Print Friendly and PDF

SEVGİLİ HIRSIZIMA

Bunlarada Bakarsınız



Hâkimest yef‘alullah-ı mâyeşâ
O zi ayn-ı derd engîzed deva
“Allah Teâlâ hâkimdir, istediğini yapar;
o, derdin içinden deva çıkarır”
(Sâmiha AYVERDİ,
Âbide Şahsiyetler, İst. 1976, s.10)
Hakikât ehl-i her yaptığı şeyinde hayır zuhur eden demektir. Onun hayrı zaten hayırdır, hatalı işi de hayra döner. Onlar bülbül gibi tuzağa düşerler. Ancak evin başköşesinde yer tutarlar. Bülbül, düştüğünde düşüreni bilir, üzülmez namelerini yazar durur. Eğer onu eve aldıysa biri dinlemek için susuverir.
Ey gizli gizli gelen hırslı nefis, helalinden haramından gıda yersin,  ama yemek zevki  bir çiğnemde bitmiştir. Sonra karnın ağrıyınca atmaya kalkarsın.
Hakikât ehl-i dünya geldi, fakat eğlenmediler. Derdin içinde dermanı gördüler. En büyük tuzak kurucu Allah Teâlâ dır. Kulundan hiçbir zaman vazgeçmez, gönüllerinde tuzak kurar. Hakikât ehl-ide adamları olunca, kullarına yardımda bilerekten bilmeyerekten bu tuzaklarda yem olurlar. Kimine yoldan, kimini karşıdan.  Eğer biri onlara bulaşırsa, kokucu dükkanına giren adam gibi olur. İllaki kalplerine bir sevda düşer.
Sâdi Şirâzî Gülistanda der ki,
Bir gün hamamda sevgili dost,
Bana bir parça güzel kokulu kil verdi.
O kile “Misk misin yoksa anber mi?
Kokunla kendimden geçtim” dedim.
Kil bana şöyle cevap verdi:
“Ben adi bir kil idim. Bir zaman gülle haldaş oldum.
Güzel kokusu bana sindi.
Yoksa bildiğin basit bir toprak parçasıyım.”
Allah Teâlâ günlerce kulunu ezanla çağırır gelsin diye. Gelmeyeni Allah Teâlâ bile zorla getirmez. Ancak bu kullarıyla tuzağa düşürür. Onlarda ayağıyla gelene de neden yok desin ki. Gelsin ona da bulaşsın bu gül kokusu derler. Hırsız eve girdimi, mahremi gördü mü gerdeğe girmek isteyen damat gibi aklı başından gider. Düşünmediğini düşündüren o güzel kokuya kendi de kaptırır gider. Neden girdim ki, evin içinde dünya malı eden bir şey yok, makam yok, bomboş, birde üstüme bu koku sindi der, durur.
Bu dünya üzerinde çeşitli müşküllerin görülmesi, perde arkasından hakikâtin suretlerinin gidip gelmesi hadisesidir. Dışarıdan bakanlar, suretin hareketine irade isnat ederler. Ama duruma vâkıf olanlar, hemen her meseleyi ilâhî iradeye havale eder, tedbir alma sıkıntısından halâs olmuşlardır. Vakti gelince zarurî olarak sıkıntılar gelir gider, engel olmak mümkün değildir.

Tedbîrini terk eyle, takdir Hudâ’nındır.
Sen yoksun o benlikler hep vehm-ü gümânındır.
Birden bire bul aşkı bu tühfe bulanındır
Devrân olalı devrân Erbâb-ı safânındır.
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Şeyh Galib kuddise sırruhu’l-azîz

Evliya derecesini bulmuş bir zat varmış. Kürsüye çıkıp vaaz ederken daima:
“Yâ Rabbî, hırsızlara haramilere rahmet kıl!” Diye dua edermiş. Sebebini sormuşlar. Cevaben:
“Ben Bağdatlı bir tüccardım, çok zengindim ve iyiden iyiye dünyaya dalmıştım. Bir gün sahradan geçerken, kervanımın birini haramiler soydu. Bu vak’adan biraz aklım başıma gelir gibi oldu. Bir başka geçişte, malımın bir kısmını daha gasbettiler. Üçüncüde ise, tîg u teber şâh-ı levend on parasız kaldım. Bu suretle aç ve bî-ilâç kalınca bir tekkeye iltica ettim.
İşte orada Allah’ım bana bir kâmil mürşit ihsan etti ve bu devlete nail oldum. Bu nimete o haramîler yüzünden eriştiğim için onlara hayır duâ ediyorum,” demiş.]
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, hzl: Sâmiha Ayverdi, İst, 2000, s.86)

Hakikat ehli hırsıza neden dua etmesin. Hırsızlar yapılması zor işi yaparlar. Allah Teâlâ ellerini kesin dediği, maddî heveslerini  kesin demektir. Bu hırsızlıkla manevî tarafları kalmıştır. Allah Teâlâ’nın kaderini kimse değiştirmez. Ancak onların himmeti Hazreti Pirimin Mesnevi´de buyurduğu gibi;
“Allah Teâlâ canibinden evliyanın öyle bir kudreti vardır ki atılmış oku yolundan çevirirler.”
 (Mesnevî-i Şerif, c. I, b. 1669)
Hırsızıda mürid ederler. Hangi eğri adam doğrunun kapısına varmak ister ki, hiç sarhoş gördün mü mollayla arkadaşlık edebilsin.
Ey zahid meyhanenin yolunda durmazsan kaç tane sarhoş arkadaşın olur ki. Bir kişiyi kurtarmak bütün dünya insanına hayat vermek değil mi? Zahitlerle arkadaşlık kolaydır, itibarı vardır. Nefsin dahi hoşuna gider. Ancak düşmüşlerin derdini kim dinleyecek ki?
Hâfız, meyhanede Pîr-i Mugân'a boşuna hizmet etmedi. Günahkârla beraber günaha batsa da de o geldiği yolu bilirdi. Sarhoş arkadaşını kendine sevgili yaptı peşinden de çıkarıverdi. O da onunla daha önceden bilmediğini öğrendi/ başkalarına öğretti. O beyazı siyahı da iyi bilirdi.
Demirci zenci olursa yüzü, dumanla isle aynı renktedir.
Fakat beyaz adam demirciliğe kalkışırsa yüzü yer, yer kararır, kızarır.
Bu takdirde de günahın tesirini derhal anlar da ağlayıp sızlamaya başlar  ve “ Aman Yarabbi” demeye koyulur.
Fakat bir adam, günahta ısrar eder, kötülüğü kendine sanat edinir, düşünce gözüne toprak saçarsa, artık tövbe etmeyi bile aklına getirmez; o suç gönlüne tatlı gelir; böyle böyle nihayet dinsiz olur gider.
O pişman oluş, o “Yarabbi” deyiş ondan zail olur, gönül aynasının yüzünü beş kat pas örter.
Paslar, demirini yemeye gevherini yok etmeye başlar.
Beyaz bir kâğıda yazı yazarsan o yazı, kâğıda bakar bakmaz okunur.
Yazılı kâğıda bir yazı yazarsan okunur ama iyi anlaşılmaz, insan yanılabilir.
Çünkü o karalanmış kâğıt üstüne kara yazı yazıldı mı her iki yazı da körleşir, hiçbir mânası kalmaz.
(Mesnevî-i Şerif, c.II ,3375-3389)

Ey şeyh, hased edeninde çıkar, seveninde. Davud'un adı peygamberlikte yazıldığında demirciydi. Sanatı ona yazılmış bir kaderdi. İnsanlar o haliyle de onu sevmişlerdi. Peygamber olunca da.
Demirci, demir döverken yırtık pırtık bir elbiseye bürünse halk yanında itibarı eksilmez ki.
Şu halde kibir elbisesini bedeninden çıkar.
Bir şey belleyip öğrenme hususunda aşağılık bir elbiseye bürün.
Bilgi sahibi olmanın yolu sözledir.
Sanat bellemenin yolu işle.
Yokluk istiyorsan o, konuşup görüşmeyle kaimdir.
Bu hususta ne dilin işe yarar ne elin.
Can yokluk bilgisini bir candan beller.
Bu bilgi ne defterden bellenir, ne dilden!
(Mesnevî-i Şerif, c.V, b.1060-1064)
İhramcızâde İsmail Hakkı
Belirmez Ârifin nâm-ü nişânı,
Değil irfân,  filân ibn-i filânı,
Yerin terk edenin yoktur mekânı,
Hakîkât ehlinin olmaz nışânı.

İzi yoktur ki izinden biline,
Dahi tozmaz ki tozundan biline,
Sen anı sanma sözünden biline,
Hakikât ehlinin olmaz nişânı.

Ne denli var ise âlemde evsâf,
Sıfatlanır ânı bil ehl-i â’raf,
İnâd ehli değilsen eyle insâf,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Sen anın sabr u şükrünü sorarsın,
Bulamazsın o vasfıyla yürürsün,
Bilindi kim nişânını ararsın,
Hakikât ehlinin olmaz nişânı.

Kubâb-ı Hakk-ta mestur olan erler,
Sıfât-ı halk içinde görünürler,
Ne doğarlar onlar ne dolanurlar,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Gazab şehvet iki ayaktır anlar,
Binip üstünde seyyâh oldu canlar
Bularla çıktılar arşa çıkanlar,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Ne kim âfâkta hor görmezse ârif,
Vücûdunda da olmaz anı sârif,
Anın için der bunu ehl-i maârif,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Görünse taşradan bir vasf-ı fâil,
İçinden de biri olsa mukâbil,
Yakına yardım eyle olma hâ’il,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Anı uran urur ağlatmak için,
Ya gayret gösterir darlatmak için,
O da ağlar darılır çatmak için,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Nefessiz dünyada bir harf dirilmez,
Nefes de harfe boyanır arılmaz,
Şu kim Hakk-tan gelir cânâ yorulmaz,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Cihanda bir gürûh olmaz ki ey cân,
Bulunmaya içinde ehl-i irfân,
Olur mevsûf sıfatlar ile her an,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Kimi şâdân,  kimi nâşâd olurlar,
Kimi üstâd,  kimi nerrâd olurlar,
Niceler sûretâ cellâd olurlar,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Şerîatle olursa ger ol ef’âl,
Dime ana ki bu gâyet bed ef’âl,
Şer’i red etmese sen de kıl ikbâl,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Ne kim mevcûd oluptur bu cihânda,
Ger işlense kamu yerli yerinde,
Bahâne bulamazlar hiç birinde,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Niyâzî ye gelir her gayb u hâzır,
Görünür cümle a’râz ve cevâhir,
Nişâniyle olur herbiri zâhir,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar