklerimden  Rauf Usta Efendim her zaman “Hacı Hasan Ağam..” diyerek bir söze başlar ve bir hatırayı bize anlatırken, onun mahviyete bürünmüş haliyle ayrıca bize ârifibillah Hacı Hasan Efendiyi bize sevdirmişti.
Hacı Murat Amca da her zaman;
“Hacı Hasan Ağam biz gidince İhramcızâde İsmail Efendiden size kim haber verecek” diyerek ondan bahseden bir konuyu Ulu Camiinin bir direği dibinde halden hale koyar, saatleri dakikaya çevirir, bizi de mest ederdi.
Çocukluğumuzla başlayan bu sevgi nişanesinden dedemize olan hasretimizi giderdiğim Hacı Hasan Efendimi hayatımı değiştiren birisi olarak yâd etmeden hiçbir zaman kendimi alamamışımdır. Onun Hakk yolunda bana düşen bir payın şekillenmesindeki himmetini ve çileli hayatımı nasıl unutabilirim! İhramcızâde İsmail Hakkı Dedem hakkında gelecekte hazırlayacağım kitapların temelini onun attığını yeni yeni anlamaktayım.
İmam Hatip Lisesi dördüncü sınıfta okurken, edebiyat dersinde vahdet-i vücudu işleyen bir gazelin açıklaması ile başlayan tasavvufun derin konusunu, Hacı Hasan Efendime sormak için evini ziyarete gitmem ile bir ateşin yakılışının gizemi ile o gönüle girmişiz. O zaman Hacı Hasan Efendiye hizmet eden Nureddin Ağabi den daha sonra duyduğumda“Efendinin torunu bize vahdet-i vücudu sordu biliyor musunuz?” diye bizi onurlandırmıştı.
Hacı Hasan Akyol Efendi ihvan arkadaşları arasında ârif-i billahlardan sayılır, edep irfan yönünden hiçbir kimse onun önüne geçirilmezdi. Onun bu hali o kadar ileri gitmiştir ki, yüksek seciyesini bilenler kelâmlarında bu durumu itiraf etmekten kendilerini alamamışlardır. Bu duruma en güzel örnek şeyhi Gavs-ül âzam Hacı İsmail Hakkı kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz Efendinin Hakk’a yürümesinde şahit olunmuştur.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Hazretlerinin son eşi Hafızanne evin hizmetine bakmakta olan Şen Mehmet Veli ile Hacı Hasan Efendi’ye,
“Gelsin ihvana sahip olsun, hatm-i hâceyi de okutsun” diye haber göndermesi üzerine; Hacı Hasan Efendi’nin kelâm-ı şerifi,
“Efendi canım! Bizim değil Efendi’nin oturduğu yere oturmak, onun ayağını bastığı yere ayağımızı basmaya hicap ederiz” olmuştur.
Sivas, ilâhi kaderin iktizasınca İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Şah Dede’mden sonra bir kırgınlık yurdu oldu. Herkes kendini biraz bilen gördü ve görüşlerine uyarak ocak dağıldı/dağıttılar. İşin hakikati sırlanmış gibi oldu–hakikat güneş gibidir, birazda fitneye kaçan bu soğukluk rüzgarı tez esmiş, toplu duran yığını hazan yaprakları gibi savurmuştu.
Bu dönem bizim en çok şansımızın yaver gitmediği, zor geçen bir manevi hayat yolculuğunun bu arada  başlamış olması, yıpranmadan, yıpratmadan kurtuluşun olmayacağı günleri yaşamak kendim açısından zor denecek ve acı olacak kadar fazlaydı. Gerçekten çok zordu. Çünkü herkes bir şey söylüyordu. Bu sıralarda okulu hafızlık için bırakmış olmam ve hıfzı yapmakta zorlanmam bir yana, etrafın baskısı beni epey bir yalnızlığa düşürmüştü. İşte bu ahval ile Ulu Camideki hazirede sırlanmış olan Şah Dedemin başına gelerek derdimizi döker, bir müjde gelmesini beklerdik. Müjdeler insanların anladığı tarzda hiçbir zaman olmadı. Hep yokuşu çıkan bir hamal gibi… hem yükün var ve hemde yokuşun, çıkabilirsen çık denir cinsinden oluşu. Ah dedeciğim…
İşte bu ahval içinde Ulu Camii yakınında bulunan Tosuner Apartmanında meskun Şen Memed Amca benim için bir açık kapı olmuştu. Onun hızlı ve seri konuşması, tarikatın inceliklerini de bilmesi ve halden anlaması da, yegâne tek bir şansım olmuştu. Çabucak büyümüş, zevk edecek bir yeri olmayan, hayatın neşesini almayan ben, onu evine gidip, sohbet etmekten gayri bir şeyi olmayacak kadar sıkıntı içindeyken, o sabırla kapısını açar, bizi garip evine buyur ederdi.
Onun hep tepsiden hazır sofrası vardı. Kahvaltıların en mükemmeli denecek kadar teşkilatlı sofranın üzerinden örtüyü kaldırır, hemen kurardı. Küçük tüpte hemencik  bir çay hazırlar ikram ederdi.
Şen Memed Amcamın, çocuğu olmamış, hanımı da göçünce, hayatın yalnızlığına çilesinine katlanmaya alışmıştı. En büyük saadeti ihvanlar ile oturmaktı. Onunla oturdunuz mu, muhakkak bir sohbet açılırdı. O an için, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendim manen geldiğini, bize dahil olduğunu hissederdiniz. Bende az değilim, biraz geveze, çok bilen, sor babam sor …gibi sormadığım bir şey kalmayacak kadar ona sorar ve cevap almaya çalışırdım. Hani derler ya not alsaydım epey külliyatlı bir eser teşekkül ederdi. Bu arada şunu söylemeliyim, tarikatin inceliklerini ondan duyduğum kadar diğer ekâbirden duymuş değilimdir. Ekabir tayfası acemi ihvanı ve birde çocuklar durumunda olan müptedileri pek sohbete dâhil etmez ve çok konuşmazlardı. Şimdi bazen gittiler diyorum, ellerine ne geçti denecek kadar kırgınım desem az değildir.
Şen Memed Amca, çocukta olsak bizi adam yerine koydu. Evrad-ı Bahaiyye yi okuma iznini verecek kadar himmeti, eli gibi açıktı. Eskiler sülük görmeyene evrâd okuma izni vermezlerdi.  
Yine Niyaz-i Mısri kuddise sırruhu’l-âlî Efendimi, Kuddusi Baba’yı ilk ondan tanıdım.
Kendi hayatının badireleri anlatırdı, birçoğunu bilirim üzüldüğü içime derttir.  Bir gün Hanımı ona çok kızmış, “vaz geçtim, hayattan dedim, yukarı tekkeye gideyim atayım kendimi” diyecek kadar küstüm  ve o niyetle son bir kez Efendi Hazretleri yanına gittim. “Kuş hiç kafese girer mi, huzura düşen kendini avlatır” “mesabesinde, her sıkıntımın çaresazı Efendim beni benden aldı, başka bir Şen Memed eyledi” dedi. Niyetimi düzeltti.
Ne zaman bir vartaya düşsem Efendim bana ilaç oldu demiştir. Yine bir vakit havasa yönelişinde vazgeçişini bana şu şekilde anlatmıştı.
 “Bir zaman havas ilmine rağbetim arttı.  O işlerle uğraşmaya başladım. İşi o kadar ilerlettim ki, odalar dolusu bu işle ilgili kitap topladım. Efendi Hazretleri rüyama girdi.
“Gardaşım! Şen Memet, gel buraya” dedi.  Eline Allah lafzını yazdı. Sonra elifi sildi, 
“Buna ne derler”
“Li’llâh” dedim.  Lamı sildi.
“Bu ne”  dedi; 
“Lehû” dedim.  Yine lamı sildi.
“Bu ne” dedi. 
“Hû Allah’ın İsm-i Hass-ı Efendim” dedim.
“Gardaşım! Biz size Allah Teâlâ’yı öğretmeye çalışırken,  siz çamur katmaya çalışıyorsunuz.  Bu işleri bırak” dedi. Bu rüyanın tesiri ile bü­tün kitapları elimden çıkarıp o işleri bıraktım.”[5]

Şen Memed Amca çok işler yapmış, en son işi adına ilaveten “Camcı Şen Memed” lakap olarak kalmıştı.  Hacı Hasan Efendiye de “Camcı Hoca”derlerdi.
Saf bir zat olduğu şuradan bilirim. –Bana gösterdiği- Elinde borç verdiği bir defteri vardı, Ödemeyen zevat listesi, zannedersem hala ödemediler, borçları üzerlerinde kalmıştır. Kim nasıl tahsil eder diyemem ama, epey insanlar ona borçlu gittiler.
Şen Memed Amca, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendinin emriyle gurbete gitmesi; ihvanlara hizmet etmek; çevre vilayetlere gidip meskun ihvanları ziyaret etmek[6], dersi kadar ders vermek, yapılacak hizmetler için para toplamak[7], sahra sohbetlerinde yapılacak hizmetin alt yapısını hazırlamak çok zaman ona düşerdi. Öyle ki Şah Dedemin torunlar gurubu haçlıkları bitince, Efendiden para istemeye dahi onu vasıta ederlerdi. O kendinde varsa vermeye çalışır, yoksa Efendiye müracaat eder, isterdi. İstemek dünyanın en zebun işi.
Şen Memed Amca hep bu hizmetler ile mücehhez oluşu, melamet ve heyecanlı bir hali vardı. Kendinden duymuştum. Sivas’ın garip zamanlarında Efendi Hazretleri camiye gelince üşümesin diye gece nöbet tuttuğunda halılara sarınarak uyuduğunu ve erken seher çağında sobayı yaktığını, söylemişti. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendimin son hastalığının sebebi sabah namazını kılmak için Sofu Yusuf Camiisine erken gedişidir. Havanın soğuk oluşu ve caminin ibadete geç açılışı ile üşümesiyle hastalanmıştır.. Hz. Ali kerremallâhü vecheh ve radıya’llâhu anh Efendimi nasıl camiye gelirken yediği darbe şehit ettiyse,  bu sefer sünnetullaha uygun olarak kader, soğuk hançeriyle Efendi hazretlerini yaraladı. Ondan sonra Efendi Hazretleri bir daha camiye gidemedi. Hastalandı ve şehit oldu.
Şen Memed Amcayı severim, benim hem sohbet Şeyhim, hem arkadaşım idi. Tabiki üniversite eğitimi ve gurbet takdiri bizi Sivas’tan bir zaman uzak kılmasıyla görüşme trafiğim azalmış oldu. Kader bizi tekrar Sivas’a getirdi. Fakat olmadık ve istenmedik bir hal ile, son bir defa daha görüşmüştüm. Bana dert yanmıştı.  Kendisinin “dersin ve yolun kadar izinlisin” diye Efendimden aldığı vazifesini yaparken, etrafındakiler dağılmış, çok az bir insan kalmıştı. Genelde etrafında hanım ihvanlar çoğunlukta idi.
Şen Memed Amca aramızdaki manevi bağı bilirdi. Eski hatıramızdır. Şöyle ki; bir gün aklına gelmiş, İsmail genç çocuk, bize gelip gidiyor, bunun hikmeti nedir, dediğinde geceleyin bir rüya görür, İhramcızâde İsmail Hakkı Şah Dedem “ben gönderiyorum”, dediğini bilirdi.  Biraz da ben sırlarına ortak olduğumdan bir gün yanıma gelip danışmak istemiş. Ayrıca insan psikolojisini iyi bildiğimi iddia edecek kadar, kafa yoran, kitap karıştıran benim durum, kelli felli keramet ehli adamlara taş çıkartacak kadar biraz halden anlar kılmıştı. Aramızda şu konuşma geçti. Bunun şahiti vardır.
Şöyle ki; 1993 yılında geçen konuşmamızda bana
“Artık ihvanlarım beni terk etmeye başladılar” dedi. Bende ona
“Dedemden izin aldığını biliyorum. Ancak rabıta konusunda İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiyi terk etme, gerisine karışma, “dedim. Çokta fazla bir şeyde konuşmadık  ve ayrıldık. Ertesi gün Şen Memed Amca  tekrar yanıma geldi. Bana
“Bu gece Efendi Hazretleri ile görüştük. İsmail’in sözlerini tut, dedi”Sonra
“Bana başka bir sözün daha var mı?” deyince
“Ben kimim ki, size ne söz söyleyeyim” demiştim.”
Sonra ben kaderimin acısı gereği yine toplumdan ayrı düşmüştüm. Sonraları duydum ki Şen Memed Amca beni çok aramış. Görüşemedik. Bu ara hastalanmış ve âlem-i cemale göçmüş. Garip bir insanda olsa sevenleri vardı ve kabrini yaptırmışlardır. Allah Teâlâ onlardan razı olsun. Amin
Şen Memed Amca, güzel insandı. Sevimliydi. Kızdığına kızacak kadar kuvvetli değildi.  Çok kişide hakkı kalarak gitti. Şimdiki zamanlarda onu unutan çok olabilir. Ancak ben hiç unutmayacağım. Şah Dedemi bana öğreten sohbet şeyhime vefa olsun diye bu harfleri dizmeye yönelen kalbim, şunu itiraf eder ki:
Birçok şeyh ve müsveddesini tanıdım. Onlar içinde bir kısmından daha fazla hizmet ettiğini, tarikat yolunu yaşadığını ve meccanen usulü öğrettiğini bilirim.
Emanet olarak bıraktığı bir eser, Evrâd-ı Bahâiyyeyi Latinize şekilde bastırmıştır. Bana derdi ki, her şeyh bir kere bu evradı bastırmalı, bu onun izinli oluşuna işarettir. Silsilede bütün ekabir bu evradı bastırmaya gayret etmiştir. Ayrıca hazırladığı eserin içinde tarikat dersleri ile ilgili konular olması ve şiirleri açısından önemli bir risâledir.
Hulasa az bir kısmını aktardığım güzel hayatına, Allah Teâlâ katında veli kullarından olduğuna şahitlik ederim.
Şen Memed Amca iyi adam ve şeyhdir.
İhramcızâde İsmail Hakkı Altuntaş
Âdem tabiatlı melek sîmâlı
Şah olursan sana gedâ bulunur

Her kim güler yüzlü hem dili tatlı
İşte anda lutf-ı Huda bulunur

Pehlivanlık edip nefsin yıkarsan
İmanın nurundan şem’a yakarsan

Musa gibi, Tûr dağına çıkarsan
Sana Hak dilinden nida bulunur

Kâl ü belâ ikrarını güdersen
Onda olan borcu bunda ödersen

İsmail gibi, canın kurbân edersen
Sana gökten inen kurbân bulunur

Hakk’a talip isen hizmet et pîre
İkiyi terk edip ere gör bire

Hâk edip yüzünü süre gör yere
Candan vazgeçince cânân bulunur

Eğer ki, başında aklın var ise,
Hak yoluna sarf et malın var ise,

Geceler sııbha dek derdin var ise,
Bülbül gibi, zâr et gülzâr bulunur

Başında var ise, sa’âdet tacı
Ka’be’ye varmadan olunmaz hacı

Olmak istiyorsan gürûh-ı nâcî
Her derde sabreyle derman bulunur

Hâkikat şehrinin dışında durdun
Şen Veli der bunda ne haber sordun
Denizde mermer taş içinde kurdun
Ağzında yeşil ot gıda bulunur

Mehmet Veli ŞEN

***
Cümle âlemlerin sultanı sensin
Mürşidi azamsın kutbu cihansın
Peygamber vekili ahır zamansın
Sözlerin Kur’an’dır hem tercümansın.

Alim cahil demez sohbet edersin
Hakkın kullarını hep bir tutarsın
Bir nazarda halden hale toylarsın
Fuyuzat mahzeni hem menbâsın.

Güneş gibi, doğdun ahîr zama na
Hakikât nurunu yaydın cihana
Münkir dahi gördü geldi imana
Mahbubu rahmanın armağanısın.

Aklın haddimi seni bilmeye
Dil takat getirmez vasf eylemeye
Himmetin kâfidir şükreylemeye
Görünmez dertlerin dermanı sensin.

Şeş cihetten senin nurun görürüm
Aşkına şevkine hayran olurum
İndinde kurbana hazır dururum
Gönlümün kıblesi hem Kâ’besisin.

Bu söz senden değil Şen Mehmed Velî
Dostun kendinedir kendi sözleri
Hiç bir şeye değişmem ben o dilberi
Canımın canısın hem cananısın.

Mehmet Veli ŞEN

***
Şeyhimin illeridir Sivas illeri,
Görünce şâd eder her gönülleri

Hava ile suyu cihanda yoktur
Nimetle doludur güzel yerleri

Örtülüpınar’dır semtinin adı
Taşlı sokak’tan gider beytin yolları

İhramcızâde’dir İsmail Toprak
Tarîkatlar şeyhi Nakşî’nin mutlak

İhyayı uluma memur etmiş Hakk
Evliyadır onun hep ihvanları

Sünnettir evkatı şer’iyye işi
Zikr-ü teşbih olur cümle teşvişi

Daima sohbettir her işin başı,
Hak yola sevk etmiş Rabbim onları

Perişan kapında Şen Mehmet Velî
Eşiğine baş koydu yerde yüzleri.

Rasûlün aşkına affet kemteri
Kapında bekliyor döndürme geri.

Mehmet Veli ŞEN

Sesini bu linkte olan kayıtta azda olsa bulabilirsiniz.



[1] “DÜNYADA TÜRKİYE, TÜRKİYE’DE SİVAS”
Sivas şehri isminin, Romalılar döneminde “Dio-polis”yâni “Tanrı şehri”anlamındadır. Selçuklular, Sultan Alaeddin Ertana zamanında Sivas şehrinin ismi, “Yücelik Beldesi”anlamına gelen “Dâr’ül âlâ” idi. (ÖZ, Mehmet Ali, Bütün Yönleriyle Gürün İlçesi Tarihi Ve Coğrafyası, Sivas, 2002)
Bu meyanda antik dönemde Diaspolis (Tanrı Şehri) diye anılan Sivas’ın mazhariyetinin devamı için Şems ed-dîn Ebûs-Senâ Ahmed b. Mehmed Sîvâsî kaddesellâhü sırrahu’l aziz Efendi (vefat: 1009/1600) İbret-nümâ (Terceme-i İlahi-name-i Attar) manzum eserinde Sivas şehri halkı için yaptıkları duada buyurdular ki;
1.   o    Kitabın bitmesine Sivas mekân olduğu için onu anmak gerekir.
2.   o    Halkına dualar edeyim, yüce dergâha yakarışlarda bulunayım.
3.   o    İlahi, aşk ehline sefalar, dertli olanlarına devalar vermeni dilerim.
4.   o    Seni isteyenlere Seni, daha azını isteyenlere de Seni ver.
5.   o    Perdeleri olanların perdelerini kaldırmanı,  manevi yolculuk yapanların kapılarını açmanı dilerim.
6.   o    İlim ehline faydalı ilim, gözyaşı ve kalp hassasiyeti vermeni;
7.   o    Yöneticilerine adalet, şefkat ve güvenilir olmalarını nasip eylemeni;
8.   o    Şehir halkını sel ve depremden, hata ve batıla kaymaktan muhafaza kılmanı;
9.   o    Yardımınla büyük başarılar nasip etmeni, Habibinin yoluna onları ulaştırmanı;
10.o    Fakir olanlarına sabır ve kanaat, zengin olanlarına cömertlik ve eli açıklık nasip etmeni dilerim.
11.o    İlâhi, beylerine barış ve huzur vermeni, son anlarında kurtuluşa kavuşmayı nasip etmeni;
12.o    Günahkâr olanlara, ey tövbeleri çok kabul eden, doğruyu göstermeni, tevbe nasip etmeni niyaz ederim
13.o    Duamız bu şehirde yaşayan erkek ve kadınların büyük ve küçüklerin hepsi içindir.
14.o    İlâhi! Onları Habibinin mesajını alanlarından eylemeni; Hepsini hak olan işi söyleyenlerden eylemeni;
15.o    Salih amel, zühd ve iman ile ya rabbi onları bu dünyadan göçürmeni;
16.o    Bizi Firdevs cennetlerinin en üst makamlarında bir araya getirmeni;  Faziletinle tecellilerine ulaşanlardan eylemeni diliyorum. Âmin.
Yine Gavs-ül Âzam İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi buyurdular ki;
“Dünya’da Türkiye, Türkiye’de Sivas’ın kıymetini bilin.”

[2] “Biz, Mekke ile Medine’yi burası yaptık.”
[3] Mahlası Çelebi ve Çavuş idi. Küçük yaşta sırtında semaları seyrettiğimiz Murat Amca ve Hesna Teyze bizim çocukluğumuzun ve gençliğimizin en güzel hatıralarıydı.
  [Kendisine aşırı ihtiram gösterilmesinden hoşlanmayan ve kendisini Allah`ın en aciz kulu olarak gören Murat Amca, bazen elini öpen gençlerin hemen ardından, o da onların elini öperek bir tevazu örneği sergilerdi. Camiye cemaate gelen gençleri “Bu gençler var ya, bunlar melek, melek!” diyerek namaza ve ibadete teşvik eden Murat Amca, bir gün kendisini ziyarete gelen Mustafa Şimşek adlı bir talebenin, kendisinden dua talep etmesi üzerine ona plastik bir cismi işaret ederek şöyle öğüt verir:
“Duaları Allah-u Zül Celal mutlaka kabul eder. Sen şu demiri iyice nar gibi kırmızı oluncaya kadar kızgın ateşte ısıtırsan, iyice bir yakarsan, bak şu plastiğin üstüne bastırdığın zaman `coooosss!` diye içine girer. Sen de hele bir farzlarını, nafilelerini güzelce eda et, samimiyetle Cenab-ı Allah`ı zikre devam et, geceleri teheccüde kalkıp yalvar yakar, gündüzleri orucunu tut, hâsılı kelam şu kalbini o demir gibi iyice bir yak da gör bakalım duaların nasıl kabul oluyormuş.”
Yine bir defasında kendisini ziyaret eden nişanlısından ayrılmış ve bu ayrılmanın sebebini sihir veya büyü olduğunu zanneden sıkıntılı bir gence henüz daha halini dinlemeden şöyle demiştir:
“Allah çalışanları sever, çalışmak çok güzel bir şeydir. Sevdiği için, çalışanlara hep verir. Şurada bir tane gariban bir adam var, tanımam etmem, parasız pulsuz fakir birisi… Benden sebze arabasını istedi, `üstünde bir şeyler satacağım, çalışacağım` dedi. Ben de `madem çalışacaksın al götür` dedim. Allah da öyle işte, çalışacağım dersen sana verir.” Bu konuşmadan sonra “ben dersimi” aldım diyen genç adam sorunun büyü veya sihir olmadığını, asıl sorunun `işsizliği` olduğunu anlar.
Sivaslı kuyumcu Ahmet Nalbant, bir gün İhramcızâde Hazretleri`nin türbesinin önünde oturmaktayken, orta büyüklükteki siyah sevimli bir köpeğin, tıpkı ziyarete gelen insanlar gibi türbenin kapısının önüne gelerek hiç kıpırdamadan beş dakika kadar bekleyip gittiğine şahit olmuştur. Kuyumcu Ahmet, o makama saygı duyarak orada dua eder gibi bekleyen köpeğin bir müddet sonra Murat Amca`nın oturduğu, caminin bahçesindeki odanın önüne gittiğini ve kapının önünden Murat Amca`nın ayakkabısının birini alarak bahçeye bıraktığını söyler. O esnada oradan geçen birisi ayakkabıyı alarak Murat Amca`ya geri götürür.
Bu olaya şahit olan Kuyumcu Ahmet, o anda “Bu köpeği bu türbeye çeken şey neydi acaba, aklım almıyor? Beni ne çekiyorsa onu da o çekiyordur herhalde. Şakacı köpek dikkat çekerek Murat Amca`nın teveccühünü mü arıyordu acaba?” diye içinden geçirdiğini anlatır.
Kuyumcu Ahmet Nalbant, bir keresinde Murat Amca`yı ziyarete gittiğini ve Murat Amca`nın kendisine ağlamaklı bir şekilde şunları söylediğini nakleder: “Aha geldim gidiyorum ben. Sana getireceğim bir amelim de yok, boynum bükük Allah`ım. Yarın huzur-u mahşerde ne yaparım?` Bu sözlerden sonra `Nazar ber kadem; yani göz ayakta olacak. Bu kaide bizde çok önemlidir” diye hatırlatmalarda bulunduğunu ekler. Hâsılı kelam Sivas`ın Murat Amca`sı İhramcızâde`nin sağlığında onun en yakın yardımcılarından birisiydi. Kendisi “Biz onun çavuşuyduk” diyerek bunu ifade eder. (Kaddese’llâhü sırrahu’l azîz)] (Aydın BAŞAR, Erişim;02.03.2010)
[4] Abdurrauf AÇIKALIN. Muhterem bir kişi olup Hacı Hasan Akyol Efendi onu edebinden dolayı çok sever ve değer verirdi.
[5] Lafza-i Celâl: Allah – İsm-i celâl, yâni şerefli “Allah” kelime­si, doksan dokuz ismin en büyüğüdür. Bir kimse “Yâ Allah!” de­rse Hak Teâlâ Hazretlerini bütün sıfatlarıyla yâd ve bütün fiille­riyle zikretmiş olur. Fakat “Yâ Rahman!” dese yalnız rahmet sı­fatıyla anmış olur. Diğer isimlerde böyledir. Bu lafza-i celâl Allah Teâlâ’nın has ismidir, hiçbir şeyden türemiş değil­dir. Bu doğru görüş İmam Halil’in, Sîbeveyh’in, usûlcülerin ço­ğunluğunun ve fukahanın görüşüdür.
 (AYNÎ, Mehmet Ali, Tasavvuf Tarihi, sadeleştiren H. Rahmi YANANLI, İstanbul, 2000 s. 231–232)
[6] Bir gün Şen Memed Amca’ya nerelisin dediğimde bana şunu anlattı. Efendi Hazretlerine de benim memleketi sordular, O da, “Türkiyeli”demişti, dedi. Aslen Gürünlü olan Şen Memed Amca bu hizmetinden dolayı bu lütfa mazhar olmuştur. 
[7] Ulu Camii Hakkında hazırladıkları yardım broşüründe yazılan şu anekdot çok önemlidir. 
“Dünya üzerinde altı mescit vardır.
1- Beytullah,  2- Ravza-i Mutahhara 3- Kudüs-ü Şerif 4- Şam’da Camii Emeviyye’de Mescidi Yahya,  5- Halep’te Mescidi Zekeriyya,  6- Sivas Ulu Camii. Bu bir Hâkikâttir,  biz böyle kabul ettik.”

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar