Şiir için NOKTALAMA
Hzl: Mustafa DURAK
[Bu yazı,
Patika dergisinin 71. sayısındaki “Noktalama
İmleri Şiirde Neyi İmliyor” adlı dosyada yer alan yazılar dolayısıyla, onlara
yönelik bir eleştiri yazısıdır]
Noktalama
imleri ile yazı(m) imlerini ayırmak gerekir. Noktalama imleri gerek türkçe
gerek ingilizce ve fransızca terim temelinde nokta imini barındırır.
Nokta+lama, ponctu+ation (Latince 'punctum' nokta demektir yani 'ponctuation'
teriminin temelini de 'nokta' oluşturur). Böyle olunca bu imleri de nokta,
virgül, noktalı virgül, iki nokta üstüste, ünlem, soru işareti ve üç nokta
olarak belirleyebiliriz. Bu arada şunu da söyleyeyim: fransızcada 'ponctuer',
noktalamak demektir ancak ayni sözcük bir de vurgulamak (accentuer) olarak
kullanılır. Bunu şunun için önemsiyorum: bu (vurgulamak), bir yandan öne
çıkarmak anlamıyla belirirken bir yandan da vurgu (accent) sözcüğüyle bu
imlerin bürünbilgisine [prosody (ing), prosodie (fr)] aidiyetini işaret
etmektedir. Noktadan yola çıkarak
yaptığım sınırlandırma, pek çok noktalama imi olarak sayılan imi dışarıda
bıraktı. Şimdi onların neliğine bakalım. Önce yazı(m) terimini farklı yazmamın
nedenine değineyim. Bununla hem yazı, hem yazım (imlâ = orthographe)
terimlerini amaçlıyorum. Yazım kuralları dilin sözcüklerinin nasıl
yazılacağıyla ilgili kurallardır. Türkçe elden geldiğince fonetik alfabeye
sahip olduğu için bitişik ve ayrı yazma, büyük ve küçük yazma kurallarıyla ve
bir de /a/ harfi için inceltme işareti /^/ ile sınırlıdır. Ama fransızcada bu
işaretin (/^/) yanısıra iki işaret daha vardır
ve bu üç işaretin terimlenişinde 'vurgu' (accent) sözcüğü
kullanılır. Gerek fransızca gerek
ingilizce fonetik bir alfabeye sahip olmadığı için sözcüklerin yazımı da bir
ölçüde yazımsal bir sorun olarak ortaya çıkar. Bunların dışında yazıda
karşılaştığımız tire, yan çizgi, parantez, büyük parantez, tırnak ve diğer
imler yazı imleridir. Bütün bunların
dışında grafiği, yazmayı ilgilendiren düz yazma, eğri yazma ve her türlü grafik
değerli yazı da yazma biçimlerini ilgilendirir.
Hiç bir dilde
yazı biçimi sözlü dili birebir (her niteliğiyle) temsil edemez. Dolayısıyla
istediğimiz kadar yazı imlerinin kurallarına uyalım, sözlü dile göre yazılı
dilde anlamlandırmayı eksik yansıtırız. Dolayısıyla Molière'in, Shakespeare'in ve
öbür tiyatro yazarlarının metinleri her sahnelenişinde yalnızca dekor vb
ögelere bakarak değil, oyuncuların seslendirişindeki bürünsel değerler
bakımından da yorum olarak kalır. Yazılı
dilde her türlü im ve yazma biçimi, yazılı dilin bir eksiğini gidermeye yönelik
bir çabadır.
Nizamettin
Uğur, “Noktalamanın Kısa Serüveni ve Şiir” adlı yazısında noktalama imlerinin
ses olarak karşılığı olmadığını, dolayısıyla bu imleri “yazılı alanın, üst
dilin (diliçinin)” göstergeleri sayar. Evet, bu imler yazılı dile aittir. Ve bu
imlerin ses olarak değil ama ses birim
olarak karşılığı yoktur. Zira bu imler ne ses bilgisini ne sesbilimi
ilgilendirmez. Ancak sesle ilgili başka bir alanı, bürünbilgisini ilgilendirir.
Bir ifadenin noktayla ya da soru işareti ile bitmesi, o ifadenin vurgulama
eğrisinin biçimini işaret eder. Soru ifadelerinde bu eğri yükselen iken
noktayla biten ifadelerde düşen eğridir (bu arada şunu belirtmeliyim soru'nun
biçimbirimleştiği -türkçede “mi” biçimbirimi-) dillerde soru işareti bir
yineleme, pekiştirme ögesidir ayni zamanda).
Bir eksilti anlatımı olarak üç nokta ve ifadeyi bitiren ünlem işareti de
düşen eğriyi belirler. Ancak noktayla, bu üç nokta arasında
bitmişlik/bitmemişlik açısından bir ayrım vardır. Üç nokta genelde,
amaçlı bir bitmemişliği işaret eder. Gerek üç nokta, gerek ünlem imi
yalnızca bürünsel niteliğin dışında ruhsal: heyecan olarak, zihinsel
olarak ruhsal bir durumu da işaret eder.
Bu anlamda bu işaretlerin kullanımı psikopatolojik bir durumun belirtisi de
olabilir. Üst üste iki nokta genelde açıklama işaretidir. Virgül ve noktalı
virgül hem bürünbilgisini hem de sözdizim içersinde görevsel bir işlevi işaret
eder. Ve bu işleve bağlı olarak anlambilgisini ilgilendirir. Bir de gerek soru işareti, gerek nokta ve
diğer kimi imler yine öznenin edimi dolayısıyla ifadenin, edimbilgisel
(pragmatics) yönünü ilgilendirir. Bunları belirtmemdeki amaç, noktalama
imlerinin işaret ettiği şeyin neliğinden çok, gönderme yapma noktasında hangi
alanları ilgilendirğini göstermektir. Şimdi kolayca, bu imlerin yazı alanının
içinden, dil konusunda hem bürünbilgisini, hem sözdizimini, hem anlambilgisini;
konuşan özneyle ilgili olarak da ruhbilimi ve/ya edimbilimi ve sanatsal
edimbilgisini (poetikayı) ilgilendirdiği söylenebilir. Demek ki noktalama
imleri; basitçe, yazılı alanın imleridir, okurun bir metni seslendirmesindeki
yol göstericilerdir, trafik işaretleridir gibi benzetmeler noktalama imlerini
anlamaktan, anlatmaktan uzaktır.
Burada
öncelikle Jakobson'un, “Dilin işlevleri”ni belirlerken, sözünü ettiği “şiirsel
işlev” ile başlamak gerektiğini düşünüyorum. Ona göre şiirsel işlev, ifadenin
kendine yönelmesi, işlevin dışa taşmaması demektir. Bu da şiirsel, sanatsal
dili ileteşim dilinden ayıran temel bir işlevdir. Demek ki şiir ya da sanat, diğer işlevlerinin yanısıra
(bunun altını çiziyorum, zira şiiri, sanatı yalnız kendine dönük oluşuyla
açıklamaya kalkmak büyük bir yanlışlıktır) sanatsal, şiirsel (poetik, estetik)
edim işlevine de sahiptir. Ve bu niteliğiyle diğer iletişim metinlerinden,
araçlarından ayrılır. Şiirsel işlevi böyle anlayınca, Ivan Fonagy'nin italik yazım
biçimini üst dilsel saymasına koşut, bir metnin sanatsalığını ya da
şiirselliğini (poetik değerini) üst dil ya da dil dışı olarak mı
değerlendireceğiz? Zira bu özellik bir anlatımı iletişim dışında başka bir
alana yönlendirmektedir. Varlığını dilin, dille ifade edilenin içine
yerleştirerek. Ancak bu noktada iki farklı durumun ayırdında olmak gerek.
Varlık olarak olma ile amaç olarak olma. Dikkat edilirse hem iletişim, hem de
şiirsel (poetik, estetik) bir amaç olarak olma, metin içindedir. Ve bu iki amacın
birbirinden ayrılması göreliliklere bağlı olarak söz konusudur. Görsel olarak
herhangi olaya ya da hemen anlaşılır bir nesneye gönderme yapmayan soyut bir
sanatsal biçim bile sanatsal varlık olma durumunu anlam, yorum, açıklama
olmadan yani üst dilden yardım almaksızın edinemez. Her ne kadar kimi
sanatçılar, kimi akımlar anlaşılmazın, anlamsızlığın limanına sığınmaya
çalışsalar da. Yani en soyut sayılacak bir şey bile ister simgesel düzlemde
ister dolaylı bir anlatımla iletişime gelip dayanır. İletişim değerinden yoksun
değildir. Ayni biçimde her var olan şey göreli bir estetik, poetik değere
sahiptir. İletişimsel değer ile şiirsel değer arasındaki ayrım geçişlilik ve
geçişsizliktedir. İletişimsel değer, aracı konumundaki dil ile, metinle başka
birine geçerken, aktarılırken şiirsel değer farklı anlayışlarla baksak da metin
içinde kalan bir değerdir. Ve biz o değeri şiirsel kültürümüz derecesinde,
beğeni çerçevesindeki seçimlerimiz sınırından kavrayabiliriz. Bu sınırdan
değerlendirebiliriz. Bir beğenide buluşmalar da, çok azgın tartışmalara varan
ayrılmalar da kaynağını kültürel birikimlerimizin belirlediği seçimlerden alır.
Hiçbir seçim, bu kültürel birikimlerin dışında kalmaz. Konuyu dağıtmadan yine
iletişimsel değer ile şiirsel değere döndüğümüzde, şiirsel değerin diğerine
göre daha soyut ve daha öznel olduğunu söyleyebiliriz. Metnin üreticisi kendi
gereksinimine ve kültürel birikimine bağlı olarak bu iki değeri farklı
yoğunlukta metninde varedebilir. Ve şiirsel değer kendisine yönelişlerin
artmasıyla yerleşikleşir.
Farklı
araştırmalar gerek noktalama imlerinin gerek yazım imlerinin, biçimlerinin
şairin biçemiyle ilgili anlamsal, anlatımsal bir değerde, giderek şiirsel
değerle kullanılabileceğini göstermektedir.
Behçet Necatigil
üzerine yaptığım çalışmalarda şairin genel olarak çizgiyi, yanyana iki noktayı,
dize kırmayı, boşluk bırakmayı farklı anlam ve/ya işlevlerde kullandığı
ayrıntılı olarak gösterilmiştir.
Ivan Fónagy,
“Noktalama İşaretlerinin Anlam Yapısı” adlı yazısında, tırnak işaretlerinin
ironik kullanılışına değindikten sonra noktalama işaretlerinin de dilsel
göstergeler gibi zamanla farklı anlamlarla aktarılabileciğini vurgular.
Roi
Tartakovsky de E. E. Cummings'in şiirindeki
parantez işaretlerinin şiirsel bir araç olduğunu gösterir.
Yine İvan
Fónagy “Şiir Dili: Biçim ve İşlev” adlı yazısında Eliot'tan şunu alıntılar:
“Dize, özenli bir çalışma yapmak isteyen biri için asla özgür olamaz”. Bu,
şairin şiir söz konusu olduğunda bir disiplin içine girdiği, şiirini gelişine
söyleyivermediği anlamına gelir. Fónagy bu yazısında şiirin biçimi olarak
değerlendirilen ses, artlama (/dize kırma), uyaklama ve yinelemede anlam
araştırması yapar.
Şairin bir dil
ustası olması beklenir. Elbette böyle bir beklentide, söz konusu sıradan bir
şair değil, usta bir şairdir. Bilinçli ya da bilindışı, şiirinde yaptığı her
şeyden sorumlu bir kişidir usta şair. O da eleştirilir ama yanlış çözümlemesine
muhatap olmadan eleştirilir. İşte dil, her yönüyle, usta şairin ellerine teslim edilir. Acemi şairse dili
kurcalar yalnızca. Noktalama ve yazım işaretleri gerek varolan biçimleriyle
gerek şairin üreteceği yeni biçimlerle, onun amacı doğrultusunda onun buyruğuna girer. Biliriz ki o yaratıcılığyla,
şiir becerisiyle bizi şiir tarihinin gömütlüğüne değil yaşamına, dinamiğine
yönlendirecektir. Konu ettiğim noktalama ve yazım işaretlerini kullanmak da
kullanmamak da onun poetik amacına bağlıdır. Bu noktada şunu özellikle
vurgulamalıyım: keyfine bağlı değil. Amaçsız öykünme keyfilikleri
sıradan şairin işidir.
Bir de “üstdil
(dil içi)” terimlemesine değinmek istiyorum. Üstdil (metalanguage) terimi
dilbilimsel bir terimdir. Noktalama imlerini bu
anlamda üstdil kavramı ile bağlantılandırmak olanaklı değildir. Ancak
şunu belirtmeliyim: bürünbilgisi (prosody) ayni zamanda “üstparçacıklar” ya da
“üst kesitler” diye aktarabileceğimiz “suprasegmentals” terimiyle de ifade
edilir. Ama üstdil terimiyle değil. Üstdil teriminin diliçi olarak
açıklanmasına da bir anlam veremiyorum. Zira Nizamettin Uğur'a göre noktalama
imleri hem sözlü dilden sıyırılıyor hem de diliçine dahil oluyor. Dolayısıyla
sadece yazıdil, diliçi bir nitelik kazanmış oluyor. Anlam veremediğim bu. Üst
dil herhangi bir söylem ya da metin üzerine üretilmiş ifade demektir.
Dilbilimsel incelemelerde, metin içinden metin içi anlatımın dışındaki
anlatımlar, ek açıklamalara gönderen işaretler için de bu terim
kullanılmaktadır. Örneğin, Ivan Fónagy, noktalama ve yazım (biçimleri)
işaretlerinin işlevlerini bir çalışmasında tablo halinde sunar. Bu tabloda üst
dilsel işlevi yalnızca italik yazım, boşluk bırakma biçimlerinde ve tırnak
işaretinde bulur (1). Tırnak işaretinin
noktalama işareti olmadığı düşünülürse, noktalama işaretlerinin dilsel
anlatılmışın üzerine ayrıca açıklama getirme (üstdilsel) işlevi yoktur. Burada
italik yazım, boşluk bırakma ve tırnak işaretinin üst dilsel işlevini
açıklamalıyım. İtalik yazmak ya da tırnak içinde kullanmak, o ifadelerin bir
başkasına ait olduğunu işaret ediyor, açıklıyor. Ama bu, ifade içine
sıkıştırılmış, orada anlatılanların dışında, yazarın okuruna
verdiği ek bilgidir. Metnin içindendir ama metinde anlatılanlara dahil
değildir. Doğal dille ilgili dilin
içinden bir şey değildir. Anlatıma eklenen doğal dilin dışından ek
bilgidir. Dolayısıyla üst dil ve diliçi terimlerinin eşanlamlı kullanılması
dilbilim terimleri bakımından olanaksızdır.
Bu noktada bir metnin genelde değişik alanlarıı ilgilendirdiğini
söylemeliyiz. Dilsel alan (linguistics), dil dışı alan (extralinguistics),
anlam, yorum, açıklama alanı yani üst dil alanı (metalinguistics). Dil terimleri bakımından beden dili, mimetik dil için kullanılan
'paralinguistics' terimi de anılabilir ki bu aslında dildışı alanın
sınırlarında kalır.
Patika dergisininin 71.sayısında “Noktalama İmleri Şiirde
Neyi İmliyor” adlı dosyada yer alan yazıları okuduğumda şunu görüyorum:
uyuştuğum değerlendirme ve yargılar da var,
ama paylaşmadıklarım çoğunlukta. Değerlendirmeler arasında
uyuşmazlıkların giderilmesi konusunda bir takım ölçütlere başvurulabilir. Bu
ölçütlerden biri konuşmacının kendi söylemleri içinde tutarlı olmasıdır. Kendi
yargıları arasında çelişiklik önemli bir karşı çıkma konusu yaratır. İkinci
ölçüt kanıtlanabilirliktir. Gerek dil alanında, gerek şiir alanındaki üst
söylem üretenler keyfilikten, söz alınan alanı iyi tanımakla, bu alanda
üretilmiş bilgilerden haberdar olmakla kurtulabilir. Ama bazen bilgi de yetmez.
Her sözün sorumluluk gerektirdirğini ve söz aldığı alanda kendi konumunu bilme
de gerekir. Ama insan oğlunun temel ruhsal özelliklerinden biri olan kendini
gösterme itkisine bağlı olarak, hiç bir alanı kimse başkasına bırakmaya niyetli
değildir. Bu yüzden sözde şairler, sözde eleştirmenler, sözde araştırmacılar,
sözde yazarlar cennetiyizdir. Böyle bir ortamın sonucu da öbekleşmeler güncel
terimiyle 'cemaatleşmeler', kendini bulamama, kendini öteye beriye taşıma
çabaları görülür. Zira ayni zamanda böyle bir ortamın bireyleri bir yandan
bireysel tutunma, bir yandan da liderlik fırsatı kollama derdindedir, aceleciliğindedir.
Kimsenin öğrenmeye gerekli zamanı yoktur. Bilimsel alandan söz alanların
ifadelerinde hata olmaz mı olur. Ama onlarda bilgiye saygı, sözleri konusunda
sorumluluk duygusu daha fazladır ya da daha fazla olmalıdır.
Katılmadığım
değerlendirmelere ve bunlara getirdiğim eleştirilere göz atalım:
- “Üst dil, dili özelleştirmek olduğu kadar, dili
kullanmayı reddetmek anlamını da taşır”
(Aydın Şimşek; s: 90)
- Dilin somutlama çabalarını çoğu kez boşa çıkarır şiir.
İşte buna üstdil diyoruz” (Aydın
Şimşek; s: 90).
Dil ve şiir
üzerine konuşmaya kalktığımızda üst dil üretmeye başlarız. Dolayısıyla bu
konuda her söz, üst dil sınırlarındadır. Eleştiriler ve değerlendirmeler üst
dille oluşturulmuş üst metinlerdir. Burada üst dil terimi doğal dilin üzerinde
bir dil anlamına gelmemektedir. İzlendiği gibi bu alıntılarda farklı bir üst
dil yaklaşımı buluyoruz. Üst dil, dili özelleştirmek değildir. Üstdil;
şiirin, dilin somutlanma çabalarını boşa çıkarmak değildir. Kaldı ki her dilsel
üretim somutlanmış biçimdir. Somutlanmanın boşa çıkarılması soyut sanatta bile
görelidir. Zira soyut sanat da, sanat yapıtı olarak nesneleşir, somutlaşır.
Soyutluğu sadece temsil noktasındadır.
- Noktalama imleri biçim ve içerik ya da biçim ve anlam
sorunu olarak sunulmuştur (Nizamettin Uğur, Vecihe hatipoğlu, Himi Haşal,
Aydın Şimşek).
Dili, giderek
dile dayalı sanat ürünlerini biçim/içerik, biçim/anlam ya da biçim/öz
kavramlarına bağlı olarak anlamaya, anlatmaya
çalışmak metafizik anlayışın alansal aktarımından başka bir şey
değildir. Metafizik bir mirastır. Metafizik anlayışın, varlığı çözümleyişi,
özcülüğün temel alınmasına dayanır. Tek tanrılı dinlerde evren iki temel
kavrama indirgenir: Tanrı ve insan. İnsan da beden ve ruh olarak ayrımlanır.
Tanrısala, öteye yönelik olan ruhtur.
Ruh asıldır, özdür. Biçim ise ruha desteklik eden, maddi, geçici bir şeydir.
Dolayısıyla bütün dikkatler ruha yönelmelidir. Gerçeküstücülerin sisteme
başkaldırı olarak anlama, dilbilgisine (gramere) karşı çıkmalarını da bu
zeminde yorumlamak gerekir. Oysa dilin ve dile dayalı sanatsal ürünlerin
çözümlenmesinde farklı ulamların, üstelik araştırma alanları haline getirilmiş
ulamların varlığı artık sır değildir. Bugün dil; bürünbilgisi (prosody),
sesbilim ve sesbilgisi (phonetics, phonology), biçimbilgisi (morphology),
sözdizim (syntax), anlambilim (semantics) ve edimbilim (pragmatics)
düzlemlerinde ele alınmaktadır. Yani dili artık
ses/yazı, biçim/anlam (biçim/içerik, biçim/öz) ikilikleriyle sınırlı
görmek dilsel olguları değerlendirme konusunda çok büyük bir eksikliği,
bilgisizliği işaret etmektedir. Kaldı ki dilin ruhbilimle, toplumbilimle,
politikayla, felsefeyle, fizyolojiyle, nörolojiyle ilişkileri apaçık ortadadır.
Bu da dilin, çok yönlü yaklaşılabilen, çözümlenebilen bir olgu olarak
anlaşılmasını gerektirir.
- “Her şair, yazmak istediği, kendini içinde hissettiği
anlayış doğrultusunda, ruh hâline en uygun biçimde noktalama yapacaktır”
(Nizamettin Uğur; s: 66).
“ruh haline en
uygun biçimde noktalama yapmak” bizi keyfi anlayışlara açar. Şiir, şairin ruh
halini de yansıtır. Bu ruh halini göstermeye noktalamalar da katılır. Ama
noktalamaların varlığı ya da yokluğu şiirin kimi nitelikleriyle, yapılanışıyla
ilgilidir.
- “Şaire dışarıdan akıl vermenin boşunalığı, saçmalığı
ortada” (Nizamettin Uğur; s: 66).
Yetkin bir
şaire kimin ne diyeceği olabilir ki onu olumlamaktan başka. Eğer bir eleştiri,
bir yanlış çözümlemesi yapılıyorsa, yalnızca şairin değil, şiirle ilgilenenlerin
de buna kulak vermesi gerekmez mi? Şairim diye ortaya çıkan herkes şair mi?
Şairliğin dokunulmazlığı mı var? Hem sonra olma; icazet almak, diploma
almak gibi olup biten bir şey değil bana göre. Olmak, sürekli, bitmeyen bir
süreç. Sanatsal alanlar sürekli üretim çabasını ve/ya 'icra'yı zorunlu
saymaktadır.
- “Şiirde noktalamayı her şair kendisine göre
değerlendirmelidir, değerlendirir de zaten. Eleştirmenlere ve
araştırmacılara düşen ise, onların yaptıklarını biçemsel ve anlamsal
boyutta kurcalamak, karşılaştırmak, açığa çıkarıp tartışmaya sunmak
olabilir ancak” (Nizamettin Uğur; s: 66).
Nizamettin
Uğur, şairi yere göğe sığdıramazken, eleştiriye yol gösterir. Sınırlarını
çizer. Ama onun “kurcalamak” terimine
takılmadan edemiyorum. Zira kurcalamak eylemi çoğunlukla olumsuz bir sonucu
işaret eder. Kurcalayanın oyun niyetinden, giriştiği işi becerememesinden korku
devrededir genelde. Hoş, zaten eğer eleştirmene hem biçemsel hem de anlamsal
boyutta kurcalama hakkı tanıyorsanız, o da noktalamaya karışır, değerlendirir,
eleştirir. Yani ona söz hakkı vermiş
olursunuz, istemeden.
Şair, her
türlü imi ve yazı biçimini, hem birimler arası
hem de poetikası bakımından işlevsel kullanma özgürlüğüne sahiptir:
- “Şiirde, noktalama imleri kullanılırsa, düzyazıdaki
işlevinden farklı bir işlev üstlenmeyecektir” (Vecihi Timuroğlu; s: 66).
- “Noktalama imleri koşuk için geçerli olabilir, ama şiir
için bir yüktür” (Vecihi Timuroğlu; s: 66).
Şiir için üretilecek üstmetinlerin tümü bir
öneridir, yol göstermedir ya da bilgi sunmadır. Şiirin poetikasına sonuçta yine
şairi karar verir, poetikasını şairi biçimlendirir ya da biçimlendiremez.
Dolayısıyla herhangi bir biçimin farklı ya da yanlış kullanımı amaçlı olduğunda
şiirin poetikasına dahildir. Bu noktada amaçlılık ve işlevsellik ölçülerinin
test edilmesi uygunluk ve tutarlılık ölçütlerine bağlı olarak yapılır.
- “Okurun
kendine özgü sezinlediği müziği de engeller” (Vecihi Timuroğlu; s:
66).
Yani eğer şair
noktalama imlerinden yararlanırsa okurunun kendine özgü müziğini engeller,
diyor Vecihi Timuroğlu. Oysa şiir tam anlamıyla bir müzik alanı değildir. Ve
okur, elbette belirli bir müzik kültürüne sahiptir ama şiir, kendi müziğini
sezinleme mekanı değildir. Şiirin poetikası ile müzik estetiği farklıdır, her
ne kadar poetikaya bağlı müzik tadı alınsa da. Kaldı ki müziksellik kimi
şiirlerde sıfıra yakındır.
- “Bir dizenin iç sesleri, dış sesleri oluşturan
uyaklardan çok daha önemlidir” (Vecihi Timuroğlu; s: 66).
Eğer uyakları
dış ses sayarsanız, dizede iç ses diye bir şey bulamazsınız. Zira iç ses
dediğiniz de uyak gibi yinelemeye dayanır.
- “Dizelerin kısalığı, kırık, artlı akışı, noktalama
imlerinden kaçınmak veya ritmi, dizeleri basamaklayarak düzenlemek teknik
ayrıntıdır” (Hilmi Haşal; s: 67).
- “Noktalama imleri teknik bir işlev görür” (Günay Güner;
s: 95)
Burada “teknik
ayrıntı”ya takılıyorum. Bu saydıkları şiirin poetikasıyla doğrudan ilgili
seçmelerdir. Şiirde hiçbir im ayrıntı
olarak kabul edilemez. Böyle bir kabul genel geçer olamaz. Ve teknik sözcüğü
açıklanmaya gereksinimlidir.
- “Özellikle serbest şiir, anlatıcı şiir, nehir şiir,
noktalama imlerinden yoksun yazılamaz diye düşünürüm” (Hilmi Haşal; s: 67).
Oysa
noktalamayı dışlayan özgür şiirin kimi kullanıcılarıdır.
- “Üç nokta yerine iki
nokta kullanılan durumları anlamak zor” (Hilmi Haşal; s: 67).
Ne bir
sözbirim ne de boşluk dahil bir im şiirden bağımsız değerlendirilemez. Şiir
alıştığımız kullanımların da anlamlandırmaların da dışına çıkma özgürlüğüne
sahiptir.
- “Noktalama imleri, şiir için ve şiirin ritmi, iç ses
armonisi için önemlidir” (Hilmi Haşal; s: 67).
Böyle bir
değerlendirme, gelişine yapılmış bir değerlendirmedir. Zira eğer noktalama
imlerini önemli buluyorsanız, noktalama imi olmayan şiirleri önemsemiyorsunuz,
ya da yok sayıyorsunuz demektir. Bir de noktalama imlerinin şiirin ritmi ve de
iç ses armonisi ile ilintisini anlayamıyorum. Burada olsa olsa Hilmi Haşal,
şiriin bürünbilgisel yapılanışını düşünüyordur. Yoksa noktalamanın ne sesli ne
sessiz uyumuyla (vocalic/consonantic
harmony) ilgisi yoktur. İç ses dediğin de ancak bunlarla
oluşturulabilir.
- “[Okur] Noktalama imine gereksindiği yeri okurken
bulacaktır” (Hilmi Haşal; s: 67).
Hilmi Haşal
son iki alıntıda çelişmektedir. Eğer okur, okurken noktalama imini
bulgulayacaksa, bulguluyorsa noktalama imlerine zaten gerek yoktur.
- “Duraksama gereksinimi (...) daha çok sezgiyle
belirlenir”
(Hilmi Haşal; s: 67).
- “Özellikle virgülün ve
üç noktaların duraksamaların yerini belirlemede, okura yorumlama aralığı
açmada önemli yeri vardır” (Hilmi Haşal; s: 67).
Bu iki
alıntıyı birlikte değerlendireyim. Eğer sözdizimin bürünsel (prosodic)
yapılanmasına yardım edecek boşluklar, durma noktaları sezgiyle belirlenecekse
ne virgüle, ne de üç noktaya gereksinim olur. “Sezgi” nasıl bir şeydir ki
maymuncuk gibi her yere sıkıştırılmaktadır. Oysa bürünbilgisini de kapsayan bir
dil bilgisine (gramer anlamında kullanmadığım için ayrık yazıyorum) dayanmayan
bir sezgiden söz edilemez. Hoş, zaten bilgi devreye girince de sezgi kavramı
dışarıda kalır. Virgül ve üç nokta nasıl
bir yorumlama aralığı açar merak ediyorum. Yorum, kesin olmayan anlamlandırma
demektir. Anlam ve yorum söz konusu olduğunda olsa olsa noktalama imlerinin
alışılmamış biçimde kullanımları söz konusu olduğunda okur, yorum kavşağında,
sapak noktasında kalabilir. Virgül ve üç nokta bilinen işlevleriyle yerli
yerinde kullanıldığında bir belirleme, kesinleme söz konusudur. Bu da yorumdan
uzak bir edimdir.
- “Ritmi olumlayan, sözcüklerin anlam derinliğini
sezdiren bir araçtır (..) noktalama imleri” (Hilmi Haşal; s: 67).
Noktalama
imlerinin ritim oluşturucu sözbirimleriyle kullanılmasından dolayı ritmik bir
işlevinden söz edilebilir ama bu dolaylı ve göreli bir işlevdir. Üstelik ritim
dediğimiz şey noktasal değildir. Bir bütünlüktür. Dolayısıyla noktalama
tekinin; ritmi olumlamak, işaret etmek gibi bir işlevi söz konusu değildir.
Anlam derinliğine gelince, bu, ögeler arası ilişki yüzünden birimin, birimlerin
aldığı değer zenginliği olabilir.
- “Noktalama imleri ve yazım kuralları metnin yanlış
anlaşılmasını önlemek için bulunmuş gereçlerdir” (Hüseyin Atabaş; s: 68).
- “Şiir ise bir duyarlılık alanı oluşturmayı önceler”
(Hüseyin Atabaş; s: 68).
Yazı(m)
imlerinin amaçları arasında yanlış anlamayı engelleme vardır ama tek bu amaca indirgenemez.
Metnin düzenlenişi, yazılı dilin sözlü dile yakınlaş(tırıl)ma çabası da göz
önünde bulundurulmalı. Şiir; heyecanları, öfkeleri ifade edebilir. Ama
özellikle düz yazı şiir buna bir başkaldırı değil midir? Zihinseli, ifade
gücünü, arı şiirle ortaya çıkan arınma çabasını
göz ardı
edebilir miyiz? Şiirin aykırılıklar içermesi,
kimi şiirlerde başkaldırıcı bir anlatım olması duyarlılığın şiir için
öncelikli olduğu sonucuna götürür mü? Göreli değerler şiir olgusunu yanlış
anlamamıza yol açabilir.
- “noktalama imleri öyle kullanılmalı ki şiirsel örgü,
ritm vb zedelenmemeli, okur rahatsızlık duymamalı” (Hüseyin Atabaş; s: 69)
Bu ifadede
okurun rahatsızlığı ölçütüne karşı çıkılmalı. Zira pek çok şiir ve sanat yapıtı
rahatsız ederek düşünmeye yöneltme amaçlıdır. Önemli olan yazı(m) imlerinin
işlevsiz, gereksiz kullanılmamasıdır. Ne yaptığını bilen bir şair yakışır
şiire.
- “yersiz kullanılan noktalama imi sesi aksatabilir,
şiirsel örgüyü zedeleyebilir, anlam yükünü düşürebilir, yorumu
fakirleştirebilir” (Hüseyin Atabaş; s: 69).
Yersiz
kullanılan noktalama imi olsa olsa şairin dikkatsizliğini, ya da o konuda
bilgisizliğini gösterir. Bu durumda da eğer şiir, şiirsel değerle yüklü ise o
yersizlik göze batmayabilir. Hoş, zaten
şiirde yersizlik iddiasına da, gerekçeleri sorulabilir. Bir de noktalama
iminin yanlış kullanılması, yorumu niye yoksullaştırsın? Bereler, sakatlar yalnızca.
- “şiirde anlamı önemli kılan, onun imgesel bir yapı
olarak ortaya konulmuş olmasıdır” (Hüseyin Atabaş; s: 69).
Yukarıda şiir,
duyarlılık olarak öne çıkarılan bir olgu
iken, burada anlamın öneminden söz ediliyor. Bu itirazımla anlamın şiir için
önemsiz olduğunu ileri sürecek değilim. İtirazım şiirde anlamın imgeye, hatta
imgesel bir yapıya dayandırılmasına. Elbette bu konunun somut örnekler üzerinde
konuşulmasında yarar var. Zira anlam dediğimiz şey zaten imgesele dayanır. Bu
durumda da anlamın şiirde önemli olmasından söz edilemez.
- “ 'satır arası anlam' ya da 'yorum payı' dediğimiz
şeyler, biraz da noktalama imleriyle oluşturulur” (Hüseyin Atabaş; s: 70).
Noktalama
imlerinin kurallara uygun kullanımı sadece anlamada olası sapakları önler. Asıl
yoruma açık alan, bu imlerin farklı işlevlerle kullanılması ya da
kullanılmamasıyla ortaya çıkar. Dolayısıyla özellikle kurallı noktalama imleri
yorum payını ortadan kaldırır. Bir de, anlam literatüründe 'satır arası anlam'
diye bir şey yok.
Şiir de
siyaset de özneye, öznelere bağlı olarak biçimlendiğine göre, öznenin
kendiliğinden bağımsız olamaz. Ancak siyasete ve şiire yönelen insan
karakterleri, ruhsalları konusunda farklı araştırmalar yapılabilir. Ama
özellikle günümüz siyasetinde siyasetçiler her şeyi kullanmalığa dönüştüren
kişiler. Şiirse bir başkaldırı, bağımsız kimlik anlayışı olarak somutlanmaktadır.
Şiir insanlarının siyasete bulaştıkları görülür. Ama şiir iktidar olduğunda
sıradanlaşır, gelenekselin, sıradanın buyruğuna girer. Başka bir deyişle şiir
ve siyaset uzlaşmaz iki alandır. Şiir içinde siyaset, siyasi bir içerik olamaz
mı? Bana göre olmamalıdır. Şiirin siyaseti insana, insanlığa yönelik olmalıdır.
İnsana karşı olana karşı olmalıdır şiir. Şiir gücünü böyle bir genel doğrudan
alır. Ama şiir toplumu, siyasete karşı
azınlıktır, hem de küçücük bir azınlık. Bu yüzden, gerek
gerçeküstücülerin, gerek kimi başkaldırıcı görüntü vermeye çalışan
postmodernistlerin toplumsal ekonomik sistemler karşısında etkisiz eleman
konumunda kaldıkları yadsınamaz.
- “noktalama işaretleri bir otoritenin gardiyanları
olarak varlıklarını sürdürür. Metni çokbiçimlilikten tekbiçimliliğe
sürükler, hapseder. Gramer, eril diktatörlüğün bir aracı olarak süngüsünü
sözcüklere yöneltir” (Haşim Hüsrevşahi; s: 72).
Otoritenin
gardiyanlığı noktalama imlerine kaldıysa otoritenin işi zordur. Kurallı
noktalama imleri otoriter sistemin yazıdaki görüntüsü olabilir. Bu imlerin
kurallı oluşlarıyla otoriteyi temsil ettiği düşünülebilir. Bu bir bakış
sorunudur. Bırakın bu imleri kuralsız olarak özgün kullanmayı, kurallı olarak
kullanan birini bile otorite yanlısı olarak suçlayamazsınız, söz konusu kişiyi
iyice tanımadan. Bu kişiyle ilgili baştan bir yorum seçeneği olmaktan öteye
gitmez söz konusu durum. Metnin 'çok biçimliliği' yalnızca noktalama imlerine
kaldıysa, şair, şiirsel olanaklarını kullan(a)mıyor demektir. Gramerin eril
diktatörlüğün bir aracı olarak süngüsünü sözcüklere yöneltmesi ise fantastik
bir anlatım. Donkişot'un eylemleri kadar gülünç. Şiir dili, hangi biçimlerde
karşımıza çıkarsa çıksın yapısal bir nitelik sunacağı için gramer'den (bu
terimle anlatılmak istenen şeyden) kaçınamaz.
- “Noktalamalar görsellik sağlayabilir” (Tuncer Uçarol;
s: 73).
Tuncer Uçarol,
Atilla İlhan'ın “hayal kurmak” ve “duruşma arası” adlı şiirlerinin başında ve sonunda
ayraç (parantez) işareti kullandığını, bunun da
“Şiire görsel etkinlik” kattığını söyler ve ekler: “Ayraç içinde ayrı
tutuluyor o günler hapisanede”. Parantez noktalama imi değil, yazı imi. Mehmet
Taner'in “Veda Vezinleri” adlı kitabında parantezle ilgili bir kullanımını
şöyle değerlendirir: “Düşünce, ilginçlik, buluş katıyor şiire... Birazcık
görsellik ekliyor”. Bir de Yücel Kayıran'ın
“Ruhlukta” şiirindeki ünlem işaretlerini örnekler görsellik işlevi için.
Oysa Yücel Kayıran o şiirinde ünlem işaretini
farklı işleviyle sunar. Ünlemeyi, bağırmayı, yüksek sesle söylemeyi hem dile
getirir hem de ünlem işaretine indirgeyerek sessizleştirir: sessiz
seslileştirir. Bu imi çoğaltarak sesin taciz edişini, terörünü anlatır.
Ünlemleri hem anlatımının bir parçası kılar yani iletişimsel değerde kullanır,
hem de poetik değerde kullanır.
Burada bir
karşıtlığa değinmek istiyorum. Resim ve görüntü. Resim bir şeyin, bir kişinin
çizgisel olarak sunulmasıdır. Görüntü ise temsil kavramı devrede olabilse bile
doğrudan bir şeye, kimseye iletmez. Örneğin
/a/ harfi bir görüntüdür, bir
şeyin resmi değildir. Ama görsellik terimi ikisi için de geçerlidir. Şimdi
sorun şurada, eğer görsellikle görüntü amaçlanıyorsa bu, şiir dışında da
geçerli olacaktır. Ve şiir içinde de yalnızca noktalama imleri değil şiir
sayfası, harfleriyle de boşluk içindeki yeriyle de görsel (görüntü) olacaktır.
Yok resim amaçlanıyorsa, noktalamanın böyle bir değeri yok.
- “düzyazı noktalama işaretlerini kaldırabilecek
yataylıktadır (..) Şiir ise yatay değil, dikey yazıldığından, noktalama
işaretleri şiirde gereksiz kesinti ve kalabalık yapar” (Bâki Ayhan T.;
s:89)
Düzyazının yatay, şiirin ise dikey yazıldığı
olsa olsa Enver Gökçe'nin sözbirimlerden her birini dize haline getirdiği
şiirsel denemeleri için söylenebilir. Böyle bir değerlendirme hem şiir
gerçekliğine hem de dilbilime aykırıdır. Yatay ve dikey eksen dilbilimde
dizisel ve dizimsel ögeleri ayırmada kullanılır. Ve dilin özelliklerinden biri
de sözün çizgiselliğidir (2). Bu
çizgisellik düzyazıda ve şiirde farklı düzenlenir ama her ikisi de eğer
yataylık/dikeykik açısından bakacaksak, yatay bir ilerleme gösterir. Bu
yataylığın bozulmasından söz edeceksek bu, yine her iki yazı biçimi için
geçerli olacaktır. Yataylık dikeylik konusunu noktalama konusuna taşımak ve
düzyazının yatay olduğu için noktalama işaretlerini kaldırabileceğini söylemek
yanlış üzerine yanlıştır. Ve buradan da
noktalama işaretlerinin gereksiz olduğuna varmak, sözde gerekçe oluşturmktır.
Noktalama imlerini kullanmamak bir şairin poetik seçimi olabilir. Bunu
(kendince) gerekçelendirebilir de. Ama bunu genel bir kural olarak
sunamaz.
- “İmler şiire dikeylik katarlar. Anlamda yataylık,
okurla metin arasında yazarın daima varlığını hissetmesine neden olur,
bazen bu durum öğreticiliğe, oradan da didaktizme kadar ağabilir. Şiirde
ise imlerin böyle bir amacı hiç yoktur, olacaksa da düz yazının tam aksine
şairin metinden tamamen çıkmasına, yani şiirle şairin hiç bir durumda yer
almaması gerektiğine dair bir işarettir”
(Aydın Şimşek; s: 90).
Yataylık
dikeylik konusu bu alıntıda daha ilginç bir hal aldı. Şiire dikeylik kazandıran
imler oluyor nasıl oluyorsa. Anlam da yatay kabul edildi. Anlamın yataylığının
becerileri de var, yazarın varlığını hissettirme ve ek olarak da, önce
öğreticilik, ardından didaktizm. Anlatım devenin boynu gibi. Doğru bir yan
bulmak güç. Öğreticilik ve didaktizm anlam olarak farklılaştırılıyor. Ve şairin
metinden niye ve nasıl çıktığını, çıkarıldığını bir türlü anlayamıyorum.
- “anlam eksenli şiir yazdıkları için (…) noktalamaya
gereksinim duymuşlardır” (Bâki
Ayhan T.; s:89)
Bâki Ayhan
T. noktalamaya gereksinimin anlam
eksenli yazmaktan kaynaklandığını ileri sürüyor. Oysa noktalamaların
kaldırılmasına başka işlevler yüklense de noktalamalı şiirlerin de okuru yorum
sapaklarında bıraktığı gerçeği göz ardı edilemez. Yorum da anlama çabasıdır.
Dolayısıyla anlamdan kurtuluş yoktur. Hele hele noktalamaları kaldırmak
anlamdan kurtuluşun yolu değildir.
- “Noktalama işaretleri yazının elbiseleri gibidir. Açık
bırakılması istenmeyen yerleri örter. Şiirde ise anlam vurguları şiirin iç
ritmiyle sağlandığından, noktalamaya çoğu zaman gerek duyulmaz.
(Bâki Ayhan T.; s:89).
Burada elbise
benzetmesi noktalama ve/ya yazı(m) imlerinin temsil ettikleri 'prosody' alanı
için kullanılan türkçe karşılık (bürünbilgisi terimi) içinde de vardır. Ne var
ki eğer dil, insan varlığına benzetilecekse bürünsel (prosodic) niteliklerin
giysiye değil de, deriye benzetimesi daha yerindedir. Zira giysi, insan
varlığının geçici ögesidir. Özüne ait değildir. Oysa tüm bedeni saran deri
varlıksaldır. Alıntıda 'anlam vurgusu', 'şiirin iç ritmi' terimleri noktalama
imleriyle bağlantılı olarak sorunludur.
- “noktalama işareti (..) olmaması, çıplaklık
kazandırıyor. Bu çıplaklık, şiirlerin saf, çıplak anlama yol almasında rol
oynuyor”
(Bâki Ayhan T.; s:89).
Elbette
noktalama imlerini giysi olarak algılarsanız, şiirinizden çıkardığınızda
soyunmuş, çıplak kalmış olursunuz. Ama benim işaret ettiğim gibi deri olarak
algılarsanız, derinizden soyunmuş olursunuz. Noktalama imlerini kullanmamak,
dilsel bir alanı şiirsel bağlamda, okurun görüsüne bırakmak demektir. Yani
bürünsel alandan vazgeçme asla söz konusu değildir. Şiiri bu alan bakımından
saydamlaştırmaktır.
- “Şair, imleri kullanmayı seçmişse, dilin kurallarına
göre kullanmalıdır” (Günay Güner; s: 96)
Bu ifadeyle
belki doğru, yerinde kullanmalı demek istiyor Günay Güner. Ama bu ifadenin tek
seçenekli olması anlatımı sakatlıyor. Zira bu ifadeyle, imlerin, belirlenmiş
işlevleri dışında kullanılmasını yasaklıyor.
- “Şiir de sahne için yazılır. (…) Ritim ve devinime
dayalıdır omurgası.
Şiir bunun için dizeler biçiminde
yazılagelmiştir (…) Dize, ölçü ve
sözcüklerin devinimleri yetmeyince yazım
imlerine başvururuz
devinimi göstermek için” (Hüseyin
İçen; s: 93)
Şiirin,
tiyatro ile ilişkisini kurmak, şiirin dinamik yanını belirtmek için yerinde bir
yaklaşım. Ancak, imlerin dize, ölçü ve sözcüklerin devinimleri yetmeyince
devreye giren ögeler olması kabul edilemez. Estetik, poetik seçimler yapıtın
bütünüyle ilgilidir. Önemli olan kullanılan ögelerin bütün içindeki tümleyici
işlevidir. Başkaca poetika potasında eritilmesidir.
- yazım imlerini de sözcüklerin anlamsal ilişkisini
sağlamada kullanılan araçlardan biri olarak görürsek, “İşte sanat orada”
demek zor olmaz” (Hüseyin İçen; s: 93)
Hüseyin İçen,
Debussy'nin “Müzik, notalar arasındaki boşluklardır” sözünden destek alıp böyle
bir değerlendirmeye gider. Yukarıda da belirttiğim gibi noktalama imlerinin
kullanılmaması şiirin poetik varlığını silmeyi getirmez. Zaten Debussy, bu
tanımıyla boşlukların önemini öne çıkarmış, müziğin oluşmasında yapıcı bir öge
olduğunu belirtmiştir. Yoksa tam bir müzik tanımı değildir yaptığı.
- “Yazım imi kullanma, iki türlü abartılabilir: Kimisi
çok kullanır; neredeyse sözcük, en azından sözce sayısı kadar yazım
yüzünden, görüntü kirliliği oluşur”
(Hüseyin İçen; s: 94)
Bu
alıntıda 'sözce'nin hangi anlamda kullanıldığını
merak ediyorum. Zira benim bildiğim anlamıyla uyuşmuyor.
- “Anlamla okur arasına giren her neyse, dışarıda
bırakılıyor. Doğrusu da bu değil mi?”
(Hüseyin İçen; s: 95)
Ben anlamın,
hep özneyle ilgili bir şey olduğunu düşünürüm ve savunurum. Bu alıntıda anlam, belirli, somut bir varlık
olarak beliriyor. Öyle olsaydı yoruma hiç gerek kalır mıydı? Anlamın ne menem
bir şey olduğunu anlamadan okurla arasına giren şeyi nasıl anlayayım?
- “Anlamın ve biçemin önüne geçmemesi gerekir”
(Hüseyin İçen; s: 93)
Noktalama
imlerinin anlamın ve biçemin nasıl önüne geçebildiği de merak konusu.
Genel olarak
şiirle ilgili yargılara eleştiriler:
- “hata yapmak hoştur. İmgesel hata yapmak güzeldir”
(Haşim Hüsrevşahi; s: 71)
Hata yapmanın
hoş olma durumları benim için ikidir. Birincisi eğitim amaçlıdır ki bu durumda
hata yapan öğrenciye hatasını gösterecek bir öğreticiye gereksinim vardır. Aksi
takdirde öğrencinin, hatasının ayırdına varması beklenecektir. Hatalar tepki
görmezse düzelme şansı azalır. Elbette bu tepki uygun, öğretici bir tepki
olmalıdır. Baskıcı, ürkütücü, aşağılayıcı bir tepkiden söz etmiyorum. İkinci
durumda da hata hoştur. Amaçlı olarak kusurlulaştırılmış, eksik bırakılmış bir
çalışmadaki hata da hoştur. Bir
örnek: Mimar Sinan, Süleymaniye'yi yaptığında bir levhadaki yazıda bir harfi,
yaptığı şeyin mükemmel olduğu söylenmesin diye, eksik bırakmış. Mükemmellik,
Tanrıya yakışır düşüncesiyle. Ne yazık son restorasyonda bu hata düzeltilmiş.
Bu iki duruma belki bir üçüncüsü eklenebilir. İnsan zaten mükemel bir
varlık olmadığı için ne kadar yetkin olmaya çalışırsa çalışsın unutma,
dalgınlık, acelecelik vb'den kaynaklanan hatalardan dolayı çalışma kusurlu
olabilir. Olmaması gereken durumlarda bile olabilir. Kişinin hata yaptığını
görmesi, kendini evrenin biriciği sanmasının önüne geçer. Bu tür hatalar kişiye
haddini bildiricidir. Ama bu olasılıklara karşın yine de hatayı genel olarak
hoş göstermeyi doğru bulmuyorum, kendim de sıkça hata yapıyor olsam da. Hele hele şiir söz konusu olduğunda, imge
üretiminde hata yapılmasını güzel bulmak bana göre değil.
- Tümcesel biçim kuramı (Tuncer Uçarol; s: 73)
Sevgili Tuncer
Uçarol, kuramcılığa soyunuyor. Teun Van Dijk'ten bir alıntı yaparak, onun
kuramsal önerisinin neliğini değerlendirmeyi yorumsuz olarak kendisine bırakıyorum:
“Metni, tümce gibi değil de tersine tümceyi (en küçük) bir metin gibi görmeli”
(3). Bu konuda çalışmak isteyenlere söylem kuramı ve çözümlemeleri üzerine
yönelmeleri önerilebilir.
- “... şiir de. Dilin en haylaz çocuğu” (Tuncer Uçarol;
s: 73).
Şairi, dilin
en haylaz çocuğu saymayı kabul edemiyorum. Tam tersine dilin en yeteneklisi
olabilir. Yüzyıllarca şiirin sanatlar sıralamasında önde olması da bunu
doğrular.
- “Eninde sonunda şiir de 'sözcük'lerin 'temel anlam'
(başat anlam)'ına belini dayar” (Tuncer Uçarol; s: 73).
Evet şiir, tüm
dilsel ögelerinde sözcüklerin retorik anlamlarına yaslanmaz. Dilin ilk (orijin)
anlamlarından da yararlanır ama şiir için bu anlamda kullanılan sözcükler olsa
olsa zemin, kaide işlevi görür.
- “ 'resimsi şiir' (somut şiir) (…) hat sanatımız gibi
bir görüntü güzelliği yakalayamaz (...) çok şeyi yıkar” (Tuncer Uçarol; s:
73).
Somut şiirin,
resimsel, görüntüsel sanatlarla boy ölçüşmek onlara öykünmek gibi bir derdi
yok. O yüzden bu değerlendirme şanssızdır.
- “geleneğimizde dize içinde şiir tümcesi bitimine
rastlanmaz”
(Tuncer Uçarol; s: 73).
Şiir içinde
tümcenin bittiği örnekler çok fazladır. Ben bir tek şair adı vermekle
yetineceğim: Hüseyin Ferhad. Kaldı ki böyle bir saptamanın şiir incelemesine
nasıl bir getirisi olabilir ki?
Kimi
alıntıların değerlendirilmesini de okura bırakıyorum:
- Şiir (…) dilin ilk hali (…) Şiir evrenin anadilidir.
İlkel ve büyülü bir şeyden bahsediyoruz. Dili sınırlayan ya da biçimleyen
neyse, o da şiiri sınırlayan ve biçimleyendir. (Aydın Şimşek; s: 90)
- “ Şiir düşünceyle, düşünme eylemiyle, konsantrasyonla
filan yazılmaz! “Söz” gelir, kendi seçeceği sözükleri zihinde bulur, şiiri
yazdırır ve gider” (Hilal Karahan; s: 91)
- “şiiri artık biçim belirlemiyor – 'biçim'i en geniş
anlamıyla düşünürsek. Söz her şeyin önüne geçti” (Hüseyin İçen; s: 93).
- “Uyaksız olmuyor şiir” (Hüseyin İçen; s: 93)
- “Şiir tümüyle okurundur” (Günay Güner; s: 96).
Noktalama ve
yazı(m) imleri ve yazım biçimleri şair için tıpkı sözcükler gibi araçtır. Ve
uzlaşımsal olarak, şiir alanı şaire tanınmış üretim alanıdır. Bu üretim
alanında dil, sözlü ve yazılı biçimleriyle yeniden üretmesi, biçimlendirmesi
için koşulsuz şaire bırakılmıştır. Ama yaptığı işe saygılı, ne yaptığını
bilen şaire. Şiir heveslisine değil. Şiir ve dil kurcalayıcısına
değil. Şair bu üretiminde kendi
ruhsalını, kültürelini, üretimine bilerek ya da farkında olmadan katar. Şaire
tanınmayan şey kolaycılıktır. Şair olmak isteyenlerin önünde en büyük tehlike kopyacılıktır.
Eleştiri de dahil üst metin üretmek isteyenlerin önünde ise en büyük engel
bilgi eksikliği ve hemen öne çıkma isteğidir. Bir de vasat ya da vasat bile
olamayacak yazılarla beslendiğini sanmak. Bu yüzden alana daha yeni adım
atmışların, kendi şiirine toz konduramayanların, hem şiir tarihini, hem
eleştiri tarihini belirlemeye kalkıştıklarına tanık oluyoruz. Kaos, yani orman.
Dante'nin içinde yolunu kaybettiği orman. Bu ormanda cin olmadan şeytan
çarpmaya, kendi bilgisizliklerinin farkında olmadan saptırmaya çalışanlar var. Okura da şaire de, eleştirmene
de kolay gelsin.
Notlar:
(1) Ivan
Fónagy; Structure Sémantique des Signes de Ponctuation; BSLP; t: 75; fasc: 1;
1980 içinde (s: 105)
(3) Teun Van
Dijk; Şiirsel Metin için Üretimsel Kuramın Boyutları; çeviri: Mustafa Durak;
Kavram ve Karmaşa; sayı: 3 mart-nisan 1997; s: 65-77
Kaynaklar:
Ivan Fónagy;
Le Langage Poétique: Forme et Fonction; Problèmes du Langage; nrf Gallimard;
Collection Diogène, 1966 içinde s: 72-116.
Bu yazının özet çevirisi tarafımdan yapılmış ve Gergedan; sayı: 18 içinde “Şiir Dili: Biçim
ve İşlev” adıyla yayınlanmıştır.
Ivan Fónagy;
Structure Sémantique des Signes de Ponctuation; BSLP; t:75; fasc: 1; 1980
içinde (s: 95-129)
Ivan Fónagy;
La Ponctuation Expressive; Semiotics Unfolding,Edition Tassé Borbé; Part 3;
Semiotics in Text and Litterature; Berlin -Newyork; Amsterdam; Mouton; 1984
içinde; (s: 803-811)
Roi Tartakovsky;
E. E. Cummings’s Parentheses: Punctuation as Poetic Device; Style; vol:43; no2; 2009; http://www.engl.niu.edu/ojs/index.php/style/article/view/18
Jacqueline
Vaissière; Ivan Fónagy et la notation prosodique; http://www.personnels.univ-paris3.fr/users/vaissier/pub/ARTICLES/index_fichiers/1998.pdf
Jean Perrrot;
Ponctuation et Fonctions Lingusitique; Langue Française; Nu: 45; 1980;
Larousse; Paris içinde (s. 67-76)
Mustafa Durak;
Behçet Necatigil--; Yakın mercek; Multilingual; İstanbul; 2005 içinde s:
142-159)
Mustafa Durak;
Opera'da Anlatımsal Akış ve Akışın Engellenmesi; Yakın Mercek; Multilingual;
İstanbul; 2005 içinde s: 220-261)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar