Print Friendly and PDF

ŞEYTAN’DAN DERSLER: SAPIKLIĞIN VE ŞÜPHENİN TEMEL İLKELERİ

Bunlarada Bakarsınız




Bil ki mahlûkat içinde görülen ilk şüphe, İblis’in (Allah lanet etsin) or­taya koyduğu şüphedir. Bu şüphenin kaynağı, nassa karşı kendi görüşünü ısrarla savunması, ilâhı emre karşı çıkmak için kendi arzusunun gereğini seçmesi, Âdem’in yaratıldığı madde olan çamur karşısında, kendi yaratıl­dığı madde olan ateşten dolayı kibir ve gurura düşmesidir.
Bu şüpheden, yaratılanlara yayılan, insanların zihinlerine bulaşan, bid’at ve dalâlet mezheplerinin oluşmasına sebep olan yedi kuşku ortaya çıkmıştır. Bu şüpheler Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncil’lerinin şerh­lerinde yazılıdır. Tevrat’ta Âdem’e secde etmesi emredilip, bundan kaçın­ması sonrasında, meleklerle arasında geçen münazaralar şeklinde dağınık olarak zikredilmiştir.
Nakledildiğine göre İblis:
“Allah Teâlâ’nın benim ve bütün varlıkların yaratıcısı, âlim, kâdir olduğunu, kudret ve dilemesinden sual edilmeyece­ğini, ne zaman bir şeyin olmasını isterse ona “ol” dediğinde o şeyin hemen ortaya çıktığını ve hikmet sahibi olduğunu kabul ettim. Fakat hikmetinin yönlendirilmesinde bazı sorular ortaya çıkmaktadır” deyince, melekler: Bu soruların neler ve kaç tane olduğunu sormuşlar. İblis de (Allah lanet etsin) bunların yedi tane olduğunu söylemiştir.
İkincisi: “Hadi beni irâdesi ve dilemesi sonucu yarattı, beni niçin ken­disini bilmek ve ibâdet etmekle sorumlu tuttu? Emirlerini yerine getir­mekten faydalanmayıp, kendisine karşı isyan etmekten zarar görmeyince, bu tür teklifin hikmeti nedir? “
Üçüncüsü: “Hadi beni yarattı, mükellef kıldı. Ben de onun gerekli kıl­dığı ‘kendisini bilmek ve itaat etmek’ görevlerini yerine getirdim; bu du­rumda niçin benim Adem’e itaat ve secde etmemi emretti?(En’âm, 11-12) Özellikle kendisini bilip ibadet etmem konusunda bir fayda temin etmeyecek olan bu teklifin hikmeti nedir?”
Dördüncüsü: “Diyelim ki beni yarattı ve mutlak olarak mükellef kıldı, özellikle de Âdem’e secde etmemden sorumlu tuttu. Ancak ben Âdem’e secde etmediğimde, niçin beni lanetledi ve cennetten çıkardı?(En’âm, 11-13) Kötü bir şey işlemeyip, ‘sadece ben ancak sana secde ederim’,(Bakara, 34) dememden dolayı uğradığım bu durumun hikmeti nedir?”(Hicr, 28-29; İsrâ,61; Kehf, 50…)
Beşincisi: “Beni yarattı, mutlak ve özel olarak mükellef kıldı, kendisine itaat etmediğimde ise beni lanetleyip kovdu. Bu durumda niçin benim ikinci defa cennete girerek Adem’e ulaşıp onu vesveselerimle aldatmama ve dolayısıyla yasak ağacın meyvelerini yemesine vesile olmama müsaade edip, benimle birlikte onu da cennetten çıkardı? Bunun hikmeti nedir? Eğer beni cennete girmekten menetseydi, Adem benden kurtulacak ve cennette ebedî olarak kalacaktı.” (Taha, 116-117)
Altıncısı: “Beni yarattı, yapmam gereken umumî ve özel görevlerle mükellef kıldı, sonra beni lanetledi ve cennete girme fırsatı verdi, benimle Adem arasında düşmanlık vardı, fakat beni niçin, Adem oğulları üzerine musallat etti? (Sâd, 73-83) Oysaki ben onları gördüğüm halde onlar beni göremiyor­lar, benim verdiğim vesvese onlar üzerinde tesirli olduğu halde, onların gücü ve kudreti bana tesir etmiyor. Bunun hikmeti nedir? Onları fıtrat üzerine yarattıktan sonra bundan saptıracak olanı ortadan kaldırıp, insan­ların temiz, emirleri dinler ve itaat eder olmaları onlar için daha uygun ve hikmete daha layık değil midir?”
Yedincisi: “Bütün hepsini kabul ediyorum: Beni yarattı, mutlak ve sı­nırlı olarak mükellef kıldı, ben itaat etmeyince beni lanetledi ve kovdu, cennete girmek istediğimde bana fırsat verdi, orada yaptıklarımdan sonra beni Âdemoğullarına musallat etti. Niçin ben mühlet istediğimde bana mühlet verdi? “Bana tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver”(En’âm, 14) deyince “sen bilinen bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin.” (Hıcr, 36-38) dedi. Bundaki hikmet nedir? O durumda beni derhal helak etseydi Adem ve diğer yaratı­lanlar benden kurtulur, âlemde şer denilen bir şey kalmazdı. Alemdeki dü­zenin hayır üzere devam etmesi şerle karışmasından daha iyi değil midir? İşte bu benim ileri sürdüğüm iddialarımın delil ve mesnedidir.
İncil’in açıklayıcısı şöyle der: Allah Teâlâ meleklere vahyederek ona, “Sen, benim senin ilâhın ve bütün mahlûkatın ilâhı olduğum şeklindeki ilk ka­bulünde sadık ve doğru sözlü değilsin, eğer benim bütün âlemlerin ilâhı olduğumu tasdik etseydin, bana karşı “niçin” diye itiraz etmezdin. Ben kendisinden başka ilâh olmayan Allah’ım, yaptığımdan dolayı hesap vere­cek değilim, sorumlu olan yaratılanlardır” demelerini istedi. Bu belirtti­ğim ifadeler Tevrat’ta zikredilmekte, belirttiğim şekilde İncil’de (şerhle­rinde) yazılmış bulunmaktadır.
Ben (Şehristânî) bir süredir, tartışılmaz şekilde Âdemoğluna arız olan her şüphe­nin kovulmuş olan şeytanın saptırması, vesveseleri ve zikredilen kuşkulandırmalardan kaynaklandığını düşünüyordum. Bu şüphelerin sayısının ye­diye ulaşması ve büyük bid’at ve dalâlederin sayısının da yedi tane olması oldukça ilginçtir. Her ne kadar metot ve ifadeler farklı olsa da, sapkınlık, küfür ve dalâlet fırkalarının ortaya koydukları şüpheler, belirtilen şüphele­rin çerçevesini aşmamaktadır. Bu şüpheler pek çok dalâlet türleri için bir tohum mesabesindedir; hepsi de hakkı itiraftan sonra ilâhı emri inkâr, nas karşısında arzulara yönelme ile ilgilidir.
İşte Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut, Şuayb, Musa, İsa ve Son peygamber Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme karşı çıkıp mücadele edenlerin hepsi, şüpheler ortaya atmak husu­sunda ilk lanetlenenin yolunu takip ettiler. Bunun gayesi kendilerine yapı­lan teklifi ortadan kaldırmak, din mensuplarını ve İlâhî teklifleri kabul edenleri tamamen yalanlamaktır. Onların “Bir beşer mi, bizi doğru yola ulaştıracak?”(Tegabün, 6) sözleriyle, İblis’in “Çamurdan yarattığın bir kişiye mi secde edeceğim” (En’âm, 12) sözü arasında bir fark yoktur.
“İnsanlara hidayet geldiğinde, onların buna inanmalarını sadece, Allah bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi, demeleri engellemiştir” (İsrâ, 94) ayetindeki muhalefet ve ayrılık bu dü­şünceden kaynaklanmış, inanca mani olan şeyin öncekinin dediği, “Allah buyurdu: Ben sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan nedir? İb­lis: ben ondan daha üstünüm, çünkü beni ateşten yarattın onu da çamur­dan yarattın” ( Â’raf, 12) gibi, bu anlayış olduğu belirtilmiştir. Daha sonra onun zürriyetinden gelen Firavun da “Yoksa ben zayıf ve neredeyse söz anlata­mayacak şu adamdan (Musa’dan) hayırlı değil miyim?” (Zuhruf, 52) şeklinde aynı an­lamda söz söylemiştir. Bunun gibi önce geçenlerin söyledikleriyle, sonra­kilerin sözlerini dikkatlice izlediğimizde, her iki grubun sözlerinin birbiri­ne mutabık olduğunu görürüz. “Bunun gibi onlardan öncekiler de, tıpkı onların dediklerini demişlerdi, kalpleri nasıl da birbirine benzedi” (Bakara, 118) “Fakat onlar daha önce yalanladıkları şeylere inanacak değillerdi.” (Yunus, 74)
Böylece ilk mel’un aklın hükmetmemesi gereken varlık hususunda aklı hâkim kıldığı için ya yaratanın hususîyetlerini mahluklara yahut da mah­lukların özelliklerini yaratıcıya isnat etmiştir ki bunlardan ilki gulüv; aşırı­lık, İkincisi ise taksir yani eksikliktir.
İlk şüpheden hulûliyye, tenâsühiyye, müşebbihe, Şia’nın gulatı, yani aşırı grupları gibi bir kısım mezhepler or­taya çıkmıştır. Bunlar bazı şahıslar hakkında aşırılık göstererek onu İlâhî vasıflarla nitelendirmişlerdir. ikinci şüpheden ise Kaderiyye, Cebriyye, Mücessime gibi bir takım mezhepler ortaya çıkmıştır.
Bu gruplar Allah’ın özelliklerini eksiltme yo­luna giderek onu sonradan yaratılanların sıfatlarıyla nitelendirmişlerdir. Buna göre Mutezile ilâhı fiiller konusunda Müşebbihe gibi hareket eder­ken, Müşebbihe de İlâhî sıfatlar konusunda Hulûliyye gibi düşünmektedir. Bu sebeple bunların hepsi şaşı olarak görmektedirler. Bize göre “iyi ve hasen (güzel) olan şey, Allah Teâlâ katında da iyi ve hasen, çirkin ve kabili olan nesne, Allah katında da çirkin ve kabihtir” diyen kimse yaratanı yaratılana benzetmiş olmaktadır.
“Allah Teâlâ, mahlukatın sıfatları ile nitelendirilmiş ya da mahlukat Allah’ın sıfatlarıyla nitelendirilmiştir” diyen kimse haktan ay­rılmıştır, Kaderiyyenin asıl prensibi de her şeyin sebebini aramaktır. İşte ilk mel’unun istediği de bu idi. Zira önce niçin yaratıldığı konusunda se­bep aradı, ikinci olarak niçin mükellef tutulduğunun hikmetini sordu, üçüncüsünde ise Adem’e secde etmesi teklifinin dayandığı maksadı öğ­renmeye çalıştı. Bundan Havâric ortaya çıktı. Çünkü onların “Hüküm an­cak Allah’a aittir, kişileri hakem kabul etmeyiz” sözleri ile İblis’in ancak Allah’a secde edeceğini belirttiği “ben kuru bir çamurdan şekillenmiş, kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim” (Hicr, 33) sözleri arasında fark yoktur. Kısaca her iki tarafın maksatları da çirkin sayılmıştır. Bu duruma göre Mutezile tevhîd konusunda öylesine aşırıya yönelmiştir ki, sonunda ilâhı sıfatları olumsuzlayarak ta’tile (sıfatları yok saymak) ulaşmıştır. Müşebbihe yaratıcıyı, cisimlerin sıfadarı ile niteleyerek onun vasıflarını çoğaltmaya yani ‘taksire” yönelmiş, Râfızîler peygamberlik ve imâmet ko­nularında gulüvve gidip aşırılık göstererek hulûlü benimsemişler, Havâric ise taksire (yetki alanını kısıtlamak) yönelerek insanların hüküm verme özelliğine karşı çıkmışlardır.
Gördüğünüz gibi bu şüpheler dikkatlice incelendiği zaman ilk mel’un yani yerilmiş olan İblis’in şüphesinden kaynaklandığı anlaşılır. Dikkatlice incelediğin zaman görürsün ki bu şüphelerin hepsi ilk mel’unun (İblis) şüphelerinden kaynaklanmıştır. Başlangıçta o şüpheler bu fırkaların kay­nağı iken, sonraları bu fırkalar o şüpheleri ortaya çıkaranlar olmuşlardır. Nitekim Kur’anı Kerim’deki “Şeytanın adımlarına uymayın, o sizin için apaçık bir düşmandır” (Bakara, 168) anlamındaki ayet bunu göstermektedir.
Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem de, bu ümmetin her sapkın fırkasını, geçmiş ümmet­lerin sapkın fırkalarından birine benzetmiş: “Kaderiyye bu ümmetin Mecûsîleridir”, “Müşebbihe bu ümmetin Yahudileridir, Râfıziler ise Nasrânîlerileridir” buyurmuştur. Keza Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem “Sizden önceki ümmederi inceden inceye, adım adım takip edeceksiniz, hatta onlar bir keler deliğine girse, siz de mutlaka oraya gireceksiniz”(İbn-i Hanbel, IV,125) demiştir.
Kaynak:
Muhammed eş-Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, Özgün Adı: el-Milel ve’n-Nihal Çeviri: Mustafa ÖZ, Litera, 2. Basım. 2011 İstanbul, sh:29-32 ÜÇÜNCÜ MUKADDİME Yaratılanlar Arasında Ortaya Çıkan İlk Fitne, Kaynağı ve Ortaya Çıkaran

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar