ŞEYH BEDREDDİN ve PRESOKRATİKLER
Ankara Meydan
Savaşından (1402) sonra, Osmanlılarda yaşanmış Fetret döneminde, dört kardeş
şehzadeden Musa Çelebi'nin yanında önemli politik faaliyetler göstermiş, hür
düşüncesinden daha çok, bu politik eylemlerinden dolayı, XV. yüzyılın ilk
çeyreğinde idam edilmiş olan ve tarihimizde Şeyh Bedreddin adıyla tanınan Sayh
Badr al-dîn Mahmûd bin İsra'îl bin 'Abd al-'Aziz'in önemli felsefî, daha
doğrusu tasavvufî düşünceleri "Varidat" adlı eserde toplanmıştır.
Arapçadan
V.R.D. (و ر د ) kökünden türetilmiş olup, diğer manalarıyla
beraber, cezbe (extase) halindeki kişinin coşkuyla söylediği söz anlamına gelen
"Varidat" müellifin eseri değildir. O, büyük bir ihtimalle
değişik vesilelerle Şeyh Bedreddin'e sorulmuş olan çeşitli tasavvufî sorulara
kendisinin vermiş olduğu cevaplardan müteşekkildir.
Sokrat'tan
önce, yaklaşık olarak 650-400 yılları arasında, Ege Havzası etrafında yaşamış
olan, Antik Çağın Kosmologik filozoflarını, başka bir deyişle Presokratik
(Sokrates öncesi dönem) leri, birkaç altbölümler halinde gruplamak mümkündür;
mensublarına Aristonun Fizikçiler veya Tabiatcılar adını verdiği Milet okulu,
İonia'da başlı başına bir ekol olan Heraklit, Flsagorcular, Elea ve Abdera
okulları gibi.
Çalışmalarını
genellikle "Tabiat" üzerinde, daha açıkçası varlık ve oluş üzerinde
yoğunlaştırmış bulunan Presokratiklerin eser yazmış oldukları bilindiği halde,
birkaçından kalma fragmentlerin (parçalar) dışında, hiçbirinin eseri tam olarak
günümüze kadar ulaşmış değildir.
Tarih yönünden,
aşağı yukarı kendisinden 2000 yıl önce gelmiş olmalarına rağmen, Şeyh
Bedreddin ile Presokratiklerin "Varlık" konusundaki düşünceleri ilk
bakışta şaşılacak derecede birbirine benzemektedir. Böyle bir
benzerlik, görünüşte de olsa, bizi bu iki düşünce arasında karşılaştırma
yapmaya âdeta zorladı.
Ahiret
işlerinin avamın sandığı gibi görünen âlemde değil de, ruhlar âleminde olduğundan,
cahillerin düşündüğü gibi olmadığını ileri süren Şeyh Bedreddin[1],
bu fikri ile bizi Heraklit ile Elea okuluna mensup Parmenid arasında tartışma
konusu olan iki âlem anlayışına götürüyor. Bir ırmak gibi, her şeyin akış ve
oluş içinde olduğunu kabul eden Heraklit'e göre iki âlem vardır, daha doğrusu "varlık"ın
iki görünümü vardır:
Birincisi; beş duyu ile
algıladığımız ve bize değişmiyor gibi gelen görünüm veya görünüşler âlemi, diğeri
ise; akılla idrak ettiğimiz ve sürekli değişen veya gerçek âlem.
Parmenid de aynı
şekilde iki âlemi kabul eder. Ancak, beş duyu ile algılanıp Heraklit'in değişmez
dediği görünüşler âleminin Parmenid, beş duyunun yanılgısı olarak değişir gibi
göründüğünü, akılla idrak ettiğimiz âlemin ise; değişmez, gerçek bir âlem
olduğunu söylemektedir.
Felsefe
tarihinde önemli ilk felsefî tartışma konulardan biri olarak sayılan iki âlem
anlayışı, Şeyh Bedreddin'in "Vâridât"in ilk sahifelerinde daha da
belirginleşmektedir.
"Huri,
köşkler, ırmaklar, ağaçlar, meyveler... ve benzerlerinin hepsi hayalde
gerçekleşir, duyumlarda değil. Cin de öyledir ve adı bunu doğrular. Çünkü
duyumlardan gizlenmiştir. Onu gören dışta gördüğünü sanır.
Oysa hayal kuvvetiyle görmüştür; gördüğü gerçek değil".[2]
"Varlık"ı
hareketsiz, değişmeyen, bölünmez ve bir "Bütün" olarak gören,
dolayısıyla boşluğu kesinlikle kabul etmeyen ve her şeyi "Bütün"ün
içinde, "Bütün"ünün de her şeyde olduğunu söyleyen Parmenid'in
bu düşüncesi "Vâridat"ta şu ifadeyle anlatılmıştır:
"Tümün
değişik biçimleri, yine tümün kendisindedir. Demek İstiyorum ki, bütün
varlıklar her şeyde vardır, belki de her zerrede. Tohumda, bütün ağacın
bulunduğu ve ağacın her yerinde tohumun oluştuğu görülmüyor mu? Çünkü ağaç,
tümü ile meyvede vardır; tohumun da içinde ağacın bütünü vardır ki ağaç bundan
türer. Bunun gibi, varlıklar da asıllarında belirirler; bu asıl da bütünü İle
bu varlıkların her birinde; her varlık da her zerrede... Bununla, ermişler
için bir sır çözülür: Bütün, her insanda vardır ama perdelenmiştir. Bu perde,
İnsanın kendi nefsine açılmasıyla kalkar" [3]
Esasında, bazılarına göre Elea okulunun gerçek kurucusu olarak kabul edilen Xenophanes'in düşüncesi
yakından incelenecek olunursa yukarıda karşılaştırmaya çalışılan iki fikir
daha iyi anlaşılacaktır.
Xenophanes'in
düşüncesine göre; görünüşte her şey değişir. Fakat, bütün bu değişmelerin
arkasında değişmeyen, başka bir ifadeyle değişen dünyanın karanlık örtüsü
arkasında değişmeyen ve sonsuz olan bir öz vardır; bu Evren'dir, Tanrı'dır. Tanrı her şeyi görür, duyar ve düşünür. Kendisi hareketsiz olduğundan
düşüncesi ve aklıyla her şeyi yönetir.
Sonsuz ve sınırsız olan Tanrı,
tabiat ile aynıdır. Fakat, Xenophanes yine de insanın
Hakikat'ı kavrayamadığını, ancak O'nu andırana ulaşabileceğini söylüyor.Biri,
tesadüfen doğruyu söylemiş olsa bile, onun doğruluğunu henüz kesin olarak kendisi de bilemez.
Xenophanes'e göre hiç bir yerde
tahminden başka bir şey
yoktur. Ona göre tabiat ile aynı olan Tanrı, şeffaf bir küre şeklindedir.
Şeyh Bedreddin,
ebetteki bu konuda böyle düşünmüyor. O,
Tanrı'yı, İslâmî bir ifadeyle "Hakk"ı tabiattan, yani "tüm"den tamamıyla ayrı tutuyor ve de O'nun bir fiil olarak gördüğü işkence, acı gibi kötülüklerle, güzel ve
lezzet gibi iyilikleri Tanrı'nın izafi bir şekilde tabiata inişleri olarak
görüyor.
Bu düşünce,
Anaxagoras'ın
Tanrı olarak kabul ettiği Nous (akıl)
anlayışını hatırlatıyor. Ancak
şu farkla ki, Anaxagoras'ın felsefesinde ilk İlke (arché) ilksiz ve sonsuz küçük parçacıklar (spermatalar)dır. Hareketsiz duran bu
parçacıklara ilk hareketi
veren, kendileri gibi ezelî ve ebedî olan, fakat kendilerinden ayrı, daha
doğrusu onlara aşkın olan bir güç vardır
ki, buna Anaxagoras "Nous" adını veriyor. Parçacıklara ilk hareketi Nous'a verdiren Anaxagoras, artık oluşu,
O'nun müdahalesi olmaksızın kendi halinde bırakıyor. Açıkça görüldüğü gibi,
Anaxagoras felsefesinde, Antik Çağ felsefesinin tipik özelliği olan dualizm
hâkim olduğu halde Şeyh Bedreddin'de. Tanrı "tüm"ün
dışında fakat izafi olarak "tüm"ün içinde görüldüğünden vahdet-î vücud anlayışı vardır
denilebilinir.
"Varlık"
olarak Hakk vardır ve başka bir varlık yoktur; özlenecek tek varlık "O'dur" ve "Yüce Hakk'ın özünde, görünme eğilimi
vardır. Bu eğilim, varlıkların küçük parçalarından belirmekten başka bir yoldan gerçekleşemez" diyen Bedreddin'in düşüncesini İsİâmî vahdet-i vücud görüşü
içinde mütalaa etmek mümkündür. Çünkü o, "...şu halde karşı ve çelişik de olsalar, O, bütün varlıkları kapsar. Çünkü her şey, varlık kavramının içindedir. Karşıtlık Hakk'-tan
uzak olan aşama ile ilgilidir. Buna karşılık, aşamada Hakk vardır. Batıl da, var olduğu için
haktır; batıl olması izafidir. Bütün
aşamalar, cisimler âleminde toplanmıştır. Cisim ortadan kalkarsa ne kurallardan, ne de başka soyut varlıklardan bir iz
kalır"[4], demiştir. Ancak, vahdet-i vücud anlayışı içinde
de pek açıklığa kavuşturulamayan
bir konu olan ve inkar ediliyormuş duygusunu veren Bedreddin'in kevn
ve fesad (creation et corruption) anlayışını ortaya koyan
"Bilesin
ki; oluş ve bozuluşun başlangıcı ve sonu yoktur. Dünya ile ahretin ikisi de
izafidir. Görünmekte olan, geçici dünyadır; gizli olan da ölümsüz ahret. İkisi
de ilksizden beri vardı ve sonsuza kadar var olacaktır" [5]
düşüncesi ile "Evren cinsi ile türü ile varlığı ile salt olarak ilksizdir.
Sonradan var olmuşluğu, zamanla değil, özle ilgilidir (zatîdir). Karşıtlıklar
Hakk'tan doğar"[6]
sözü bize Anaximandros'un apeiron'u (sınırsızı), veya Heraklit'in Logos' (akıl
ile kavrama )unu hatırlatıyor.
Milet okulunun
ikinci büyük düşünürü ve Thales'in öğrencisi olan Anaximandros'a göre her şeyin
esası apeiron'dur (sınırsız). Apeiron, soyut olmuş olmasına rağmen, Thales'in
su'yunu, somutluluğu tartışmalı olan Heraklit'in Logos'unu, Parmenid'in
varlık'ını, Empedokles'in dört elemanının, Anaxagoras'ın spermataları'nın ve
Demokritos'un atom'larının (bölünemez'lerinin) hemen hemen bütün özelliklerine
sahiptir, yani apeiron; sınırsız, sonsuz, yaratılmış olmayan ve zıttı
da bulunmayan biricik "Bir Varlık"tır, herşey bundan zıtlıklar
halinde çıkar ve sonunda, adaletin yerini bulması için yine herşey O'na
dönecektir.
Şeyh
Bedreddin'in "Varidat"ında, İbn'ül Arabî'nin vahdet-i vücut anlayışını
hatırlatan cümleler oldukça çoktur, örnek olarak;
"Yüce
Hakk"ın öz varlığı "tüm"den uzaktır; tüm, o'nun içindedir; o da
tümün içinde. Zorunluluğun, her durumda zorunlu kalması gerekir. Suret
yönünden mümkün, hayal eserdir. Sonradan olmuştuk ile ilksizlik, suretlerde
birbirini kovalar; Tanrı, onun için olduğu gibi, ondan da uzaktır. Mümkünün var
olması, gerçek bakımından Hakk'tır; varlık da suret bakımından mümkündür; sonradan
olmuş ve yaratılmıştır." [7]
Ayrıca, "Salt
varlık, kendisi için zorunlu olan varlıktır. Çünkü varlık ile yokluk arasındaki
karşıtlığa göre başka türlü olamaz. Bunlardan biri, öbürü ile nitelenemez. Var
olmanın da yok olması imkânsızdır. Üstelik zorunlu olan bir şey, özel bir
imkânla mümkün durumuna gelemez. Çünkü böyle olunca, varlığını başka bir
varlıktan almış olur, kendi varlığı, var olmasını sağlayan varlığa bağlı kalır
ve onun dışında yok olur; varlığı yoklukla nitelenir. Bu ise söylediklerimize
göre imkânsızdır. Aynı zamanda, bu başka varlık da var olamaz. Böyle olsa, o
gerçekleşmeden önce, bir varlığın bulunması gerekir. Salt Varlık için de böyle
bir şeyin bulunması imkânsızdır. Salt yokluk da hiç bir şeyin var olmamasıdır.
Böylece, Salt Varlığın var olması gerekir ve bütün var olanların O'ndan var
olduğu İspatlandı, O varlık Tanrı'dır. Var olan her şeyde görünen O'dur,
belirten kendisidir" [8]
gibi.
Şeyh
Bedreddin'in, Antik Çağ felsefesinin pantheist materyalizmine[9]
kaçan gibi gözüken düşüncelerden biri de, Tanrı'nın İradesi konusunda söylediği
aşağıdaki cümleler, ister istemez Demokritos'un felsefesini bize
hatırlat-
maktadır:
"O'nun
dilemesi, irâdesi ve özgürlüğü, evrenin yatkınlığına göre gerçekleşir.
Tanrı'nın: (Tanrı, dilediğini yapar, istediği gibi hükmünü yürütür)'[10]
sözünün anlamı; (Tanrı, düşünülebilen karşıt şeylerden her biri üzerinde
ayrı ayrı iradesini kullanır) değildir. Belki de: (Tanrı, bir şeyin
yatkın olduğu niteliklere göre diler ve ona göre iradesini kullanır)
anlamındadır. O, niteliğe aykırı olan bir şey isteyemez. İrade, yatkınlığa
bağlıdır. Evren de bu yatkınlıkla var olmuştur. Tanrı İradesi ancak bununla
ilgilidir; buna aykırı olamaz. Tanrı, dilediğini yapar. Nasıl yapmasın ki, var
olabilecek şeyde beliren kendisidir" [11]
Demokritos'un
felsefesinde de ilk ilke, daha da fazlaya bölünemez olan atom'lardır. İlksiz,
sonsuz ve yaratılmamış olan bu elementlerin şekil, sertlik ve ağırlık gibi üç
sıfatı vardır, Böyle vasıflara sahip olan atom'lar "Büyük Girdap"
ile, boşluk içinde zorunlu olarak harekete geçerler. Tesadüfiliği
kesinlikle kabul etmeyen Demokritos, atomların dışında, onlara aşkın olan
ve onlara ilk hareketi veren hiç bir gizli kuvveti kabul etmiyor. Atom'lar
sahip oldukları üç vasıflarından dolayı, boşluk içinde mekaniki olarak hareket
etmek, zorundadırlar. Başka türlü hareket etmeleri mümkün değildir, ilâhî bir
güç dahi bu zorunlu hareketi durduramaz ve başka şekilde yapamaz. Görüldüğü
gibi, mutlak determinizmin hâkim olduğu Demokritos felsefesinde
pantheist materyalizm vardır. Gerçi, Demokritos, eski Yuna geleneği üzere
ilâhlar kabul etmektedir, fakat onların kâinat üzerinde hiç bir etkinliği
yoktur. Demokritos'un bu felsefesini anımsatan Şeyh Bedreddin'in yukarıdaki
düşüncesi, İslâmî Tasavvuf yorumu içinde mütalâ edilip, diğer mutasavvıfların
fikirleriyle karşılaştırılırsa daha iyi anlaşılacaktır.
"Vâridât'ın
"Tanrı'dan başka Tanrı "yoktur; evrende Tanrı'dan başka bir şey
yoktur" gibi sözleri büyük mutasavvıf İbn'ül-Arabî'nin düşüncesini
özetleyen "yaratılmış şeylerin varlığı, yaratanın varlığından başka bir
şey değildir" cümlesine uygundur. Ayrıca, İbn'ül-Arabî'nin öğrencisi Sadreddin
Konevî, bu konuda kâinatın Tanrı'nın bir gölgesinden ve O’nun bilgisinin
bir "görünüş"ünden ibaret olduğunu söylemektedir. Fakat bu
düşünceyi en iyi şekilde, şair mutasavvıf Mahmud Şebesterî, "Gülşen-i
Râz" adlı şiirinde:
Cihan-ı cümle
furûg nur-i Hakk'dan
Hakk enderû-zi
peydâ-i- est pinhan
"Bütün
cihanı nuru Hakk'ın şa'şası bil,
mısraları dile
getirmektedir.
Bu tasavvufî
düşünce, Şeyh Bedreddin'in "Vâridât"ından alınan uzunca iki iktibas
ile açıklanıp, bildiri kısa bir sonuçla noktalanacaktır:
"Tek olan
yüce Tanrı, belirme yerlerin tümünde kendini gösterir. Belirme yerlerinin her
biri de, görünüşü bakımından, öbürüne benzemez; ama aslında aynı şeydirler.
Bunların her birerinden, başka görünüşte eşya ortaya çıkar. Gerçekte bütün
varlıklar birdir. Bunların biri : "Ben Hakk'ım" derse, bütün
varlıklar Hakk’tan gelmiş olduğuna göre, salt gerçeğe uyar, dolayısıyla doğru
söylemiş olur. Belirdiği yerlerin sayıca çok olması ile Tanrı'nın çok sayıda
olması gerekmez. Her şeyde görünen birdir. Belirme yerlerinden her biri: "Ben
Hakk'ım" derse, salt doğru söylemiş olur. Çünkü varlık, şartsız olarak
Hakk adını almıştır. Tümün ya da cüzün kendisinden doğması, ya da hiç bir
şeyin doğmaması ve bunların tüm ile nitelenmiş olması, ya da olmaması, durumu
değiştirmez. Belirdiği yerlerden her biri, tümün kendisinden doğmamış olması
bakımından "Hakk"tan ayrıdır denilebilir. Tüm de "Yaratıcı"
ve "rızık dağıtıcı" sözlerinin anlamlan yönünden Hakk'tır.
Başka şeyleri de bununla karşılaştırabiliriz: Kul ve Hakk gibi... zât
sözünden de anlaşılacağı üzere, çokluk yoktur. Farklılık, ancak dolayısıyladır
ve kavramlardadır. Çokluk, hayallerden başka bir şey
değildir".[13]
Diğer ikinci
cümle de şudur:
"Bilesin ki: salt varlık
olan Hakk'ın kendisi, bütün aşamalarda iki yönlüdür:
Biri eylem ve
etken yönü, İkincisi edilgen ve oluş yönü.
Birinci yönü
ile ona İlâh ve Tanrı denir; ikincisiyle evrendir, yaratıktır, sonradan var
olmuştur.
Salt ve öz Varlık
bağımsızlıktan, bağımlılıktan ve bunların arasında bulunmaktan uzak olan yüce
Hakk'tır; ne bütün ile ne de cüz ile İlgisi vardır. Bütün olması, cüz olması
ikinci yönüyledir. O, gerçeğin kendisi olduğu için, evrene girmesi ya da
girmemesi izafidir. Çünkü varlığı bunlardan öncedir. İzafi olması dolayısıyla
da bunların hiç birinin dışında kalmaz.
İkincisi:
Sözünü ettiğimiz her şeyden arınmış olan varlık, üstünde hiç bir aşama bulunmayan
bir ululuktur. Bu ululuk, her şeyin üstündedir, her şey ondadır, her şey
O'dur. Bu durumun başı ve sonu, açıklığı - gizliliği yoktur. Başka şeyleri de
buna göre, değerlendir. Çünkü O, tümden ayrı sayıldı ve İkinci yönü ile her
şey O'ndan oldu. Düzenin başı ve sonu yoktur; ilksiz ile sonrasız aynı
şeydir".[14]
Sonuç olarak; bildirinin baş
tarafında belirtildiği gibi, "Varidat" bizzat müellifin eseri olmadığından,
Şeyh Bedreddin'in tasavvufî düşüncelerin eksik anlatılmış olma ihtimaline, üstelik
ara sıra çelişkiye düşülmesine rağmen, öz olarak tasavvufa ait bir eserdir. Annesinin
İslamiyet’i kabul etmiş bir Rum kızı oluşunun dışında, Eski Yunanla hiç bir
kültürel bağı olmayan, ve tamamıyla İslâm Kültürü içinde büyüyüp, Mısır'da,
büyük mutasavvıf Hüseyin Ahlatî'nin yanında yetişmiş olan Bedreddin, "Vâridât'
ında, görünüşte her ne kadar Presokratiklerin felsefesini hatırlatan bazı ifadeler
kullanmış gibi oluyorsa da, kesinlikle onların etkisi altında değildir. Fakat
dikkatle incelendiğinde, Tanrı'yı bilme konusunda filozofların yaptığı gibi, birlikten
çokluğa doğru açılmayı, başka bir ifadeyle, "Tanrı'dan yaratıklara
doğru inildiği değil de, mutasavvıfların yolu olan çokluktan birliğe veya
yaratıklardan Tanrı'ya doğru çıkıldığının hissedileceği "Vâridât"ta
Şeyh Bedreddin'in, anlaşılmasında olduğu gibi anlatılmasında güçlük çekilen
vahdet-i vücut görüşünde, "Fusûs al-Hikem" adlı eserini şerh ettiği
İbn'ül-arabî'nin etkisi altında kaldığı görülecektir.
[1]
Bilâl DİNDAR; Sayh Badr al-dîn Mahmûd et ses Wâridât, Üniversite de
Paris-Sorbonne Paris-İV, Basılmamış doktora tezi, Paris, 1975.
[2]
Cemil Yener; Şeyh Bedreddin Varidat, Elif yayınları, İstanbul,
1970, s., 63
[3]
a.g.e., s., 64
[4] a.g.e., s., 67 - 63.
[5] a.g.e., s., 96.
[7] a,g.e„ s„ 80.
[8]
a.g.e., s., 82 - 83.
[9] Gerçek olan yalnızca evrendir. Allah,
varolan şeylerin toplamından ibarettir. Holbach ve Diderot gibi filozofların
görüşleri bu paraleldedir. Buna çoğunlukla Tabiatçı Panteizm (Pantheism
Naturaliste) veya Materyalist Panteizm (Panteism materialiste) adı verilir.
[10] İbrâhim,17.
[11]
Cemil Yener; a.g.e., s., 76.
[12] Rıza Tevfik; Abdulhak Hamid'in Şiirleri,
s., 392 - 393.
[13] Cemil Yener, a.g.e., s., 77 - 78.
[14] a.g.e,. s., 83 - 84.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar