Print Friendly and PDF

ŞEYH YÛSUF YANYAVÎ kaddesellâhü sırrahu’l âlî (Ö.1245/1829)

Bunlarada Bakarsınız




Hzl: İhsan ERKUL
A.    HAYÂTI 1
Araştırma konumuz olan, Risâletü ta‘rîfi’s-eyr ve’s-sülûk İlellâhi Azze ve Celle bi’s-Salâti ale’n-Nebiyyi sallallâhü aleyhi ve sellem eserinin müellifi Şeyh Yûsuf Efendi’nin hayatına dâir mevcûd tabakât kitaplarında geniş ma‘lûmât bulunmamaktadır. Ulaşabildiğimiz kaynaklarda hayatı hakkında, kâfi ve derinlikli bir bilgi elde edemesek de, önemli bilgilere ulaştığımızı söyleyebiliriz. Yanyalı’nın hayâtına dâir genel bilgileri, Tabibzâde Mehmed Şükrü’nün, Silsile nâme-i Sûfiyye, Bursalı Mehmed Tâhir’in Osmanlı Müellifleri ile, Şeyh Yûsuf Yanyavî’nin kardeşi Şeyh Ali Yanyavî’nin torunu Şeyh Muhammed Ali Yanyavî (Ö.1327/1909)’nin Risâletü’l-evrâdi’l-meşhûr e[1] [2] adlı eserlerden elde elde ettik.
Ayrıca, Şeyh Yûsuf Efendi’nin üçüncü devre melâmîliğin kurucusu Muhammed Nûrü’l-Arabî (Ö.1305/1888)’nin ilk şeyhi olması hasebiyle, Muhammed Nûr’dan bahseden eser ve ansiklopedilerden kendisine yapılan atıflar neticesinde ciddi bilgilere ulaşılmıştır.
Çalıştığımız risâle olan el-Meslekül-Kavî’de hayatı hakkında çok az bilgi olan Yanyalı Şeyh Yûsuf Efendi’nin bazı akrabalarına ait bilgilere ise, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Sicil Defterleri kayıtlarına mürâcaat edilerek ulaşılmıştır.
Şeyh Yûsuf Yanyavî, Nakşbendî şeyhlerinden, Ahıskalı Beyzâde Mustafa Efendi1 (Ö.1200/1785)’nin halîfesidir.[3] [4] Yanya Arslan Paşa Camii postnişini[5] olan Yanyalı Şeyh Yûsuf Efendi’nin babasının adı Ahmet’tir.[6] Yûsuf Yanyavî veya Yûsuf Saatçi Zade olarak bilinir.[7] Mürşidi Beyzâde Mustafa Efendi’yi görmeden mektûbu ile rûhâniyyetinden gıyâben terbiye almış, uzun süre Yanya’da kalmış ve orada halkın irşâdı ile meşgûl olmuştur.[8]
Üçüncü devre melâmîliğin kumcusu Muhammed Nûrü’l-Arabî (1305/1888), hocası Şeyh Hasan el-Kuveysnî’nin tavsiyesi üzerine Yanyalı Şeyh Ahmed Efendi (ö.l266/1849)[9] ile birlikte Yanya’ya gelip, Şeyh Yûsuf Efendi’ye biat ile, Nakşbendî tarikatına intisâb etmiştir.1 Muhammed Nûr Yanya’da dokuz ay kaldı.[10] [11] Bu süre zarfında Şeyh Yûsuf Efendi’nin damadı Talât Efendi’den tahsiline devam etti. Şeyh Yûsuf Efendi’nin emriyle Mekke’ye gitti. (1245/1829).[12]
17 Muharrem 1245/1829’da vefât eden[13] Yûsuf Efendi, Yanya’da Arslan Paşa Câmii[14]’nde özel bir mahalde medfûndur.[15]
2.                        Ailesi
Ailesi hakkında derin bir bilgiye sahip değiliz. Bu konuda, Yeğeni Şeyh Muhammed Ali Efendi (Ö.1327/1909)’nin Risaletü’l-evrâdi’l meşhûre adlı eserine ve Başbakanlık Osmanlı Arşiv belgelerindeki bazı verilere dayanarak şunları söylemek mümkündür:
Şeyh Muhammed Ali Efendi Risâle’sinde, Yanyalı’dan “Efendim, dayanağım, babamın amcası, şeyhim Şeyh Yûsuf b. Ahmed Yanyavî kaddesellahu sırrehu nûrânî”[16] ifâdeleriyle bahseder. Söz konusu ifâdeyi üç yerde tekrar eder. Yanyalı’nın “Şeyh Ali Yanyavî Nakşibendi” adında bir kardeşi, onun da, “Şeyh Abdü’s-Selâm Halîl Yanyavî” adında bir oğlu olduğu bilinmektedir.[17]
Kayıtlarda Abdü’s-Selâm Halîl Efendi’nin, Şeyh Muhammed Ali (Ö.1327/1909)1, Mehmed Bahâuddin[18] [19], Hacı Fâik Efendi[20] adlarında çocuklarının bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca Şeyh Muhammed Ali’nin de Şeyh Mehmed Sâbit adında bir oğlu olduğu bilinmektedir.[21] Gölpınarlı, Yûsuf Yanyavî’nin Talat adında bir damadının olduğunu, Muhammed Nûrü’l-Arabî (Ö.1305/1888)’nin Yanya’da bulunduğu sırada tahsiline onun yamnda devam ettiğini kaydetmiştir.[22]
Yanyalı’nın annesi eşi ve çocukları hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır.
3.                       Tasavvufî Şahsiyeti
Şeyh Yûsuf Efendi’nin Ta'rifü’s-seyr eserinin şârihi Yanyalı Celâl Efendizâde Muhammed Abdülkerîm, el-Meslekü ’l-Kavî’de Yanyalı ‘nın mürşidi Beyzâde Mustafa (ö. 1200/1785) Efendi’yi görmediğini, mektubu[23] ile rûhâniyyetinden gıyâben terbiye aldığım ve Üveysî[24] olduğunu belirtmiştir.[25] Harîrizâde’nin müridi Bursalı Mehmed Tâhir, Şeyh Yûsuf Efendi’nin yakınlarına yazdığı otuzdan fazla mektubu ihtivâ eden mecmualarından bahisle içerisinde büyük fakîhlerden Ahmed et-Tahtâviyyü’l-Mısrî’ye yazılmış ve cevâbı alınmış iki mektubunu gördüğünü ifâde eder. Söz konusu mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla Şeyh’in yolunun verâ ve takvâ üzerine kurulduğunu belirtir.1
Abdülbâki Gölpınarlı, Melâmilik ve Melâmiler adlı eserinde, Şerif Efendi’nin Yanyalı’nın Seyyid Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin hayatında nüfuz sahibi bir şahsiyet olduğunu belirten düşüncesini aktardıktan sonra bu görüşün kabul edilebilir olmadığım şu ifâdelerle ortaya koymaktadır:
Seyyid Muhammed Nûr, Menbau’n-Nûr’unda Yanyalıdan hiç bahsetmiyor, yalnız üstadı Şeyh Hasanü’l-Kuveysnî ve bilhassa melâmî derviş Mehmed-i Mekkî’den hürmetle bahsetmektedir. Bundan anlayabiliriz ki, Şeyh Yûsuf Efendi Muhammed Nûr’un üzerinde pek de etkili olmamıştır. Esâsen bilahare melâmeti benimseyen Seyyid’in Nakşî Tarikatı gibi zevâhire tamamıyla riâyetkâr olan ve Vahdette Müceddid- i Sânî İmâm Rabbânî’nin meslekine sülük ederek çok ihtiyatkâr bulunan bir tarikata sadâkatinin imkânı yoktur.[26] [27]
Muhammed Nûrü’l-Arabi’nin tarikat silsilesi Nakşbendîliğin Müceddidiyye koluna ulaşmakla[28] birlikte uyguladığı seyr u sülük usûlü ve fikirleri bu tarikattan farklıdır. Nûrü’l-Arabi bu kolun kurucusu İmâm Rabbânî ve vahdet-i vücûda muhâlif bir anlayışa sâhiptir.[29] Bu hususlar bilinmekle birlikte, Gölpınarh’nın iddia ettiği görüşün isâbetli bir görüş olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü mânevi eğitimde şeyhin müridi üzerinde etkisi kalmamıştır gibi kesin bir yargımn temeli yoktur. Muhâmmed Nûr’un Menbau’n-Nûr’unda Yûsuf Yanyavî’den bahsetmemesi de bu görüş için yeteli delil olmadığı düşüncesindeyiz.
Bir çok kerâmeti olduğu belirtilen[30] Yanyalı için Gölpınarlı, Şerif Efendi’den naklen şu menkıbeyi kaydetmiştir:
Bir akşam babamda, Ali Efendi ile Talat Efendi’nin zâhirî ilimlerde derin bilgi sahibi, üstün şahsiyetler oldukları düşüncesinden hareketle, Şeyh Yûsuf Efendi gibi zâhirî ilmi olmayan ümmî bir adama bağlılıklarından dolayı hayret duygulan belirmiş, ve o akşam rüyasında tekkede camiye gittiğini ve kapının karşısına oturduğunu görmüş. Yanında da ihvândan birisi bulunuyormuş. Yanındaki kişinin “Yûsuf Efendi geliyor” demesi üzerine babam arkasına bir bakmış ki, Yûsuf Efendi bir koluna Ali Efendi diğer koluna Talat Efendi girmiş bir vaziyette yüzü dolunay gibi parlak bir halde câmiye girmiş postuna oturmuş. Babam sabah namazını edâ edip, sonra Nakşî zikrini icrâ ettikten sonra câmiden çıkıp, Yûsuf Efend’nin iltifâtına mazhâr olma gayesiyle beklemeye başlamış.
Yûsuf Efendi yine bir koluna Ali Efendi diğer koluna da Talat Efendi girmiş bir vaziyette odasına giderken, babamın karşısına geçip ona hitâben: “Burhân olmadan îmân olmaz mı?” buyurmuş. Babam ise, utancında hiçbir cevâb verememiş. Derken sabah ezânının sesiyle uyanmış ve derhal yataktan kalkıp abdest alarak câmiye gitmiş ve aynen rüyada oturduğu yere oturmuş ihvândan biri de yanına oturmuş biraz sonra da “Yûsuf Efendi geliyor denmiş.” Hakîkaten de Yûsuf Efendi bir kolunda Ali Efendi diğer kolunda da Talât Efendi olduğu halde içeri girmiş ve odasına doğru götürülürken babamın karşısına geçip “burhân olmadan îmân olmaz mı?” deyince babam da ona sükût ederek mukâbelede bulunmuş Yûsuf Efendi de babam için Ali Efendi’ye hitâben: “Mektubu yaz yarın Mısır’a gidecekler diye emir buyurmuş.”1
Yanyalı’nın mektuplar içinde görülen aşağıdaki manzûmenin Şeyh Yûsuf Efendi’ye âit olduğu ifâde edilmiştir.[31] [32] [33]
Oldur tâlibkâr-ı Hudâ vakt-ı seher bîdâr olan
Bulur safâ ender safâ vakt-ı seher bîdâr olan
Şemm eyler ol can bûyini bülbül gibi eyler figân
Arzusu Haktır bî güman vakt-ı seher bîdâr olan
Yakın anlamı: “Allah’ın rızâsını arzu eden seher vakti uyanık olur. Seher vaktinde uyanık olan safâ içinde safâ bulur. Seher vaktinde uyanık olanın arzusu hiç şüphesiz haktır. O gülün kokusunu alan bülbül gibi figân eder.”
Yanyalı Yûsuf Efendi’nin seher vaktinin fazileti ile ilgili bu mısraları ve tasavvûf tecrübesinde seher vaktinin önemi ile ilgili kısa bir değerlendirme yapmanın yerinde olacağı kanâatindeyiz.
İslâm’ın ibâdet düzeni müslümanın hayâtına yeni değerler katmıştır şüphesiz. İbâdetler kişi ile Allah’ın arasını bağlayan, ikisi arasında gerçekleşen kuvvetli birer bağdır. İbâdetlerle kul Rabb’ine yaklaşma imkânı bulur. Belki bütün ibâdetlerin en temel amacı bu bağın herhangi bir sebeple kopmasına izin vermemektir. Bu yüzden ibâdet vakitleri günün her saatine yayılmıştır. Bu açıdan gecenin İslâm medeniyeti içerisinde özel bir yeri vardır. Teheccüd namazı, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in devamlı uyguladığı ve mü’minlere de ısrarla tavsiye ettiği bir ibâdettir. Gece vakti insan bütün kâinâtın uykuda olduğu, karanlık ve sessizlik sebebiyle daha yalın daha kendi halinde ve kendini meşgûl edecek meşgalelerden uzak bir şekilde kendiyle baş başa kalabilmekte, varlığın mânâsı üzerinde tefekkür için konsantre olabilmektedir. Bu da rûhen ve mânen yücelmesine ve yükselmesine vesile olmaktadır.
Tasavvuf tecrübesinde sabahın ve seher vaktinin mânevi bereketine inanılır. Müslüman/derviş, güneşi üstüne doğdurmaz. Bilakis o, güneşin üstüne doğar. Güneş doğarken yatakta olmak pek hoş karşılanmaz. Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), sabah namazından sonra uyumaz güneş doğuncaya kadar uyanık bulunurdu.
Diğer yandan Kur’an-ı Kerîm’de de bu vaktin özelliğini vurgulayan ifâdeler vardır. Âyet-i kerîmelerde seher vakitlerinde yapılan duâların ve istiğfârların ayrıcalığından bahsedilmektedir. Şöyle ki:
“Onlar, geceleri az uyuyanlardı. Seher vakitlerinde de istiğfâr ederlerdi.
“Biz de üzerlerine taşlar yağdıran (kasırga) gönderdik. Yalnız Lût ailesini bir seher vakti kurtardık.[34] [35]
“Zekeriyya bunun üzerine mabedden çıkıp milletine: «Sabah akşam Allah'ı teşbih edin.» diye işârette bulundu.[36]
Âyetlerden de anlaşıldığı üzere, Lût (aleyhisselâm)’a inananlar seher vakti azâptan kurtarılmış ve duâsı kabûl olan Zekeriyya (aleyhisselâm), sabah akşam Allah’a duâ edilmesini emretmektedir. Bütün bunlar seher vaktini özel kılmaktadır. Bu vakitte kâinat adeta yeniden canlanmakta ve uyanmaktadır. Bu vakit kâinâtın ba‘su ba‘del mevti, ölümden tekrar hayata doğması gibi yeniden dirilişi anlatmaktadır. Seher vakti uyanık olan kimse bu dirilişe şâhitlik yapmakta ve onun rûhunda büyük bir değişim ve gelişim olmaktadır. Bu açıdan seher vaktinin bereketi ve faziletine dâir birçok eser yazılmış, o vakitte tüm mânâları ile uyamk olmaya dâvet eden şiirler kaleme alınmıştır. Yanyalı’nın şiiri gibi birçok şiir bu vaktin bereketini anlatmaktadır. Onlardan bir tanesi de Hulusi Dârendevî’ye âittir.
Cûşa gelir dağ ile taş feryâd eder vakt-i seher
Her nesneyi kaplar telaş, feryâd eder vakt-i seher
Ol demde gül handan olur bülbül görüp nâlân olur
Her ehl-i dîl şâdân olur, feryâd eder vakt-i seher
Ol demde diller zâr eder dilber arzı dîdar eder
Her can özün izhâr eder, feryâd eder vakt-i seher
Ol demde eşcâr-u nebât taze bulurlar hep hayat
Ol demde cümle mümkinât, feryâd eder vakt-i seher
Çağlar akar âb-ı revân yüz yere kor eyler figân
Ol demde zerrât-ı cihân, feryâd eder vakt-i seher
Ol demde ins ile melek raksa gelir çarkıfelek
Hû hû deyû suda semek, feryâd eder vakt-i seher
Ol demde Zât-ı Kibriyâ âşıklara eyler salâ
Olan bu sırra âşinâ, feryâd eder vakt-i seher
Hulûsi âşıksan eğer dur yatma gel vakt-i seher

4.                         Halîfeleri[37] [38]
Şeyh Yûsuf Efendi’nin kaynaklarda, altı halîfesinden bahsedilir.
Şeyh Ali es-Sâbirî Efendi (ö.l 270/1853)[39]
Şeyh el-Hacc Sâlih Efendi (ö.?)
Şeyh Zeyne’l -Âbidin Efendi (5.1287/1870)
Şeyh Muhammed Emin Ahmed Efendi (Ö.1311/1893)
Şeyh Ali Efendi (Ö.1315/1897)[40]
Şeyh Muhammed Ali Efendi(ö.l327/1909)[41]
1.                        Risâle-i Râbıta: Nakşbendî Tarikatındaki râbıta usûlüne dâir bir risâledir.[42] İsam kütüphanesi veri tabanından yaptığımız kütüphâne taramalarında kaydına rastlayamadık. Alexandre Popoviç’in, 2-4 Mayıs 1985’te yapılan “Nakşbendilik Kongresi” ndeki tebliğleri derlediği 750 sayfalık hacimli eserinde, Butrus Abu-Manneh, “Khalwa And Rabıta İn The Khâlıdı Suborder” adlı tebliğinde bu risâleden ahntı yapmış ve dip notta zikretmiştir. Eser, tarihsiz, ve yer olarak da İstanbul (?) belirtilmiştir.1
2.                       Mektup Mecmuaları: Yakınlarına ve sevdiklerinden bazılarına yazdığı otuzdan fazla mektubu ihtivâ eder. Bunlardan büyük fakîhlerden Ahmet et- Tahtâviyyü’l-Mısrî’ye yazılmış ve cevabı alınmış iki mektup da vardır. Bursalı Mehmed Tâhir bu iki mektubu gördüğünü ifâde etmiştir.[43] [44]
3.                       Sülük Risâlesi: Bizim de araştırma konumuz olan Risâle’nin tam adı, “Risâletü ta‘rîfi’s-seyr ve’s-sülûk ilellâhi Azze ve Celle bi’s-salâti ale’n-nebiyyi sallallâhü aleyhi ve Sellem”dir. Bu risâleyi Yanyalı Celâl Efendi Zâde Muhammed Abdülkerim, “el-Meslekü’l-kavî li tahsili’t-tarîki’l-Üveysî” ismiyle şerhetmiş ve Risâle’nin metnini şerhinin sonuna eklemiştir. Şârih Muhammed Abdülkerim Yanyavî, Yanyalı Yûsuf Efendi’nin, “Rütbe-i velâyete ulaşmak arzusunda olupta Mürşid-i kâmil bulamayanların Resûl-i Ekrem’e salât ü selâm ile vusul ve nâiliyyetin mümkün olduğuna dâir risâlesini” bazı dostları ve sevenleri istifâde etsin diye kendi hattıyla yazdığını ifâde ettiği bu eser, beş sayfa olup, Arapçadır.[45] Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri’ nde bu eserden bahsetmiştir.[46]
Sh: 6-15
Kaynak: İhsan ERKUL,  Yanyalızâde’nin El-Meslekü’l-Kavî Li Tahsıli’t-Tarıki’l-Üveysı Risâlesi Ve Tasavvufta Üveysîlik, T.C. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyât Anabilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi  ,İstanbul 2006



[1] Yanya (İonnina, Yiannina): Batı Yunanistan’ın Arnavutluğa yakın kısmında. Epirus bölgesinde, 470 m. yükseklikteki Pamvotida gölünün batı yakasına kurulmuş bir şehir. Çevresi yüksek dağlarla çevrili bu volkanik gölün, bir de küçük adası var. Halkı tarımla geçinmektedir. Şehir 1431’de Selânik ve civarındaki lâlelerle birlikte II. Murad tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. Yanya’yı (1081/1670)’te ziyâret eden Evliya Çelebi, Türk eserleri hakkında şu bilgileri vermektedir. Kale’de 4 câmi, 7 mescid, 1 medrese, 1 aşevi. Varoşta 18 câmi, 12 mescid, 6 medrese, 3 dârû’l-huffâz, 2 darû’l-hadîs, 11 Sıbyân Mektebi, 7 Tekke, 3 Han, 2 Hamam, 2 Çeşme ve bir saat kulesi. 1788 yılında Tepedelenli Ali Paşa burayı merkez haline getirdi. Paşa daha sonra isyân etti ve 1822 yılında idam edildi. Yanya tekrar İstanbul’a bağlandı. Balkan harbi sırasında 6 mart 1913’te Yunanlılara teslîm oldu. Şemseddin Sâmi halkının 2/3’nün müslüman olduğunu, 30 câmisinin 3 tekkesinin çok sayıda medreselerinin ve kütüphanesinin bulunduğunu bildirmektedir, bkz. Nusret Çam, Yunanistan’daki Türk Eserleri, Türk Târih Kurumu, Ankara, 2000, s. 339; Filiz Yenişehirlioğlu, Yaşam Sanat Dergisi, Nisan-Mayıs, 1995.
[2] bkz. Risâletü’l-evrâdi’l-meşhûre, 17-18, sayfa numarasının olmadığı giriş sayfası. Eser ile ilgili bilgi, giriş bölümünde verilmiştir.
[3] Beyzade Mustafa Efendi hakkında geniş ma‘lûmat ilgili bölümde verilecektir.
[4]  Tabibzâde, Silsilenâme-i Sâfiyye, s. 77-78; Muhammed Abdülkerim Yanyavî, el-Meslekü’l-kavî li tahsili 't-tarîki’l-üveysî, Yazma, Fotokopi Nüsha, 1332, s. 26; Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, c.I, s. 203; Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliyâ, (Haz. Prof. Dr Ali Yılmaz-Prof Dr. Mehmet Akkuş, Sehâ, c. II, s. 257).
[5] Sâdık Albayrak, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, İstanbul 1981, c. IV-V, s. 78 (Sâdık Albayrak, Mehmed Saffet Efendi’nin terceme-i hâlini anlatırken, Şeyh Yûsuf Efendi’ye atıf yapmış, O’nun Yanya Arslan Paşa Câmii postnişini ve Nakşbendî meşâyıhından olduğunu beyân etmiştir.)
[6] Risâletü’l-evrâdi’l-meşhûre, s. 9.
[7] Yûsuf Yanyavî, Ta’rifu’s-seyr ve’s-sülûk, s. 5. Üzerinde çalıştığımız bu risâlenin sonunda şu ibâre vardır: “Bu risâlenin aslını Fakîr Yûsuf Saatçi Zâde yazmıştır.”
[8] Bursalı Mehmed Tâhir, a.g.e., aynı yer.
[9]  Şeyh Ahmet Efendi, bilahare İstanbul’a avdet edip burada vefât etmiştir. Kabri Sünbül Efendi Tekkesi’nde türbenin karşısındadır. Mezar taşında vefât yılının (1266/1849) olduğu anlaşılmaktadır, bkz. Abdülbâki Gölpınarlı (ö. 1402/1982), Melâmilik ve Melâmiler, Devlet Matbaası, İstanbul 1931, s. 233.
[10]         Gölpınarlı, a.g.e., s. 232. Ayrıca Gölpınarlı Muhammed Nûrü’l-Arabî’nin Yanya seyahati için şunu ifâde etmektedir: “Seyyid’in bu Yanya seferi herhalde bir maksadı mahsustan ziyâde, tarikatlarda bazı siliklere verilen seyahat gibi sülük mükteziyâtındandm”
[11]         Harîrizâde, Tıbyan’ında sekiz ay kaldığını ifâde ediyor. bkz.Harîrizâde, Tibyânü vesâili’l-hakâik fi beyâni selâsilit’tarâik, Sül. Ktp. İbrahim Efendi, nr. 430, c. III, vr. 214b.
[12]         Sâdık Vicdânî, Tomâr-ı Turûk-ı Âliyye, Yayına haz.: İrfan Gündüz, Tarikatlar ve Silsileleri, s. 68.
[13]         Risaletü’l-evradi’l meşhûre, s. 9, (Tabibzâde Mehmed Şükrî’nin, Silsilenâme-i Sûfıyye’sinde vefât tarihi 1238/1822’dir. Kanaatimizce bu bilgi yanlıştır. Hem aileden biri olan Şeyh Muhammed Ali’nin verdiği bilgi, hem de Muhammed Nûr’un 1245/1829 yılında Yûsuf Yanyavî’nin emriyle Yanya’dan ayrılıp, Mekke’ye gitmesi Yanyalı’nın vefât tarihinin 1238/1822 olmasını imkansız kılmaktadır. Doğrusu 1245/1829 yılıdır.)
[14]         Yanya’da 1618’de yapılmış olan Arslan Paşa Câmii, şu anda müze olarak kullanılmaktadır. Arslan Paşa Camii Türbesi, Külliyyesi ve külliyye avlusunda bulunan mezar taşları, bu mezar taşlarının ait olduğu kişiler, yazılı kitâbeler vb. ile ilgili resim ve bilgi için, bkz. Nusret Çam, a.g.e., s. 340-364.
[15]        Risaletü’l- evrâdi’l meşhûre, s. 9, Dipnot: 1.
[16]         bkz. a.g.e., s. 11-13.
[17]         bkz. a.g.e., sayfa numarasının olmadığı ilk sayfa.
[18]         bkz. a.g.e., aynı yer.
[19] 1263 Yanya doğumlu, Abdü’s-Selâm Halîl Efendi’nin oğludur, bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), DH. SAİD d. 32/269 no’lu kayıt.
[20]         1266 Yanya doğumlu, Yanyalı Şeyh Yûsuf Efendi biraderi Şeyh Ali Efendi sülâlesindendir. bkz. BOA, DH. SAİD d. 42/79 no’lu kayıt.
[21]         Risâletü’l-evrâdi’l-meşhûre, sayfa numarasının olmadığı ilk sayfa.
[22]        Gölpınarlı, a.g.e., s. 232; ayrıca bkz. Hasan Fehmi Kumanlıoğlu, Hz Pir Seyyid Muhammed Nâr el- Melâmî el-Arabî, Hayatı, Şahsiyeti ve Bazı Tasavvuft Görüşleri, İzmir 2001, s. 13
[23]         Mektupla yapılan tebliğ ve irşâd faaliyetinin tarihi, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e kadar uzanır. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem), komşu ülkelerin devlet başkanlarına gönderdiği elçi ve mektuplarla onları İslâm’a davet etmiştir. Mutasavvıf ve mürşidler de bu usûlden çokça istifâde etmişlerdir. Sûfîler içinde ilk defa mektupla irşadda bulunan Hasan Basrî Hazretleri’dir. O’nun Ömer ibn Abdülaziz’e mektuplar yazdığı bilinmektedir. Daha sonraki devirlerde de mutasavvıfların bu usulle tebliğ ve irşâdda bulundukları İmam Rabbani gibi Mektûbâtıyla meşhûr olan büyük mürşidlerin mevcûdiyetinden anlaşılmaktadır, (bkz. Muhammed Es’ad Erbilî, Mektûbât, Neşre haz. H. Kâmil Yılmaz, İrfân Gündüz, Erkâm Yay. İstanbul ts.)
[24] Üveysîlik konusuna ilgili bölümde temas edilecektir.
[25]        el-Meslekü’l-kavî, s. 26.
[26]Bursalı Mehmed Tâhir, O.M. c. I, s. 203.
[27]         Gölpınarlı, a.g.e., s. 233.
[28] Sâdık Vicdânî, Tomâr-ı Turûk-ı Âliye, s. 65,66.
[29] Nihât Azamat, “Muhammed Nûrü’l-Arâbî”, DİA, c. XXX, s. 562.
[30]        Rısâletü ’l-evrâdi ’l-meşhûre, s. 9.
[31] Gölpınarlı, a.g.e., s. 232-233.
[32]         Bursalı, a.g.e., aynı yer.
[33]         Bursalı, a.g.e., aynı yer.
[34]ez-Zâriyât, 51/17-18.
[35]el-Kamer, 54/34.
[36]Meryem, 19/11.
[37] Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî, 2. baskı, Ankara 1997, s. 52.
[38]Şeyh Yûsuf Yanyavî’nin halîfeleri için; bkz. Risâletü’l-evrâdi’l-meşhûre, s. 15; Bursalı, a.g.e., aynı yer.
[39]Şeyh Yûsuf Yanyavî’nin ilk halîfesidir, bkz. Risâletü’l-evrâdi’l-meşhûre, aynı yer. Hür Mahmut Yücer, Osmarılı Toplamımda Tasavvuf (19 yy.), İnsan Yay., İstanbul 2004, s. 905.
[40] Sâdık Albayrak, Son Devir Osmanlı Ulemâsı’nda Şuayb Efendi’den bahsederken, O’nun Şeyh Ali Efendi’den tefsir, hadîs, Şeyh Mehmed Ali Efendi’den meâni ve vücûh dersleri aldığını kaydetmiştir, bkz. Sâdık Albayrak, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, İstanbul 1981, c. IV-V, s. 411.
[41]         Şeyh Abdüsselâm Halil Yanyavî’nin oğludur. 17 Muharrem 1327’de vefât etmiştir. Yanyalı Yûsuf Efendi’ye nisbet edilen Evrâdı’nın usûl ve esaslarının belirtilip şerhinin yapıldığı “Risâletü’l-evrâdi’l meşhûre” adlı eserin müellifidir. Arslân Paşa Câmii altıncı postnişinidir. bkz. Risâletü’l-evrâdi’l- meşhûre, sayfa numarasının olmadığı giriş sayfası, s.15 (dip not:l), 17; Bursalı Mehmed Tâhîr, Yanyâlı Yûsuf un halifeleri içerisinde Muhammed Ali Efendi’yi kaydetmemiştir, bkz. Bursalı, a.g.e., aynı yer.
[42]         Bursalı, a.g.e., aynı yer.
[43]         Dip not kaydı şöyledir: “For instance, Yûsuf Yanyavî, Risâle-i Rabıta, (istanbl (?), n.d.)” bkz. Alexandre Popoviç, Naqshbandıs, İstanbul-Paris, İsis Yayıncılık 1990, s. 298.
[44]         Bursalı, a.g.e., aynı yer.
[45]         el-Meslekü’l-kavî, sayfa numarasının olmadığı giriş bölümü.
[46]         Bursalı, a.g.e., aynı yer.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar