Print Friendly and PDF

ŞÎA BAYRAMLARINDAN NEVRUZ



Hzl:Doç. Dr. Op. Bedri Noyan Dedebaba
Bektâşîlerin büyük bayramıdır. Bugün, çoğunlukla kırlarda, bağ-bahçe saflarında geçirilir. “Nevrûz Erkanı” sabahleyin icra edilir. “Nevrûziyye” adı altında, bu bayram gününde okunmak üzre, yazılmış şiirler okunur, nefesler söylenir, sema yapılır, gecesinde de “meydan” açılır ve yeni isteklilere “nasib” verilir.
Bektâşîler arasında, Nevröz’un bayram sayılmasına sebep olan yönleri şöyle sayabiliriz:
A)        Hz. Ali kerremallâhü vechenin doğum günü olarak bilinmesi, Nevrûz eski martın dokuzunda başlar ki 21 Mart gününe gelir, üç gün sürer ve on ikisinde biter. Anlatıldığına göre Hz. Ali’nin doğumu zamanı, annesi Fatıma bint Esed Beytullâh’ı tavaf ederken sancı başlamış. Kendisine korkmaması, tavâfını tamamlaması buyurulmuş. Ondan sonra gözden kaybolup Beytullâh’ın içine girmiş, oradan ayın on ikisinde çıkmıştır.
B)        Hz. Ali kerremallâhü veche ve Fâtımatü’z-Zehrâ aleyhisselâmın evlenme günü olması.
C)        Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin nübevvet (yalvaçlık)’inin meydana konulduğu gün olarak bilinmesi. Bazı Nevrûziyyelerde bu konu da ele alınmıştır. Hüseyin Hüsni Erdikut Baba’dan bir örnek verelim:
Nübüvvet izharı bugünde oldu,
Cenâb-ı Alî de bugünde doğdu,
Kâinât bugünde nûr ile doldu Bugün Nevrûz oldu eyyâm bizimdir Sevinelim cânlar bayram bizimdir.
Yine H.H. Erdikut Baba’nın bir başka Nevrûziyesinde ayni husus şöyle belirtilmiştir: Bugündür mevlûd-i Şâh-ı vilâyet Bugün izhâsr oldu nûr-ı Nübüvvet.
Bugüne mü’minler eyledi hürmet Nevrûz bayramını kutlamak için.
D)        Türklerde, yeni bir bahara kavuşularak, kışlaklardan yaylalara doğru, göçlerin başladığı gün olması.
E)         Güneşin bugün Balık burcundan Koç burcuna girmesi.
F)         Kış mevsiminin bitip, ilkbaharın başladığı gün olması. Nevrûz, Farsça’da yenigün anlamınadır. Hz. Peygamberin veda haccı yılında arife günü martın sekizine ve bayram günü de dokuzuna rastlamıştır. Hac dönüşü Garîr-i Humm’da Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin ünlü konuşmasını yapması ve Hz. Ali kerremallâhü veche hakkında öğücü birçok Hadis’ler söylemesi, Ehl-i beytini Müslümanlara emanet bırakması da yine Mart ayı içindedir. Eski Dokuz Mart (21-22 Mart günü) da Nevrûz’dur. Ilk baharın başlangıcıdır. Yüzyıllardan beri yılbaşı sayılmış bir gündür. Mart ayına Hz. Ali kerremallâhü veche ve Ehl-i beyti sevenler topluluğu bir çeşit kutsallık tanımışlardır. Nevrûz, Bektâşî ve Aleviler arasında Hz. Ali kerremallâhü vechenin doğum günü olarak tanınır.
Yılda iki defa eski Dokuz Mart (21-22 Mart) ta ve eski on bir Eylül (23 Eylül) de gece ile gündüz bir olur. Marttakinden sonra günler, eylüldekinden sonra geceler uzamağa başlar.
Doğuda kıştan bunalma çok olduğundan bahara rastlayan Nevrûz günü üzerinde durulmuştur, Erbain denilen Kırk gün ve Hamsin denilen elli günlük dönemlerden ve havaya, suya, toprağa düşen cemrelerden sonra Nevrûz gününe ulaşılır.
Hocam Prof.Dr. Süheyl Ünver, Nevrûzun beş bin yıldanberi doğu dünyasında bilindiğini, Orta Asya Türklüğünün bayramı olduğunu, dünyanın bugün kurulmuş olduğuna inanıldığını yazar(1).
Nevruzu, sadece mistik yollara bağlı kimseler değil. bütün Müslümanlar bir çeşid bayram savmışlardır. Eskiden, Osmanlı sarayında da, Nevrûz kutlanır: o gün için özel olarak hazırlanan macunlar, küseler içinde, devlet büyüklerinin konaklarına yollanırdı. Bu kiseler, gideceği yerin önemine göre alel’ade veya nâdîde ve değerli kristaller olurdu.
Mevleviler de Nevrûz kutlarlar. “Selâm” sözcüğü ile başlayan yedi âyeti bir kâğıda, bir çanak içine yerli siyah mürekkeble (2) veya Kerbelâ cevheri ile yazarlar. Kaba süt dökülerek bu yazı karıştırılır ve sütte eritilir. Bazen içine birazcık da lohusa şerbeti katılarak sütün rengi pembeleştirilir. Yedi selâmlı âyetlere „Heft selâm” denirdi ki şunlardır:
1-       XIII, Ra’d süresi. âyet, 26 Gösterdiğiniz sabrın mükâfatı olarak size selâmlar.
2-       XXXYI. Yâ Sin süresi, âyet, 58 Onlara, bağışlayıcı Tanrı tarafından söz olarak selâm gelir.
3-       Yine Sâffât süresi, âyet, 79 “Bütün uluslara arasında Nûh’a selâm olsun.”
4-       Yine Sâffât süresi, âyet 109 “İbrâhîme selâm
5-       Yine Sâffât süresi, âyet 120 “Mûsâ ve Hârûn’a selâm olsun.”
6-       Yine Sâffât süresi, âyet 130 “Yâsin suyuna (İlyas’a) selâm olsun.”
7-       XCVII. Kadir süresi, âyet 5 “Bir selâm dır o, tâ tan ağarana kadar.”
Süt içilmeden önce şu tercüman(3) okunur. “Yü Müdebbir-âl-leyl-i v-en-nehhar, Yâ mu kallib-el-kuluh-i v-el-ebsâr, Yâ muhavvil-el- havl-i v-el-ahvâl. Havvil hâlenâ ilâ ahsen-il-hâl „Türkçesi: Ey gece ve gündüzün tedbircisi, ey gönülleri ve gözleri başka hâle çeviren, ey kudret ve hâlleri değiştiren! Hâlimizi en güzel hâle çevir.
21 Mart günü, İrân takvimine göre yılbaşıdır. Bu takvim, dünyanın güneş çevresinde dönmesine göre düzenlenmiştir ve gece ile gündüzün bir uzunlukta olduğu 21 Mart gününde başlar.
Nevruz (Yenigün) diye anılan bugünün üç bin yıla, hatta bazı kaynaklara göre çok daha fazlasına yakın bir geçmişi vardır. 0 zamanlardan beri hiç bir siyâsi, dini sosyal bir faktör bu geleneğe etki yapamamış, bu günü unutturamamıştır.
Günümüzde, Anadolu’da da kutlanan bu gün, İslâmlığın kabulünden sonra bazı İslâm âdetleri eklenerek ufak değişikliklerle devam eder, Yeni elbiseler giyilir, küçükler büyüklerin elini öper, ziyaretlerine gidilir.
Bektâşilerde, eğer Nevruz bayramı günü, Muharrem mâtemi içinde gelirse o zaman sabahtan öğleye kadar Nevrûz kutlulanır, öğleden sonra tekrar mâteme devam edilir.
İrânda, Nevrûzla ilgili olarak, bir de son Çarşamba Nevrûzu diyebileceğimiz bir “Çihârşenbe-i sûri” töreni vardır. Eski yılın, Nevrûz gününden önce gelen son çarşamba günü akşamı, hava kararmadan önce, ev bahçelerinde veya buna benzer yerlerde üç beş metre ara ile yere çalı ve ufak ağaç dalları yığılır ve hava kararınca bunlar ateşlenir. Alevlerinin üzerinden atlayarak dilekler dilenir ve maniler, şiirler okunur.
İrânda „Heft Sin’, yedi S harfi anlamına gelen bir adet de bayramdan önce, üzerinde S harfi ile başlayan yedi çeşit yiyecek bulunan bir sofradan yemek almaktır. Bu yiyecekler şöyle sıralanabilir: Sünbül (Buğday ve arpa başağı), Somak (Ekşi bir bitkidir.) Doğu ve güney illerimizde yemeklere limon yerine korlar. Yüz kadar çeşidi olan Antep fıstığıgiller familyasındandır. Mercimeğe benzeyen taneleri döğülerek yemeklerde kullanılır), Sehz, Sebzi (Şekillik ve yenilen sebze.) Sirke (Bildiğimiz sirke olup bazı kaynaklarda bunun yerine „Sikengebin veya Sikencebin” yani sirke ve bal karışımı bir şerbet yazılıdır.) Sincid (iğde), Sir (Sarmısak), Semek (Balık). Bazı kaynaklarda bunun yerinde “Semenü” yani buğdaydan yapılan bir çeşid tatlı kaydedilir.,
21 Mart 1963 tarihli Son Havadis Gazetesinde „Nevrûz” adlı yazısında, A. Fenik şunları yazıyor: “Rivâyete göre Cenab-ı Hakk dünyanın yaratılmasını o gün tamamlamıştır. Hz. Adem o günde dünyaya gelmiş ve yine o gün bütün yıldızlara mihverlerinde dönmesi emredilmiştir’.
Yine aynı yazıda, İrân pâdişahlarından Cemşid’in bir dünya gezisinden sonra her yerden çok beğendiği Azerbaycan’da 21 Martta bir taht kurdurup oturduğu ve tahtın üzerindeki mücevherlere güneş vurdukça ışınlarının bütün o çevreyi kapladığı, bu ışınların verdiği neşe yüzünden her yıl, o gün şenlik yapmanın bir gelenek haline geldiği kaydediliyor.
Nevrûziyye adıyla yapılan bir ma’cûnun, baş harfi “S ile başlayan yedi maddeden yapıldığını söyleyen yazar, bunların, yukarıda saydığım gibi, Sünbül, Somak, Sebze, Sirke, Semek, Sarmısak (Sir), Sincid olduğunu; fakat bu maddelerin karışımından olacak macunun da berbad bir şey olacağını tahmin ettiğini söylemektedir. Halbuki biraz sonra haklarında bilgi vereceğim bu macunların terkibleri çok güzeldir. Bu yedi madde sofraya konarak yenir, ma’cûn olarak değil.
Dr. Rıza Nûr Nevrûz bayramını, İrânlıların Pişdâdiyân “İlk Adaletçiler” sülâlesinden Cemşid’ in meydana getirdiğini yazıyor(4).
Abbasoğulları zamanında da, Nevrûzda, sarayda tören yapılır, hediyeler alınır, verilirdi. Halk renkli yumurtalar yapar, helva pişirir, birbirlerine yollarlardı. Sokakta birbirleri üzerine güzel kokulu sular serpilir ve fişenkler yakılırdı.
Sonraları bu eğlence azıtmış ve kokulu su serpmek bir maskaralık h gelmiş, tehlikeli ve korkunç patlayıcı fişenkler kullanılmağa başlanmış, Mu’tedid halife zamanında bu iki gelenek (su serpmek ve fişenk yakmak) yasaklanmıştır. Yılbaşı da Marttan Haziran başına alınmıştır. Bu yüzden o güne “Mu’tedid Nevrûzu denilmişti. Bu konuda Seyyid Emir Ali’nin „Musavver Târih-i İslâm” isimli kitabında(5) bilgi vardır.
Nevrûzda eski Türk âdetlerinden bir iz vardır. Bu günde onlar da kışlaklarından ayrılıp ovalarda, yaylalarda çadırlarını kurarlardı. Bahar neşesi içinde doğanın kucağına atılırlardı.
Şamanist Türklerde iki türlü ayin vardı: a) Belirli vakitlerde yapılanlar, h) Rastgele olaylar dolayısıyla yapılanlar. Birincilere örnek yaz ve göz mevsimleri âyinleridir ki çok eskiden, Hunlar devrinden beri, yapılagelen bir âyindir. Yaz âyini Mayıs’ta, güz âyini ise 28 Ağustos’ta yapılırdı.
Bektâşîlerde de baharın başlaması Nevrûz günü olarak şenlikle kutlulanan bir bayram günü olup özel bir y vardır. Bu icra edilir ve Nevrûziyye denilen şiirlerin besteleri okunur.
Hocam Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver(6) gece ile gündüzün bir olduğu güne rastlayan Nevrûzun Orta Asya’da Eski Türk bayramı olduğunu kaydetmektedir.
Ziya Gökalp, Ergenekon hakkında bir şiirinde Türklerin Ergenekon’dan çıkışını ve köyde, şehirde bayram yapıldığını şöyle yazıyor:
Kurt bir delik buldu, gitti
Bir demirci ta’kibetti.
Ocak yaktı, taş eritti
Açıldı yol kapağımız
Büyük sevinç, büyük müjde,
Bayram yaptık köyde, kentte.
Torun, oğul, baba, dede
Büyüğümüz, ufağımız..
Bu kurdun Türkçede adı (Börteçine) idi, o yurdun adı da Ergenekon’dur. İşte Türkler için (Nevrûz) asıl bu Ergenekondan çıkış, dünyaya yayılış günü olarak önemlidir.
Önceleri Nevrûz günü, Pâdişahlara Nevrûziyye olmak üzre Telhis’ler yazılarak, kutlanırdı, 1325 H. (1907 M.) baskısı Divân-ı Ragıb’da 48. ve 49. sayfalarında Ragıb Paşa’nın kendisi tarafından yazılmış telhislerin sûretleri vardır.
Bektâşîlerce Nevrûz âyini yapılışını ayrı bir yazıda ele alacağız. 0 gün ve onu izleyen üç gün süt içilir, yumurta, badem içi yenir. Yani beyaz renkli yiyecekler alınır. Bu gelenek yalnız Bektâşîlerde değil, Sünnîler arasında da vardır; onlarda yaparlar.
Her yıl, Nevrûz gününde (21-22 Mart) müneccimbaşı yeni takvimi pâdişâha götürüp sunar ve ondan bir ihsân alırdı ki buna da Nevrûziyye denirdi.
Yine her Nevrûz’da Hekimbaşı da Macûn kaynatır içine anber, afyon ve bir çok kokulu bit kiler koyardı. Bunu, karşılığında ihsân almak için, gerek p ve onun akrab ve yakınlarına, gerek sadrıazam ve öteki devlet büyüklerine gönderirdi ki buna de Nevrûziyye denirdi.
Hocam Prof. Dr. Süheyl Ünver(7) miktarlarını belirtmediği yalnız içindeki maddelerin adı yazılı şöyle bir ma’cûn terkibi verir: Ak anber, misk, gül kurusu, tarçın kabuğu, sandal ağacı, karanfil, kımız böceği, şekerci çöğeni, gül çiçeği, Haşebi sandal, havlican, vanilya tozu, kakule, zencefil, pespase, hindistan cevizi, kişniş, gülsuyu, melek otu, kasb-ı ıtri, badem yağı, cüvan peremi, altun haşhaş, beyaz şeker, renk vermek için boya.
Sarayda yapılan Nevrûz macunlarından birinin terkibini buraya alıyorum: Anber: üç dirhem; misk: İki dirhem; darçın kabuğu: 250 dirhem; gülsuyu: iki okka; karanfil: Elli dirhem; kırmız: İkiyüzelli dirhem; çöğen: seksen dirhem; gül çiçeği: ikiyüzelli dirhem, havlican kökü: Onbeş dirhem; Melek otu: on dirhem; azak-ı ekberi: onbeş dir hem; Rişniş: Otuz dirhem; kakule: onbeş dirhem; sünbül-ü hindi: yirmibeş dirhem; küçük hindistan cevizi: 30 dirhem; besb on dirhem; zencefil tozu: on dirhem; vanilya tozu: otuz dirhem; tatlı badem yağı: onbeş dirhem; cüvân peremi hülâsası: iki şişe; limoni sandal-ı haşebi: elli dir hem; öd ağacı haşebi: sekiz dirhem; altın varak: beş paket; şeker: ikiyüz okka.
21 Mart 1967 Tarihli Haber gazetesindeki Nevrûz konulu yazılarında Hocam Prof. Dr. S. Ünver bu macun geleneği üzerinde şunları yazar:
“Bu macûn an’anesi Orta Asya’dan Mezopotamya’ya hicret ettiği söylenen Sümerliler ve Proto-Sümerlilerden beri gelmektedir. Nitekim beşbin sene önce senenin belirli, her halde Ast ronomiye meraklı ve vakıf bu ilk medeni kavmin belki bir Nevrûz “Yenigün”ünde, Nippur şehrinde İsm mabedinde altın kap içinde saklı ve bir çok maddeden mürekkeb bir ma’cûnu müraca’at edenlere verirlermiş. Bu arada dünya yüzünde eski Mısırdan itibaren gizli tutulan bir takım Hermetik ma’cûnlar i’mâl olunmuştur. Bunun en yenilerinden ve Manisa “Mesir”ine esas olan şudur: Milâddan önce birinci asırda Trabzonda Puntos kralı Mithirdates hayatında zehirlenmelerden korktuğu için, bizzat kendisi içine koyduğu ellidört madde ile bir ma’cûn hazırlar ve buna kendi ismini verir.
Eski Grek’de th, s gibi okunduğundan buna Misirdates de derler. Bunun da kısaltması Misir’dir. Prof. Uzluk’un araştırmasına nazaran bu yanlışlıkla „Mesir”e döner. İşte Manisa Mesir’inin esası budur.
Bu anane her halde Anadolu şehirlerinde asırlarla önemini muhafaza eder ki bundan dört asır önce Manisa’da Yavuz Sultan Selim’in haremi, tarihte emsalsiz güzelliği ile meşhur Hafza Sultan’ın yaptığı dârüşşifa ve müştemilâtının tıbbî ve idarî teşkil başına getirilen Tabip Denizlili Merkez Muslihiddîn Efendi 1539’da yeniden ihyâ eder.
Bu da bir mahalli Nevrûziyedir. Şimdi elde bu vardır. 0 gün Merkez Camii minaresi ve kubbelerinden, toplanan halka, ihtiva ettiği madde kırkbir iken şimdi yarısına ve hatta daha aşağıya inen, tam mahiyyetini bilmediğimiz fakat zararsız birkaç maddeden yapılan k sarılı macun atılarak dağıtılır. Kapışanlar, bundan aldıklarında bir sene müddetle asla hasta olmayacaklarına ve vücutça kendilerini daha kuvvetli hissedeceklerine inanırlar.
Bu ananenin mahallinde yaşatılması turistik bir toplantıya ve bir merâsim yapılmasına sebeb olmakta ve tarihin bu hâtırası bir kerre daha yaşatılmaktadır.
Buraya, örnek olarak, iki “Nevrûziyye” şiiri alıyorum. Diğerlerini Erkân’la ilgili incelememde bulmak mümkündür.
Nevrûziyye
İlâhi ve mes’ûd gündür ki bugün
Muhibbân şevk ile eyliyor düğün.
Doldur sâki keman bade-i gülgûn
İhvân, Nevrûzumuz mübârek olsun!
Bakın kûhisâra yeşiller giymiş..
Lâleler pür-neşât kemâle ermiş,
Emevi gürûhuna mes’adet neymiş?
İhvân, Nevrûzumuz mübârek olsun!
Sultân Nevrûz bizim bayramımızdır,
Tekke-i fakrımız seyrânımızdır.
Devreylesün sâgar ki kânımızdır
İhvân, Nevrûzumuz mübârek olsun!
Şükür Erenlere ki yâza girdik,
Çekildi gülbankler hazreti gördük
Hamdolsun bu yevm-i mes’ûda erdik
İhvân, Nevrûzumuz mübârek olsun!
Bakın ma donun çıkarmış semâ,
Buluttan eser yok, ne rengin hevâ.
Bihakkın mürşidim Rûhî Bey Baba
İhvân, Nevrûzumuz mübârek olsun!
Fahri Nevrûzumuz tebrik eyledi,
Mürşid-i müşârım gel söyle dedi,
Bârekallâh erler nasîb eyledi İhvân,
Nevrûzumuz mübârek olsun!
(Derviş İzmirli Fahri’nin kendi defterinden 9 Mart 1304H/1886 M. Nevrûz’u dolayısıyla.)
Nevrûziyye
Bugün Sultân-ı Nevrûz-ı Ali”dir,
Füyûzât-ı ezel hep müncelîdir.
Esen bâd-ı hevâ Cennet yelidir
Eriştik subh-ıfîrûz-ı safaya,
Selam verdik Alî-yyel-Murtazâ’ya
Harem-i Kâ’bede Şâh-ı vilâyet
Bugün pîrâye-bahş oldu vilâyet,
Bugün idi şeref buldu hilafet
İsabet etti sa’d ahter fezâya
Selam verdik Alî-yyel-Murtazâ’ya.
Bugündür âşıkâna hacc-ı ekber,
Salât-û savma kâfî zikr-i Hayder.
Peyâpey badeden sâki zekât ver,
Namazı, meyle uğrattık kazâya
Selam verdik Alf-jyel-Murtazü’;’a
Nasîb oldu şükür girdik huzûra,
Neşât olsun bu reşk-âver sürûra.
Gelen sâki-i Kevserdir zuhûra
Bu bir gündür vedâ ettik gazâya
Nişan verdik dümû’dan Murtaza’ya
Erenlerden bize kaldı bu devlet,
Eder mi sâlikanı çerha minnet?
Hayal etmek abestir başka
Cennet Çıkup Firdevs-i Nevrûz-ı fezâya
Selam verdik Alî-yyel-Murtazâ’ya
Eder Fahri kulu arz-ı niyâzı,
Ayağa hemdem eyle sâkî sâkın
Muhibbânın muhabbettir namazı,
Salat-ı sad-hezar Âl-i abâya
Peyam olsun Alî-yyel-Murtazâ’ya
Derviş Fahri İzmir. Ruhî Bey Babadan nasibli (1336 H. / 1918 M. Nevrûz’u dolayısıyla)
KAYNAKLAR
1.     Prof.Dr. Süheyl Ünver, “Bugün Nevruz”, Haber Gazetesi, 21 Mart 1967, .2.
2.     Bu siyah yerli mürekkeb, baca kurumu güzelce döğülüb su ile karıştırılarak ve içine biraz da arap zamkı katılarak yapılırdı. Bununla yazılan yazılar, ıslatılarak kağıttan kolayca silinirdi. Bu nedenle, eskiden hüsn-i hat yani güzel yazı yazma derslerinde karalama ve meşkler için bu mürekkeb kullanılır, yanlış ve bozuk yazılınca yalanarak silinirdi. Okur-yazar kimselere “çok mürekkeb yalamış,’ denmesi de bu yüzdendir.
3.     Tercüman: Kısa ve çoğu Türkçe düz yazı veya vezinli kafiyeli şiir h dualardır.
4.     Rıza Nur, Türk Tarihi, c. 5, s.79.
5.     Seyyid Emir Ali, Musavver Târih-i İslâm, Çev.: M. Rauf, İstanbul 1329, s.302.
6.     Süheyl Ünver, Tıp Tarihi Yıllığı; 1. 5.51.
7.     Süheyl Ünver, s.51.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar