ŞEYH-İ EKBER MUHYİDDİN İBNİ ÂRÂBÎ “NEFSİNİ BİLEN BABBİNİ BİLİR” HADİSİ ŞERİFİNİ ŞERHEDEN RİSÂLE-İ - EHADİYESİ
Hazırlayan:
Cemal Bardakçı
Bu tercüme, Rahmetli Miralay «Recep Ferdi» nin tercümesi
esas tutularak ve Üniversite kütüphanesinde bulunan daha eski zamanlarda
muhtelif batlar tarafından yapılmış tercümelerle karşılaştırılarak vücude
getirilmiştir. Okuyanların kendi
zevklerine ve Tasavvuf sahasındaki bilgilerinin derecesine göre bir anlayışa
varabilmeleri için «metin» değiştirilmemiş, olduğu gibi muhafaza edilmiştir. Yalnız bazı yerleri bugünkü şivemize ve
dilimize uydurulmuştur. Bazı cümlelerin manalarının daha kolay anlaşılmasını
sağlamak maksadile o cümlelerin sonuna tarafımdan kısa açılamalar eklenmiştir.
Cemal
BARDAKÇI
Gir huzur - u - pâk - i - şeyhi ekbere vakti seher
Evliya ervahı bir bir andan eylerler güzer
Asfıyalar eşrefi, fazl - u - inayet menbaı İlm ile
Takvayı cennetmiş idi nim -el beşer
Hikmet - ü - irfanının, eltafının payanı yok
Yazdı esrarı hakayıktan kitabı muteber
Kimi anın evsafını hakkiyle Takdir eylemiş
Mağz-ı-Kur’andır
nazar eyle «Fusus» u serteser
Öyle bir gavs-ı-mjuazzam kimi vücud-u nadiri
Olmuş ilham-ı-ilâhiyle müzeyyen bir güher
Eyledi «Cibril» istikbal ruh - u - pakini
Emri Hakla eyledikte semti lâhuta sefer
Hacetin var ise «Mekki» iltica kıl Hazrete
Bir nigâhı re’feti dünya ve mafiha değer.
Şam/
Naibi Sürurî Zade
Mehmet Mekki 13 13
Mehmet Mekki 13 13
Bismillâhirrahmanirrahim
«Bağışlayan yargılayan Tanrı adı ile»
Hamdetmek, birliğinin önünde ön olmayan Tanrıya
mahsustur. Biİki ön de O dur. Ve anın tekliğinin sonunda son yoktur. Bilki son
da O dur. Allah vardır, onunla beraber ön yoktur. Onunla beraber son da yoktur.
Yakınlık da, uzaklık da yoktur. Keyf de yoktur. İn hin ve âvân da yoktur.
Vakit, zaman, üst, altta yoktur. Kevn de yoktur, mekân da yoktur. O, şimdiki
halde de evvelce olduğu gibidir. O, birliksiz bir dir ve teklik olmaksızın
tek'dir. İsimle müsemmadan mürekkeb de değildir. Zira anın ismi kendi,
müsemması da kendidir. Şu halde isim anın gayri değildir. O da isminin gayri
değildir. İşte bunun için isim de, müsemma da odur.
O, evveliyetsiz evvel, ahıriyetsiz ahir, zahiriyetsiz
zahir, batmiyetsiz batındır. O, evvel harfinin vücudu ve sırrıdır. Ahir, zahir,
batın harflerinin de vücudu ve sim o dur. Onun vücudunda bu harflerin ve bu
harflerde onun vücudunun sereyanı olmaksızın evvel, ahir, zahir, batın ancak O
dur. İmdi - Hululiye’nin galatına düşmemek için bunu iyi anla!
O, bir şeyde değildir. Onda da bir şey yoktur. O, bir
şeyin içinde veya dışında da değildir. O'nu bu sıfatla bilmek gerektir, ilim
ile kavi ile, fehm ve vehm ile değil. Zahir veya batın gözü ile de değil, idrâk
ile de değil.
O'nu ancak O görür ve O'nu ancak O idrâk eder, ancak O
bilir.
Kendi zatını kendi zatı ile görür ve bilir. Onu,
kendinin gayri bir kimse görmez. Kendinin gayri bir kimse idrâk etmez.
O'nun hicabı kendisini örten, gizliyen kendi birliğidir.
O'nu kendinin gayri birşey hicâplamaz (perdelemez, örtmez). Onun hicabı kendi
vücududur. Kendi vücudunu keyfiyetsiz olarak birliği ile örter, gizler.
O’nu. kendinin gayri hiçbir kimse görmez. Peygamber
nebiyyi mürsel'de görmez. Ve ne kâmil bir veli, ne de yakini olan Melek, Meleki
Mukarreb O'nu bilmez- O'nun nebi'si kendidir,
Resul'ü de kendidir, risaleti de kendidir, kelâmı da kendidir.
Kendinin gayri sebep ve vasıta olmaksızın kendi zatını
kendi zatı ile kendi zatından kendi zatına gönderdi. Mürsil (gönderen) ve
(mürselün bih) kendisile gönderilen ve (mürselün ileyh) kendisine gönderilen
arasında fark yoktur, (neb'e - haber) harflerinin ve (enbiya - haberciler)
harflerinin vücudu o'nun vücududur, onun gayri değildir. Ve onun gayrinin
vücudu yoktur. Onun (fena –yok) olmasıda yoktur. Ve onun ismi, müsemması da
yoktur, Bunun için (nebi) sallallâhü aleyhi vesselem: (Nefsini bilen Rabbini
bildi buyurdu. Ve Rabbimi Rabbim ile bildim buyurdu.
Peygamberimiz bu sözlerle işaret buyurdu ki muhakkak
sen, sen değilsin. Ve sen, sen olmaksızın o sun. O, senin içinde değildir,
sende onun içinde değilsin. Ve Hak, senin dışında değildir. Sende Hakk’ın
dışında değilsin. Ve ben bu sözlerle senin zatının ve sıfatının mevcut olduğunu
murad etmem- Belki senin ebeden mevcut olmadığını muradederim.
Sen zatınla ve onunla ve onda ve onunla beraber mevcut
olmazsın. Ve sen fani değilsin, mevcudda değilsin. Ve bu illetlerden bir illet
olmaksızın o, sen'dir.
Şimdi vücudunu bu sıfat ile bildin ise muhakkak Allah'ı
bildin. Aksi halde bilmedin.
Ariflerin cümlesi Allah Teâlâ’nın marifetini (Tanrıyı
bilmekliği) vücudun fenasına insanın kendi varlığından soyunmasına, nefsini
öldürmesine izafet eylediler, (bağlı bildiler). Şimdi bu mahzı galat ve açık
sehivdir (yanlış, hata).
Zira Tanrıyı bilmek ve vücudun fenasına ve ne de anın
fenasının fenasına muhtaç olmaz. Çünkü eşyanın vücudu yoktur. Vücudu olmayan
şeyin fenası da yoktur. Zira fena, vücut ispatından sonradır. Birşey önce var
olmalı İki sonra yokolsun. Şimdi sen zatım vücutsuz ve fenasız bildiğin vakit,
muhakkak Tanrıyı bildin. Aksi halde bilmedin.
Tanrıyı bilmekliği vücudun fenasına, yokolmasına ve onun
fenasının fenasına bağlı görmek şirk isbat etmektir, Tanrıya ortak tanımaktır.
Zira sen, Tanrıyı bilmeyi vücudun fani olmasına ve onun fenasının fenasına
bağlı gördüğün vakit Allah’ın gayri için ve onun nakızı olarak vücut olduğunu,
Tanrıdan başka ve ondan ayrı bir vücut tanımış, kabul etmiş oldun. Bu da açık
şirktir. Zira Peygâmberimiz, nefsini bilen muhakkak Rabbini bildi dedi. Nefsini
ifna eden Rabbini bildi buyurmadı. Zira gayr ispat eylemek, anın fenasını
mün’akızdır varlığı sabit olan şey yokolmaz. Ve sübutı caiz olmayan şeyin
fenrsı da caiz olmaz. Tanrıdan gayri bir varlık isbatî caiz olmayınca öyle bir
varlığın ifnası da caiz olmaz.
Senin vücudun la şey'dir, hiçbir şey değildir. Ve la
şey, fani olan ve; fani olmayan şeye muzaf olmaz, katılamaz, eklenemez. Şu
halde senin vücudun mevcud da değildir. Madum - yok da değildir. Peygamberimiz
an-ı kadimde tekvin nüshasından evvel (kâinat yaratılmadan evvel) olduğun gibi
halende senin madum - yok olduğuna işaret buyurdu.
Şimdi muhakkak Tanrı, ezelin, ebedin, kıdemin kendi
vücudları olmaksızın ezelin de, ebedin de, kidemin de vücududur. Eğer böyle
olmasaydı Vahdehu lâ şerikeleh - o birdir, onun ortağı yoktur, olmazda. Halbuki
onun Vahdehu la şerike leh olması vaciptir.
Şimdi muhakkak Tanrının şerikinin vücudu onun yani
Tanrının vücudu ile değil, kendi zatı ile olur. Ve böyle olan kimsede ona
muhtaç olmaz. Bu takdirde ikinci bir Rab olur. Bu ise muhaldir, olmayacak
iştir. Şu halde Tanrının ortağı yoktur, benzeri yoktur, zıddı ve akranı da
yoktur.
Kim ki Tanrı ile beraber, yahutta Tanrıdan veya, Tanrıda
birşey gördü ve bu şeyi dahi rübubiyetle Allah’a muhtaç gördü, muhakkak o şeyi
Allah'a rübubiyet ile muhtaç olarak şerik yaptı.
Ve kim ki, kendi zatı ile kadim, olarak Allah ile
beraber birşeyin olmasını, yahut onunla kıyamını, yahut o şeyin kendi
vücudundan fani olmasını, veyahut onun fenasından fanî olmasını caiz gördü, o
kimse nefsi bilmek kokusunu koklamadan uzak kaldı. Zira kimse Tanrı ile veya
Tanrıdan kaim olarak Tanrının gayri bir mevcut olmasını tecviz etti. Böyle
olunca o şey fanî ve onun fenası da kendi fenasında fanî olur. Bu takdirde
fena, fenada teselsül eder. Bu ise şirki bait - uzak şirkdir. Nefsi bilme
değildir Şimdi o kimse Allah’ı ve nefsini arif değil» müşriktir.
Şimdi biri çıkıpta nefsi ve Allah’ı bilmiye yol
nasıldır? Diye sorarsa, cevap budur ki:
Nefsi ve Allah’ı bilmenin yolu; Hak, mevcutlardan evvel
mevcut olup onunla beraber birşey bulunmadığı gibi şimdiki halde de- Hakk
mevcut olup onunla beraber birşey mevcut olmadığını, bilmektir.
Şimdi eğer birisi; ben. nefsimi Allah’ın gayri gördüm ve
nefsimi Allah görmem, derse, cevap budur ki:
Peygamberimiz nefs ile senin vücudünu ve hakikatini
irade buyurdu. Yoksa levvame, emmare ve mutmainne ile adlanmış olan nefs'i
değil. Belki nefs ile Allah'ın masivasının, gayrinin Kaffesine işaret buyurdu.
Nitekim Peygamberimiz, ey Allah’ım, bana eşyanın hakikatini göster buyurdu.
Ben, eşya ile Allah'ın masivasını murad ederim. Yani
Peygamber ey Allah'ım, masivayı, bana bildir, bileyim ve eşyayı bana bildir,
onlar ne şeydir?
O eşya sen misin, yahut onlar senin gayrin midir?
Onlar kadim midir, baki midir veya hâdis midir?
Demek istedi. Ve Allah Teâlâ, masivanın vücudu olmayarak
kendi masivasını ona kendi zatı olarak gösterdi. (Yani Allah'ın gayri sanılan
bütün eşyanın Allah'ın vücudu olduğunu gördü).
İmdi eşyayı olduğu gibi gördü. Yani eşyayı, niteliksiz,
zamansız ve. isimsiz Allah Teâlâ’nın zatı olarak gördü.
Eşyanın, ismi eşyadan zat üzerine ve onun gayri üzerine
vaki olur. Zira şey de nefsin vücudu ve eşyanın vücudu müsavidir. Şu halde
eşyayı bilen nefsi bildi, ve nefsi bildiği vakitte de Rab'i bildi. Kendini
Allah’ın gayri sanan kimse Allah'ın gayri değildir. Ve lâkin sen anı bilmezsin.
Halbuki sen anı görürsün de bilmezsin. Ve bu sır sana ne vakit açılırsa
muhakkak sen kendinin Allah'ın gayri olmadığını bilirsin. Ve senin maksudun
sen, kendin olduğunu ve muhakkak fena'ya (yokolmıya) muhtaç olmadığını ve vakit
ve zaman devranı olmaksızın zail olmayıp daim olduğunu bilirsin.
Bundan önce dediğimiz gibi, bütün sıfatlarının onun yani
Tanrının sıfatlan ve zahirinin onun zahiri, batınının onun batım, evvelinin
onun evveli, ahirinin onun ahiri olduğunu şeksiz, şüphesiz görürsün. Ve sen,
anın sana sayrüreti ve senin ana sayruretin olmaksızın (o senin haline ve sen
onun haline girmeksizin) senin sıfatlarının onun sıfatları ve zatının da onun
zatı olduğunu görürsün.
Azalma, çoğalma olmaksızın her birşey hâliktir, helâk
olur, yok olur. Ancak anın yani Tanrının veçhi, zahiri ve batını hâlik
değildir, helâk olmaz. Yani mevcut ancak odur. Ve onun gayri için vücut yoktur
ki helâke muhtaç olsun ve veçhi baki kalsın. Yani Tanrının zatının gayri hiçbir
şey yoktur.
Nitekim muhakkak şey’i bilmeyip sonra Hakk’ı bilen her
bir kimsenin vücudu fanî olmadı, 'belki cehli fanî oldu. Ol kimsenin vücudu
başka vücuda değişmemiştir. Olduğu gibi durmaktadır. Onun vücudu bilgi
sebebiyle başka bir vücuda katılmaz, girmez. Sadece ortadan cehil bilgisizlik
kalkar. Bunun için sen, muhakkak fenaya muhtaç olduğunu zannetme- Çünkü sen
fenaya muhtaç olursan onun yâni Tanrının, hicabi perdesi olursun- Hicab
Allah’ın gayridir. Böyle olunca o kimse üzerine gayrilik lâzımgelir. Gayriliğin
galebesi de Tanrıyı görmeğe engel olur. Halbuki bu galattır, hatadır. (Yani sen
Hakk’a hicap,-perde olamazsın).
Muhakkak Hakk’ın hicabı kendi birliği ve tekliği
olduğunu, gayri olmadığını bundan önce söylemiştik. Ve işte bunun için hakikata
vasıl olmuş, kavuşmuş kimse için enelhak - ben Tanrıyım demek ve Sübanî,
ma-azami şanî - kendimi tesbih ederim, şanım ne büyüktür demek caiz oldu.
Ancak böyle söylemesi caiz görülen kimse, kendi nefsini
Allah’da fani veya Allah'da bakı gören ve evvelce mevcut iken sonra fani
olduğunu sanan kimse değildir, belki kendi zatı ve sıfatlan Allah'da dahil veya
Allah’tan hariç olmaksızın, sıfatlarım Allah’ın sıfatları ve zatını Allah’ın
zatı gören kimsedir. Böyle gören kimsenin nefsi ancak Allah’ın vücudu oldu.
İşte böyle bir kimseye Allah'a vasıl oldu denilir.
Bundan ötürüdür ki Nebi (salla’llâhu aleyhi ve sellem);
Dehre sövmeyiniz, zira dehir Allah'tır) sözü ile Allah’ın vücudunun ortaktan,
akrandan, benzerden münezzeh ve âlî olduğuna işaret buyurdu.
Allah Teâlâ Hazretlerinin :
“Ey kulum, ben hasta oldum, beni ziyaret etmedin. Senden
istedim, vermedin”
buyurduğu rivayet olunur. Muhakkak Hakk bununla,
hastanın vücudu kendi vücudu, sailin, istiyenin vücudu da kendi vücudu olduğuna
işaret buyurdu. Hastanın ve sailin vücutları. onun vücudu olmak caiz olunca
senin vücudunun dahi onun vücudu ve bunun gibi ârazlardan ve cevherlerden olan
bütün eşyanın vücutlarının da onun vücudu olması caiz olur.
Tanrının sırrı zerrelerden bir zerre de zahir olduğu
açığa çıktığı vakit zahir ve batın açık ve gizli bütün varlıklardan da zahir
olur.
Dareyn de (dünya ve ahirette) Allah’ın gayrini
görmezsin. Belki dünya ve ahiretin vücudu, isimleri, müsemmaları ve bunların
vücutları da şeksiz şüphesiz Hakk’ın zatıdır. Muhakkak sen, Allah Teâlâyı
ebeden bir şey halkeyledi görmezsin. Belki sen anı, keyfiyetsiz olarak
sıfatlarını ve vücudunu açıklarken her an bir şe'n de görürsün. Yani yaratılmış
sandığın her şey, gerçekte yaratılmış değildir; onlar Tanrının her an bir başka
şekil ve surette görünmesinden, kendi zatını ve sıfatlarını açığa vurmasından
ileri gelmektedir.
Zira evvel, ahir, zahir ve batın odur. Birliği ile
zahir, tekliği ile batın oldu. O, zatı ile ve zatı ile kaim olması bakımından
evvel’dir. Sonu olmaması bakımından da ahir’dir.
Onun vücudu vacip olduğu gibi, onun gayrinin olmaması,
kendisinden başka bir varlık bulunmaması da vaciptir.
Şimdi kendisini Hakk’kın gayri sanan kimse muhakkak onun
gayri değildir. Zira Tanrı, kendisinin gayri olmaktan, kendisinden başka bir
Varlık bulunmasından münezzehtir. Belki zehirde ve batında onun vücudunda, onun
vücudu ile beraber gayr'in gayriliği olmaksızın gayr dahi odur.
Bu vasıfla vasıflanan kimse için hadsiz, sonsuz çok
vasıflar vardır. Nitekim' suret ölümü ile ölen kimsenin iyi, kötü bütün
vasıfları kesildiği gibi manevi ölüm ile ölen kimsenin dahi iyi, kötü vasıfları
kesilir- kalmaz- Onların yerine bütün hallerde Allah, geçer kaim olur. Yani
manevi ölüm ile ölen kimsenin zatı’nın yerine Allah’ın zatı, sıfatlarının
yerine de Allah'ın sıfatlan kaim olur. İşte bunun için Peygamberimiz, ölmezden
Önce ölünüz buyurdu. Ölmezden önce zatınızı biliniz, demektir.
Peygamberimiz, Tanrı :
Kulum bana, ben o kulumu sevinceye kadar, daima nevafil
ile yaklaşır. Vaktaki ben o kulumu severim, onun işitmesi, görmesi, lisanı ve
eli olurum, buyurdu dedi. Bununla nefsim bilen
için bütün vücudunu muhakkak Allah’ın vücudu görür olduğuna ve zatında ve
sıfatlarında değişiklik görmediğine ve esasen onun sıfatlarının değişikliğe
muhtaç olmadığına işaret buyurdu.
Zira o kimsenin zatının vücudu, o olmamış olsaydı, belki
nefsini bilmezdi.
Şu halde her ne zamanki nefsini bildin, ikilik kalktı.
Ve sen, kendinin Allah’ın gayri olmadığım bildin.
Eğer müstakil bir vücut olaydı fena'ya ve nefsi bilmiye
muhtaç olmazdı ve Hakk’ın gayri olurdu. Hakk ise kendinden gayri Rab
bulunmaktan münezzehtir.
Şimdi nefsi bilme'nin faydası senin şunlar! bilmen ve
tahkik eylemendir :
Senin vücudun mevcut değil, madum yok da değildir.
Ve sen şimdiki halde kâin var değilsin ve geçmişte de mevcut olmadın. Gelecekte
de asla mevcut olmazsın. Sana, La ilâhe illallah’ın manası ile şu açıklanmış
olur ki: Allah’tan başka Allah yoktur. Onun gayri için vücut yoktur, onun gayri
gayr yoktur. Hemen ancak ilâh odur
Eğer biri çıkıp da, sen Hakk’ın Rabb'lığını tatil ettin,
durdurdun, derse cevap budur ki:
Onun Rabb’lığı nasıl tatil olunur? Zira o daima Rab’dır,
merbub = kul değildir. Daima Halik = yaratıcı'dır, mahlûk değildir Ve o şimdiki
halde de evvelce olduğu gibidir. Haliklığı, Rab’lığı mahlûka ve merbuba muhtaç
değildir. O, kâinat yaratılmadan önce bütün vasıflarla vasıflı idi. Şimdiki
halde de öyledir. İmdi Vahdaniyette —birlikte, Hüdüs = sonradan meydana
çıkış ile kidem =yaratılmamış, eskiden , varolan arasında fark yoktur- Hüdus
Hakkın açığa çıkmasını, kıdem de onun batınlılığını, gizli kalmasını
gerektirir. Anın zahiri batını, batım da zahiridir. Evveli ahiri, ahiri de
evvelidir. Ve cümlesi birdir, bir de cümlesidir. Sözgelimi bir erik ağacı,
kendisini meydana getiren çekirdeğin zahiridir. Çekirdekte ağacın batını'dır. Ağaç
meydana gelince çekirdek onda gizlenmiştir. Çekirdek evveldir. Çünkü ağaç ondan
çıkmıştır. Aynı zamanda ahir’dir. Zira en sonunda ağacın meyvesinde tekrar
ortaya çıkar- Ağaç, dalları, yaprakları, hey etile çekirdektir. Çekirdek de
tabiî ağaçtır-
Tanrının sıfatı her anda bir Şee’n de, bir başka şekil
ve surette olmaktır. Onun gayri hiçbir şey onunla beraber olmadı. Halâ da
öyledir. Ve şimdi şey mevcut olmayıp Hak her anda bir şee’n de olduğu, Bir
başka şekil ve surette tecelli, ettiği gibi kıdem de şey mevcut olmayıp Hak her
an da bir şee’n de idi. Ve kıdem1 de şey ve yevm mevcut olmayıp Hak o vakit her
an de bir şeen de olduğu, gibi şimdi dahi şey ve yevm mevcut olmayarak Hak her
anda bir şee’n'dedir.
İmdi mevcutların varlıkları, yoklukları müsavidir. Yoksa
Tarayan Tan olması - birşeyin birdenbire yoktan meydana çıkıvermesi ve Tanrının
birliğinin olmaması lâzım gelir. Bu ise noksanlıktır. Halbuki onun birliği
bundan celildir, büyüktür.
Her zamanki Tanrıya ortak, akran, benzer tanımadan
nefsini bu sıfatla bildinse muhakkak nefsini hakikatiyle bildin. Ve işte
bunun için Peygamberimiz, nefsini bilen kimse muhakkak Rabbini bildi
buyurdu. Nefsini ifna eden yok eden kimse
muhakkak Rabbini bildi buyurmadı. Zira Peygamberimiz, muhakkak
Hakk’ın gayri şey olmadığını bildi ve gördü de sonra nefsi bilmenin Allah'ı
bilmek olduğuna işaret buyurdu, anı nefsini, yani vücudunu bil, muhakkak sen,
sen değilsin. Lâkin bilmiyorsun!..
Bil ki senin vücudun, vücudunla değildir- Vücudunun
gayri ile de değildir- Mevcut değildir. Madum - yok da değildir. Mevcudun gayri
değildir, madumun gayri de değildir. Vücut ve âdem olmaksızın senin vücudun ve
senin âdemin Hakk’ın vücududur. Zira muhakkak senin vücudunun aynı ve âdeminin
aynı, Hakk’ın vücududur. Ve zira muhakkak Hakk’ın vücudu senin vücudun ve
âdemindir.
İmdi eşyayı vücudunun gayri olmayarak Hakk’ın vücudu
gördüğün vakit ve Allah ile beraber ve Allah’da diğer birşeyi görmeyerek
Hakk’ın vücudunun aynını eşyada senin vücudun ve âdemin gördüğün vakit muhakkak
ö eşya Hakk’dır. İmdi muhakkak nefsini bildin. Zira bu beyan olunan sıfatla
nefsini bilmek, şeksiz ve şüphesiz kıdem ile beraber ve kadîm de ve kadime
Hûdûstan birşeyi katılmış olmaksızın, Allah Teâlâ’yı bilmektir.
«Şeyhin bu sözlerini daha kolay anlaşılabilir bir hale
getirmek için şöyle bir misal ileri sürülebilir: Buz dediğimiz şey gerçekte
müstakil bir varlık değildir. Su’yun donarak o şekilde görünmesidir. Su, buz
olmakla çoğalmamış ve değişmemiştir. Buz eriyince de değişmez ve eksilmez.
Buzun vücudu su’yun vücududur, ademi - eriyip yok olunca da su'yun vücududur.
Tersine suyun vücudu da buzun vücudu ve âdemidir.
Buz, sudan başka vasıfları olduğu için vardır. Fakat su
çekilince ortada kalmayacağı için ayni zamanda yok’- dur. Buz, suyun vücudunun gayri
değildir, aynı da değildir- Buz, suyun zahir'idir, su’da buzun batını’dır., Su,
buz olunca gizlenmiş oluyor- Meydana çıkınca buz’dan eser kalmaz. Buz, kendini
böylece tanıyabilirse nefsini ve dolayısiyle kendisini yaradanı yani su'yu
hakkiyle bilmiş olur. Yok eğer kendini böylece bilmezse müstakil bir varlık
zannederse ne nefsini, ne de suyu bilmemiş olur.
İşte şeyhin kanaatına ve gerçekte de öyle olduğuna göre,
Tanrı ile onun gayri, masivası sandığımız bütün eşya arasındaki münasebet, su
ile buz arasındaki münasebetin aynidir. Mahlûk zannettiğimiz herşey Hakk’ın o
şekilde görünmesinden başka birşey değildir. Şu halde o şey mahluk değildir. İşte
Hazreti şeyh, yukarıda gördüğümüz gibi, Allah asla birşeyi halk etmemiştir, demekle
bu noktayı anlatmak istemiştir. Hasılı bütün görülen eşya, sen, ben, biz ve
onlar dediğimiz mevcutlar gerçekte mevcut değildir. Hakk’ın sonsuz
suretlerinden birer suretidirler. Suyun buzda gizlendiği gibi, Hak onlardan
gizlenmiştir. Önların batını Hakk'dır. Hepsi de Tanrı'nın vücudile vardırlar.
Tanrı çekilince ne o eşya kalır, ne Sen ne ben, ne biz, ne de onlar! Hepsi de
biran da yokolur- Fizik ilminin sön buluşları da şeyhin bu görüş ve kanaatinin
doğruluğunu isbat etmektedir»
İmdi biri çıkıpta : Hak’ka nasıl vasıl olunur. Varılır?
Çünkü sen Hakk’ın gayri gayr olmadığını isbat ettin. Böyle olunca birşeyi kendi
nefsine vasıl olmaz, varmaz, diye soracak olursa, muhakkak gerçekte kavuşmak ve
ayrılmak yoktur, diye cevap veririz. Zira kavuşmak iki eşit veya eşit olmayan
şey arasında olur- Eğer eşit iseler onlar beraberdirler, eştirler- Ve eğer eşit
değilseler birbirine zıddırlar. Tanrı ise birşeyin kendisine zıd, benzer veya
eş olmasından münezzehtir.
İmdi Visal - kavuşmak, visalin gayrindedir. Yakınlık,
yakınlığın gayrindedir. Uzaklık da uzaklığın gayrindedir.
İmdi vasıl - kavuşma vasılsız, yakınlık yakınlıksız,
uzaklık uzaklıksız olur. Ve eğer vasılsız, vaslı anladık fakat yakınlıksız
yakınlık, uzaklıksız uzaklık ne demektir? Diye sorulursa ; ben bununla, senin,
yakınlık ve uzaklık anlarında Hakk’ın gayri birşey olmadığını muradederim,
derimi. Ve lâkin sen nefsini bilici olmadın. Ve sen, sen olmayarak Hak olduğunu
bilmedin.!
İmdi her ne zamanki Hakk’a kavuştun, yani bilgi
harflerinin vücudu olmaksızın nefsini bildin ise, sen Hak olduğunu bildin Buz
eriyince yani suya kavuşunca su olduğunu bildiği gibi.
Bundan önce sen, Hak olduğunu yahut Hakk’ın vücudunun
gayri olmayarak Hakk’ın sen olduğunu bilmemiştin. İmdi sana bilgi hasıl olduğu
vakitte muhakkak sen Allah’ı yine Allah ile bildin» nefsin ile bilmedin. Buzun
suyu yine su ile bildiği gibi. Çünkü kendisi sudan başka bir şey değildir.
Sen, adının Mahmud olduğunu bilmezdin. Muhammed
sanırdın. Sonra öğrendin ki muhakkak sen Mahmudsun. İmdi vücudun karar iledir
yerinde duruyor. Yalnız Muhammed olmayıp Mahmud - olduğunu bilmenle senden
Muhammed ismi, Muhammed müsemması kalkmış oldu. Âdının Muhammed olmadığını
nefsinden fani olmakla anlamış olmadın- Zira fena - yokolma birşeyin vücudunu
isbattan sonra olur. Şu kimse ki Tanrının gayri bir vücut isbat etti, Allah’a
şirk koştu ortak tanıdı. İmdi Mahmuddan birşey noksan olmadı ve Muhammed,
Mahmud’da fani olmadı. Onun içine girmedi, onun içinden de. çıkmadı. Şu halde
Muhammed, kendi zatının Muhammed olmayıp Mahmud olduğunu bildikten sonra
nefsini nefsi ile bildi Muhammed iken bilmedi. 'Zira Muhammed olmadı idi. :
İmdi mevcut olan birşey mevcut olmayan birşeyle nasıl
bilinir?
Böyle olunca bilen ile bilinen, kavuşan ile kavuşulan ve
gören ile görülen birdir. İmdi bilen onun sıfatıdır. Bilinen zatı'dır. Kavuşan
sıfatı, kavuşulan zatı’dır. "Ve sıfat ile mavsuf - vasıflanan birdir.
İşte nefsini bilen Rabbini bilir sözünün manası budur.
İmdi, bu sözü anlayan kimse kavuşma, ayrılmak olmadığım . bilir.. Anlaşıldı ki bilen
O dur, bilinen O dur. Gören, görülen O dur. Kavuşan, kavuşulan;
da: O dur. Ona ondan gayri kavuşan yoktur. Ondan gayri ondan ayrılan
yoktur- İşte bunu anlayan kimse şirk ipinden kurtuldu- Aksi halde şirkten
kurtulma kokusunu bile bulmadı.
Nefislerini ve Rabbini. bildiklerini ve vücut
.illetinden kurtulduklarım sanan çoğu ârifler : Muhakkak tarik, ancak fena
ve fenanın fenası ile müyesser olur, dediler. Yolu bulmak, yani Tanrıyı bilmek
ancak insanın kendi varlığını vücudunu yok etmesile mümkün olur dediler.
Onlar Peygamberinıiz’in sözünü anlamadıkları için bu
zanne düştüler. Muhakkak onlar, şirki yok eyler zannile bir kere vücudun
fenasına, bir kere de fenanın fenasına bir kere vücudu mahva, bir kere de
istilama işaret eylediler. Halbuki bu işaretlerin hepsi şirkin ta kendisidir.
Zira bir kimse ki Hakk’ın gayri birşey olmasının ye sonra o şey’in fenasını ve
fena’sının fenasını caiz gördü, muhakkak Hakk’ın gayri bir şey isbat eyledi. İmdi.
'Hâkk’ın gayri bir şey isbat eden kimse o şeyi
Hakk'a ortak yaptı'
Allah Teâlâ onları ve bizi doğru yola koysun.
Eğer biri çıkıpta
: Sen; nefsi bilmenin Tanrıyı bilmek, olduğunu söylersin, halbuki nefsini
bilen Allah’ın gayridir. Allah’ın gayri olan Allah’ı nasıl bilir? Derse,
biz de cevap olarak :
Nefsini bilen Hakk’ı bilir, deriz. Muhakkak o. kimsenin
vücudu kendi vücudu ile veya vücudunun gayri ile mevcut değildir. Belki anın
vücudu, .Allah’ın içinde veya dışında, Allah ile beraber veya Allah’da olmamak
üzere Allah’ın vücududur. Belki anın vücudunu, evvelcede
olduğu gibi fena’sız, mahvsız olarak hali ile görürsün.
Zira birşeyin fena’sı, yokolması, evvelâ o şeyin’in
kendi nefsile varolmasını yani Allah’ın kudretile, yaratmasile değil de kendi
kendine varolmasını icap ettirir, Bu hal ise asla olmayacak birşeydir.
İmdi meydana çıktı ki bir kimsenin nefsini bilmesi
Allah’ın kendi nefsini bilmesidir. Zira o kimsenin nefsi ancak Hakk’dır. Resül
Aleyhisselâm nefs ile vücud murad buyurdu- Ve bu makama ulaşan kimsenin vücudu,
açık, gizli Allah’ın vücudu olmaksızın mevcut olmadı- Belki onun vücudu
Allah’ın vücudu, sözü Allah’ın sözü Fiilî—İşi Allah’ın fiili - işidir. Ve onun
nefsi bilme dâvası Allah’ın kendi nefsini bilmesidir. Lâkîn sen dâvayı o
kimseden işidir, fiili - işi de ondan görürsün. O söylüyor, o yapıyor sanırsın.
Nefsini .Allah’ın gayri gördüğün gibi o kimsenin vücudunu da Allah’ın gayri
görürsün. Zira mü’min, müminin aynasıdır. İmdi Hak, mü’minin –imanı olanın âyn
- gözü yani nazarıdır. Çünkü mü’minin gözü, Allah’ın gözüdür. Yani nazarı
Allah’ın nazarıdır. Keyfiyet olmaksızın, ve Hak, senin âyn’ına yahut bilgine,
yahut vehmine veya batınına yahut da rüyetine - görmene girmiş olmaksızın.
Belki Hak nazırın bakanın gözü, bilgisi ve görmesidir.
Eğer bir kimse ben Allah’ım derse bunu gayriden o
kimseden değil, ondan yani Tanrıdan dinle. Zira Allah , ben Allah’ım der. O
kimse demez. Ve lâkin sen ona ulaşan şeye ulaşmadın. Eğer sen ona ulaşan şeye
ulaşmış olaydın onun söylediği şeyi anlar, onun söylediği şeyi söyler ve
gördüğü şeyi görürdün. Cümle eşyanın vücutları kendi vücudları değil onun yani
Tanrının vücududur.
İmdi şüpheye düşmeyesin ve bu işaretlerle Allah'ın
mahlûk olduğunu vehmetmiyesin-
Bil ki gören, görülen, birleyen, birlenen, bilen,
bilinen, icadeden icadolunan ve idrak eden, idrak olunan birdir-
İdrak, görmek, bilmek keyfiyeti olmaksızın, idrak,
görmek ve bilmek harflerinin vücudu dahi olmaksızın Tanrı kendi vücudunu kendi
vücudu ile bilir- kendi vücudunu kendi vücudu ile idrak eder. Nitekim muhakkak
Hakk’ın vücudu, keyfiyetsiz, Hakk’ın nefsini görmesi ve idrak eylemesi de
keyfiyetsizdir.
«Şöyle bir misal ile şeyhin yukarıdaki sözlerinin daha
iyi anlaşılmasını sağlamak mümkündür, sanıyorum:
Bir, kimse aynaya bakınca onda kendi
suretini görür. O kimse de ne varsa suretinde de vardır. Onun her hareketini
sureti aynen tekrar eder. O kimse suretini nasıl görüyorsa sureti de onu öylece
görmektedir. Fakat suretin gözü tabiî aynaya bakanın gözüdür. Şu hâlde suretin
bakanı görmesi, bakanın kendi gözü ile kendini görmesidir. Tutalım ki bakanın
adı Ali’dir. Eğer suret ben Aliyim derse doğru söylemiş olur. Çünkü bu sözü
söyleyen suret değildir, o suret Ali'nin kendisi oldüğu için o sözü de bizzat
Ali söylemiş olur. İşte
bunun için şeyhi ekber :
Bir kişi, ben Allah'ım, derse bunu gayriden değil ondan
dinle. Yani bu sözü söyleyen o kişi değil, Allah dır, diyor. Çünkü o kişi, Tanrının, âdem
aynasına aksetmiş sonsuz suretlerinden bir surettir, suret ise aslın aynıdır.
Böyle olunca suretin sözü aslın sözü olur.'
Şeyh Mahmudu Şebüsteri Gülşeni Râz adlı meşhur kitabında
şöyle söyler :
Yokluk aynadır, âlem de o aynadaki akis, suret- İnsan’da
o aksin, o suretin gözü gibidir. Ayna karşısındaki ise o göz içinde
gizlenmiştir-
Sen,, aynadaki aksin gözüsün-
Tanrı, o gözün nuru, gözbebeği. Tanrı bu gözle o
gözbebeği olan nuru, bu gözle kendi kendisini görür.
Âlem İnsan olmuştur. İnsan’da âlem Bundan daha temiz,
bundan daha güzel bir anlatış da olamaz.
Bu işin aslına iyice bir bakarsan anlarsın ki gören de
O’dur, göz’de O, görünen de O’dur.
Eğer birisi çıkıpta : Bütün sevilen, iğrenilen, iyi,
kötü şeylere ne gözle, bakalım? Bir cifeyi ve pisliği gördüğümüz vakit ona
Allah mı diyelim, derse biz deriz ki : Allah bu şeylerden birşey olmaktan
mukaddes ve âlidir. Bizim: sözümüz pisliği pislik, cifeyi. cife görmeyen
kimseyedir. Bizim sözümüz basireti olanlar ve ebkem, dilsiz olmayan
kimseyedir. Zira nefsini bilmeyen kimse dilsiz ve kördür. Dilsizlik ve
körlük gitmeden önce bir kimse bu beyan olunan manaları anlayamaz. Sözleşme
Allah ile beraber olan kimseleredir. Allah'ın gayri olan ve ebkem olan kimseye
değildir. İmdi muhakkak bu makama ulaşan, hiç birşeyin Allah'ın gayri'
olmadığını bilir. Bizim hitabımız nefsini ve Tanrıyı bilmeği istemekte azim ve
himmeti olan, kalbinde irfan doğan, Tanrıyı candan ve gönülden isteyen
arzulayan kimseyedir. Kasdı, maksudu olmayan kimseye değildir.
Tanrı : Basarlar onu idrak edemez, o basarları idrak
eder buyuruyor. Halbuki sen bunun aksini söylüyorsun, bu söylediğin şeyin
hakikati nedir? Diye soran olursa şöyle cevap veririz:
Hep söylediğimiz şey Tanrının «onu basarlar idrak etmez»
sözünün manasıdır- Bu söz, onu idrak eder bir kimse olmadı, yoktur, ve onu
idrak eder onunla beraber: bir kimse de olmaz demektir, Eğer vücutta Hakk’ın
gayri bir mevcut olması caiz olaydı elbette bu mevcudun Hakk’ı idrak eylemesi
caiz olurdu. Kendisinden başka mevcut yoktur ki onu görebilsin.
Muhakkak Tanrı basarlar onu idrak etmez sözü ile Hakk’ın
gayri gayr olmadığına, kendinden başka bir vücut bulunmadığına tenbih eyledi. Yani
Hakk’ı, Hakk’ın gayri idrak etmez. Belki Hakk’ı Hakk’ın gayri olmaksızın kendi
hüviyeti idrak eyler. İmdi Tanrı, gayr olmayarak kendi zatı ile kendi
zatını idrak eyler. Zira basarlar - gözler Hakk’ı idrak eyleyemez. Göremez,
anlayamaz. Çünkü gözler sonradan meydana gelmedir. Sonradan meydana gelen ise
kadim ve bakiyi anlayamaz, kavrayamaz. Bu manaya ulaşamayan kimse nefsini
bilemez. Zira şey ye gözler yoktur, ancak Hakk vardır. İmdi niteliksiz olarak
Tanrı kendi vücudunu idrak eder.
Biri çıkıpta bana:
Sen herşeyi nefyettin, Tanrıdan başka hiçbir şey yoktur,
ancak ve yalnız Tanrı vardır, dedin. Peki, bu gördüğün eşya nedir?
Derse, cevap olarak :
Benim bu sözlerim hiçbir şeyi Allah’ın gayri görmeyen
kimseyedir. Birşeyi Allah’ın gayri gören kimse ile benim sual ve cevabımı
yoktur.
Derim. Zira o kimse gördüğü şeyin gayrım görmez- Nefsini
bilmeyen kimse de Allah’ı görmez- Her kap içinde olan şeyi sızar. Biz bundan
önce çok şerh ettik. Daha ziyade şerh etsek, açıklasak görmeyen kimse görmez,
anlamaz, idrak etmez. Gören kimse görür, anlar, idrak eder. Vasıla, ulaşana
işaret yeter. Ulaşandan başkası ne öğretme ile, ne anlatma ile ne yaklaştırma
ile ne sözle, ne bilgi ile ne de akıl ile vasıl olmaz, ulaşmaz. Ancak ulaşmış
bir şeyhe hizmet ile anlar. Anın nurile doğru yolu bulur. Onun himmetiyle yola
girip inşallah anın sebebile maksuduna ulaşır.
Allah Teâlâ, sözden, işten, bilgiden ve nurdan, doğru
yoldan sevdiği ve razı olduğu şeyden bizi ayırmasın.
Kaynak: Şeyh-i Ekber
Muhyiddin ibni Ârâbî “Nefsini Bilen Babbini Bilir” Hadisi Şerifini Şerheden
Risâle-i – Ehadiyesi, Hazırlayan: Cemal Bardakçı, AKDEM Basın ve Yayın Ticaret
Limidet Şirketi 1961 ANKARA
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar