ŞEYTAN DAHİ CİMRİLERLE ARKADAŞLIK YAPMAZ
"Akılsızlar
hırsızların en zararlılarıdır.
Zamanınızı ve neşenizi çalarlar."
Zamanınızı ve neşenizi çalarlar."
Johann Wolfgang von Goethe
Allah Teâlâ cömertleri sever.
Materyalist kafa yapısına sahip
olduğumuz değil mi ki, cimriliği maddî açıdan düşünme sebebimiz olmuş ve biz
insanları kısır ve bereketsiz kılmıştır. Aslında cimrilik maddede değil manevi
kısımda ve ahlakta tehlikelidir. Cimriliğin ahlaktaki çirkin kokusuna şeytan
dahi tahammül edemez ve yanlarından kaçar gider. Ayrıca cehennem yolunda
ilerleyişinde kendini sorumlu tutmak istemeyişi de vardır..
Cömertlik, malda değil gönülde
olandır. Mal sahibi mülk sahibi üzerinde en güzel konuşan Yunus Emre, aslında
neyi anlattığını tefekkür etmeliyiz.
Biz neyin sahibiyiz?
Derken neyi işaret ettiler.
Hırsızlar bir şey saklanıyorsa onu
değerli kabul eder ve çalmak isterler. -Kalp hırsızları vardır. Bunlar
konusunda kimse çok konuşmak istemez. En can alıcı hırsızlık budur.-
Şeyh Galip, Hüsn-ü Aşk
adlı o büyük eserinde, Mevlânâ'ya âit olan mısrâları kullandığında ya da
'esinlendiğinde', - herhalde itiraz edenler olmuş ki- şu meşhûr beytiyle
açıklar:
" Esrârını
Mesnevi''den aldım
Çaldımsa da mîrî malı
çaldım
Fehmetmeğe sen de
himmet eyle
Ol gevheri bul da
sirkat eyle
Bu iki beyt günümüz
Türkçesiyle:
"Sırlarını
Mesnevi''den aldım. Hırsızlık ettimse de beylik malı çaldım. Sen de artık
anlamaya çalış, o cevheri bul da sende çal."
Can Yücel'e atfedilen
bir söz vardır:
İki şey çalmak günah
değildir: Ekmek ve kitap.
Bilmesekte, kitap
"kamulaştıranlar" bu "fetvâ"ya mı dayanırlar? Belki de
Lenin'in "Kitap ve çiçek hırsızları hırsız değildir" e
bağlayanlar olsa da eskilerde talebelerin kitap çalmasına göz yumardı.
Bir Arap atasözü şöyle
der:
Kitabı emânet veren
büyük deli, geri getirense en büyük deli..dir
Gandhi’ ise : "Sattığı
mala aşırı fiyat koyan adam hırsız değil de nedir?" derken bize konuya
başka açıdan mı değerlendirme yapıyor.
http://blog.milliyet.com.tr/caldimsa-da-m-r--mali-caldim/Blog/?BlogNo=357608
Hırsızlık aslında cimriliğin bir
getirisi olurken, ilimde saklanılan her şey bir yerde cahilliğin ilerlemesine
neden olacak kadar acı gerçektir.
Paylaştığımız şeyler hususunda Şeyh
Bedreddin'in
"yarin yanağından gayrı her
şeyde
her yerde
hep beraber!" olmak şiarımız olmalıdır.
Yıllardır internet üzerinde serbest
dağılımı olan çok kitap var. Belkilerini tatmin etmek için, insanlar onları
kopyalar arşivlerine atar. Sonuçta çoğu okunmadan arşivde çöp olarak kalmıştır.
[Benim bir kitap arşivimin adı "kitap çöplüğü" olarak
geçiyor.] Çekiciliği kalmayan her kitap onları birileri için
toplasanızda–kendinizde olsanız- değersiz kalmıştır. Klasik eserler dahi
çöplüğe düşmeden nasiplenirler.
Yeni yetmeler yıllarca çalışır, bir
eser üretir. Sonra üzerlerine misafir bir sinek konduğunda onu kovmaya
çalışırlar. Bilmez ki ilk eserler ulaşabildiği yere kolay ulaşması gerekirdi.
Hatırlarım, şimdilerde meşhur bir sanatçı ilk kasetini piyasaya sürdüğünde,
kasedim çok satıldı imajı için, alışverişi birşeyi andırıyor. Kendi eserine
kendi değer verme yolunu da eliyle açma isteği.
Zaman zaten cevherin tozlarını ve
cürufunu kaldırıp atacaktır. Allah Teâlâ bilgiyi saklasaydı ve Âdeme isimleri
öğretmeseydi, kendi katında büyüklüğüyle kendince övünseydi, bir zevk
alamayacağı kesindi. Bu nedenle bütün bu varlığı yarattı. "Ben varım"
dedi.
Saklanılan ve çalınan şeyler ile
aramızda koyduğumuz sınır varlık âleminde hırslarımızın ve egomuzun tatmin
olmayışıyla alakalıdır. Kamuya açık mekânlarda ortaya bırakılan araçlar değer
açısından cazip olmayışları değersizlikleri ile değil, düşüncelerimizle
oluşmaktadır. Bir zaman evime hırsız giripte –hepsini dağıttığım-kitapların
hiçbirini çalmayışında, en çok tuhafıma giden şey kitabın değersiz oluşumuydu?
Hayır. Biliyorum ki, kitap hırsızı varsa o yalnızca yazar tayfasından başkası
olamaz. Yazarda kitaptan ekmek yediği içindir. Çaldığı yine kendi açlığı olan
ekmeğidir. İnsan yemek ve doymakla bütünleşir. Ekmek çalmak açlığı gidermek
için olduğunda, Hz. Ömer radıya'llâhu anh kısas uygulamamıştır.
Açlık dünyada iki şey için hırsa
döner, denilmiştir. Biri cimrilik diğeri cömertlik için. Cimrilik için olan mal
biriktirmek, cömertlik için olan ise, ilim yapmak âlim olmak içindir. İlim ehli
eğer bir şeyi bulmak için yola düşüyorsa, cahil bir sokak adamın ağzından da
hikmeti alır, çalar ve haysiyet sahibi yapmak için onu tezyin edip sunar. Sokak
adamı sattığından habersiz, alanda hırsızlık malı olduğunu hiç düşünmez.
Ahlakın güzel oluşu kendimize
verdiğimiz değerle alakalı olduğu kadar cömertliğimiz ile tam manada bağıntı
kurmuştur. "Ben bildim", "hakkım olanı helal
etmiyorumla" uğraşmak yerine çalınmayacak kadar orijinal bir eser
üretelimde bu gerçekten onun/şunun desinler. Yoksa duyduğu melodiyi tırtıklayıp
ilahi yapan FM sanatçıları gibi, satanist şarkıyı, ilahi formunda terennüm
ederken, doğrusu işi bilenler için gülme konusu olduğunu bilmekteyiz.
Hırsızlık mesleği gök kapılarında
başladığında, şeytanlar değer sisteminin ilk kurucusu oldular. Bilgiyi çaldılar.
Fakat Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemden sonra bilgi hırsızlığı
kapatıldı denilmesi "en büyük hikmetin" O'na indirilmesidir. Yoksa
şeytan hırsızlığından vazgeçip şihaplardan korkarak huyundan vazgeçti demek
değildir.
Cehennem olacak bütün sonuçlar
Efendimizle belirtilmişken sonsuzluk hırslı insan için tek bir bilgi vardır. "Benlik.
Her şeyde ben her yerde ben." Bunun kötü geleceğini bilmek, sen ve ben
kavgasında inancın değil cimrilik ve cömertliğin erdemi vardır. Cimriler
sonuçta cehennemî yollarında sıkıntı ile kıvranırken –şeytan bile bile
sorumluluk almamak için onları terketmişken-cömert huzuru kalp ile hayat
çöllerini aşar gider. Çünkü cömertin bildiği sır "ölümlü"
olduğunu bilmesidir.
Sonuçta mal ve mülk sahibi
hikâyesinin başına döneriz.
Öyle ise bizler, Hakk'ın mülk
hırsızları olarak kaç kere kesilecek elimiz, kesilecek dilimiz, kesilecek
kalplerimiz olmuştur. Kaç kere. Sahip olmadığımız şeylerle övünüceğimize;
Kaybedecek neyimiz var?
Kazandığımız neydi ki?
Dediğimizde cevabımız koca bir
Hiç….. olacaktır.
Sözü Hz. Mevlana kuddise
sırruhu'l-âlî Efendimin menkıbesi ile bağlayalım.
Sahip İsfahani"nin hanında çok
güzel bir fahişe kadın ve yanında da çalışan birçok kız vardı. Mevlana bir gün
bu hanın önünden geçiyordu. Rabia adındaki bu kadın kızları ile birlikte gelip
Mevlana"nın ayağına kapandılar. Mevlana :
“ Siz ne büyük pehlivanlarsınız, ne
büyük pehlivanlar. Eğer siz bu kadar yükleri çekmeseydiniz, azgın nefisleri kim
yenerdi?
Siz olmasaydınız, iffetli kadınların
iffet ve namusları nasıl anlaşılırdı?”
buyurdu. Bunu işiten devrin
büyüklerinden birisi "Mevlana, büyük adam fakat fahişelerle ilgilenmesi
manasızdır", dedi. Bunun üzerine Mevlana,
“Eğer sen de erkeksen, onlar gibi
ol, için dışın bir olması için ikiyüzlülüğü bırak” dedi (Eflâki II: 127).
Yeryüzünde cömertlik hususunda
fahişe kadınları aşan bir varlık gelmedi. Kalaycı Mehmed Emin Özlü Efendim,
mahcubiyetle "onlardan daha cömert kimseler görmedim"
dediğinde zühd ve takva sahiplerinin iç hallerinde gizledikleri benlik be
cimriliklerinin sırıtışını beyan eder.
"Günah başka, cimrilik başka
bir şey ", "zahidde olsa şeytanın dahi cimriler ile hiçbir işi ve
arkadaşlığı yoktur", "cimriler yalnız kalmaya mahkumdurlar" deriz.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar