Print Friendly and PDF

ŞEYH SENÛSÎ KUDDİSE SIRRUHU'L-ÂLÎ


İmam Senûsî kuddise sırruhu'l-âlî Efendimizin terkip kıldığı bu duayı  derse çalışmaya başlamadan veya okuma bittikten sonra okunursa Allah Teâlâ’nın izniyle bilgi unutulmaktan emin olur.
“Bismillahirrahmanirrahimi ve sübhânellâhi vel hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illellâhü vallâhü ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azzîmi,
Adede külli harfin kütibe ve yüktübü ebedel âbidiyne ve dehred dâhiriyn.”
 (Mecmuat’ul Ahzâb, Şazeli Cildi, 183)
Not: Dualar terkibini düzenleyen kişinin ruhaniyeti ile tesir eder. Eğer o kişiyi tanırsanız ve sağlam itikatle bağlanırsanız, manevi kilidi açılır. Yoksa yüz kere bin kere okuyun faide vermez.
*************
Ayrıca bir başka dua da şudur:
Bismillahirrahmanirrahim.
“Allâhümme aleynâ bi hıkmetik. Venşür aleynâ rahmetek. Yâ Zelcelâli vel ikrâm.”

Senûsî hazretlerinin pekçok kerâmetleri görülmüştür. Talebelerine, kendisine muhabbeti olanlara; "Bir yerde daralıp, zor durumda kaldığınızda, bizden yardım isteyin. Allah Teâlâ nın izni ile sizin o isteğiniz bize ulaşır ve bi-iznillâh yardım ederiz." buyurdu.
Bir defâsında, Senûsî'yi sevenlerden bir zât, evini kilitleyip bir yere gitmişti. Anahtarını kaybetti. Her ne kadar aradı ise de bulamadı. Evine gelip, elini kapalı kilidin üzerine koyarak; "Yâ Muhammed bin Yûsuf Senûsî bana yardım et. Seni vesîle ederek Allahü teâlâdan yardım istiyorum." dedi. Daha sözünü bitirmeden, kapalı kilit açılıverdi.
Senûsî hazretlerinin âdeti şöyle idi ki, mescidinde sabah namazını kıldırdıktan sonra bir mikdâr zikir ile meşgûl olur, sonra talebelere ilim öğretirdi. Sonra evinden çıkıp, sohbet için toplanmış olanlarla bir müddet sohbet eder, daha sonra da içeri girip duhâ namazını kılardı. Sâdece duhâ namazında Kur'ân-ı kerîmden on hizb, elli sayfa okurdu. Öğle namazı vaktine kadar kitap mütâlaa eder (okur), sonra namazı kıldırırdı. Bâzan duhâ namazından sonra odasına girer, akşama kadar hiç çıkmazdı. Yatsı namazından sonra bir müddet uyur, sonra kalkıp abdest alır, fecr (Sabah) vaktine kadar namaz kılmakla veya Allah Teâlâ’yı zikretmekle meşgûl olurdu.
Âlimlerden birinin bir yakını vefât etmişti. O âlim zât, vefât eden bu yakınını rüyâsında görüp hâlini sordu. O da şöyle cevap verdi:
"Elhamdülillah, Cennet'e girdim. Cennet'te, İbrâhim aleyhisselâmın, küçük çocuklara Senûsî'nin Akîde isimli kitabını okuttuğunu, o kitabı levhalara yazdıklarını ve sesli olarak (açıktan) okuduklarını gördüm." Bu yakınının söylediklerini hayretle dinleyen o âlim zâtın, Senûsî hazretlerine ve kitaplarına olan muhabbet ve îtimâdı daha da arttı.
Talebelerinden birisi Senûsî hazretlerine; "Efendim! Niçin bu kadar çok korkulu hâlde bulunuyorsunuz? Devamlı Cehennem azâbından bahsediyorsunuz? Devamlı yüzünüz sararmış bir hâlde?" diye sordu. Senûsî bu talebesine, bu suâle verdiği cevâbı kimseye anlatmaması şartıyla cevap verebileceğini söyledi. Talebe de kabûl edip, hocasının sağlığında kimseye anlatmamak üzere söz verdi. Bunun üzerine Senûsî hazretleri buyurdu ki:
"Allah Teâlâ, beni Cehennem'e muttalî kıldı. Cehennem'i ve içinde ne varsa hepsini gösterdi. Cehennem'den  Allah Teâlâ ya sığınırız. İşte o zaman yüzümün rengi değişti. Cehennem'in dehşetiyle bana mahzunluk çöktü. O zamandan bu âna kadar yüzümün rengi değişmiş olarak duruyor. Cehennem'i gören, ona muttalî olan kimsenin hâli nasıl olur? Onu görmüş olan kimse gülebilir mi? Doyuncaya kadar yemek yiyebilir mi? İşte bende bulunan ve senin suâl ettiğin hâlin sebebi budur." O talebe bundan sonra hocasına daha çok bağlandı ve yaşadığı müddetçe bunu kimseye anlatmadı.
Rivâyet edilir ki, sıcak bir yaz günü, bir kimse çarşıdan bir mikdâr et alıp evine götürürken, Senûsî hazretlerinin mescidinin yanından geçiyordu. Bu sırada cemâat namaza durmak üzere idi. İkâmet okunuyordu. O kimse, burada namazı kılıp, ondan sonra gitmek istedi. Sonra, etin kaybolma veya bozulma ihtimâli bulunduğunu düşünüp, tereddüt etti. O kimse bu tereddüt içinde iken, namazın bir rekati kılındı. Nihâyet o kimse cemâate uydu ve namazdan sonra eti alıp gitti. Etin üzerindeki kanlar duruyordu ve hiçbir bozulma işâreti görülmemişti. Eve gelince pişirmek istediler. Tencereye koyup yatsı namazına kadar kaynattıkları hâlde, ette bir değişiklik görülmüyordu. Hattâ üzerindeki kanlar bile aynen duruyordu. Et, aynen Senûsî'nin mescidine girerken bıraktığı hâlde duruyor, hiç bir değişme olmuyordu. O kimse bunda bir hikmet olduğunu düşünerek, Senûsî'nin yanına geldi ve durumu anlattı. O da buyurdu ki: "Yavrucuğum, ben Allah  Teâlâ’dan ümîd ediyorum ki, bana tâbî olup arkamda namaz kılanın etini ateşte yakmaz. Bu et bu sebeble yanmıyor (pişmiyor) olabilir. Lâkin sen bu hâli gizle. Hiç kimseye anlatma."
O daSenûsî hayatta iken bu hâdiseyi hiç kimseye anlatmadı.
Abdullah Muradoğlu- Ocak 16, 2011
ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine göre, Atatürk, Halife Abdülmecit azledilmeden bir süre önce Şeyh Senusi''ye halife olmasını destekleyeceğini söyledi. Ancak Senusi halifetin Osmanlı ailesinin uhdesinde kalması gerektiğini söyleyerek teklifi reddetti.
Doç. Hakan Özoğlu''nun ABD Dışişleri Bakanlığı''na ait belgeler arasından bulup çıkardığı evraka göre Atatürk, son Osmanlı halifesi Abdülmecit Efendi''yi azlederek, yerine Libyalı Şeyh Ahmet el Senusi''yi getirmek istemiş.
İddianın yer aldığı evrak, 17 Haziran 1924''te Amerikan Yüksek Komiseri Amiral L. Bristol tarafından ABD Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş.
Amiral Bristol iddiayı, Şeyh Senusi''nin sekreteri Osman Fahreddin Efendi ile yaptığı özel görüşmede aldığı bilgilere dayandırıyor.
Belgeye göre Halife Abdülmecit azledilmeden bir süre önce Atatürk Şeyh Senusi''ye eğer Türkiye dışında yaşamayı kabul ederse halife olmasını destekleyeceğini söylemiş.
Şeyh Senusi ise Halifelik makamının Osmanlı ailesinden Halife Abdülmecit''in uhdesinde kalması ve İstanbul''da ikamet etmesi gerektiğini belirterek bu teklifi reddetmiş.
ABD Dışişlerine ait bir başka belgede de, Atatürk''ün Şeyh Senusi''nin 1926''da Kahire''de yapılacağı ilan edilen Hilafet Kongresi''nde halife seçilmesine destek vereceğini, seçilmesi halinde de İstanbul''da ikamet etmesine rıza göstereceğini söylediği ifade ediliyor.
Belgeye göre Atatürk, Şeyh Senusi''den Türkiye''deki dindar çevrelerle yeni rejim arasında yatıştırıcı ve uslaştırıcı bir rol oynaması halinde Kahire''deki kongreye bir heyet göndermek suretiyle halife seçilmesine yardım edeceklerini söylemiş.
23 Ocak 1925 tarihli bir başka belgede de Atatürk''ün Hilafet Kongresi''nde Şeyh Senusi''ye destek vermesi karşılığında Şeyhin bütün konuşmalarında Türkiye hakkında iyi konuşmasını ve Türkiye''nin İslam dünyasındaki eski yerine yükselmesi için yardım etmesini istemiş.
Atatürk''ün teklifini kabul etmeyen Şeyh Ahmet el-Senusi, Halife Abdülmecit''in azledilmesi ve hilafet makamının Türkiye Büyük Millet Meclisi''nin manevi şahsiyetine ithal edilmesinin ardından bir süre Mersin''de ikamet ettikten sonra Türkiye''den ayrıldı.
Osmanlı saltanat ailesinin Türkiye dışına çıkarılmasıyla birlikte Artık Türkiye''de yapabileceği bir şey kalmamıştı.
HİLAFET KONGRESİ FİYASKO OLDU
1926''da Kahire''de toplanan Hilafet Kongresi''nde Suudi Kralı''nı veya Mısır Kralı Fuad''ı Müslümanların halifesi olarak seçtirme girişimleri fiyaskoyla sonuçlandı.
Kongre Hilafet konusunda bir karar alamadan dağıldı.
Kongre''ye yolunu ayrı bir rotaya çeviren Türkiye''den de katılan olmamıştı.
Bütün Arapların Kralı ve halifesi olmak isterken Filistin, Irak, Suriye ve Lübnan''ın İngiliz ve Fransızlar''ın eline geçmesini sağlayan, Osmanlı''nın tasfiyesinde rol oynayan Mekke Şerifi Hüseyin''in bu kongrede esamesi bile okunmuyordu.
Reşit Rıza gibi meşhur alimler bile daha önce hararetle destekledikleri Şerif Hüseyin''den uzaklaşmışlar, hatta ondan “Hicaz tağutu” olarak söz etmişlerdi.
Uzun lafın kısası, Arap-İslam dünyası Şerif Hüseyin''e beklediği itibarı vermedi.
ŞEYH AHMET SENUSİ KİMDİ?
Peki Şeyh Senusi kimdi ve halife seçilecek nitelikte bir şahsiyet miydi?
Dr. Özoğlu''nun verdiği bilgileri “Star” gazetesinde okuduğumda Şeyh Ahmet Senusi''nin hayat hikayesini kısaca anlatmak gereği duydum.
Seyyid Ahmet eş-Şerif es-Senusi, Libyalı''ydı ve Mustafa Kemal Paşa''yla Trablusgarp''tan tanışıyorlardı.
İtalyanlar 1911''de Trablusgarp''ı işgal ettiklerinde, Enver Paşa, Mustafa Kemal ve arkadaşları ile birlikte İtalyanlara karşı omuz omuza savaşmıştı.
Karizmatik bir şahsiyet olan Şeyh Ahmet Senusi, gücü ve etkisi Kuzey Afrika''dan Arap yarımadasına kadar yayılmış bulunan “Senusi Tarikati”nin başındaydı.
Senusiler Birinci Cihan Harbi''nde Osmanlı''nın safında yer alarak Kuzey Afrika''da İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlara karşı açılan cephelerde önemli rol oynadılar.
Sultan Reşad vefat edip yerine Sultan Vahideddin geçtiğinde, bir Alman denizaltısı ile Libya''dan Avrupa''ya, oradan da İstanbul''a geçti.
İlk defa yurdundan ayrılan Şeyh Senusi, İstanbul''da büyük bir törenle karşılandıktan sonra Sultan Vahideddin''e kılıç kuşandırdı.
Bu da Şeyh Senusi''nin Osmanlı nezdindeki itibarın ziyadesiyle yüksek olduğunu gösteriyor.
ATATÜRK, ŞEYH SENUSİ''Yİ ANLATIYOR
Şeyh Ahmet es-Senusi başından sonuna kadar Milli Mücadele''yi destekledi.
Anadolu''da Milli Mücadele''ye destek verilmesi için seyahatler gerçekleştirdi, vaazlar verdi, sohbetler yaptı.
1920''de Ankara''ya geldiğinde de coşkuyla karşılanan Şeyh Ahmet Senusi''yi Mustafa Kemal Paşa şu sözlerle anlatıyordu:
“Benim ve arkadaşlarımın kendi gözlerimizle gördüğümüz gibi, Afrika''da insaniyet ve uygarlık ve hayatta önder olmuşlardır. Bu nedenle bütün Afrika Müslümanlarının kalplerinde ve vicdanlarında kendilerine karşı büyük bir saygı vardır. Dolayısıyla huzurlarıyla şeref duyduğumuz yüce kişi, gerçekte Afrika''nın en tabii reisi ve en yetkili hükümdarıdır”
Mustafa Kemal Paşa, Şeyh Senusi''ye şükranlarını şöyle sunmuştu.
Hepimizce bilinir ki, arkadaşlar! İslam dünyasını oluşturan değişik topluluklar zaman zaman gafil bir halde kalmışlardır. Bu nedenle yapılan bir çok hizmetler, fedakarlıklar gaflet içinde bulunanlara yeterince etkisini yapamamıştır. Fakat bugün İslam dünyasında, kuşkusuz düşmanların tutumları sonucu beliren sonuç ve kötü kaderimizdir ki, bakışlarımızı dünyanın üzerinde dolaştıracak olursak görürüz ki, uyanık durumda ve belki de intikam durumunda bir çok İslam toplulukları vardır. Fakat bütün bu dikkat ve uyanma halinde bulunan insanlar başlarında bulunacak ulviyet ve faziletleriyle tanınmış kimselerin uyarmalarına muhtaçtır. İşte Ahmet Şerif o yüksek simaların birincilerindendir. Dolayısıyla bundan sonra kendilerinin İslam dünyasına yapacakları hizmet şimdiye kadar ki hizmetlerini taçlandıracaktır. Ve bu sayede bütün İslam dünyasının merkez dayanağı olan Türkiye Devletinin de güçlenmesine yardım etmiş olacaklardır. Seyyid Ahmet el Şerif Hazretlerinin gelecek hizmetlerine şimdiden gerek şahsım adına ve gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi namıma teşekkürlerimi sunarım.”
Şeyh Senusi ise yaptığı konuşmada şunları söylemişti:
“İslamiyetin yok olmasının muhakkak görüleceği bir halin belirmesi üzerine Müslümanların umutlarının kesildiği bir sırada Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları birlikte savaşa kalktılar. Birlikte çalıştığımız , cihat ettiğimiz bu hizmet, bütün İslam aleminin kurtuluşuna ait bir kutsal hizmettir. Ben bunu bütün içtenliğimle takdir eder ve bu kutsal hizmetin gerçek mutluluk ile sonuçlanmasını umut ve dua ederim. (..)Reis Paşa hazretleri hakkımızda saygı gösterdiler. Teşekkür ederim. Kötülükle iyiliği değerlendirebildiğim günden beri düşüncelerimi ve dualarımı daima İslamiyetin yücelmesine ayırdım. Sizin bu meşru topluluğunuz içinde bulunmakla da aynı amaca yürüdüğüme eminim. Sizinle beraber mücahid ve duacıyım ve İslamın birleşmesi olan amacımız için her yolda hizmete hazırım”
ANADOLU''DA BİRLİĞİ SAĞLAMAK İÇİN ÇALIŞTI
Şeyh Senusi''nin Anadolu''da ve Suriye tarafında yaptığı faaliyetler İngilizler ve İtalyanlar tarafından günü gününe takip edilir.
Onun çabalarının Anadolu ve Hicaz Arapları nezdinde Milli Mücadele''ye karşı heyecan yaratacağından endişe etmektedirler.
Gerçekten de Şeyh Senusi gittiği her yerde, Sivas''ta, Elazığ''da, Urfa''da, Diyarbakır''da, Adana''da, Milli Mücadele''nin desteklenmesi çağrılarında bulunuyor ve İslam dünyasını çeşitli bölgelerinden gelen kişilerle toplantılar düzenliyordu.
Şerif Hüseyin ihanetin, Şeyh Ahmet Senusi ise sadakatin timsalidir.
Hiçbir karşılık beklemeden, safiyane ve halisane duygularla Osmanlı''ya bağlı kalarak, sömürgexi güçlerin altınlarına ve aldatmalarına kanmayarak kendini riske atan, Milli Mücadele''yi büyük bir şevkle destekleyen Şeyh Ahmet Senusi''yi hep şükranla anacağız.
1933''te Medine''de vefat eden bu büyük mücahidi ve kahramanı unutmayacağız.
Enver Paşa''nın da Şeyh Senusi projesi vardı!
Atatürk''ün Şeyh Ahmet eş-Şerif es-Senusi''ye halifelik teklif etmesi aslında yeni bir durum değildi.
Enver Paşa''nın yakın adamlarından Hüsamettin Ertük, “İki Devrim Perde Arkası” başlıklı anılarında Şeyh Senusi hakkında önemli bilgiler verir.
Şeyh Senusi''nin Libya''dan getirtilerek Suriye Araplarını İngiliz cephesinden ayırması için faaliyet göstermesini istiyordu Enver Paşa.
Ertürk''ün aktardığına göre Enver Paşa şöyle demişti:
“Eğer Şeyh Senusi Şerif Hüseyin''i yola getiremezse o zaman Hicaz Krallığı''nı da, ilerde Trablusgarp''ta kurulacak devletin riyasetini de kendisine vermeye ve onu bu yerlerin meşru hükümdarı tanımaya hazırız.”
Hatta Ertürk''e göre, Enver Paşa, Şeyh Senusi''ye bir İslam Konfederasyonu''ndan bahsetmiş, hatta Şeyh''in halife seçilebileceğini de söylemiştir.
Orhan Koloğlu''nun “Mustafa Kemal''in yanında iki Libyalı lider” başlıklı kitabında dile getirdiği gibi, Enver Paşa elden çıkan ve bir daha geri alınamayacağı anlaşılan İslam ülkelerini Osmanlı hilafetine, başında Arapların seçecekleri fakat Osmanlı devletine bağlı ve saygılı bir lider bulunan bir konfederasyon çerçevesinde bağlayarak, birliği devam ettirmeyi tasarlamış olabilir.
Dolayısıyla Atatürk''ün 1925''teki (daha sonra 1926''ya tehir edilen) Hilafet Kongresi''nde Şeyh Senusi''yi seçtirmek için heyet gönderebileceği pek de akla uzak gelmiyor.
Sadece Trablusgarp''ta değil, bütün Kuzey Afrika''da sömürgeci güçlere karşı direnişin sembolü haline gelen Şeyh Ahmet Senusi, 1920''lerin ortalarında önce Şam''a geçmiş, burada kalmasına Fransızlar izin vermediği için, Şerif Hüseyin''in Suudiler tarafından tasfiye edilmesinden sonra Hicaz''a giderek inzivaya çekilmiştir.
Şeyh Ahmet es-Senusi''nin amcazadesi İdris es-Senusi 1951''de Libya Kralı olarak tahta geçti.
Kral İdris, 1969''da Albay Muammer Kaddafi tarafından düzenlenen bir askeri darbeyle devrildi.
Kazım Karabekir Paşa, Atatürk''ün halife olacağından kuşkulanmıştı!
Şeyh Ahmet es-Senusi''ye halife olması için teklifte bulunan Atatürk''ün kendisinin de Cumhuriyet ilan edilmeden önce halife ünvanını almak istediği iddia edilmiştir.
Bu iddiayı dile getiren Atatürk''ün silah arkadaşı ve Milli Mücadele''nin en önemli komutanlarından Kazım Karabekir Paşa''dır.
Uğur Mumcu''nun “Kazım Karabekir Anlatıyor” başlıklı kitabında bu iddia detaylı olarak dile getirilir.
Milli Mücadele''nin önderleri arasında saltanat ve hilafet konusunda bir takım tartışmalar yaşanmıştı.
Karabekir Paşa''ya göre halife olmak isteyen Mustafa Kemal bu niyetini Meclis bahçesinde çektirdiği bir fotoğrafla açığa vurmuştu.
1921''de çekilen bu fotoğrafta Mustafa Kemal Paşa, İtalyanlara karşı Libya''da savaşırken kendisine hediye edilen mahalli kıyafeti giymiş olarak yer almıştı.
Mustafa Kemal Paşa''nın “mefkure hatırası” adını verdiği fotoğrafta, yanında sarık ve cübbeleriyle çok sayıda hocaefendi de vardı.
Karabekir Paşa''nın beklentisi saltanatın kaldırılması, ama hilafetin Al-i Osman''dan bir şahsiyetin üzerinde kalmasıydı.
Bakın ne diyor Karabekir Paşa:
«Mefkure Hatırası el yazısıyla imzasını taşıyan sarıklılar arasındaki sarıklı resmi Mustafa Kemal Paşa''nın hilâfet ve saltanatı kendisine almak mefkuresinde olduğu neticesinde karar kılıyordu. 12 Mayıs 1922 tarihli el yazılarını ve imzalarını taşıyan bir fotoğraf ilişiktir. Cumhuriyet fikrinden kendi uhdesine hilâfet ve saltanata dönüş bütün cihana karşı çok garip bir şey olacaktı. Ben, bizim için hilâfeti ayırmak ve saltanatı lâğv etmek, bu suretle Cumhuriyet''e gitmeyi iç ve dış siyasetimize daha uygun buluyordum. Fakat bunu da, en son zaferden sonra ortaya atabilirdik. Hükümet merkezinin de artık İstanbul''da iç ve dış baskısı altında tutulmaması fikrinde idim. 9 Ekim 1922''de Erkân-ı Harbiye Umumiye Riyasetinin (Genelkurmay Başkanlığının) İstanbul ve Boğazların muahede-i vaziyeti hakkındaki mütalâamı sormalarına karşı verdiğim cevapta (İstanbul''a makam-ı hilâfet) denilmesini teklif etmiş ve hükümet merkezinin de Ankara - Kayseri - Yozgat sahasında münasip bir yer olarak tesbitinin muvaffak olacağını ayrıca bildirmiştim. Hilâfet ve saltanatın bekası taraftarı değilken bu sefer bunu bir kumandana vermeye hiç taraftar olamazdım! M. Kemal Paşa''nın ''Türkiye''nin başında hilâfet-i İslâm olacak bir hükümdar bulunacaktır'' ifadesinin delâlet ettiği mânâ bu ''Mefkure hatıralı'' fotoğraftan daha iyi anlaşılıyordu.”
Karabekir Paşa, Sakarya zaferinde “Müşir” ve “Gazilik” gibi ünvanları kazanan Mustafa Kemal Paşa''nın son zaferde mefkuresine ulaşmak için muhafazakarları Millet Meclisine dolduracağından kuşkulanmıştı.
Böyle bir durumda, özlenen ve muhtaç olunan yenilenmeye imkan kalmayacaktı.
Tabii ki Karabekir Paşa''nın korktuğu başına gelmedi ama istemediği şeyler de oldu.
Hilafet ve Saltanat biribirinden ayrıldı. Sonra Saltanat kaldırıldı, hilafet Abdülmecit Efendi''ye tevcih edildi. Bilahare de Hilafet makamının Abdülmecit Efendi''den alınarak Meclis''in manevi şahsiyetine aktarılması suretiyle kaldırıldı.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar